Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerine gitdim, bakdım, Efendi çok *(Üzgün)*, korkdum tabii. İçimden; *(Hayrdır inşallah)* dedim. Efendi hazretleri beni görünce anlatdı. 


Buyurdu ki: Hilmi, filân *(Kişi)* bize ve bu câmiye, çuvalla *(Pirinç)* gönderdi, çok *(Şeker)* gönderdi, çok *(Un)* gönderdi, böyle çok *(İyilik)* leri oldu. 


Fakat, Allah bana bir *(İmkân)* verse, her zerresini *(Geri)* veririm. Hepsini *(İâde)* ederim, ona o kadar *(Krıldım)* buyurdu. Sonra ne oldu biliyor musunuz? 


O kimse, oranın *(Eşrâf)* ından biriydi, ama çok *(Zelîl)* oldu, *(Aklı)* gitdi, afedersiniz sokaklarda *(Pisliği)* ni yapar hâle geldi. Tövbe yâ Rabbî, Allah muhâfaza etsin. 

● ● ● 

İşte böyle kardeşim, Abdülhakim Efendi hazretlerine *(Gider)* dim. Ellerinden *(Öper)* dim, otururdum. *(Sabah)* namâzında giderdim, tâ *(Yatsı)* ya kadar kalkmazdım. 


Başkaları da gelirdi. Onlar bahçede *(Oyun)* oynarlar, *(Koşar)* lar, *(Zıplar)* lardı. Ben ise hiç bahçede oyun filân oynamazdım. Hep Efendi’nin yanında olurdum. 


Mübârek anlatır, anlatır, sonunda; *(Anladın mı?)* diye sorardı. Ben de; Evet efendim anladım, derdim. Bir gün yine Efendi ile *(Bahçe)* de oturuyorduk. 


*(Beni dinliyen kazanır, ama dinliyen yok, dinliyen yok!)* buyurdu, bunu iki defâ söyledi. Sonra bana bakıp; *(Ama sen dinlersin değil mi?)* diye sordu Mübârek. 


Ben hemen; *(Evet efendim, dinlerim)* dedim. Onların himmetleri işte, onların teveccühleri. Bütün bu *(Hizmet)* ler, Abdülhakim Efendiyi dinlememizin bereketi kardeşim. 

● ● ● 

Allahü teâlâdan *(Ümit kesmek)* olmaz. Hattâ O’nun mağfiretinden ümit kesmek, *(Küfr)* olur. Neden? Çünkü, *(Kur’ân-ı kerîm)* de çok yerde geçiyor. 


*(Benden ümit kesmeyin!)* diyor Allahü teâlâ. Öyleyse O’ndan ümîdini kesen, Kur’ân-ı kerîme karşı gelmiş olur, mâzallah *(Kâfir)* olur. 


Ama efendim, benim günâhım *(Çok)* derseniz, evet, senin *(Günâh)* ın çok. Ama Allahü teâlânın *(Afvı)* ve *(Mağfireti)* daha çok. Hattâ *(Sonsuz)*. 


Onun için Allah’dan ümit kesmek yok. *(Ümit)* li olacağız. Sizin her adımınıza *(Sevap)* var kardeşim. 


Bütün ibâdetlerin en kıymetlisi nedir biliyor musunuz?; *(Emr-i mâruf)* ve *(Nehy-i münker)* dir. İşte siz, bunu yapıyorsunuz. Ne mutlu size.

Bişr-i Hafî’ hazretleri ve ikinci defa hacca gidecek olan adam

 _Ebû Nasr Temhâr şöyle anlatmaktadır:_

“İkinci defa hacca gideceklerden biri, Bişr-i Hafî’ye vedâya geldi. Ona;

 _“Ben hacca gidiyorum, bir emriniz var mı?”_ dedi. 

Bişr-i Hafî; _“Ne kadar harçlığın var?”_ diye sorunca; _“İki bin dirhem harçlığım var”_ dedi. Bişr-i Hafî;

 _*“Hacca gitmekle zühdü mü, Kabe’ye olan aşkını mı, yâhud, Allah rızâsını mı kastediyorsun?”*_ diye tekrar sorunca, adam; 

_“Allah rızâsını kastediyorum”_ dedi. 

Bişr-i Hafî; 

_“O hâlde evinde dururken Allah’ın rızâsını kazandıracak bir şeyi söylersem, yapar mısın?”_ dedi. 

O zât;

 _“Evet yaparım”_ karşılığını verdi. 

Bunun üzerine; 

_“O hâlde sen bu iki bin dirhemi, borcunu ödeyemeyen bir fakire, yiyeceği olmayan bir yoksula, nüfûsu kalabalık, geçimi dar olan bir aileye, yetimi sevindiren bir yetim bakıcısına ve bunlar gibi on kişiye yirmişer dirhem ve hattâ istersen hepsini bunlardan birine ver. Zîrâ müslümanı sevindirmek, düşkünlere el uzatmak, sıkıntıyı gidermek ve zayıflara yardım etmek, *nafile yapılan yüz hacdan* daha sevâbtır. Kalk da dediğim gibi yap. Şayet böyle yapmak istemiyorsan, bana kalbindekini söyle”_ dedi. 

Vedâya gelen; 

_“Doğrusu kalbimde hacca gitmek tarafı kuvvetlidir”_ deyince, Bişr gülümseyerek, adama döndü ve; 

_*“Servet, şüpheli şeylerden kazanıldığı takdirde, nefs, kendi arzularından birinin yerine getirilmesini ve sâlih ameller yaptığını göstermek ister. Halbuki, Allahü teâlâ, yalnız müttekîlerin amelini kabul eder”_* buyurdu.

O nûr sönünce bütün câmiler zulmette kaldı

 Bâyezid câmi-i şerîfindeki Kadî Beydâvî tefsîri dersinin, rahatsızlıkları sebebiyle inkıtaından sonra kendilerini ziyarete gittiğimde sekiz-on ahibba ile şadırvan yanında sohbet ederken ahibbadan bir zât... geldi. Elini öpüp bir kenara oturdu. Bir müddet sonra bir sırasını bulup: Efendim, bana bir hâl oldu. Câmiler bana karanlık geliyor. Hangi câmiye girsem, sıkılıyorum. Dışarı çıkmak istiyorum diyen nefsinden vâkı' şikâyete Îşân (kuddise sirruh):

"Senin gördüğün zulûmât, Bâyezid câmiindeki dersin kesilmesiyle, nûrun sönmüş olmasıdır. O dersin nûru, yalnız o câmi'i değil, bütün câmileri tenvîr ederdi. O nûr sönünce bütün câmiler zulmette kaldı " cevabını verdiler. 

Âcizâne kanâatim odur ki, o nûrun sönmesiyle, yalnız İstanbul câmileri değil, üç ma'lûm mescîd-i şerîf müstesnâ, bütün dünya câmileri karanlıkta kaldı. Çünkü Efendi hazretlerinin buyurduğu gibi, -ki dersin sonunda söylerdi- bu dersin bir mislini, bütün İslâm memleketlerini sayarak, Hind kıt'ası hâriç, hiçbir yerde bulamazsınız sözleri, belirtilen beyâna bir huccettir. Bu vesîle ile bir hüsn-ü hâteme ve büyük müjde olarak şu mühim husûsu da belirtmek istedim:

'El-mer'ü mea men ehabbe" [Kişi sevdiği iledir] hadîs-i şerîfindeki sırrın, Îşân'ın (kuddise sirruh) bütün dost ve muhibleri hakkında tecelli etmiş olmasıdır.


15-Rebi'ülevvel- 1404 [1983]

El-fakîr pür taksîr bende-i Îşân

Ahmed Nûreddin 


[Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild, sf: 270]

Mürtedler ve hayırlı iş

 - Mürtedler sabaha kadar hayırlı bir işin zuhuru [olması] için konuşsalar, tahakkukunda o iş şer olarak zuhûr eder. Mürtedler bir şerrin zuhûrunu temenni etseler, o şer iş kendiliğinden tahakkuk eder. [Îşân mürtedler derken, ervâh-ı habîse diye de ilâve etmiştir].

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî "kuddise sirruh")

[Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild, sf: 269]

Tefsîr yazmak kim, biz kimiz

 -Bir kış günü, zamanın şöhretlilerinden biri ziyaretlerine gelerek âdâb-ı ziyâreti edâdan sonra: "Efendim, ben bir tefsîr yazdım [Yâsîn Sûresi tefsîridir], getireyim de tedkîk buyurun" dedi. Îşân (kuddise sirruh): "Tefsîr yazmak kim,biz kimiz. Getirirsen, yanan sobayı işaretle, şu sobaya atar, yakarım" buyurup [:S..., biz bu karargâhda nöbetçi onbaşısı gibiyiz. O büyük kumandanlar gitti. Onların yerini tutamayız. Bizim vazîfemiz, bu karargâha yabancıları sokmamaktır. Onların yaptıklarında ne kusur ve eksiklik buldunuz ki, tefsîr yazmak ihtiyâcını hissettiniz] yollu daha çok şeyler söylediler.

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî "kuddise sirruh")

[Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild, sf: 268-269]

Şerefe kadeh kaldırmak küfürdür

 -İşrette, (içki meclisinde) şerefe kadeh kaldırmak küfürdür.

- Üç küçük günâh, aralarında kefâret-i mûcib bir hal olmaksızın -tevbe, sadaka, tesbîh gibi - ictima' ederse [bir araya gelirse] büyük günâha girerler. Îşân (kuddise sirruh) bunu söyledikten sonra, keşke söylemeseydim, dediler.

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî "kuddise sirruh")

[Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild, sf: 268]

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri bana yazdığı bir mektupda; *(Pek çok sevilen Hilmi)* diye yazmış. Sâdece *(Sevilen)* deseydi *(Kâfi)* idi. Ne büyük müjde efendim.


Bunlar, *(Kalbin)* den gelmese, *(Yazmaz)* efendim. Kalbinden geliyor bunlar Mübâreğin. Bunları *(Niçin)* böyle yazıyorum? Bir maksadım var.


Çünkü büyükler buyuruyor ki: *(İnde zikrissâlihîn tenzîl-ür rahme)* Yâni Allahü teâlânın sevdiği kullarının *(İsmi)* anılınca, oraya *(Rahmet)* yağar.


Abdülhakim Efendi hazretlerinin *(İsmi)* ni, buraya rahmet *(Yağsın)* diye söyledim kardeşim.


Bu büyüklerin oturduğu *(Yer)* ler, kıyâmet gününde *(Şefâat)* eder. Geçdiği *(Sokak)* lar şefâat eder. Molla Nâmık-i Câmî hazretleri böyle diyor.

● ● ●

Peygamber Efendimize; *(Allah nasıldır?)* diye soruyorlar. Efendimiz, nasıl cevap veriyor?


Şöyle gözünü kapat ve *(Allah)* de, hâtırına, hayâline ne gelirse, Allah o *(Değil)* dir diyor.


Yâni, *(Allah, hiçbir şeye benzemez)* buyuruyor. Akıl, ermediği şeyi nasıl anlasın? Küçük bir çocuk, büyük adamların işinden anlar mı? O, ancak *(Oyun)* dan anlar.


Peygamber aleyhisselâma; Allahü teâlâ, *(Şöyle)* değildir, *(Böyle)* değildir, ya *(Nasıl)* dır? diye soruyorlar.


Efendimiz cevâben; *(Küllü mâ hatara bi bâlike. Allahü gayru zâlike)* buyuruyor.


Ne demek bu? Yâni, *(Küllü)*, hepsi; *(Mâ)*, şol şeydir ki; *(Hatara)*, hutûr etdi, yâni geldi.


*(Bi bâlike)*, Arabcada bâl *(Kalp)* demekdir. Yâni Allah de, gözlerini kapat. Hâtırına, hayâline ne geliyorsa.


*(Allahü gayru zâlike)*. Allah, o değildir. Ne güzel cevap yâ Rabbî. Ne hakîmâne bir cevap.

Sevab bağışlamak

Bir kimse, farz olsun, nafile olsun, herhangi bir ibadeti yaparken veya yaptıktan sonra, sevabını, ölü diri, herkese hediye edebilir.


Namaz, oruç, hac, umre, sadaka, Kur'an-ı kerim okumak, evliyanın kabrini ziyaret, kurban, zikir gibi ibadetlerin sevapları başkasına hediye edilebilir. Hediye edenin kendi sevabından hiç azalmadan, bütün müminlere de sevabı erişir. Yani sevap, hediye edilenlere, taksim edilmeden, herbirine bütünü kadar erişir


Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kabristandan geçen kimse 11 ihlas okuyup, sevabını kabirdekilere hediye ederse, ölü adedince sevap verilir.) [İslam Ahlakı]


Bir kişi, (Ya Resulallah, ölmüş olan ana babamın günahlarının affı için ne yapmalıyım?) dedi. Ona, (Onlar için dua et, Kuran oku ve istigfar et!) buyurdu. (Ey Oğul İlmihali)


Mümin, ibadetlerinin sevabını ölü diri herkese hediye edebilir. Kendi sevabından da hiç eksilme olmaz. (Hidaye)


Hatm-i tehlilin, ölü diri, herkese faydası vardır. (Mekatib-i şerife)


Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:

(Kendisi için veya başka Müslüman için 70 bin kelime-i tevhid [hatm-i tehlil] okuyanın günahları affolur.) [Makamat-ı Mazheriyye]


Üç hadis-i şerif meali şöyledir:

(Ölülerinize Yasin okuyun!) [İ.Ahmed]


(Yasin-i şerif okuyun. Onda, on bereket vardır: 1- Aç okursa, doyar. 2- Çıplak, okursa, giyinir.3- Bekâr okursa, evlenir. 4- Korkan okursa, emin olur. 5- Mahzun okursa, ferahlar. 6- Misafir okursa, seferde yardım görür. 7- Kayıp olan bulunur. 8- Hasta okursa, şifa bulur. 9- Ölüye okunursa, azabı hafifler, 10- Susayan okursa, suya kavuşur.) [Deylemi]


(Ana babasının veya birinin kabrini her Cuma günü ziyaret edip Yasin sûresini okuyana, Allah, Yasin’deki her harf miktarınca mağfiret eder.) [İ.Rafii]


Ahmed bin Hanbel hazretleri, (Kabristana girince, Fatiha, Kul-euzüler ve İhlâs sûrelerini okuyun! Sevabını ölülere gönderin! Sevabı hepsine vasıl olur) buyurdu. Hadis-i şerifte de, (Bir kimse, kabristandan geçerken, 11 kere İhlas sûresi okuyup sevabını ölülere hediye ederse, kendisine ölüler adedince sevab verilir) buyuruldu. (Etfal-ül müslimin - İmam-ı Birgivi)


Kabristanda Kur’an-ı kerim okumak sünnettir. (Seyyid Ahmed Tahtavi)

Seyyid Muhammed Emin Arvâsî Efendinin yazmış olduğu dörtlük

Seyyid Fehim Arvasi hazretlerinin "kuddise sirruh" büyük oğlu aynı zamanda halifelerinden olan Seyyid Muhammed Emin Arvâsî Efendinin "kuddise sirruh" yazmış olduğu dörtlük.

Seyyid Muhammed Emin Efendi hacda Ravza-i Mutahhara‘da iken Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin aşkından ciğerleri yanmış, dönüş yolunda Tur-ı Sina’da vefat etmiştir. Cenabı hak derecelerini Âli eylesin Amin.

Ez tabibî hâsitem ez behri derdi dil devâ,

Gufti hey hey in hayâl çün nakşi bâşed ber hevâ,

Guftemeş migufte end her derdi râ dermânı hest,

Gufti ney ney gerguzer gerdez kanun-i şifa.


Doktorumdan gönül yaram için ilaç istedim.

Dedi hey hey, bu havaya nakşedilmiş yazı gibi bir hayaldir.

Ona dedim, ama her derdin bir devası vardır derler,

Dedi ney ney, senin derdin şifa kanununu aşmış.

İkindiyi kıldın mı?

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Birgün Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri bana; *(İkindiyi kıldın mı?)* dedi. Hayır efendim kılmadım, dedim. *(Ben abdest alayım, mescidde berâber kılalım)* dedi. 


Hemen şadırvanda *(Abdest)* aldı. İkimiz mescide girdik, sünnetleri kıldık, kâmed getirdim. Farzı kılacağız. Efendi bana; *(Sen geç, imâm ol)* dedi. 


(Olmaz) denir mi? *(Başüstüne efendim)* dedim. Beni imâm yapdı Mübârek. İkimiz namaz kıldık. Hiç unutmam, ne *(Tatlı Namaz)* dı o yâ Rabbî. 


Mehmet Ma’sûm hazretleri, birgün talebelerinin arasına geliyor ve; *(Ne konuşuyordunuz?)* diye soruyor. 


Diyorlar ki; Efendim birbirimizin yaşını merak ediyorduk, *(Sen kaç yaşındasın?)* *(Sen kaç yaşındasın?)* diye soruyorduk. Halîfelerinden biri de *(Rükneddîn Hân)*. 


(Hân) demek, bir memleketin *(Vâli)* si demek. Mehmed Ma’sûm hazretleri, Vâli Rükneddîn Hâna dönüp; *(Yâ Rükneddîn sen kaç yaşındasın?)* diye soruyor. 


Rükneddîn Hân cevâben; *(Efendim, bendeniz üç yaşındayım)* diyor. Herkes şaşırıyor tabii. Koca adam üç yaşında olur mu diye. 


Rükneddîn Hân; Yâni efendim, sizinle tanışalı *(Üç sene)* oldu. Daha evvelki *(Hayâtı)* saymıyorum, çünkü o vakitler *(Ölü)* gibiydim, diyor. 


Üç senedir anladım *(Hayât)* ın ne olduğunu, onun için üç yaşındayım diyorum, diye arz ediyor. İşte *(Sevgi)* böyle olacak kardeşim. 


Rabbimiz hepimize din ve dünyâ *(Seâdeti)* vermiş. Ne *(Ni’met)* dir bu. Bu zamanda bu *(Büyük)* leri tanımak, ne büyük *(Şeref)* dir. 


*(El-ulemâ vereset-ül enbiyâ)* Yâni bizim Büyüklerimiz, Peygamberlerin *(Vâris)* leridir, *(Vekîl)* leridir. Ne mutlu onları tanıyanlara. *(Sevmek)* şöyle dursun, *(Tanımak)* bile ne büyük ni’met. 


Hele tanıdıkdan sonra bir de *(Sevdi)* mi, o zaman seâdete kavuşdu demekdir. Çünkü *(Feyz)* yolu açılır, feyz gelmeye başlar, *(Kalp)* den kalbe akar.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir kimse, eğer kendisinde zerre kadar bir *(Üstün)* lük, bir *(Meziyet)*, bir üstün *(Sıfat)* düşünürse, o, kâmil bir mü’min değildir. 


Çünkü kâmil bir mü’min bilir ki: Benim her yapdığım *(İyilik)*, Allahın kudretiyle olmakdadır. Benim herhangi bir *(Kudret)* im yok ki, der. 


Allahü teâlâ iki tâne *(Güneş)* yaratmış. Biri, *(Beden)* için, biri de *(Kalp)* içindir. Kalb’in güneşi, Efendimiz aleyhisselâmdır. Yâni Onun *(Kalbi)* dir. 


*(Vücûd)* umuzun güneşi ise, bildiğimiz gökdeki bu *(Güneş)* dir. 


*(Küfür)* den kurtulmamız için, *(Îmân)* ımızın kuvvetlenmesi için, *(Îmân)* lı ölmemiz için, *(Mürşid-i kâmil)* ler, sevdiklerinin *(Kalb)* ine teveccüh ederler.


İçindeki *(Pislik)* lerin, yâni *(Günâh)* ların temizlenmesi için üstün *(Gayret)* sarf eder ve o kalbi, o pisliklerden *(Temiz)* lerler. 


Bir insanın *(Kalb’i)* böyle temizlenirse, onun için *(Îmân)* sız ölme tehlikesi yokdur. Bir başkası, bütün *(İlim)* leri bilse ve bu ilimlere uygun *(Amel)* etse, bunun îmânsız ölme *(Tehlike)* si vardr. 


Çünkü bu yol, *(Îmân)* yolu’dur. Nitekim; *(Cennetin kapısından, îmânı olanlar girer)* buyuruluyor. Yoksa çok ibâdet yapanlar, çok âlimler değil. 


Peki, bu *(İlim)* ler, bu *(Amel)* ler, ne içindir? Sırf îmânı *(Korumak)* içindir. Dolayısıyla, büyüklerin kalbe olan *(Teveccüh)* lerinin sebebi budur. 


Peki *(Kim’e)* teveccüh ederler? Talebelerine, sevdiklerine, ona bağlı olanlara. *(İmâm-ı Rabbânî)* hazretlerinin *(Yolu)* nun diğerlerinden farkı şudur: 


Diğer büyükler, talebelerini, sevdiklerini, *(Küfr’e)* düşmekden ve Cehenneme girmekden kurtarmak için, *(Şöyle şöyle yap ve kurtul)* derler. 


Bu *(Büyük)* ler ise, son nefesine kadar onu *(Tâkib)* ederler, son nefesinde de gelirler, *(Îmân)* la ölmesine yardım eder ve onu *(Îmân)* la âhirete gönderirler.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:


(İslâmiyet), iki kelimeyle özetlenebilir. Bu iki ke-lime, (Evet) ve (Hayır) dır. Ama bunun için de (İlim) lâzım, yâni bilmek lâzım. Nerede [evet] di-yecek, nerede [hayır] diyecek? 


Bunu iyi bilmek lâzım. Bunu da, herkes bilemez ki. 

Bunu, ancak (Allah dostları) yâni (Evliyâ zâtlar) bilir. (Evet) denecek yerde [hayır] derse, yanar efendim. 


Meselâ Hazret-i Ömer radıyallahü anh, Peygamber Efendimize (Evet) yerine [Hayır] deseydi, (Ebû Cehil) den daha (Tehlike) li olurdu. 


Yâhut da Ebû Cehil, (Hayır) diyeceğine, [Evet] deseydi, Hazret-i Ömer’den daha (Üstün) olurdu. Bu iş (Nasip) meselesidir kardeşim. 


(Eshâb-ı kirâm) efendilerimiz, Resûlullah Efen-dimizden (Mûcize) beklemediler. Hiç böyle şeyler düşünmediler ve konuşmadılar. Çünkü buna (İhti-yaç) ları yokdu. 


Onlar, Peygamber aleyhisselâmın mübârek (Sohbet) inde bulunmakla (Şeref) lendiler. Hiçbir şey, sohbet gibi (Kıymetli) olamaz. 


O (Sohbet) de bulunmakdan daha büyük (Kerâmet) yokdur. Bunu, Mektûbât bildiriyor. 

Evliyânın (Sohbet) inden istifâde etmenin de şart-ları var. 


Nedir onlar? Önce, o zâta karşı (Edeb) li olacak. Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyuruyor ki: (Hiçbir bî-edeb vâsıl-ı ilallah olamamışdır.) 


Sonra o büyüklerden (Kerâmet) beklemiyecek. Biz kazandıklarımızı, (Abdülhakim Arvasi Efendi) hazretlerine olan (Edeb) imiz sâyesinde kazandık. 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri çok (Sevimli) idi. Ama çok da (Heybet) liydi. Heybetinden yüzüne bakamazdık. Bu (Büyük) lerin her [zerre] si, her [hücre] si Al-lahü teâlâyı (Zikr) eder. 


Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde buyuruyor ki: (Hak gelirse, bâtıl gider). Hakkın gelmesi için de gay-ret lâzım, yorulmak lâzım, üzülmek lâzım, ağlamak lâzım. 


Osmânlılar, (Viyana) ya kadar gitmeselerdi, dö-vüşmeselerdi, oralara (Hak) gitmezdi. Dolayısıyla oradaki insanlar (İslâmiyet) le şereflenemezdi.

Eshab-ı kirâm ile pek güzel bir gün geçirdik

 Yükümüz cam, merkeb topal, yolumuz çok uzun.

Perşembe günü 1347, ezanî sâat 9. Sa'dabadda eshab-ı kirâm ile pek güzel bir gün geçirdik.

Abdülhakîm

[Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild, sf: 419]

Hak verirse kabiliyet şart değil

 Fârisi beytler:

Bu kalbin çaresi nihâyet ihsândadır,

Hak verirse, kabiliyet şart değil,

Belki kabiliyetin şartı, Onun vermesidir,

Vermek öz ise, kabiliyet kabuktur.


(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

[Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild,sf: 419]

FELSEFE

İmâm-ıRabbânî (Kaddesallahu teala sirreh) hazretleri buyurdular ki;

"Felsefî ilimler, mu'teber (kıymetli) ilimlere dâhil değildirler.  Çok konuları lüzumsuzdur ve kişiye bir şey vermezler. İslâm kitablarından aldıkları bir kaç konuyu da değiştirmişlerdir. Bunlarda da hâkim olan cehl-i mürekkeb olmakdır. Çünkü aklın oralarda işi yoktur. Nübüvvet (Peygamberlik) hâli ve bilgileri, normal insanların aklının çok üstündedir."


(Mebde ve Me'âd Risâlesi, 38. Fıkra)

İSM-İ ÂZAM Duası

 Bismillâhirrahmânirrahîm. Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve rasûliken nebiyyil ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve bârik ve sellim. Allâhümme yâ Hayyü yâ Gayyûm! Yâ İlâhenâ ve ilâhe külli şey'in ilâhen Vahîdâ. Lâ ilâhe illâ ente. Yâ zel celâli vel-ikram! Allâhümme innî es-elüke bi enne lekel hamdü lâ ilâhe illâ entel Hannânül Mennânü bi dîus-semâvâti vel erd! Yâ zel celâli vel-ikram! Yâ Hayyü yâ Gayyûm! Allâhümme innî es-elüke bi enneke entellâhüllezî lâ ilâhe illâ entel Ehadüs Samedüllezî lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehû küfüven ehad. Ve ilâhüküm İlâhün Vâhidün lâ ilâhe illâ hüver rahmânürrahîm. Lâ ilâhe illâ hüvel Hayyül Gayyûm. Allâhümme innî es-elüke bi enneke Ehadün Samedün lem yettehıiz sâhibeten ve lâ veled. Allâhümme lekel hamdü  lâ ilâhe illâ ente Yâ Hannânü Yâ Mennân! Yâ bedîas-semâvâti vel erd! Yâ zel celâli vel-ikram! Lâ ilâhe illâ hüvel Hayyül Gayyûm. Ve ilâhüküm İlâhün Vâhidün lâ ilâhe illâ hüver-rahmânürrahîm.  Lâ ilâhe illâ hüv. Lehül esmâ-ül hüsnâ Yâ Zâhir! Yâ Gayyûm! Allâhümme innî es-elüke bi enneke Ehadün Samedün lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehû küfüven ehad. Allâhümme innî es-elüke bi enne lekel hamdü entellâhüllezî lâ ilâhe illâ entel Mennânü bedîüs-semâvâti vel erdi Yâ zel celâli vel-ikram! Yâ Hayy! Yâ Gayyûm! Ehraztü nefsî bil hayyillezî lâ yemût. Ve elce'tü zehrî lil Hayyil Gayyûm.  Lâ ilâhe illâ ente ni'mel gâdir.  Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez zâlimîn. Ve üfevvidü emrî ilallâhi innallâhe basîrun bil ibâd. Ve lâ havle ve lâ guvvete illâ billâhil aliyyil azîm! Amin.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İslâmiyet, iki kelimeyle özetlenebilir. *(Peki)* ve *(Hayır)*. Ama bunun için de *(İlim)* lâzım. Nerede (peki) diyecek, nerede (hayır) diyecek? 


Bunu iyi bilmek lâzım. Bunu da, herkes bilemez ki. Bunu, ancak *(Allah adamları)* bilir, herkes bilemez, (peki) denecek yerde *(Hayır)* derse, yanar efendim. 


Meselâ *(Hazret-i Ömer)* radıyallahü anh, Peygamber Efendimize (evet) yerine *(Hayır)* deseydi, *(Ebû Cehil)* den daha *(Tehlike)* li olurdu. 


Veyâhut da *(Ebû Cehil)*, (hayır) diyeceğine, *(Peki)* deseydi, *(Hazret-i Ömer)* den daha *(Üstün)* olurdu. Bu iş *(Nasip)* meselesidir kardeşim. 


*(Eshâb-ı kirâm)* efendilerimiz, Resûlullah Efendimizden *(Mûcize)* beklemediler. Hiç böyle şeyler düşünmediler ve konuşmadılar. Çünkü buna *(İhtiyaç)* ları yokdu. 


Onlar, Peygamber aleyhisselâmın mübârek *(Sohbet)* inde bulunmakla *(Şeref)* lendiler. Hiçbir şey, (sohbet) gibi *(Kıymetli)* olamaz. 


O *(Sohbet)* de bulunmakdan daha büyük *(Kerâmet)* yokdur. Bunu, *(Mektûbât)* bildiriyor efendim. Allahü teâlânın *(Sevgili kulu)* olmanın ölçüsü, Onun dînini *(Yaymak)* dır. 


Evliyânın *(Sohbet)* inden istifâde etmenin şartları var kardeşim. Önce, o zâta karşı *(Edeb)* li olacak. Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyuruyor ki: *(Hiçbir bî-edeb vâsıl-ı ilallah olamamışdır.)* 


Sonra o büyüklerden *(Kerâmet)* beklememelidir. Biz kazandıklarımızı, *(Büyük)* lerimize olan *(Edeb)* imiz sâyesinde kazandık. Efendi hazretleri çok *(Sevimli)* idi. 


Çok da *(Heybet)* liydi. Heybetinden yüzüne bakamazdık kardeşim. Bu *(Büyük)* lerin her bir (zerre) si, her bir (hücre) si Allahü teâlâyı *(Zikr)* eder. 


Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde buyuruyor ki: *(Hak gelirse, bâtıl gider)*. Hak gelmesi için (gayret) lâzım, (yorulmak) lâzım, (üzülmek) lâzım, (ağlamak) lâzım. 


Osmânlılar, *(Viyana)* ya kadar gitmeselerdi, dövüşmeselerdi, oralara *(Hak)* gitmezdi. Dolayısıyla oradaki insanlar *(İslâmiyet)* le şereflenemezdi.

HAK EDİLMİŞ BİR TEŞEKKÜR

Çok sevdiğim bir ağabeyim yayınevi kurmaya karar verdiğinde böyle sürpriz problemlerle karşılaşacağını hiç düşünmemişti şüphesiz... 

Daha ilk adımda bir çelme ki sormayın... 

Şöyle oldu: Öğrencilik yıllarından beri severek okuduğu ünlü bir tarihçinin “bir solukta” bitirdiği bir kitabı ile başlamak istiyordu yayın hayatına... 

Randevu aldı, Ankara’ya gitti; ünlü tarihçi ile görüşüp, hatırı sayılır bir paraya anlaştı, o harika kitabın yayın hakkını satın aldı. Ağabeyim yurt dışında çocuğunun tedavisi ile meşgul iken, kitabı bilgisayara aktaran çalışanı telefon etti:

- Abi, rahatsız ediyorum ama... Bu kitabın bir yerinde diyor ki; “Sultan 2. Abdülhamid içki içerdi.” Darmadağın olmuştu ağabeyim... 

Kaç para vermiş olursa olsun, bu kitap bu şekilde basılamazdı. “Parayı, yayınevini fedâ ederim, yaşama gayesi saydığım din ve ecdat büyüklerime iftira atılmasına göz yumamam.” dedi. 

Tarihçinin titizliği dillere destandı. Tek kelimesine dokundurmayan bir adamdı. Ağabeyim her şeyi göze alarak telefonu tuşladı: 

- Rahatsız ediyorum efendim. 

- Buyurun lütfen, ne rahatsızlığı... 

- Efendim bu kitabı bu şekilde basamam... Çünkü Cennetmekân Abdülhamid Hânla ilgili yazdığınız cümle bize göre kesinlikle doğru değil.

Parasını peşin olarak almış o yazar, ağabeyimi şaşırttı: 

- Rica ederim, istediğiniz gibi düzeltin. Kitaptan o cümle çıkarıldı. 

*** 

O gece rüyâsında Abdülhamid Hân o ağabeyimin evine geliyor. 

“Sana teşekkür etmeye geldim evlât, berhudar ol! Allahın izniyle çocuğun iyileşecek...” diye bir de müjde veriyor.

Sürpriz bu kadarla bitmiyor. Ağabeyimiz gündüz hastaneye; “Geçmiş olsun”a gelen tanıdıklara bu rüyâsını anlatırken telefonu çalıyor: 

“Çocuğunuzun başına gelenleri duydum, çok geçmiş olsun, inşallah iyileşecek!” diyor Abdülhamid Hânın torunlarından Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu Efendi!.. 


Sadık Söztutan - Türkiye Gazetesi

Gıybet etmek

Gıybet, adam çekiştirmek demektir. Birini gıybet etmenin, ölmüş insanın etini yemek gibi olduğu bildirildi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Miraca çıkarıldığımda, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan kimseler gördüm. "Bunlar kim" dedim. Cebrail aleyhisselam, "Gıybet ederek insanların etini yiyen, şahsiyetlerini zedeleyen kimselerdir" dedi.) [Ebu Davud]

(Kıyamette bir kimse, sevap defterinde, yapmadığı ibadetleri görür. "Bunlar seni gıybet edenlerin sevaplarıdır" denir.) [Harâiti]

(Bir cemaat içinde bulunurken, bir kimse hakkında gıybet edildiğini görürsen, o kimse için yardımcı ol. Ve cemaatı da ondan men etmeye çalış veya oradan kalk git.) [İ.Ebiddünya]

(Din kardeşinin yüzüne söylemekten hoşlanmayacağın şey gıybettir.) [İbni Asakir]

(Bir kimsenin yanında din kardeşi gıybet edilir de, yardıma muktedirken ona yardım etmezse, Allahü teâlâ o kimseyi dünya ve ahirette rezil eder.) [İbni Ebiddünya]

(Bir kimsenin malı az, çoluk çocuğu çok, namazı güzel olursa ve müslümanları gıybet etmezse, kıyamette onunla yan yana oluruz.) [Hatib]

(Falancanın boyu kısadır) diyen birine, Peygamber efendimiz, (Bu sözün denize atılsa, denizi kokutur) buyurdu. (Tirmizi)

Gıybet, insanın sevaplarının azalmasına, başkasının günahlarının kendine verilmesine sebep olur. Bunları her zaman düşünmek, gıybet etmeye mani olur. (İslam Ahlakı)

Namaz beş vakittir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Enver)* bey bana anlatdı. Birgün, bâzı *(Zengin)* lerin iftârındaymış. On-onbeş kişi varmış. Biri kalkmış, Enver beye demiş ki: 


Sayın Ören, filân hoca diyor ki: *(Namaz beş vakit değildir, üç vakitdir. Kur’ân-ı kerîmde beş vakit diye geçmiyor.)* Siz ne diyorsunuz bu konuda?


Enver bey birden *(Sinir)* lenmiş, vücûdunu *(Öfke)* basmış, rengi gitmiş. Sonunda cevap verip; *(Kur’ân-ı kerîm, o adama mı nâzil oldu?)* demiş. 


*(Kur’ân-ı kerîm)* Peygamber aleyhisselâma *(İnmiş)* dir. Muhâtap Odur. O anlamadı da, bu *(Adam)* mı anladı? demiş. 


O böyle söyleyince; *(Tamam tamam, doğru söylüyorsun, iftâr vakti sinirlenme!)* demişler. 

● ● ● 

*(Râbia-i Adviyye)* rahmetullahi aleyhâ hazretleri bir gün *(Hasta)* olmuş. Yanındakiler kendisine; 


*(Anacığım, siz her gelene duâ ediyorsunuz, onlar da şifâ buluyorlar. Bir de kendinize duâ etseniz)* diyorlar. Mübârek şöyle cevap veriyor: 


Size, sevdiğiniz biri, bir *(Hediye)* gönderse, siz onu kabûl etmeyip *(Geri)* gönderseniz, *(Yakışır)* mı? O kimsenin gücüne *(Gitmez)* mi? diyor. 


Rabbim bana bir hediye göndermiş. Ben; *(Yâ Rabbî, ben bu hediyeni beğenmedim, al sen bunu geriye!)* dersem, uygun olur mu? diyor. 

● ● ● 

Âhirette, *(Beş)* yerdeki *(İmtihânı)* başarıyla vermiyen bir insan, nasıl *(Yatar)*, nasıl uyuyabilir kardeşim? 


Hepimiz bu *(İmtihân)* lara gireceğiz. Bundan *(Kaçış)* yok. Bunlardan biri de *(Ölüm)* imtihânı. 


Ölürken, *(Amân doktor!)* mu diyeceğiz? yoksa *(Allah)* mı diyeceğiz? Öyleyse, ölürken ne söylemek istiyorsak, şimdiden *(Onu)* söyliyelim efendim.

Mevcûdât ve ma'dumât

 *Bütün âlem, ya'nî mevcûdât, ma'dumâta [yokluklara] göre, bir zerrenin bir deniz yanındaki yeri gibidir. Mevcûdât mütenâhîdir [sonludur]. Madumât nihayetsizdir.

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

[Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild, sf: 156]

Peygamber efendimizin ilmi

Hak celle ve alânın Server-i Âlem'e bildirdiği ilim pek azdır. Bununla beraber ins ve cin ve melâike ve bütün mahlûkatının ilimlerinin toplamı, Server-i Âlem'in ilmine göre bir damla suyun bir denize nisbeti [oranı] gibidir.

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

[Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild,sf: 122-123]

Allahü teâlâ, sâlih müslümânlara üç husûsiyet vermişdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamber Efendimiz aleyhisselâm buyuruyorlar ki: *(Sâlih)* müslümânlar, yalnız *(Namaz)* la, *(Oruç)* la, yalnız *(İbâdet)* le Cennete girmezler. 


Allahü teâlâ, sâlih müslümânlara üç husûsiyet vermişdir. Birincisi, onlar *(Cömert)* dirler. Allahın kullarına *(İnfak)* ederler, *(İhsân)* ederler, onları *(Sevindirir)* ler. 


İkincisi, onların kalbinde hiçbir *(Mü’mine)* karşı, *(Kin)* ve *(Nefret)* yokdur. Yâni bütün müslümânları severler, muhabbet beslerler. 


Üçüncüsü de, onlar *(Emr-i mâruf)* yaparlar. Yâni insanlara *(İslâmiyeti)* öğretirler, Allahın dînini her tarafa *(Yayar)* lar. En mühimi de budur efendim. 

● ● ●

Başarılı olmanın sırrı, *(İstiğfâr)* dır, *(Tövbe)* dir. Çünkü her iyiliğe engel, *(Günâh)* işlemekdir Onun da ilâcı, istiğfâr etmekdir. 


Peygamber Efendimiz; *(İ’mel vestağfir)* buyuruyor. Ne demek bu? Yâni *(İbâdet)* yapsan da, *(Hizmet)* etsen de, *(Cihâd)* yapsan da, arkasından *(Tövbe)* et. 


*(İ’mel)* amel et, amel işle. *(Vestağfir)* arkasından tövbe istiğfâr et. *(Estağfirullah)* demek, her sıkıntıya *(Devâ)* dır. 


*(Li külli şey’in şifâün)* Allahü teâlânın yaratdığı her derdin bir şifâsı vardır. Onu arayıp bulmak lâzım. 


*(Şifâül kalbi, zikrullah)* Kalbin şifâsı da, zikrullahdır. Yâni Allahı anmakdır, Onu hâtırlamakdır. 


İşte *(Namaz)* kılmak, *(Kur’ân-ı kerîm)* okumak, *(Sohbet)* etmek, bunların hepsi, kalbin *(Şifâ)* sıdır. Niçin? Çünkü Allahı hâtırlatıyor.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Çok *(Hizmet)* ediyorsunuz kardeşim. Fakat biz, bu hizmetlerin *(Devâm)* ını istiyoruz. Peki, bu hizmetlerin devâmı nasıl olur? 


Bir *(Şart)* la olur. Birbirinizi kırmıyacaksınız ve üzmiyeceksiniz. Eğer birbirinizin *(Kıymet)* ini bilmezseniz, Allah alır bu *(Ni’met)* ini. 


Elhamdülillah, ben Rabbimizi, hep *(Cemâl)* sıfatıyla anıyorum, hâtırlıyorum. Rabbimizin *(Rahmet)* ini umuyorum. Affedeceğini *(Ümîd)* ediyorum. 


Hiç *(Celâl)* sıfatı aklıma gelmiyor efendim. Hep *(Afv)* edici, hep *(Merhamet)* edici olarak düşünüyorum. Kendisi de zâten; *(Kullarım beni, zannetdiği gibi bulur)* buyuruyor. 


Ben de hep affedeceğini zannediyorum, *(Rahmet)* ini umuyorum, öyle *(Ümîd)* ediyorum. İnşallah öyle olacak kardeşim. 

● ● ●

*(Bismillâhillezî lâ yedurru me’asmihî şey’ün fil ardı ve lâ fissemâi ve hüvessemî’ül alîm.)* 

Sabahları okuyoruz bu *(Duâ)* yı. 


Her *(Sabah)* üç kere okuyan, akşama kadar her türlü *(Belâ)* dan *(Emîn)* olur kardeşim. İnanarak okumak lâzım. 


*(Bismillâhillezî)* bu, öyle bir *(Besmele)* dir ki: *(Lâ yedurru)* zarar vermez. 


*(Me’asmihî şey’ün fil ardı ve lâ fissemâ)* yerde ve gökde, hiçbir şey ona zarar vermez. 


Hazret-i Alî radıyallahü anh buyuruyor ki: *(En güzel şifâ, Kur’ân-ı kerîmdir.)* Yâni Allahü teâlâdan sonra en yüksek makâm, Kur’ân-ı kerîmdir. 


*(Namaz)*, çok kıymetli bir ibâdetdir. Niçin kıymetlidir? İçinde *(Kur’ân-ı kerîm)* okunduğu için. 


Abdülhakim Efendi hazretleri buyuruyor ki: *(Kur’ân-ı kerîmin her bir harfinde, yüz bin derde, yüz bin şifâ vardır.)* Kim buyuruyor? Efendi hazretleri buyuruyor.

Hasan el-Benna kimdir

Sual: Hasan el-Benna kimdir?

CEVAP

Hasan el-Benna, Seyyid Kutbun da üye olduğu, Mısır’daki İhvan-ül-müslimin yani Müslüman kardeşler örgütünün kurucusudur. Mevdudi, 1927’de yazdığı İslam’da Cihad kitabında, ihtilal yani devlete isyan fikirlerini yayıyordu. Arapçaya tercüme edilince, Hasan el-Benna’nın düşüncelerine tesir ederek Mısır’da devlete karşı gelmesine ve öldürülmesine sebep oldu. Mevdudi’nin ilmi yetersizliği, [siyaset ilminin noksan olması, fitne çıkmasına sebep olmuş ve] böyle sayısız müslümanları, maddi ve manevi ölüme sürüklemiştir.

 (Faideli Bilgiler)


Din ve toplum üzerinde araştırmalar yapan Fransız Prof. Jacques Rollet diyor ki:

İslamiyet’te şiddet yoktur. Teröristler, İbni Teymiyye’nin fikirlerini referans alıp, yörüngelerini buna göre çizen Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Mevdudi gibilerin fikirlerini pratiğe dökmüşler ve bugünkü radikal gruplar oluşmuştur. (28.9.2001 tarihli gazeteler)

Okumuşlarda dinsizlik

Osmanlıların felaketini hazırlayan çöküntünün, ahlâksızlığın biricik hakîkî sebebi, *okumuşlarda dinsizlik*, *okumamışlarda ise bilgisizlikdir.* 


*Dinsizliğin ahlâkı kötüleşdirmesi, bilgisizlik ile olan kötüleşmekden katkat fazladır.* 


Bunun içindir ki, *okumuş dinsizler, dahâ kötü, dahâ aşağıdır.* 


O hâlde, *cem’iyyetlerin yaşıyabilmesi* için *dinli bir ilm* ve *buna dayanan, bir terbiye metodu* lâzımdır. 


Faideli Bilgiler - Sayfa 222

Namaz başlı başına islâmiyetdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Nefs)* in nihâi gâyesi, o insanı *(Kâfir)* yapmakdır. Bu nefs, insana düşman olduğu gibi, Allaha da düşman. Cenâb-ı Hak, bu nefsi, kendine *(Düşman)* olarak yaratmış. 


Bu nefsi, en ziyâde tahrip eden şey, *(Namaz) dır kardeşim. Onun *(İlâcı)* budur. Bu ilâcı kim kullanırsa, nefsinin şerrinden *(Emîn)* olur. 


İnsan namâza durduğu zamân *(Nefs)* inlermiş. Çünkü *(Namaz)*, mü’minle kâfiri ayıran farklardan biridir. 


Hele *(Cemâat)* ile kılınırsa, o kimsenin müslümân olduğuna *(Hükm)* edilir. Öyleyse namâza çok ehemmiyet verelim kardeşim. 


Çünkü *(Namâz)*, başlıbaşına *(Din)* dir, yâni *(İslâmiyet)* dir. Her tâat, bir ibâdettir, ama namâz, başlı başına İslâmiyetdir. 


O, bir *(Simge)* dir, yâni bir *(Alâmet)* dir. Şu anda üzerimizde *(Rahmet)* bulutu var kardeşim. 


Eğer aramıza *(İkilik)* girmezse, *(Nifak)* girmezse, *(Birlik)* ve berâberlik bozulmazsa, bu *(Hizmet)* ler devâm eder. 


Ama aramıza münâzarat girerse, *(Gıybet)*, *(Dedi kodu)* ve *(İftirâ)* girerse, o zaman istikbâlimiz hakkında *(Ye’se)* düşerim, o zaman üzülürüm.


Bu kitapların *(Te’sîr)* li olması, Abdülhakim Arvasi Efendi Hazretlerinin *(İzni)* nden dolayıdır. Efendi Hazretlerinin *(Himmet)* inden dolayıdır. Onun *(Sevgi)* sinden dolayıdır. 


Çünkü, bu fakiri sevdiğine dâir bana mektûbu var. *(Pek çok sevilen Hilmi!)* diye başlıyor. Ben ne biliyorsam, hepsini *(Efendi)* hazretlerinden öğrendim kardeşim.


Abdülhakim Arvasi Efendi Hazretleri de kendisi için; *(Vallahi bende ne varsa, hepsi üstâdım Seyyid Fehîm Hazretlerine âitdir)* buyururdu.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Hayrünnâs men yenfe’unnâs.)* Hadîs-i şerîfdir bu. Peygamber Efendimiz buyuruyor. Yâni insanların en *(Kıymetli)* si, en *(Hayrlı)* sı, insanlara *(Fâideli)* olandır. İşte biz de, Allahın kullarına hayrlı olmaya çalışıyoruz kardeşim. 


1955 senesinde Kuleli’de öğretmen iken, talebeler bana bir suâl sordular. *(Kâfirler Cennete gidecekler mi, gitmiyecekler mi?)* diye. Ben de onlara bir cevap yazdım. 


Sene sonuydu. Bir dersde talebelere bunu böylece anlatdım. Dedim ki: *(İsterseniz ben bu cevâbı yavaş yavaş okuyayım. İstiyen defterine yazsın)*. Ben okudum, onlar yazdılar. 


*(Enver)* de yazdı, *(Zeki)* de yazdı. Sonra bu yazdıklarını çoğaltıp, gitdikleri yerlerde tanıdıklarına dağıtdılar. 

● ● ●

*(Küfr)* den sonra en büyük haram, *(Kalp)* kırmakdır kardeşim. Hattâ kalp kırmak, *(Kâbe)* yi yetmiş defâ yıkmakdan daha büyük *(Günâh)* dır. 


Neden? Çünkü *(Kâbe)* kul yapısıdır. *(Kalp)* ise Allahü teâlânın kudretiyle var olmuşdur. Hem sonra kalp kırmakda *(Zulm)* vardır, *(Kul)* hakkı vardır. 


*(Zâlim)* ler, bu zulümlerinin *(Cezâsı)* nı çekmeden âhirete intikal etmezler. Yâni hem *(Dünyâ)* da çekerler, hem de *(Âhiret)* de. Çok fenâ. Mektûbât’da buyuruyor ki: 


Cenâb-ı Hak, yaratdığı *(Organ)* lar içinde, kendine en yakın olarak *(Kalb’i)* yaratmışdır. Ona (*Cârullah)* diyor. Yâni Allahü teâlâya *(Komşu)*. Cenâb-ı Hak, kendine bir komşu yaratmış. 


Yâni yeryüzünde, ister *(Mü’min)* olsun, ister *(Kâfir)* olsun, ister *(Evliyâ)* olsun, isterse *(Fâsık)* ve *(Fâcir)* olsun.


Bir *(Kul)* un kalbi kırıldığı zaman, *(Allah)* bundan incinir. Çünkü *(Kâfir)* de olsa, Onun kulu. Kulunu incitene Allahü teâlâ *(İncinir)*.

Her günah, dalgınlık ve şehvetin aslı, nefsini beğenmektir

 "Her günah, dalgınlık ve şehvetin aslı, nefsini beğenmektir. Her tâat uyanıklık ve iffetin esası, nefsini beğenmemektir."


"Kendinde bulunan gizli ayıpları araştırman, bilmediğin gâip şeyleri araştırmandan daha iyidir."


"Allahü teâlâ, bâzılarını kendi hizmetinde bulundurur. Bâzılarına kendi muhabbetini verir. Her ikisine de imdâd-ı ilâhî gelmiştir. Bunlar, Rabbinin ihsânıdır. İsrâ sûresi 20. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Rabbinin ihsânı, hiç kimseden menedilmiş değildir" buyuruldu.


"Her sorulana cevap verenin, açıkça görülen her şeyi yorumlayanın, karşısındakilerin hâlini hesap etmeden her ilmi açıklayanın bu hareketleri, câhil olduğunu gösterir."


"Âhiret, mümin kullara mükâfat verme yeri olarak yapılmıştır. Çünkü bu dünyâ, onlara yapılacak ihsânlara müsâit değildir. Çünkü mümin kulların değeri, mükâfâtlarının fâni olan bir yerde verilmesinden üstündür."


"Amelinin semeresini dünyâda görmek, âhirette makbûl olmaya işârettir.”


“Allahü teâlâ katındaki kadrini, değerini bilmek istersen, seni hangi işlerde bulundurduğuna dikkat et!"


"İhtiyâcı olmadığı hâlde bir kimseye tâati nasip eden Allahü teâlânın, bedene ve bâtına âit nîmetlerde hiç eksiklik yapmayacağını bilmek lâzımdır."


"Âriflerin Allahü teâlâdan dileği, O'na hakîkî kulluk yapabilmek ve Allahü teâlânın emirlerini yerine getirebilmektir."


(Seyyid İbn-i Ayderûsî hazretleri)

Bu dünya hayatı bir hayaldir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ, çok sevdiği, müstesnâ *(Velî)* kullarının kalbini açar. O da, açılan kalpden *(Kabir)* de olanları görür, *(Mahşer)* de olanları görür. 


*(Sırat)*  köprüsünü görür, Cenneti görür, Cehennemde *(Yanan)* ları görür. Ama söylemeye *(İzin)* yokdur efendim. İstisnâ olarak bâzıları söylerler. 


Bu dînin aslı; Bu *(İyi)*, bu da *(Kötü)* diyebilmekdir. Yâni *(Hak)* olanı *(Bâtıl)* dan ayırmakdır. Ama sırf bilmek insanı kurtarmaz. İcraat lâzım. Çünkü *(İyi)* yi bilen, onu yapacak. 


*(Kötü)* yü bilen de, o *(Kötülük)* den sakınacak ki, fâidesini görsün. Mektûbâtda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: *(İlim, edinmek içindir)*.


Yâni, *(İlâç)*, içmek içindir. *(Su)*, içip de kanmak içindir. Her şeyin sebebine yapışacağız. *(Şifâ)* istiorsak, *(İlâcı)* nı içeceğiz kardeşim. Büyüklerden *(Feyz)* alan, kurtulur. 


Eshâb-ı kirâm, bir gün Peygamber aleyhisselâmın *(Huzûr)* una geldiler ve (Yâ Resûlallah, bir insanın feyz alıp almadığı nasıl belli olur?) diye sordular. 


Efendimiz aleyhisselâm; Feyz alanın kalbi nûrlanır)buyurdu. Bu defâ; (Peki yâ Resûlallah, kalbin nûrlandığını nerden bileceğiz?) dediler. 


Efendimiz aleyhisselâm; *(Eğer kalp nûrlanırsa, âhirete muhabbeti artar, dünyâya karşı da soğukluğu çoğalır)* buyurdu.


Velhâsıl bu dünyâdaki herşey *(Hayâl)* dir kardeşim. Bütün hayâller birleşirse, gene hayâl olur. Nitekim bu Büyükler; *(Dünyâ hayâl ise, içindekilerin hepsi de hayâl demekdir)* buyuruyorlar. 


*(Hayât)*, ne demekdir? Hayât demek, *(Hayâl)* demekdir, hayâl. İşte bu günümüz de geçti, yâni *(Hayâl)* oldu. Hayâller bir araya gelince ne olur? Hayâl olur. 


Velhâsıl, bütün *(Dünyâ)*, bütün bu âlem *(Hayâl)* den ibâret, her geçen gün de böyle *(Hayâl)* oluyor kardeşim.