Sultan Abdulhamid Hân etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sultan Abdulhamid Hân etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HAK EDİLMİŞ BİR TEŞEKKÜR

Çok sevdiğim bir ağabeyim yayınevi kurmaya karar verdiğinde böyle sürpriz problemlerle karşılaşacağını hiç düşünmemişti şüphesiz... 

Daha ilk adımda bir çelme ki sormayın... 

Şöyle oldu: Öğrencilik yıllarından beri severek okuduğu ünlü bir tarihçinin “bir solukta” bitirdiği bir kitabı ile başlamak istiyordu yayın hayatına... 

Randevu aldı, Ankara’ya gitti; ünlü tarihçi ile görüşüp, hatırı sayılır bir paraya anlaştı, o harika kitabın yayın hakkını satın aldı. Ağabeyim yurt dışında çocuğunun tedavisi ile meşgul iken, kitabı bilgisayara aktaran çalışanı telefon etti:

- Abi, rahatsız ediyorum ama... Bu kitabın bir yerinde diyor ki; “Sultan 2. Abdülhamid içki içerdi.” Darmadağın olmuştu ağabeyim... 

Kaç para vermiş olursa olsun, bu kitap bu şekilde basılamazdı. “Parayı, yayınevini fedâ ederim, yaşama gayesi saydığım din ve ecdat büyüklerime iftira atılmasına göz yumamam.” dedi. 

Tarihçinin titizliği dillere destandı. Tek kelimesine dokundurmayan bir adamdı. Ağabeyim her şeyi göze alarak telefonu tuşladı: 

- Rahatsız ediyorum efendim. 

- Buyurun lütfen, ne rahatsızlığı... 

- Efendim bu kitabı bu şekilde basamam... Çünkü Cennetmekân Abdülhamid Hânla ilgili yazdığınız cümle bize göre kesinlikle doğru değil.

Parasını peşin olarak almış o yazar, ağabeyimi şaşırttı: 

- Rica ederim, istediğiniz gibi düzeltin. Kitaptan o cümle çıkarıldı. 

*** 

O gece rüyâsında Abdülhamid Hân o ağabeyimin evine geliyor. 

“Sana teşekkür etmeye geldim evlât, berhudar ol! Allahın izniyle çocuğun iyileşecek...” diye bir de müjde veriyor.

Sürpriz bu kadarla bitmiyor. Ağabeyimiz gündüz hastaneye; “Geçmiş olsun”a gelen tanıdıklara bu rüyâsını anlatırken telefonu çalıyor: 

“Çocuğunuzun başına gelenleri duydum, çok geçmiş olsun, inşallah iyileşecek!” diyor Abdülhamid Hânın torunlarından Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu Efendi!.. 


Sadık Söztutan - Türkiye Gazetesi

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bundan yirmi sene evvel, elime bir kitap geçdi. Kitâbın ismi, *Hâtırât-ı Abdülhamîd-i Hân-ı Sânî*, yazan da, mâbeyn başkâtibi *Esad bey*. 


*İslâm* harfleriyle yazılmış, *Yüz* sayfa kadar bir kitap. Bir yerinde diyor ki: 


Sultân Abdülhamîd Hân Cennetmekân, *Mülkiye* mektebinden, yâni *Siyâsâl Bilgiler* okulundan birincilikle çıkanı, saraya *Kâtip* alırdı. 


İkinci ve üçüncü derecede mezun olanları da, *Bâb-ı âlî* ye verirdi. Ben *Mülkiye* mektebini birincilikle bitirdiğim için saraya alındım ve *Baş kâtip* oldum. 


Bir gece İngiltere’den bir *Şifre* geldi. Acele cevap vermek lâzım idi. Cevâbı yazdım, fakat Sultâna *İmzâ* etdirmem lâzımdı. Gece yarısı, *Yatak* odasına gitdim.


Kapıyı vurdum, açılmadı. Bir daha çaldım. Yine açılmadı. Bekledim, bekledim. *Acabâ bir emr-i Hak mı vâki oldu?* diye düşündüm.


Üçüncü defâ tam *Hızlı hızlı* vuracaktım ki, *Kapı* açıldı. Bir de bakdım, *Sultân Hamîd* kolları sıvalı, elinde *Havlu*, kurulanıyor. *Evlâdım, seni bekletdim kusûruma bakma!* dedi. 


Ve şöyle devam etti: Daha Birinci vuruşunda uyandım. Böyle gece yarısı, *Mühim* bir imzâ için geldiğini anladım. Abdestim *Yok* du.


Abdest almak için seni bekletdim. Çünkü bu milletin hiçbir kâğıdına *Abdest* siz bir *İmzâ* atmadım. Onun için abdest aldım. Oku dinliyeyim, dedi. 


Yazdığım cevâbı okudum. Sultân; *Çok güzel yazmışsın. Bismillâhirrahmânirrahîm*, deyip  kâğıdı imzâladı. 


İşte böyle, *Abdülhamîd Hân* Cennet mekân, bu memleketi, Allahın emri ile *Sadâkat* la, *Hulûs* la, bir şefkatli *Baba* gibi idâre ediyordu. 

● ● ● 

Gerçek bir *İslâm âlimi* nde, iki özellik vardır. Birincisi, *Tevâzû*. Allahü teâlâyı *Tanıyan*, *Bilen* bir kişi, başını kaldıramaz kardeşim. 


*Kul*, Allahü teâlâyı ne kadar *Tanırsa*, o kadar Ondan *Korkar*. Gerçek âlimler, Allahü teâlâdan en çok korkan kişilerdir. 


İkincisi, *Kafası* ndan söyliyen değil, *Kitap* dan okuyandır, yâni *Nakl* edendir. Gerçek âlim, kendinden söylemez. *Filân zât şöyle buyuruyor*, der. 


Oturup *Tefsîr* yazmaz efendim. Âhir zamânın alâmeti, en kötülerin kürsüye çıkıp, insanların *Îmânı* nı ve *Îtikâdı* nı bozmasıdır kardeşim.

HALİFE-İ MÜSLİMÎN


Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî Efendi (kaddesallahu te'âlâ sirreh) buyurdular ki;
“Başkal’a şehrinde bir medresem vardı. Bu medresede yirmi-otuz talebe okutuyordum. Talebenin yimesi içmesi, elbiseleri, bütün masrafları hep bana ait idi. Bir gün ders veriyordum, kapı açıkdı, içeri gayet temiz giyinmiş bir bey geldi. Selam verdi ve dersi dinledi. Ders sonunda yanıma geldi;
-Efendim kaç talebeniz var? Hangi kitâbları okutuyorsunuz? Hangi kitâblara ihtiyacınız var?
diye sordu. Ben de lâzım olan birçok kitâb ismi verdim. Biraz sonra cebinden defterini çıkardı, bütün ihtiyaçlarımı deftere yazdı. Sonra veda etdi, gitdi. Konuşması gayet nazik, elbisesi gayet muntazam ve temiz olduğundan, bunun bir İstanbul beyi olduğunu anladım. Birkaç ay geçti. Ben artık bunu unutmuştum.
Birgün medreseye postacı geldi. Seni postaneden istiyorlar dedi. Gittim. Bunlar sana geldi dediler. İki büyük sandık gösterdiler. O iki sandık kitâb dolu idi. Kitâbları, sandıkları aldım, hayvana bindirdim. Medreseye getirttim. Sandıklar açıldı. Bir de ne bakayım, sandığın içinde iki ay evvel ismlerini yazdırdığım kitâblar.
Üzerinde bir kağıt: 
"Halife-i müslimîn Sultan Abdulhamid Hân’ın hediyyesidir"
Demek ki, Sultan Abdulhamid Hân bütün Anadoluya, bütün ilm yuvalarına, böyle bedava kitâb gönderiyordu.