Felsefenin Gayesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Felsefenin Gayesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

FELSEFE

İmâm-ıRabbânî (Kaddesallahu teala sirreh) hazretleri buyurdular ki;

"Felsefî ilimler, mu'teber (kıymetli) ilimlere dâhil değildirler.  Çok konuları lüzumsuzdur ve kişiye bir şey vermezler. İslâm kitablarından aldıkları bir kaç konuyu da değiştirmişlerdir. Bunlarda da hâkim olan cehl-i mürekkeb olmakdır. Çünkü aklın oralarda işi yoktur. Nübüvvet (Peygamberlik) hâli ve bilgileri, normal insanların aklının çok üstündedir."


(Mebde ve Me'âd Risâlesi, 38. Fıkra)

İSLAM’DA FELSEFE YOKTUR

İslâm’da en önemli konulardan biri tefekkürdür, aklı kullanmaktır. Bu konuda bir çok âyet-i kerime vardır. *Bu âyetlerde dünya, ay-güneş, yıldızlar, hayvanat, nebâtat, dağlar ve bulutların yaratılışı ve özellikle bir damla sudan dönemler itibariyle insanın nasıl halk edildiği bildirilmektedir.* Bütün bunlar hatırlatılarak, dolayısıyla insanın aklını kullanarak yüce Allah’ı tanıması, “bir”lemesi ve kendine gönderilen Peygamber’in tebliğ ettiği dine uyması ve neticede kullukta bulunması istenmektedir. 


• *İslâm’da aklın görevi ve sınırı bu olduğu halde, Filozoflar, nassı (âyet ve hadisi) bir tarafa bırakarak, Peygamber, Vahiy, Kabir hayatı, Ahiret âlemi gibi konuları, “akıl”la açıklamaya, çözmeye kalkmışlardır.*


•Dini bildiren *“Peygamber”in* yerine *“akl”ı* koymuşlardır. 


• *İslâm âlimleri aklı, “dini anlama”da,* (İslâm’da) *Filozoflar ise, “dini değiştirme”de, hatta bazıları inkârda* kullanmışlardır. 


Onun için *Farabi, İbn Sina, İbni Firnas, Kindi, İbn Rüşd ve İbn Hazm gibi, Filozoflar, başta Peygamberlik olmak üzere, Vahiy, Melek, Kabir hayatı, Ahiret âlemi, Cennet ve Cehennem gibi konuları, Hazret-i Peygamber’in beyanına aykırı bir şekilde te’vil ederek nasları inkâr etme yönüne* gitmişlerdir. 


İslâm’da Felsefe’yi *İmam Gazâlî, el-Münkız ve Tehâfütü’l-Felâsife* kitaplarında uzun uzun açıklamaktadır. Ayrıca *Gazâlî’nin Bâtınîlerle ilgili müstakıl bir kitabı da vardır. el-Münkız* kitabında İmam Gazâlî, şu tespiti yapmaktadır: 


*İbn Sîna ve Fârâbî’nin de içinde bulunduğu Felsefeciler, İlâhiyat konusunda 20 hususta hata etmişlerdir.* Bunlardan *3’ünde küfre* düşmüşler, *17’sinde de bid'at* ehlinden olmuşlardır. 


Küfre düştükleri üç konu şunlardır: 

*1. Ahirette azap, ruhen olacaktır,*


*2. Allah, geneli bilir, ayrıntıyı bilmez,*

 

*3. Âlem, ezelî ve ebedîdir,* diyorlar. 


İmam Gazalî, bunların yanlış olduğunu delilleriyle adı geçen eserlerinde açıklamıştır.


Sonuçlar olarak *İslamda felsefe yoktur, İslam ilimleri* vardır; *İslam filozofu yoktur, islam alimleri* vardır.


*İslâm bilgilerine felsefe demek, pırlantayı cam parçalarına benzetmek gibidir.* 


*İslâm âlimlerine felsefeci demek de, aslana kedi demek gibi olup, bu yüksek âlimlere hakâret etmek olur.*

Felsefecilerin üstünde olan islâm âlimleri vardır

 Aklı olmıyan delidir. Aklını kullanmıyan sefîhdir. Akla uygun iş yapmamak sefâhetdir. Aklı az olan da ahmakdır. Yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip, aklın ermediği şeylerde yanılan kimse, eski kafalı felsefecidir. Aklın erdiği şeylerde, ona güvenen, aklın ermediği,yanıldığı yerlerde, Kur’ân-ı kerîmin ışığı altında akla doğruyu gösteren yüksek insanlar da, islâm âlimleridir. O hâlde islâmiyyetde felsefe yokdur, islâm felsefesi, islâm felesofu yokdur. Felsefenin üstünde olan islâm ilmleri ve felsefecilerin üstünde olan islâm âlimleri vardır.

(Hüseyin Hilmi Işık "rahmetullahi teâlâ aleyh ")

Felsefenin Gayesi

 Felsefenin gâyesi nedir, kötülenen ve kötülenmeyen kısmları hangisidir. Felsefeciler hangi sözleri ile küfre düşer, hangi sözleriyle küfre düşmezler. Hangi sözlerinde bid’at ehlinden sayılırlar, hangilerinde sayılmazlar. Kendi bâtıl sözlerini kabûl etdirebilmek için, hak ehlinin sözlerinden kendi sözlerine karışdırdıkları sözler nelerdir. Bu sözlerden halk nasıl nefret etmişdir. Hakîkatlerin sarrafı olanlar, felsefecilerin sözleri içine karışdırdıkları hâlis gerçeği yanlış ve karışık olandan nasıl ayırt etmişlerdir? Bu husûsları açıklayacağım.


Kelâm ilmini öğrendikden sonra, felsefe bilgilerini incelemeye başladım. İyice anladım ki, bir ilmdeki fesad ve bozukluğu, ancak o ilmi derinlemesine inceleyen kimse anlayabilir. O ilme öyle vâkıf olmalı ki, o ilmin en âliminin ilmine eşid hâle gelmeli. Hattâ onu da geçmelidir. O ilmin ehlinin ulaşamadığı derinlikleri ve tehlükeleri tesbît edebilmelidir. Ancak o zemân o ilmin bozuk olduğuna dâir iddi’âsının doğru olduğu ortaya çıkar. İslâm âlimlerinden, felsefeyi derinlemesine incelemek için, gayret sarf edenini görmedim. Kelâm âlimlerinin kitâblarında felsefecilerin sözlerini çürütmek için yazılmış olan sözlerde tenâkuz ve ehemmiyyetsiz ifâdeler vardı. Bunlarla ilmlerin inceliklerine vâkıf olduklarını iddi’â edenler şöyle dursun, a’vâmdan bir kimsenin dahî iknâsı düşünülemez. Nihâyet anladım ki, bir yolun hakîkatını tam anlamadan onu red etmek, karanlığa taş atmak gibidir.


Bu sebeble, hiçbir hocadan yardım taleb etmeden, felsefeye âid kitâbları incelemek sûretiyle, ciddî bir çalışmaya sarıldım. Dînî ilmlerde kitâb yazmak ve ders vermekden geri kalan vaktleri, felsefeyi incelemeye ayırdım.Hâlbuki,o sıralarda Bağdâdda üçyüz talebeye ders veriyordum. Boş vaktlerimdeki çalışmalarımla Allahü teâlâ beni iki seneden az bir zemân içinde, felsefe bilgilerinin nihâyetine ulaşdırdı. Bu bilgileri inceleyip, anladıkdan sonra, bir seneye yakın üzerinde düşünmeye devâm etdim. Tekrâr tekrâr inceleyip, derinliklerini ve tehlükelerini araşdırdım.


Sonunda, felsefedeki hakîkî ve hayâlî olan yönlere, karışıklıklara, aldatmalara hiçbir şübhe kalmayacak şeklde vâkıf oldum. Şimdi felsefenin ve felsefecilerin hikâyesini benden dinle: Onları birkaç sınıf, bilgilerini de birkaç kısm hâlinde buldum. Onların eskileri ile sonrakileri arasında, hakîkate uzak ve yakın olmak bakımından büyük farklılıklar bulunmakla berâber, hepsi de küfr ve ilhâd damgasını taşırlar


Felsefecilerin Sınıfları ve Küfür Üzre Bulunmaları


Felsefeciler, fırkalarının çeşidi çok olmasına rağmen, üç kısma ayrılırlar.


1- Dehriyyûn,


2- Tabî’iyyûn,


3- İlâhiyyûn.


Dehriyyûn: Felsefecilerin en eski gurubudur. Kâinâtı idâre eden kudret ve ilm sâhibi bir yaratıcının varlığını, ya’nî Allahü teâlâyı inkâr etmişlerdir. Âlemin bir yaratıcı tarafından değil de, öteden beri kendiliğinden mevcûd olduğunu, canlının menîden, menînin de canlıdan meydâna geldiğini, böylece ebedî olarak devâm edeceğini iddi’â etmişlerdir. Bu kısm felsefeciler zındıkdırlar.


Tabî’iyyûn (Tabî’atcılar): Bunlar ekseriyyetle tabî’at âleminden, hayvanların ve bitkilerin şaşılacak hâllerinden bahs ederler. Canlıların organlarını inceleyen anatomi ilmiyle çok meşgûl olurlar. Canlıların yaratılışında, Allahü teâlânın kudretini ve eşsiz hikmetini görerek, şaşkınlıklarını gizleyemezler. Herşeyin gâye ve maksadına hâkim, hikmet ve kudret sâhibi olan Allahü teâlâya inanmak mecbûriyyetinde kalırlar. Anatomi ilmiyle canlıların organlarının hayrete düşüren fâidelerini inceleyen herkes, hayvanların yapılarını böyle yaratan Allahü teâlânın insan vücûdunu dahâ mükemmel yaratdığı hakkında kesin bilgiye sâhib olur.


Bu kısm felsefeciler, dahâ çok tabî’atla alâkalı araşdırma yapdıkları için, hayvânî kuvvetlerin düzgün ve mükemmel olmasında, mîzâcın uygunluk içinde olmasının büyük te’sîri bulunduğuna kanâ’at getirdiler. Böylece insandaki idrâk ve akl kuvvetinin, insanın mîzâcına [tabî’atına,yapısına] bağlı olduğunu zan etdiler. Mîzâcın (tabî’atın, yapısının) bozulmasıyla onun da yok olacağını kabûl etdiler. Yok olan şey, bir dahâ var olamaz dediler. Bu sebeble bunlar, nefs ölür, bir dahâ dönmez fikrine sâhib oldular ve âhıret yokdur, dediler. Cenneti, Cehennemi, kıyâmeti ve hesâbı inkâr etdiler. İbâdet için sevâb, günâhdan dolayı azâb olacağını kabûl etmediler. Gemsiz, başı boş kaldılar. Hayvanlar gibi şehvetlere daldılar. Bunlar da zındıkdırlar. Çünki, îmânın aslı, Allahü teâlâya ve âhırete inanmakdır. Her ne kadar Allahü teâlânın varlığına ve sıfatlarına inandılarsa da, âhıreti inkâr etdiler.


İlâhiyyûn: Bunlar dahâ sonra gelmiş olan felsefecilerdir. Bunlardan biri de Eflâtûnun hocası olan Sokratdır. Eflâtûn ise, Aristonun hocasıdır. Aristo, mantık ilmini tertîb ederek, felsefe bilgilerini özetleyip, kolayca istifâde edilir hâle getirmişdir.


İlâhiyyûn kısmında olan felsefeciler, dehriyyûn ve tabî’iyyûn sınıfından olan felsefecileri red etdiler.Onların bozuk fikrlerini,başkalarına söz bırakmayacak şeklde ortaya koymuşlardır. Allahü teâlâ onları birbiriyle çarpışdırdı. Kur’ân-ı kerîmde, Ahzâb sûresi 25.ci âyet-i kerîmesinde, meâlen, (Allah, muhârebe yükünü mü’minlerden kaldırdı…) buyurulduğu gibi, mü’minlerin onları red etmek için uğraşmasına lüzûm kalmadı.


Sonra Aristo, Eflâtûnun, Sokratın ve dahâ önce yaşamış olan ilâhiyyûn felsefecilerinin görüşlerini şiddetle red etdi. Onların hepsinden uzaklaşıp, ayrı bir yol tutdu. Buna rağmen, onların küfr ve bid’at olan ba’zı fikrlerini kabûl etdi. Kendini bu çeşid düşüncelerden kurtaramadı. Bu sebeble hem bunları, hem ibni Sînâ, Fârâbî ve başkaları gibi, onlara uyan kimseleri tekfir etmek vâcib oldu. Şunu da ilâve edelim ki, Aristonun ilmini hiçbir felesof, İbni Sînâ ve Fârâbî kadar bize tam nakletmeğe muvaffak olamamışdır. Diğerlerinin naklleri hep karışık ve hatâlıdır. Okuyanlar anlayamaz ve zihnleri karışır. Anlaşılmayan bir şey nasıl red veyâ kabûl edilebilir?


İbni Sînânın ve Fârâbînin nakllerine göre, Aristonun bizce ma’lûm olan bütün felsefesi üç kısma ayrılır. Bir kısmı küfr, bir kısmı bid’atdir. Bir kısmının da inkârı aslâ îcâb etmez. Şimdi bunları açıklayalım:


Felsefî bilgiler, ulaşmak istediğimiz maksada göre altı kısmdır: Riyâziyye, mantık, tabî’iyye, ilâhiyye, siyâsiyye, ahlâk.

Eser: El-münkızü mined-dalâl

Müellif: İmâm-ı Gazâlî 

Terceme: Hüseyn Hilmi IŞIK