2. Abdülhamid Han etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2. Abdülhamid Han etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Besmelenin fazileti

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Delâil-ü hayrât)* kitâbının sâhibi şöyle anlatıyor: Bir adam evlenmiş. Gelin hanım öyle bir hanım ki, her hareketinde Besmele çekiyor. Öyle ki, oturuyor *Besmele*, kalkıyor *Besmele*. 


Adam ne yapacağını şaşırıyor. Hanımına; Sen ne için böyle her şeye Besmele çekiyorsun? diyor. 


O da diyor ki: Anam babam böyle öğretdi bana. Besmele çeken kimse, her işinde muvaffak olur. Allahü teâlâ onu her *(zarar)* dan korur, muhâfaza eder. Böyle diyor beyine. 


O da kendi kendine; Peki sen görürsün, diyor. Ertesi gün bir torba *(altın)* getiriyor ve hanımına verip; Bunları sana emânet veriyorum, iyi sakla, lâzım olduğu zaman alırım senden, diyor. 


Kadıncağız da peki deyip, Besmele çekiyor kalkıyor, Besmele ile torbayı alıyor, Besmele ile sandığı açıyor, o torbayı Besmele ile koyuyor, Besmele ile kapağını kapatıyor. 


Adam da bunları görüyor ve içinden; Sen görürsün bakalım, bu kadar *Besmele* çekmek neye yarıyacak, diyor. Birkaç gün sonra, adam sessizce sandığı açıyor, o torbayı alıyor, götürüp bahçedeki *(su)* kuyusuna atıyor. 


Kadına da diyor ki: Hani ben sana emânet bir *(torba)* vermişdim ya, şimdi ona, lüzum hâsıl oldu, getirir misin, diyor. Kadın da, hayhay diyor, *Besmele* çekiyor, kalkıyor.


Besmele çekiyor, sandığı açıyor, Besmele çekiyor, elini torbaya uzatıyor, bir de bakıyor ki, torba *(yaş)*, şaşırıyor kadıncağız. Adam; Ne oldu, torbayı niye getirmiyorsun? diyor. 


Kadın, *Besmele* ile torbayı çıkarıyor, ama torbadan şakır şakır *(sular)* akıyor. Adam bu hâli görünce vaziyeti anlıyor, yapdığına pişmân oluyor ve tövbe ediyor. Hanımından da *(özür)* diliyor. 


Kadıncağıza; Ben bir kabâhat yapdım. Senin haberin yokken o torbayı oradan alıp, *(Su)* kuyusuna atdım, diyor. Velhâsıl Melekler, o torbayı kuyudan alıp getirmişler.


Adam, Besmelenin bereketi olduğunu görüyor. İnsâfa gelip *(tövbe)* ediyor. Besmele’nin azametini çok iyi anlıyor. 


Velhâsıl, *(Besmele)* ile başlıyan her iş, Allahü teâlânın kudretiyle, hayırla neticelenir kardeşim. 


Efendi hazretleri, bir gün sırası geldi de buyurdu ki: İkinci *(Abdülhamîd)* Hân Cennetmekân, Fâtih’den, Yavuz’dan ve Kânûnî’den daha üstündür. 


*(Vahdeddîn)* Hân da, eğer uzun zaman tahtda kalsaydı, Abdülhamîd Hân’dan daha üstün olacakdı. Çünkü o, *âlim* idi.

HAK EDİLMİŞ BİR TEŞEKKÜR

Çok sevdiğim bir ağabeyim yayınevi kurmaya karar verdiğinde böyle sürpriz problemlerle karşılaşacağını hiç düşünmemişti şüphesiz... 

Daha ilk adımda bir çelme ki sormayın... 

Şöyle oldu: Öğrencilik yıllarından beri severek okuduğu ünlü bir tarihçinin “bir solukta” bitirdiği bir kitabı ile başlamak istiyordu yayın hayatına... 

Randevu aldı, Ankara’ya gitti; ünlü tarihçi ile görüşüp, hatırı sayılır bir paraya anlaştı, o harika kitabın yayın hakkını satın aldı. Ağabeyim yurt dışında çocuğunun tedavisi ile meşgul iken, kitabı bilgisayara aktaran çalışanı telefon etti:

- Abi, rahatsız ediyorum ama... Bu kitabın bir yerinde diyor ki; “Sultan 2. Abdülhamid içki içerdi.” Darmadağın olmuştu ağabeyim... 

Kaç para vermiş olursa olsun, bu kitap bu şekilde basılamazdı. “Parayı, yayınevini fedâ ederim, yaşama gayesi saydığım din ve ecdat büyüklerime iftira atılmasına göz yumamam.” dedi. 

Tarihçinin titizliği dillere destandı. Tek kelimesine dokundurmayan bir adamdı. Ağabeyim her şeyi göze alarak telefonu tuşladı: 

- Rahatsız ediyorum efendim. 

- Buyurun lütfen, ne rahatsızlığı... 

- Efendim bu kitabı bu şekilde basamam... Çünkü Cennetmekân Abdülhamid Hânla ilgili yazdığınız cümle bize göre kesinlikle doğru değil.

Parasını peşin olarak almış o yazar, ağabeyimi şaşırttı: 

- Rica ederim, istediğiniz gibi düzeltin. Kitaptan o cümle çıkarıldı. 

*** 

O gece rüyâsında Abdülhamid Hân o ağabeyimin evine geliyor. 

“Sana teşekkür etmeye geldim evlât, berhudar ol! Allahın izniyle çocuğun iyileşecek...” diye bir de müjde veriyor.

Sürpriz bu kadarla bitmiyor. Ağabeyimiz gündüz hastaneye; “Geçmiş olsun”a gelen tanıdıklara bu rüyâsını anlatırken telefonu çalıyor: 

“Çocuğunuzun başına gelenleri duydum, çok geçmiş olsun, inşallah iyileşecek!” diyor Abdülhamid Hânın torunlarından Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu Efendi!.. 


Sadık Söztutan - Türkiye Gazetesi

Sıra gelmedi

 "Biz Sultan Aziz'in ahını çekiyoruz. Sultan Hamid'in ahına daha sıra gelmedi. Biz bu hanedana yapılan zulme kayıtsızlığımızın cezasını çekiyoruz."

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Tevfik Rıza'nın Sultan Abdulhamid Han'a pişmanĺık dolu şiiri

Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?

Feryâdım varır mı bârigâhına?

Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,

Şu nankör milletin bak günahına.


Târihler ismini andığı zaman,

Sana hak verecek, ey koca Sultan;

Bizdik utanmadan iftara atan,

Asrın en siyâsî Padişâhına.


"Pâdişah hem zâlim, hem deli" dedik,

İhtilâle kıyam etmeli dedik;

Şeytan ne dediyse, biz "beli" dedik;

Çalıştık fitnenin intibahına.


Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,

Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.

Sade deli değil, edepsizmişiz.

Tükürdük atalar kıblegâhına.


Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,

Bir sürü türedi, girdi meydana.

Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?

Yuh olsun bunların ham ervâhına!


Bunlar halkı didik didik ettiler,

Katliâma kadar sürüp gittiler.

Saçak öpmeyenler secde ettiler.

Tükürün onların pis külâhına.


Haddi yok, açlıkla derde girenin,

Sehpâ-yı kazâya boyun verenin.

Lanetle anılan cebâbirenin

Bu, rahmet okuttu en küstahına.


Çok kişiye şimdi vatan mezardır,

Herkesin belâdan nasîbi vardır,

Selâmetle eren pek bahtiyardır,

Harab büldânın şen sabahına.


Milliyet dâvâsı fıska büründü,

Ridâ-yı diyanet yerde süründü,

Türkün ruhu zorla âsi göründü,

Hem Peygamberine, hem Allâh'ına.


Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin

Âhiretten bile himmet eylersin,

Çok çekti şu millet murada ersin

Şefâat kıl şâhım mededhâhına.


(Rıza Tevfik)

ÜSTAD NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN AĞZINDAN SULTAN II. ABDÜLHAMİD HAN

II. Abdülhamid, Türk’ün özünün ve temel varlığının, hakkı gasp edilmiş, mağdur kurtarıcısıdır. Abdülhamid, Tanzimat sonrasındaki Batı’ya kontrolsüz, körü körüne yönelişin karşısında inatla duran, kök ve cevherin müdafaasını son bir gayretle yapan muazzam bir şahsiyettir. Abdülhamid’i anlamak sayesinde yüzlerdeki maskeler düşecek ve onu bir anahtar gibi kullanarak bizi bu karanlık ve şahsiyetsiz ortama getirenlerin içyüzleri ortaya dökülecektir.

Abdülhamid hakkında söylenen her olumsuz iddiayı tersine çevirdiğimizde doğruyu bulacağızdır. Yani bir tür turnusol kâğıdıdır Abdülhamid. Bu yorumların yalanını ayıklayıp onun üzerine bina ettiği yapıyı yeniden ayakları üzerine oturttuğumuzda hakikat ayan beyan ortaya çıkacaktır.

“Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır.”