Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gece, bir *Derviş* kalkmış ve *Teheccüd* namâzına durmuş. Mânevî hâller içinde namâzını kılıyor, tehiyyâtı okuyor, ama *Salevât* ları okumadan *Selâm* veriyor. 


Sonra da yatıp uyuyor ve *Rüyâ* sında Peygamber aleyhisselâmı görüyor. Ama Efendimiz *Üzgün* ve *Kırgın*. O dervişe bakıp buyuruyor ki:


O kıldığın namâz *Makbûl* değil, çünkü bana *Salevât* getirmedin. Bana salevât getirmeden kılınan *Namaz* ve yapılan *Duâ*, kabûl olmaz! 


Efendimiz, rüyâda *Böyle* buyuruyor o dervîşe. Demek ki, salevât-ı şerîfe okumak, bu kadar *Mühim* ve *Kıymetli* kardeşim. 

● ● ● 

Bütün *Nasîhat* lerin özü, iki şeydir: Biri, *İyi* insanlarla, *Allah* adamlarıyla *Berâber* olmak. İkincisi, *Kötü* insanlardan *Uzak* durmak. 


Büyüklere olan bu *Sevgi* niz sizi çeker, Allah *Sevgisi* ne ve nihâyet *El-mer'u me'a men ehabbe* yâni kişi, sevdiği ile berâberdir *Müjde* sine kavuşdurur. 

● ● ● 

Dertlerimizin ilâcı, *Seâdet-i Ebediyye* kitâbındadır. Başka kitâba lüzûm yok. Cenâb-ı Hak, sizlere ihsân eylediği *Ni'meti* artdırsın kardeşim. 


İnsanın ömrü *Rüyâ* gibi geçiyor. Hayâtımızın geçen kısmı *Hayâl* oldu. Gelecek kısmı da *Hayâl* olacak. Yâni hayâtımız *Rüyâ* gibi ve insanlar *Uyku* da. 


Dünyâ hayâtı *Rüyâ* gibi . İnsanlar ölünce uyanacak. Hakîkî hayât ve gerçek uyanıklık, *Ölüm* den sonra başlıyacak. Cenâb-ı Hak *Ecrinizi* artdırsın. 


Din câhillerine *Nasîhat* etmeli, fakat *İnatçı* olanlarla münâkaşa etmemelidir. Onlar, hakîkati anlıyamazlar. Resûlullah Efendimize de *Karşı* geldiler. 


Cenâb-ı Hakka sonsuz *Şükr* ler olsun ki, bize *Doğru* yolu, *Hak* yolunu ihsân etdi. Câhillere, ahmaklara aldanmakdan muhâfaza buyurdu. Cenâb-ı Hak onları *Islâh* eylesin. 

● ● ● 

Her *Evli* müslümânın, evli kaldığı müddetçe, hanımına dâimâ *Tatlı* dil ve *Güler* yüz göstermesi lâzımdır. *Sert* davranırsa, kadıncağıza *Asabiyet* gelir ve *Sinir* hastası olur. 


*Hasta* kadın da hizmet yapamaz. Kadının erkeğe *Hizmet* etmesi lâzımken, iş *Tersi* ne döner. Erkeğin, kadına hizmet etmesi, onun hastalığı ile tedâvîsi ile uğraşması lâzım olur. 


Böylece, *Evlilik* hayâtı, *Cehennem* hayâtına döner. Ama erkek de, kadın da, kendi *Sınır* ını bilir ve o *Sınırı* aşmazlarsa problem olmaz ve o *Evlilik* hayâtı, *Cennet* hayâtına döner.

KADIN HAFIZLARDAN KURAN DİNLEMEK

 Kadınların sesleri mahremdir. Zaruretsiz yabancı erkeklerle konuşmaları haramdır. Fıkıh kitaplarında:

*Kadınların yüksek sesle veya yumuşak konuşmaları ve seslerini namahreme duyurmaları caiz olmadığı için, ezan ve ikamet okumaları da caiz değildir.

(Redd-ül Muhtar)

*Genç kadın, yabancı erkeğe selam veremez ve aksıran erkeğe bir şey söylemez ve kendine söylenince de cevap vermez. (Hamevi Eşbah şerhi)

Kimlere Selâm Verilmez

 İki müslimân karşılaşdığı zemân, birbirine (Selâmün aleyküm) demesi ve sonra el ile müsâfeha etmesi sünnetdir. Müsâfeha ederken günâhları dökülür.


Aşağıdaki sekiz kimseye, her zemân selâm vermek harâmdır, günâhdır:


1— Yabancı kızlara, genc kadınlara selâm verilmez.


2— Satranç ve her oyunu oynayanlara selâm verilmez.


3— Kumar oynayanlara selâm verilmez.


4— İçki içenlere selâm verilmez.


5— Gıybet edenlere selâm verilmez.


6— Şarkıcılara selâm verilmez.


7— Âşikâre günâh işliyenlere selâm verilmez.


8— Kızlara, kadınlara bakanlara selâm verilmez.


Aşağıdaki onaltı hâlde görülen kimselere, yalnız o hâlde iken selâm verilmez:


1— Nemâzda olana selâm verilmez.


2— Hatîb efendiye, hutbe okurken selâm verilmez.


3— Kur’ân-ı kerîm okuyana selâm verilmez.


4— Zikr ve va’z edene selâm verilmez.


5— Hadîs-i şerîf okuyana selâm verilmez.


6— Yukarıda yazılanları dinliyenlere selâm verilmez.


7— Fıkh dersi çalışana selâm verilmez.


8— Mahkemede, hâkimlere selâm verilmez.


9— Din dersi müzâkere edenlere selâm verilmez.


10— Müezzine, ezân okurken selâm verilmez.


11— Müezzine, ikâmet okurken selâm verilmez.


12— Din dersi veren muallime selâm verilmez.


13— Zevcesi ile meşgûl olana selâm verilmez.


14 — Avret yeri açık olana selâm verilmez.


15— Abdest bozmakda olana selâm verilmez.


16— Yemek yimekde olana selâm verilmez.


Mahrem olmıyan ihtiyâr kadınlara selâm verilir. Zarûret olduğu zemânlarda, şehvetden emîn ise, müsâfeha da edilir [ya’nî eli sıkılır]. Günâh işliyenler, tevbe ederse, selâm verilir. Günâh işlerken mâni’ olmak niyyeti ile selâm verilebilir.


Kâfirlere, ancak iş düşdüğü zemân selâm verilebilir. Kâfiri tebcîl ederek saygı göstermek için selâm veren kâfir olur. Kâfiri ta’zîm eden, meselâ üstâdım, gibi sözlerle saygı gösteren, kâfir olur [İbni Âbidîn, cild 5]. Aç kimse, sofraya çağrılacağını bilirse, yemek yiyene selâm verebilir. Talebe, hocasına selâm verebilir.


Selâm verene ve üçe kadar aksırıp da (Elhamdülillah) diyene hemen cevâb vermek farz-ı kifâyedir. İşitenlerin cevâbı gecikdirmesi harâmdır. Tevbe etmeleri lâzım olur. Mektûbla gelen selâmı okuyunca hemen (Ve aleyküm selâm) demek farzdır. Bunu yazıp göndermek müstehabdır. Birisine selâm götürmeği kabûl eden kimsenin, bu selâmı götürmesi farzdır. Çünki, üzerinde emânetdir. Götürmeği kabûl etmemiş ise (Vedî’a) olur. Vedî’ayı götürmek lâzım olmaz.


İkinci kısmda yazılanlardan, başdan ikisi, selâma cevâb vermez. Oniki numaraya kadar olanların cevâb vermesi iyi olur. Dilencinin selâmına cevâb vermek lâzım değildir. Yirken ve içerken ve halâda iken ve çocuğun ve serhoşun ve fâsıkın selâmlarına cevâb vermek farz değildir. (İbni Âbidîn cild 5. sahîfe 267)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Kardeşim, biz şimdi, sizinle *Yol* da karşılaşdık diyelim, birbirimize rastladık, ne yapıyoruz? *Selâm* veriyoruz değil mi? Niçin *Selâm* veriyoruz? 


*Selâm* vermekle, birbirimize *Duâ* ediyoruz efendim. Bir mü’min, bir mü’minle karşılaşdığı zaman yapacağı *Duâ* şu olmalı: *Esselâmü aleyküm!* Peki, mânâsı ne bunun? 


Esselâmü aleyküm demek; Allahü teâlâ sana, hem *Dünyâ* da, hem de *Âhiret* de, *Sağlık* versin, *Selâmet* versin, *Âfiyet* versin, sen inşallah *Cennete* git! demekdir.


Ne *Güzel* bir duâ. Peki, o mü’min ne diyor? O mü’min de ona cevap verip; *Ve aleyküm selâm!* diyor. Yâni Allahü teâlâ sana da *Selâmet* versin. 


Hem dünyâda, hem âhiretde, sana da *Sağlık*, *Selâmet* ve *Âfiyet* ler versin. Hattâ devâmı var efendim. *Ve rahmetullahi ve berekâtüh*. 


Bunun mânâsı nedir? Rabbim sana *Rahmet* etsin. Kazancına, ömrüne sağlığına *Bereket* versin. İşte bir mü’min, bir mü’mini gördüğü zaman yapması gereken *Duâ*, budur kardeşim. 

● ● ● 

*Seâdet-i Ebediyye* kitâbını okumak, büyük *Seâdet* dir. Cenâb-ı Hak *Sizi* de, *Bizi* de, bu seâdetden ayırmasın. Hergün okuyalım. *Ezber* olsun, kalbimize yerleşsin. 


Onunla *Amel* edelim, onun rûhâniyetine kavuşalım. Çok okudukça *Hakîkat* ine yaklaşabiliriz. Bu *Aşkı*, bu *İhlâsı* size ihsân eden Allahü teâlâya sonsuz *Şükr* ler olsun. 


Cenâb-ı Hakkın size ihsân etdiği bu *Ni'met* ve bu *Seâdet*, milyonda bir kimseye *Nasîb* olmuyor. 


Okuduğunuz bu *Kitap* lara ve bu kitaplar vâsıtasıyla tanıdığınız büyüklere *Sevgi* niz ve *Saygı* nız nisbetinde, daha nice *Ni'met* lere kavuşacaksanız. 


Ben de sizin gibi, bu *Büyük* leri işitmekle ve *Kitapları* nı okumakla şereflendim. Kavuşduğunuz *Ni'met*, çok, hattâ pekçok *Büyük* dür. 


*Ni'met* sanılan, *Seâdet* sanılan başka şeyler, bunun yanında *Hiç* dir. 


Çok *Bahtiyâr* sınız kardeşim. *Dünyâ* için üzülürseniz, Allahü teâlâ ve büyüklerimiz size *İncinir*. Çok sevininiz ve Allahü teâlâya çok *Şükr* ediniz. 


Herşey, Allahü teâlânın *İrâdesi* ile olmakdadır. İslâmiyete *Uyan* kimseye gelen herşey *Hayırlı* dır. İnsana sıkıntılı ve üzüntülü görünseler de *Hayır* bilmelidir. 


*Îmân* ve *Ehl-i sünnet* ni'meti yanında, başka şeylerin *Hiç* kıymeti yokdur. Bu büyük *Ni'mete* kavuşan kimsenin, kıymetsiz şeylere üzülmemesi lâzımdır. 


İslâmiyete uymakda bir *Kusûr* olursa, ona üzülmelidir. Çünkü bunun netîcesi, dünyâda da âhiretde de *Felâket* ve *Musîbet* dir. Bunun da ilâcı, *Tövbe* etmek ve Allahü teâlâya *Yalvarmak* dır.

BEREKÂT

Berekât’a başladım.

Dedim Hilmi Bey hocamıza;

-Efendim, size sormadan bir iş yaptım.

-Ne yaptınız?

Dediler. Dedim;

-Farsça çalışmak için, Berekât’ı tercümeye başladım. Ama, gece de sabaha kadar, hep Muhammed Bâkîbillah hazretlerini gördüm. Sohbet ettik. Sakalı böyle siyah değildi, kırmızı gibi böyle. Öyle konuştuk.

-Yaa efendim. İnşallah devam edin. İnşallah biter de bir gün kitab olarak çıkar.

Arkadan buyurdular ki efendim;

-Ne mutlu size! Ömrünüzün en iyi zamanını, en iyi işte geçiriyorsunuz.

Cum'a mü'minlerin bayramıdır

Aşağıdaki yazı (Riyâd-ün-nâsıhîn)den terceme edildi:

Allahü teâlâ, Cum’a gününü müslimânlara mahsûs kılmışdır. Cum’a sûresi sonundaki âyet-i kerîmede meâlen; (Ey îmân etmekle şereflenen kullarım! Cum’a günü, öğle ezânı okunduğu zemân, hutbe dinlemek ve Cum’a nemâzı kılmak için câmi’e koşunuz. Alış-verişi bırakınız! Cum’a nemâzı ve hutbe, size, başka işlerinizden dahâ fâidelidir. Cum’a nemâzını kıldıkdan sonra, câmi’den çıkar, dünyâ işlerinizi yapmak için dağılabilirsiniz. Allahü teâlâdan rızk bekliyerek çalışırsınız. Allahü teâlâyı çok hâtırlayınız ki, kurtulabilesiniz!) buyuruldu. Nemâzdan sonra, istiyen işine gider çalışır. İstiyen câmi’de kalıp, nemâz, Kur’ân-ı kerîm, düâ ile meşgûl olur. Nemâz vakti alış-veriş sahîhdir. Fekat, günâhdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir müslimân, Cum’a günü gusl abdesti alıp, Cum’a nemâzına giderse, bir haftalık günâhları afv olur ve her adımı için sevâb verilir). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Günlerin en kıymetlisi Cum’adır. Cum’a günü, bayram günlerinden ve aşûre gününden dahâ kıymetlidir. Cum’a, dünyâda ve Cennetde mü’minlerin bayramıdır). Bir hadîs-i şerîfde, (Cum’a nemâzı kılmıyanların kalblerini, Allahü teâlâ mühürler. Gâfil olurlar) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, mâni’ yok iken, üç Cum’a nemâzı kılmazsa, Allahü teâlâ, kalbini mühürler. Ya’nî, iyilik yapmaz olur) buyurdu. Özrü yok iken, birbiri arkasında üç Cum’a nemâzına gitmiyen kimse münâfık olur. 

Tam ilmihal Seâdet-i Ebediyye

Ahmaklık


“Ahmaklık, hatada ısrar etmektir.”

Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretleri

İçki ve alkol bahsi

Allahü teâlâya âsî olmak, ya’nî harâm işlemek insanı dünyâda ve âhıretde felâkete götürür. Harâmlardan en büyüğü Ehl-i sünnet i’tikâdını bilmemekdir. İkincisi nemâz kılmamakdır. Üçüncüsü içki içmekdir. (Enisül-vâizîn) kitâbı onuncu meclisinde diyor ki: Şerâb ve serhoş eden her içki harâmdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”: (Şerâb içmek, büyük günâhların en büyüğü ve bütün fenâlıkların ve günâhların anasıdır) ve (Bütün fenâlıklar bir yere toplanmışdır. Bu yerin kilidi zinâ, anahtarı şerâbdır ve bütün iyilikler bir yerde toplanmışdır. Bu yerin kilidi nemâz, anahtarı abdest almakdır) ve (Allahü teâlâyı seven ve Kıyâmete inanan kimse, içki içilen yerde oturmasın) ve (Şerâbı yapmak, üzümünü sıkmak, taşımak, dağıtmak, satmak ve içmek, günâhda berâberdir ve bunların nemâzlarına, oruclarına, haclarına, zekâtlarına ve sadakalarına sevâb verilmez. Meğer ki tevbe ederler) ve (Hurma şerâbı da harâmdır) ve (Üzüm şirası taze olup değişmemiş ise halâldir) buyurdu. (Buhârî-yi şerîf) ve (Müslim)de Ebû Mûsâ “rahime-hullahü teâlâ” buyurdu ki, (Baldan ve arpadan yapılan içkiler ve serhoş eden her içki harâmdır.) İmâm-ı Muhammed “rahime-hullahü teâlâ”, (Çok içilince serhoş eden içkinin azı da harâmdır) buyurdu. Fetvâ da bunun üzerinedir. Başka ilâç varken, bunları ilâc olarak içmek de harâmdır. Hâricden kullanmak câiz ise de, necsdirler, uçmakla temizlenemez, yıkamak lâzımdır. [(El-fıkhü alel mezâhibil-erbe’a) kitâbında diyor ki, (Serhoş eden sıvıların hepsi, dört mezhebde de şerâb gibi galîz, fenâ necâsetdir. Hanefîde avuç içi yüzeyinden fazlası ile, diğer üç mezhebde görülebilen az mikdârı ile kılınan nemâz sahîh olmaz. Şâfi’îde ve hanefînin bir rivâyetinde, ilâc ve kolonya yapmakda kullanılan mikdârı, çok olsa da afv edilmiş olup, nemâzın sıhhatine mâni’ olmaz.)] Esrar, afyon, eroin gibi uyuşdurucu şeyleri keyf için yimek, içmek harâm olup, tedâvî için câizdir. Enîs-ül-vâizînin kelâmı temâm oldu.

EDEB-İ SALAVÂT

Şifâ’da (Şifâ kitabında) mezkûrdur ki hazret-i resûlün (sallallahu teala aleyhi ve sellem) ismini zikr eden ya (da) işiden mü’mine vâcibdir ki; o halde (iken) hayatlarındaki (Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamın sağlığındaki) meclis-i şerîflerine hâzır olmuş gibi (huzurlarında imiş gibi) hareketten sükût (hareketsiz) hudû’ ve huşû’ üzere (tevazu üzere)  ola. Cemi’i selefin (eshâb-ı kiramı görüp onlara tabi olan müslimanlar)  âdetleri bu idi. Hattâ İmâm-ı Mâlik (rahmetullahi teala aleyh) yanında (Efendimiz aleyhissalatü vesselamın ismi) zikr olundukca benzi sararub beli bükülürdü. Sebebi soruldukda

“Benim gördüklerimi görmüş olaydınız böyle dimezdiniz”dimiş.

(Mir’ât-ı kâinat)

Yemek nasıl olmalı?

 Behaeddin-i Buhari hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bir gün bazı sevdiklerine;


- Kardeşlerim, gadap ve öfke ile pişirilen yemekte, zulmet olur, buyurdu. Böyle yemeklerde hayır olmadığı gibi yiyenlere şifa değil, dert ve hastalık olur bilakis.


Ve ekledi:

- Böyle pişen yemeği yiyenlerde fena ve kötü fiiller zuhur eder.


Sordular:

- Hangi yemeklerde hayır vardır efendim?

- Bir yemek, gaflete dalmadan, Allahü teâlâyı düşünerek, neşe ve sevinç içinde yapılırsa, hayırlı ve bereketli olur. O yemek, yiyenlere şifa ve deva olur.


İbadetten zevk almak


Şöyle devam etti:

- Allah’ın beğenmediği kötü ameller, şüpheli yemeklerden hasıl olur.

İbadetlerden zevk almak, bilhassa namazları huşu içinde kılmak da helal lokma yemeğe bağlıdır. Ayrıca yemeğin helalinden olması kâfi değil.


- Başka ne lazım efendim?

- O yemeğin âgâh halde hazırlanması gerekir. Yani Hak teâlâyı hatırlayarak, gadaplı ve öfkeli olmayarak, seve seve, zevkle pişirilmelidir ki, böyle yemekler, yiyene maddi ve manevi fayda sağlar.


Ve ilave etti:

- Ayrıca, yemek yemenin de usulü var. Allahü teâlânın huzurundaymış gibi edeble oturup, adabıyla yemelidir. Kim yemekte bunlara dikkat ederse, kıldığı namazlardan da tad ve lezzet alır. Her kim de şüpheli yer ve yemek adabına riayet etmezse, kıldığı namazlardan tad alamaz.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Ehl-i sünnet* âlimlerinin en büyüğü, hattâ *Reîs* leri, *İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe* hazretleridir. İlk kitâbı hâzırlıyan O. İlk kitâbı O meydana getirdi. Ama kendisi yazmadı. 


O söyledi, *Talebe* leri, *Kâtip* leri yazdılar. Biz, o ilk kitâbı, yâni *El kavl* kitâbını basdırdık. Çok *Kalın* bir kitap. Çok istiyorlar onu dünyâdan. 


*Hanefî* olmıyanlar bile hep *Kavl* kitâbını istiyorlar. Çünkü islâmiyeti anlatıyor. Sâdece *Hanefî* mezhebini anlatmıyor ki. 


Onun için, hangi *Mezheb* den olursa olsun, hep *Kavl* kitâbını çok arıyorlar. Elhamdülillah efendim, biz onu da basdırdık. 


Eğer ben *Efendi hazretleri* ni görmeseydim, *Efendi* hazretlerinden işitmeseydim, Ondan dînimi öğrenmeseydim, bu *Kitaplar* meydana gelmezdi. 


Bu kitaplar, hep Efendi hazretlerinin mübârek *Sözleri* nden meydana gelmişdir. 

● ● ● 

En büyük *Günâh*, dîni parayla *Satmak* dır. Yâni *Din* kitâbından *Para* kazanmakdır. Bu kadar *Kitap* basılıyor, satılıyor. Bu *Kitap* hizmetlerinden benim cebime *On* para girmemişdir. 


Hattâ ben, kendi kitaplarımı bile *Para* ile satın alırım. Dînimize âit bir meseleyi *Öğreten* veyâ öğretilmesine *Sebep* olan, yüz *Ömre* sevâbı alır. 


Bir *İslâm Ahlâkı* nın, bir *Namaz Kitâbı* nın içinde, dîne âit yüzlerce *Mesele* var. Bir talebe, *Dînini* öğrenmek için, hattâ dîninden bir *Mesele* öğrenmek için evinden çıksa.


Dînini öğreneceği *Zâtın* evine gidinceye kadar, bu şerefli *Kul* benim üstüme *Bassın* diye, o yola *Melekler* kanatlarını döşerler kardeşim. 


Bu *Sevap*, dînini *Öğrenmek* için giden kişiye verilmekdedir. Ya *Öğretmek* için giderse? Yâni birine bir *Kitap* verirse? Veyâ kitap verilmesine *Sebep* olursa?


Yâni bir kimse, onun *Elinden* dînini öğrenirse, ona verilen *Sevâbı* bir düşünün. Elbette ki öbüründen daha *Çok* sevap alacakdır.


Birine bir *Kitap* vermek veyâ kitap verilmesine *Sebep* olmak o kadar *Sevap* dır ki, gökdeki kuşlar, karadaki hayvanlar, denizdeki balıklar, bunun için; *Yâ Rabbî, bu kulunu affet!* diye istiğfâr ederler. 


Bizim dînimizin *İki* esâsı vardır. Biri *Öğrenmek*, diğeri *Öğretmek*. Dînimizin en büyük düşmanı *Cehâlet* dir. Onun için nerede *İlim* varsa, *Din* oradadır. 


Nerede *Din* varsa, *İlim* oradadır. İlimsiz din olmaz. Onun için ilim öğrenmek çok büyük *İbâdet* dir, çok büyük *Sevap* dır kardeşim.