Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İmâm-ı Rabbânî hazretleri hacca giderken, Delhi’ye geldiğinde, arkadaşı Hasen Keşmîrî hazretleri; *Hep ölülere gidiyorsun, burada bir diri var, o diriyi de ziyâret et* dedi. 


Ve *Bâkî billâh* hazretlerine götürdü. Bâkî Billâh hazretleri, İmâm-ı Rabbânî hazretlerindeki *cevheri* görünce, birkaç gün misâfir olarak kalması için yalvardı. 


O da kabûl edip kalınca, Onun huzûrunda iki günde kalbi açıldı. İmâm-ı Rabbânî buyuruyor ki: *Kâbe’ye giderken, kâbe’nin sâhibıne kavuşdum*. 


Yâni *Bâkî Billâh* hazretlerinin yanında *Allahü teâlâ* ya kavuşdum demek istedi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri de, hizmet etmeden iltifâta kavuşan büyüklerdendir. 


Ben Kuleli’de *hoca* iken, talebelere, sırası geldi dedim ki: *Üç şey insana neş’e verir, sıkıntıyı kederi giderir. Yeşilliğe, güzel yüze ve akar suya bakmak*. 


*Nefse* güzel gelen şeylerle, *Rûha* güzel gelen şeyler birbirine zıtdır. Bunu birbirine karışdırmamalıdır. Nefse güzel gelen şeyler, insanı *Cehenneme* götürür. 


Tâbiîn’den gençler, Eshâb-ı kirâma; Efendim sizin ne husûsiyetiniz vardı da, Allahü teâlâ sizi, böyle yüce bir Peygambere Eshâb yapdı, Onun sohbetine kavuşdurdu, Onun talebeleri oldunuz? dediler. 


Eshâb-ı kirâm cevâbında; *Biz temiziz, temizliği severiz*, buyurdular. Onun için, temizlik îmândandır. Tabii *beden* temizliği, *kalb* temizliği ve *çevre* temizliği var. Netîcede, Allah temizleri sever.


Bizim kitaplarımız çok *kıymetli*, niçin çok kıymetli? Çünkü içinde bana âit hiçbir *Yazı* yok da onun için. Hepsi, büyük âlimlerin sözleri. *Pırlanta*’nın yanında *Cam* parçasının kıymeti olur mu? 


Abdülhakîm Efendi hazretleri bize hangi kitâbı tavsiye etdi ise, medhetdi ise, o kitâbı aldım, o kitâbdan tercüme etdim. 


Bir gün sohbet arasında, hattât *Safî bey* geldi. Çok ufak boyluydu. Bir yazı getirdi. Efendi hazretlerine verdi. Efendi hazretleri okudu, gülmeğe başladı. 


Ve en yakınındakine verdi. Okuyanların da güleceğini bildiği için, kendisi içeriye geçdi. Hepimiz yazının başına üşüşdük. Merak etmişdik. Ne yazıyordu o kâğıtda. Bakdık ki; 


*Bûy-u Nebî gelir şeyhim özünden, boyum yetişmez ki öpem yüzünden*. Böyle yazıyordu. Safî bey yazmış Efendi hazretleri için. Efendi’yi çok severdi.

Dilsiz çocuk ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri

 Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “kuddise sirruh” hazretleri, büyük âlim ve evliyâdır. Talebesinden biri anlatıyor:

Bir gün Efendi Baba ile câminin önünde oturuyorduk. Dilsiz bir çocuk getirdiler huzûra. On-on iki yaşında görünüyordu. Ve hiç konuşamıyormuş. Anne baba çok çâreler aramış. Ama bulamamışlar. Nihâyet o yere Abdülhakîm Arvâsî adında bir evliyâ zâtın geldiğini duymuşlar. “Allah’tan ümit kesilmez” diyerek çocuğu kapıp acele getirdiler. Abdülhakîm Efendi hazretlerine gösterip; “Hocam, bu çocuğumuz konuşamıyor. Çok yerlere başvurduk, çâresini bulamadık” diye arz ettiler. Efendi, çocuğa şefkatle baktı. Eliyle başını okşadı. Ve tebessümle sordu ki: “Senin adın ne bakayım?” Çocuk cevap verdi. “Adım Ahmed’dir efendim.” Bizler çok sevindik. Ve şaşırdık hâliyle. Zîra konuşamıyor demişlerdi. Meğerse ilk defâ konuşmuş. Annesiyle babası, gördüklerine inanamıyor, sevinçlerinden ne yapacaklarını, ne diyeceklerini bilemiyorlardı! Ben de çok duygulanmıştım! Teşekkür edip ayrıldılar. Baktım, ikisi de sevinçlerinden ağlıyorlardı giderken…

İmâm-ı Rabbânî hazretlerine verilen müjdeler

 * Bir gün amellerindeki kusurları görme hâli beni kapladı. "Allahu teâlâ için alçalanı Allahu teâlâ yükseltir" hadîs-i şerîfi gereğince şöyle bir nidâ geldi: "Seni ve kıyâmete kadar seni vâsıtalı ve vâsıtasız tevessül edenleri mağfiret eyledim".

* Erkeklerden ve kadınlardan bizim yolumuza girmiş olanların ve kıyâmete kadar, vâsıtalı ve vâsıtasız girecek olanların hepsini bana gösterdiler. İsimlerini, soylarını ve memleketlerini bildirdiler. İstersem, hepsini tek tek sayarım. Hepsini bana bağışladılar.

* Bana: "Sen kimin cenâzesinde bulunursan, Allahu teâlâ onu afv etmiştir" diye müjdelediler. Ve yine ilhâm olundu ki: Hangi ölünün afvını istersen, ondan azab kaldırılır". Yine ilham buyuruldu ki: Senin kabrinin toprağından bir mezara bir avuç toprak atsalar, o kimse mağfiret-i ilâhiyyeye kavuşur".

(İmâm-ı Rabbânî kuddise sirruh)

[Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild, sahîfe: 469]

Nifâk

 - Nifâk alâmeti üçtür: Yalan, sözünde durmamak, emânete hıyânet. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Azm

 - İnsan azm ederse, hiçbir namazı geçmez. Namazın geçmesi azimsizliktir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Vefâ yok bu cihânda

- Fârisiden:

Vefâ yok cihânda, zirâ fânidir

Bâkı yalnız Odur, cümle fanidir.

- Fârisiden:

Hakkın, Has kullarının olmazsa inâyeti

Meleğin bile kalmaz defterde kerameti.

Fâiz yiyenlerin cezâsı

 - Fâiz yiyenlerin on cezâsı vardır: Haşre düşe kalka gider. Küfre yakın ise, Cehennemden çok zor çıkar, mahk [ibtâl], sevgisizlik, kalbinde zerre kadar muhabbet-i ilâhiyye olmaz. Cenâb-ı Hak ona muhabbet etmez. Peygamber de etmez. Cenâb-ı Hak her kulunu bir sûretle sever,fâiz yiyeni sevmez. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Riyâ

 - Cenâb-ı Hak'tan başka birisine ehemmiyet [önem] vermek riyâdır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Kibir ve gururun çirkinliği

 - Zerre kadar kibir, gurur mahremiyle otuz defa zinâdan fenâdır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

İbâdet ve Muhabbet

 - İbâdet yalnız namaz kılmaktan ibâret değildir. Allahu teâlânın emirlerine imtisâlen yapılan her şey ibâdettir. Allahu teâlânın emrine muhâlif olarak yapılan her şey ma'siyettir [günâhtır]. Hattâ namaz da olsa.

Muhabbetin semeresi itâattir. Bazı âlimlere göre, muhabbet itâatten ibârettir. Cenâb-ı Hak her mümine imanı derecesinde muâvenet [yardım] eder. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)


Âlem

 - Âlem, yetmiş iki bin nevi'dir. Bütün zî-rûh [canlılar] bir âlemdir. Melekler bir âlemdir. Cinniler bir âlemdir. İşte bu sûrette yetmişiki bin âlem vardır. Zât-ı ilâhîden mâada, gerek mütekaddimîn,gerek müteahhirinden her ne var ise, Peygamber efendimizin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) ümmetidir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)