*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Bir gün, Ankara’da çok *Sevdiğim* bir arkadaşıma rastladım. Bakdım, çok *Üzgün*. Sebebini sordum.
Dedi ki: Ben bitdim, *Yirmi* yaşındaki *Kızım*, ölmek üzere. Hastâneden çıkardılar, üç-beş gün ya *Yaşar*, ya *Yaşamaz* dediler. Biz de eve getirdik. Böyle anlatdı.
Ben de ona; *Peki, siz eve gidin, ben de geliyorum*, dedim. Abdestimi alıp gitdim ve *Bana bir tabak getirin!* dedim. Getirdiler. Tabağın içine *Şifâ* âyetlerıni yazdım.
Biraz da *Su* koydum ve sürâhiye dökdüm. *Kızınız hep bu sudan içsin, azaldıkça su ilâve edin!* dedim ve çıkdım. Birkaç gün sonra yine rastladım o arkadaşa. Bakdım ki *Neş*’eli, gülüyor.
*Kız nasıl oldu?* dedim. Hilmicim, vallahi kızım *İyi*’leşdi, hastalığı *Geçdi*, iştahı da yerine geldi. Allah senden râzı olsun, dedi. Ben de *Sevin’dim* tabii.
● ● ●
*Rastgele* kitap okumayın kardeşim. Bizim *Kitap*’lar size yeter. Bunları okuyan, *Âlim* olur. İçindekilerini yapan da, *Evliyâ* olur. Hem *Okuyun*, hem de *Dağıtın* kardeşim. Niçin böyle söylüyorum?
Eğer dağıtmazsak *Mes*’ul oluruz. Ecdâdımız,*Kan*’la, *Can*’la, *Mal*’la, islâmiyetin bize kadar gelmesi için büyük *Fedâkâr*’lık gösterdiler. Eğer onlar bu fedâkârlığı göstermeselerdi, biz *Belki* müslümân olamazdık.
Eğer biz çalışmazsak, islâmiyeti yaymazsak, bizden sonraki *Nesil*, bizden *Dâvâ*’cı olur efendim. Size kadar gelen bu *Emânet*’i, niçin bize ulaştırmadınız? diye bizden dâvâcı olurlar.
Biz bu kitapları *Yayalım*, isterlerse *Çöp*’e atsınlar, *Raf*’a kaldırsınlar. Bunlar okumayabilir, ama *Elli sene* sonra gelir, biri *Okur*. Bizim vazîfemiz *Dağıtmak*. Çünkü bunlar mıknatısdır. İçinde *Cevher* olanları kendine çeker.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder