Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Göz* ne ile meşgûl olursa, *Kalb* de onunla meşgûl olur. Göz, büyüklerin yazılarına ne kadar çok bakarsa, kalb de o kadar çok istifâde eder. 


Eskiden her gün, bir kaç sâat *Mektûbât* okumaya vakit ayırırlarmış ve istifâde ederlermiş. Hattâ yarım sâat bile olsa.


Hattâ birkaç mektûb okumuş olsa bile, anlasa da, anlamasa da *Feyz* alır. Mânâsını bilmese de feyz alır. 


Efendim, bir çocuk dünyâya geliyor. Hiçbir şeyden haberi yok. Annesi onu beslemeye, büyütmeye başlıyor. Eh biraz palazlanınca, yavaş yavaş kelimeleri öğretmeye başlıyor. 


Sonra biraz daha büyüyünce, hadi bir adım atıp düşüyor, bir daha derken, oradan oraya koşuyor. Sonra bir şeyler öğretmeye başlıyor. Derken, mektebe gönderiyor. 


Orada yamuk yumuk çizgiler çiziyor. Öğretmeni, (Mâşallah güzel çiziyorsun) diyor. Efendim bu, o çocuğun *dünyâ*’sı için, anne baba’nın verdiği, bir emekdir. *Mürşid-i kâmil* ise gerçek *Baba*’dır, gerçek *Hoca*’dır. 


Nasıl ki, doğan çocuğu, annesi babası ihtimâmla büyütüp, onun *Dünyâ*’sı için çalışırlarsa, gerçek bir *Hoca* da, eline düşen müslümânı, gerçek bir anne baba gibi *Âhirete* hazırlar. 


Hatâlarını görmez, birden bire herşeyi söylemez, azar azar, sohbetle yetişdire yetişdire, mühim bir seviye kaydeder. 


Ondan sonra, içimize düşen o ateşle, biz kendimiz *abdest* almaya ve İslâmın şartlarını severek yerine getirmeye çalışırız. 


Niçin birçok müftü çocukları, hoca çocukları, bu şekilde dindâr olamıyorlar? Çünkü çocuk, daha yeni yeni gelişirken, alıyor eline *Sopa*’yı, sevgiden ziyâde, *Korku* ile yetişdiriyorlar. 


Korku’nun hiç bir fâidesi yokdur. Burada biraz korkar, öbür tarafda azar kudurur. Bu yolun aslı, *Sevgi*’dir, *Muhabbet*’dir. Çünkü insan, sevdiğini dinler, sevmediğini dinlemez.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamber Efendimiz buyurmuş ki: *Zamanların en iyisi benim zamânımdır. Sonra bana yakın zamandır, sonra onlara yakın zamandır*. 


Yalnız bu, zamanlar için böyledir. *Peygamber*’ler ve *Evliyâ*’lar bundan hâriçdir. Yâni daha sonra gelen, öncekinden *üstün* olabilir. 


Meselâ babası dedesinden, dedesi onun dedesinden efdâldir. Daha önceki Peygamberler bunlardan üstündür 

*İmâm-ı Rabbânî* hazretleri, kendinden önceki evliyânın hepsinden daha *üstün*’dür


Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kerâmetlerinden biri şöyle: Bir gün sahrâda sohbet ediyorlarmış. Uzakda olanlar da, ayakda dinliyormuş. Uzakdan biri geçerken, ona seslenip; 


*Ey İsrâilli gel, Muhammed aleyhisselâmın sözünü dinle*, buyurmuş. O da gelince, yanına oturtmuş. O kişi, *Hızır aleyhisselâm* imiş, uzakdan geçerken Onu tanımış. 


Bir de, kadının biri, oğlunu Bağdad’da Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin yanına, *ilim öğrensin* diye göndermiş. Birkaç sene sonra ayrılığa dayanamamış, oğlunu görmeğe gelmiş. 


Bir de bakmış ki, Abdülkâdir Geylânî hazretleri *tavuk kebâbı* yiyor. Onun oğlu da Abdülkâdir Geylânî hazretlerine hizmet ediyor. Ama öyle zaîflemiş ki, bir *deri*, bir *kemik* kalmış. 


Kadıncağız dayanamamış, tabii ana yüreği. Demiş ki: *O yediğinden oğluma da versene, bak açlıkdan ölecek*, demiş. Abdülkâdir Geylânî hazretleri, o kadına;


*Senin oğlunun tavuk kebâbı yeme zamânı henüz gelmedi*, buyurmuş. Kadıncağız; O vakit ne zaman gelecek, ölünce mi? demiş. Abdülkâdir Geylânî hazretleri bu kadına acımış.


*Şu kemikleri topla, tencereye koy*, buyurmuş. O da dediğini yapmış. Mübârek gelmiş, tencerenin kapağını kapatıp, *Kum biiznillah!* buyurmuş. 


Yâni, *Allahın izniyle diril, kalk!* demiş. O anda tencerenin kapağı açılıp, içinden bir *Horoz* çıkmış ve ötmeğe başlamış. Abdülkâdir Geylânî hazretleri o kadına dönmüş ve; 


*Senin oğlun da, bunu yapınca yiyecek*, buyurmuş. Kadın bunu görünce, sevinip şükretmiş. Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin büyüklüğünü anlamış ve gönül râhatlığıyla memleketine dönmüş.

Arşın gölgesinde kimler gölgelenecek

Ebû Hüreyre hazretlerinin rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte, Resûlullah efendimiz buyuruyorlar ki:


(Allahü teâlâ, yedi kimseyi, Arş-ı azîmin gölgesinde o günde gölgelendirir. O gün Arş-ı azîmin gölgesinden başka gölgelenecek yer olmaz. Yalnız Arş-ı azîmin gölgesi olur. Bunlar:


1- Adil devlet başkanı,


2- Allahü teâlâya taatta bulunarak yetişen genç,


3- Allahü teâlâyı tenhalarda zikredip ve gözlerinden Allahü teâlânın korkusundan yaş akıtan kimse,


4- Kalbi mescide bağlı olan kimse,


5- Sağ elinin verdiği sadakayı, sol elinin bilmediği kimse,


6- Birbirini Allahü teâlâ için seven iki kimse,


7- Bir cemal sahibi, güzel bir kadın kendisini davet ettiği zaman, ondan kaçıp, Âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâdan korkarım diyen kimse.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İmâm-ı Rabbânî hazretleri hacca giderken, Delhi’ye geldiğinde, arkadaşı Hasen Keşmîrî hazretleri; *Hep ölülere gidiyorsun, burada bir diri var, o diriyi de ziyâret et* dedi. 


Ve *Bâkî billâh* hazretlerine götürdü. Bâkî Billâh hazretleri, İmâm-ı Rabbânî hazretlerindeki *cevheri* görünce, birkaç gün misâfir olarak kalması için yalvardı. 


O da kabûl edip kalınca, Onun huzûrunda iki günde kalbi açıldı. İmâm-ı Rabbânî buyuruyor ki: *Kâbe’ye giderken, kâbe’nin sâhibıne kavuşdum*. 


Yâni *Bâkî Billâh* hazretlerinin yanında *Allahü teâlâ* ya kavuşdum demek istedi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri de, hizmet etmeden iltifâta kavuşan büyüklerdendir. 


Ben Kuleli’de *hoca* iken, talebelere, sırası geldi dedim ki: *Üç şey insana neş’e verir, sıkıntıyı kederi giderir. Yeşilliğe, güzel yüze ve akar suya bakmak*. 


*Nefse* güzel gelen şeylerle, *Rûha* güzel gelen şeyler birbirine zıtdır. Bunu birbirine karışdırmamalıdır. Nefse güzel gelen şeyler, insanı *Cehenneme* götürür. 


Tâbiîn’den gençler, Eshâb-ı kirâma; Efendim sizin ne husûsiyetiniz vardı da, Allahü teâlâ sizi, böyle yüce bir Peygambere Eshâb yapdı, Onun sohbetine kavuşdurdu, Onun talebeleri oldunuz? dediler. 


Eshâb-ı kirâm cevâbında; *Biz temiziz, temizliği severiz*, buyurdular. Onun için, temizlik îmândandır. Tabii *beden* temizliği, *kalb* temizliği ve *çevre* temizliği var. Netîcede, Allah temizleri sever.


Bizim kitaplarımız çok *kıymetli*, niçin çok kıymetli? Çünkü içinde bana âit hiçbir *Yazı* yok da onun için. Hepsi, büyük âlimlerin sözleri. *Pırlanta*’nın yanında *Cam* parçasının kıymeti olur mu? 


Abdülhakîm Efendi hazretleri bize hangi kitâbı tavsiye etdi ise, medhetdi ise, o kitâbı aldım, o kitâbdan tercüme etdim. 


Bir gün sohbet arasında, hattât *Safî bey* geldi. Çok ufak boyluydu. Bir yazı getirdi. Efendi hazretlerine verdi. Efendi hazretleri okudu, gülmeğe başladı. 


Ve en yakınındakine verdi. Okuyanların da güleceğini bildiği için, kendisi içeriye geçdi. Hepimiz yazının başına üşüşdük. Merak etmişdik. Ne yazıyordu o kâğıtda. Bakdık ki; 


*Bûy-u Nebî gelir şeyhim özünden, boyum yetişmez ki öpem yüzünden*. Böyle yazıyordu. Safî bey yazmış Efendi hazretleri için. Efendi’yi çok severdi.

Dilsiz çocuk ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri

 Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “kuddise sirruh” hazretleri, büyük âlim ve evliyâdır. Talebesinden biri anlatıyor:

Bir gün Efendi Baba ile câminin önünde oturuyorduk. Dilsiz bir çocuk getirdiler huzûra. On-on iki yaşında görünüyordu. Ve hiç konuşamıyormuş. Anne baba çok çâreler aramış. Ama bulamamışlar. Nihâyet o yere Abdülhakîm Arvâsî adında bir evliyâ zâtın geldiğini duymuşlar. “Allah’tan ümit kesilmez” diyerek çocuğu kapıp acele getirdiler. Abdülhakîm Efendi hazretlerine gösterip; “Hocam, bu çocuğumuz konuşamıyor. Çok yerlere başvurduk, çâresini bulamadık” diye arz ettiler. Efendi, çocuğa şefkatle baktı. Eliyle başını okşadı. Ve tebessümle sordu ki: “Senin adın ne bakayım?” Çocuk cevap verdi. “Adım Ahmed’dir efendim.” Bizler çok sevindik. Ve şaşırdık hâliyle. Zîra konuşamıyor demişlerdi. Meğerse ilk defâ konuşmuş. Annesiyle babası, gördüklerine inanamıyor, sevinçlerinden ne yapacaklarını, ne diyeceklerini bilemiyorlardı! Ben de çok duygulanmıştım! Teşekkür edip ayrıldılar. Baktım, ikisi de sevinçlerinden ağlıyorlardı giderken…

İmâm-ı Rabbânî hazretlerine verilen müjdeler

 * Bir gün amellerindeki kusurları görme hâli beni kapladı. "Allahu teâlâ için alçalanı Allahu teâlâ yükseltir" hadîs-i şerîfi gereğince şöyle bir nidâ geldi: "Seni ve kıyâmete kadar seni vâsıtalı ve vâsıtasız tevessül edenleri mağfiret eyledim".

* Erkeklerden ve kadınlardan bizim yolumuza girmiş olanların ve kıyâmete kadar, vâsıtalı ve vâsıtasız girecek olanların hepsini bana gösterdiler. İsimlerini, soylarını ve memleketlerini bildirdiler. İstersem, hepsini tek tek sayarım. Hepsini bana bağışladılar.

* Bana: "Sen kimin cenâzesinde bulunursan, Allahu teâlâ onu afv etmiştir" diye müjdelediler. Ve yine ilhâm olundu ki: Hangi ölünün afvını istersen, ondan azab kaldırılır". Yine ilham buyuruldu ki: Senin kabrinin toprağından bir mezara bir avuç toprak atsalar, o kimse mağfiret-i ilâhiyyeye kavuşur".

(İmâm-ı Rabbânî kuddise sirruh)

[Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild, sahîfe: 469]

Nifâk

 - Nifâk alâmeti üçtür: Yalan, sözünde durmamak, emânete hıyânet. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Azm

 - İnsan azm ederse, hiçbir namazı geçmez. Namazın geçmesi azimsizliktir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Vefâ yok bu cihânda

- Fârisiden:

Vefâ yok cihânda, zirâ fânidir

Bâkı yalnız Odur, cümle fanidir.

- Fârisiden:

Hakkın, Has kullarının olmazsa inâyeti

Meleğin bile kalmaz defterde kerameti.

Fâiz yiyenlerin cezâsı

 - Fâiz yiyenlerin on cezâsı vardır: Haşre düşe kalka gider. Küfre yakın ise, Cehennemden çok zor çıkar, mahk [ibtâl], sevgisizlik, kalbinde zerre kadar muhabbet-i ilâhiyye olmaz. Cenâb-ı Hak ona muhabbet etmez. Peygamber de etmez. Cenâb-ı Hak her kulunu bir sûretle sever,fâiz yiyeni sevmez. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Riyâ

 - Cenâb-ı Hak'tan başka birisine ehemmiyet [önem] vermek riyâdır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)