*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Bir mü’min, *Nuh* aleyhisselâmın ömrü kadar yaşasa, yâni 950 sene hep ibâdet etse, elbette ki çok *Sevap* kazanır.
Fakat bir mü’mine, dînimizden bir *Sünneti* öğretse, bir *Vâcibi* öğretse, bundan daha çok sevap kazanır. İllâ kendisi öğretmesi şart değil, öğretilmesine sebep olmak da yeter.
Çünkü âhiretde insanlara, tarafını soracaklar. Az verdin çok verdin, az yapdın çok yapdın demiyecekler. *Hangi tarafdaydın?* diyecekler.
*Hallâc-ı Mansûr*, eğer Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin talebelerinden birine rastlasaydı, başına o sıkıntılar gelmezdi efendim.
Bakın, *Kendisine* demiyorum. O zâtın bir *Talebesine* rastlasaydı, bu sıkıntıları çekmezdi. İşte bizim arkadaş-larımızın herbiri de öyledir efendim.
Çünkü onlar da hakkı bâtıldan ayırabiliyorlar. Bu zamanda, bizim arkadaşlardan biriyle berâber olan, o âbiyi seven, muhabbetle görüşen, konuşan kimse de, *Îmân’ını* kurtarır.
Bu zamanda *Küfr*, sel gibi akıyor kardeşim. Müslümân ise, o sele kapılmış bir *Saman çöpü* gibi. Nasıl kurtulacak? Bir yere sığınması lâzım.
Bir kaya kovuğuna, bir ağaç oyuğuna girerse, yâhut bir kütüğe yapışırsa, kurtulabilir. İşte bu kaya kovuğu, bu ağaç oyuğu, bu kütük, bizim *Âbiler*’dir. Yâhut bizim *Kitaplar*’dır.
Yâni o saman çöpü, bizim âbilerden birine rastlarsa veyâ bizim kitaplardan birini okursa, kurtulur efendim. Yoksa mümkün değil, *Sel* alır götürür.
Bir kız, *Ben okuyayım, bir meslek sâhibi olayım, ayaklarımın üstünde durayım*, derse, rızkını buradan alır. Ama bu günkü şartlarda ömrü günahla geçer. Çekeceği sıkıntılar da cabası olur.
Ama o kız; *Hayır, ben Rabbimin emretdiği gibi yaşıyacağım, erkeklerin arasında çalışmıyacağım*, derse, Rabbimiz ona ehl-i sünnet bir genç ile evlenmeyi nasîb eder.
Allahü teâlâ, onun rızkını erkeğine verir, o da onun ayağına getirir. Ne oldu şimdi?
Biri, ömrü boyunca *Haram* işledi, ömrü sıkıntılarla geçdi. Öbürüyse, hiç sıkıntı çekmedi, günâha da girmedi. *Rızkı* da ayağına geldi. Hangisi kârlı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder