sevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kim Kimi Severse, Onu Ona Bildirsin

Peygamberimiz “aleyhissalâtü vesselâm” buyurdu ki: 

Bir kimse, din kardeşini seviyorsa, sevdiğini ona bildirsin!

Size ve doğru yolda bulunanların hepsine selâm olsun!

Sevgi nedir?

 🍃🍃🍃MÜBAREK ENVER ABİMİZDEN✔️✔️✔️

💦Bir adamcağızın birine, ihlas dediğin nedir, diye sormuş. Ben size ihlasın ne olduğunu anlatayım, demiş.

Ben Mekke-i mükerremeye hacca gittim. Aslen Basra'lıyım, Basra'nın çok zengin bir tüccarıyım. Ama kesemi çaldılar, paramı hırsızlar götürdü, beş kuruşsuz kaldım. Bakkala gittim, borç, fırına gittim, borç. Veren verdi, vermeyen vermedi; ama Basra'ya mektup yazdım. Bir ayda, hatta iki ayda zor para geldi. Para gelecek, onu kullanacağım. Baktım ki her tarafım saç olmuş, bir berbere gittim. Berber de orada birini tıraş ediyor. Param da yok. Berber'e, hiç param yok, beni Allah rızası için tıraş eder misin, dedim. Hemen tıraş ettiği adamı yarıda bıraktı, gel baba, dedi. Ben oraya oturdum, o ilk tıraş olan, yahu ne oluyor? Sıra bizde! Sen beni tıraş ediyordun, niye beni bıraktın, dedi. Berber, ben seni para için tıraş ediyordum. Bunu Allah rızası için tıraş edeceğim. Sıra bunun, dedi, beni tıraş etti. Tıraştan sonra, benim Basra'dan param gelecek, geldiği zaman seni inşallah fazlasıyla mutlu ederim, dedim. Sen garipsin dedi, bir kese altın verdi. Allah Allah, böyle insanlar var mı dünyada, dedim. Basra'dan param geldi, bir torbaya iki mislini koydum, yine berbere gittim. Arkadaş, benim param geldi. Ben zaten zengin bir tüccardım, bu da benden sana dedim, torbayı verdim. Bunun üzerine berber dedi ki; Baba, al onu geri. Ben, Rabbimin rızasını parayla değişecek kadar ahmak değilim. Sen bana dedin ki; Allah rızası için. Ne demek sen biliyor musun Allahü tealanın rızası? Kimin rızasından bahsediyorsun? Beni yoktan var eden, seni yoktan var eden, hepimizi varlıkta durduran yüce Allahın rızasını, altınla, parayla değişir miyim? Ben O'na kurban olayım. Sen beni kandıramazsın, altınla, parayla Rabbimin rızasını değişemem, dedi. Onun için, Rabbimin rızası olduğu zaman, akan sular durur...


İnsanlara hizmet etmek, onları sevindirmek lazımdır. Bir kimse bir kimseyi sevindirirse, Allahü teala onun bu iyiliği için bir huri yaratır. Vefat edince, iyiliklerine karşılık ne kadar huri varsa onu kabirde karşılarlar. Ona; korkma, şimdi, münker ve nekir gelecek, sual soracaklar. Takıldığın yerde biz sana yardımcı olacağız. Bizim vazifemiz, seni burada rahatlatmak ve Cennetin kapısından içeriye sokuncaya kadar arkadaşlık etmektir, derler. Kim hizmet ederse, karşılığını burada veya ahirette mutlaka görecektir. Çünki, hadis-i şerif vardır."Men Hadime, hudime". Hizmet eden hizmet görür.

 

Bir sabah Mübarekler buyurdular ki; aynen mübareklerin sözü; vallahi, billahi, tallahi, şöyle buyurdular; "Kardeşim, sizin muvaffak olmanızın yarısı, bu güler yüzünüzdendir. Sizin başarılı olmanızın yarısı, güler yüzlü olmanızdır". Neden biliyor musunuz? Şimdi herkesin üzüntüsü, derdi var. Bir de biz ilave etmeyelim. Biz de milleti biraz ferahlandırmaya uğraşıyoruz. Çünki, o da bir ibadet. Şimdi Enver abi burada bir üzgün, süzgün olsa, herkes üzülür. Eyvah, neden Enver abi üzgün. Acaba kötü bir haber mi aldı? Acaba Mübarekler hasta mı? Borcumu arttı? Hastalığı mı arttı, diyecekler. Doksan tane fikir, öyle değil mi?


Mübarekler buyurdular ki; Efendim, kainatta hiçbir şey sebepsiz olmaz. Mesela, ben konuşuyorum, sesim size gelinceye kadar arada hava var, hava, taşıyıcı oluyor. Benim konuşmalarımı size kadar taşıyor. Bu bir sebeptir. Yani, taşıyıcı olarak iletken var. İkincisi; telefonlar, cep telefonları, televizyon, radyo, telsizler var. Bunlar da uzak uzak yerlere, insanın sesini, görüntüsünü götürüyor. Bu da taşıyan farkındandır. Elektromanyatik dalgalarla taşınırlar. Bir üçüncü vasıta daha vardır, o da evliyalarla irtibat kurmak. Evliyalarla irtibat nasıl kuracak? En kolayı o efendim. İsmini söyleyin, yeter. Çünki, Rabıta Risalesinde var, Allahü teala her an hazır ve nazırdır; büyüklerin ruhları, anıldığı yerde hazırdır. Onların ismini söyleyin yeter. Mesela, satırların arasındayım, buyurdular. Özür, bahane yok! Her şey âşikar. Hiç kimse başkasını suçlu bulmasın! Hata bende diyen kurtulur.

 

Bir gün Mübarekler buyurdular ki; iki türlü talebe vardır. Birileri ihlaslı, birileri de kabiliyetsizdir. O kabiliyetli talebelere bir yön verirler, onlar o kabiliyeti ile ilerlerler. O kabiliyeti olmayanlarla hocalık talebe ilişkisi başlar. Dolayısıyla, böylece kabiliyetsiz talebe kalmaz. Ne malum, o kabiliyetsize hocası belki kendi kabiliyetinden verir. Hiç kimse açıkta kalmaz. Yeter ki o Allahü tealayı tanısın. Çünki ne buyuruluyor? İyiliğe elverişli olmayan kimse, faidelenemez Peygamberi dahi görse. 


Mübarekler buyurdular ki; Bir mü'min, bir büyük zâtın kabrine giderse, o kabirdeki zât, kalbindeki feyzden, gelenin kalbine akıtır. Bir kalbe feyzin gelip gelmemesi, onun ahirete karşı olan muhabbetini, Allahü tealaya karşı olan sevgisini arttırmasından belli olur. Eğer ahiret sevgisi artmıyorsa, dünya muhabbeti devam ediyorsa, iki kusur vardır. Ya kendisinde kusur vardır, ya gittiği yerde kusur vardır. Tabii evvela kendisinde kusur araması lazımdır. Bunun için de tabii ki istiğfar etmesi, ya Rabbi, bende bir kusur var, madem ki istifade edemiyorum, bende bir bozukluk var, demesi lazımdır. Bozukluğun ilacı istiğfardır. Tevbe istiğfar edecek, tekrar gidecek. Yine aynı şey devam ediyorsa, bu sefer vazgeçecek. O bakımdan, birgün Mübarekler buyurdular ki; Huzur, bir an dahi olsa, dünyayı unutmaktır. Çünki Allahü azimüşşân, ahireti ferahlık için, dünyayı sıkıntı için yaratmıştır.

 

Bir gün üç kişi beraber kahvaltıdayız. Biri, Mübarekler, biri, Enver abi, biri de bizim hanım. Mübarekler; Allahı ve Peygamberini seven kurtulacaktır, buyurdular. Bizim hanım, hepsi mi, buyurdu. Mübarekler; tabii, sevenlerin hepsi kurtulacaktır. Fakat sevgi, seviyorum demek değildir. Sevgi, sevdiği için gözyaşı dökmek değildir. İki türlü sevgi vardır. Biri, nefsin sevgisi, biri de Allah sevgisi. Ben, nefsin sevgisinden bahsetmiyorum, Allah sevgisinden bahsediyorum. Allahü tealayı seven bir insan, sevdiğine itaat eder. Sevgilisi kırılmasın diye, bir yanlış yapmamak için, gözünün içine bakar. Eğer, seviyorum diyenler, rahmani olarak Allahü tealayı sevselerdi, Allahın emir ve yasaklarına uyarlardı, buyurdular.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Sevgi*, itâati gerekdirir. İtâat ne kadar çoksa, sevgi de o kadar çokdur. İtâatdan maksat, söz dinlemekdir. *Söz* dinlemesi ne kadarsa, *Sevgi* si de o kadardır. 


Bu, çok mühim kardeşim. Söz dinlemesi günden güne *Azalır* sa, bir gün gelir, *Biter* Allah korusun. Velhâsıl itâat, *Peki* demekdir, yâni sevdiğinin yolunda olmakdır. 


Meselâ *Ehibbâ* dan biri var, Efendi hazretlerini çok sevdiğini söylüyor, ama Efendi’yi dinlemiyor. Öyle *Sevgi* olmaz efendim. Seven, *Sevdiği* ni dinler, hattâ emrinden çıkmaz. 


Küçük bir çocuk, akrebin *Zehirli* olduğunu bilmez ve eliyle onu yakalamak ister. O da onu sokar, öldürür. Onun *Akrep* olduğunu ve *Kötü* olduğunu, çocuğun bilmesi lâzım. 


İşte biz de, bu çocuklar gibi kötü insanları bileceğiz. Onların *Kötü* olduklarını, İslâma *Düşman* olduklarını bileceğiz. Böylece kendimizi onlardan koruyacağız kardeşim. 


*Nefs* doymaz. Kur’ân-ı kerîmde ne buyuruluyor? *Hulikal insânü helû’a!* Yâni, helû’a denilen bir hayvan varmış. Hiç doymazmış bu. Devâmlı yermiş. *Hiç* doymak yok. 


İşte, insanların nefsi de böyledir! diyor Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı kerîmde. *Hulikal insânü helû’a*. İnsanın nefsi, *Helû’a* olarak yaratılmışdır. En büyük düşmanımız, kendi *Nefsimiz* dir. 


Allahü teâlânın sevgisinden ve rızâsından bizi uzaklaşdırana, *Düşman* denir. Asıl düşman budur. Evet, *Canı* nı alan da düşmandır, ama *Dîni* ni ve *Îmânı* nı alan, daha büyük düşmandır. 


Allahü teâlânın *Sevgi* sinden insanı mahrum bırakan şeye ne denir? *Şeytân* denir. Şeytân, arabca bir kelime. Sülâsîsi, yâni üç harflisi *Şatane* dir. Şatane ne demek? uzaklaşdırıcı demek. 


İşte şeytan, uzaklaşdırıcıdır. İnsanı *Allah* dan uzaklaşdırdığı için ona *Şeytân* denmiş. Şeytân nedir? İnsanı, Allahü teâlânın *Sevgi* sinden uzaklaşdıran. 


Peki, Allahü teâlâya *Yakın* olmak, Allahü teâlâdan *Uzak* olmak ne demek? Çok geçer bu kitaplarda. Allahü teâlâ *Cism* değil ki, yâni bir *Yerde* değil ki. 


Öyleyse O’na *Yakın* olmak, O’ndan *Uzak* olmak ne demek? Bunun mânâsı, O’nun *Sevgi* sine yakın olmak, O’nun *Sevgi* sinden uzak olmak demekdir. Yâni *Sevgi* dir yakın veyâ uzak olan. 


Yoksa Allahü teâlâ *Cism* değil ki hâşâ! İşte insanın Allahü teâlânın *Sevgi* sine kavuşmasına mâni olan şeye *Şeytân* denir. Şeytân da üç türlüdür. Üç türlü şeytân vardır.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Göz* ne ile meşgûl olursa, *Kalb* de onunla meşgûl olur. Göz, büyüklerin yazılarına ne kadar çok bakarsa, kalb de o kadar çok istifâde eder. 


Eskiden her gün, bir kaç sâat *Mektûbât* okumaya vakit ayırırlarmış ve istifâde ederlermiş. Hattâ yarım sâat bile olsa.


Hattâ birkaç mektûb okumuş olsa bile, anlasa da, anlamasa da *Feyz* alır. Mânâsını bilmese de feyz alır. 


Efendim, bir çocuk dünyâya geliyor. Hiçbir şeyden haberi yok. Annesi onu beslemeye, büyütmeye başlıyor. Eh biraz palazlanınca, yavaş yavaş kelimeleri öğretmeye başlıyor. 


Sonra biraz daha büyüyünce, hadi bir adım atıp düşüyor, bir daha derken, oradan oraya koşuyor. Sonra bir şeyler öğretmeye başlıyor. Derken, mektebe gönderiyor. 


Orada yamuk yumuk çizgiler çiziyor. Öğretmeni, (Mâşallah güzel çiziyorsun) diyor. Efendim bu, o çocuğun *dünyâ*’sı için, anne baba’nın verdiği, bir emekdir. *Mürşid-i kâmil* ise gerçek *Baba*’dır, gerçek *Hoca*’dır. 


Nasıl ki, doğan çocuğu, annesi babası ihtimâmla büyütüp, onun *Dünyâ*’sı için çalışırlarsa, gerçek bir *Hoca* da, eline düşen müslümânı, gerçek bir anne baba gibi *Âhirete* hazırlar. 


Hatâlarını görmez, birden bire herşeyi söylemez, azar azar, sohbetle yetişdire yetişdire, mühim bir seviye kaydeder. 


Ondan sonra, içimize düşen o ateşle, biz kendimiz *abdest* almaya ve İslâmın şartlarını severek yerine getirmeye çalışırız. 


Niçin birçok müftü çocukları, hoca çocukları, bu şekilde dindâr olamıyorlar? Çünkü çocuk, daha yeni yeni gelişirken, alıyor eline *Sopa*’yı, sevgiden ziyâde, *Korku* ile yetişdiriyorlar. 


Korku’nun hiç bir fâidesi yokdur. Burada biraz korkar, öbür tarafda azar kudurur. Bu yolun aslı, *Sevgi*’dir, *Muhabbet*’dir. Çünkü insan, sevdiğini dinler, sevmediğini dinlemez.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Sevgi*, itâati gerekdirir. İtâat ne kadar çoksa, sevgi de o kadar çokdur. İtâatdan maksat, söz dinlemekdir. *Söz* dinlemesi ne kadarsa, *Sevgi* si de o kadardır. 


Bu, çok mühim kardeşim. Söz dinlemesi günden güne *Azalır* sa, bir gün gelir, *Biter* Allah korusun. Velhâsıl itâat, *Peki* demekdir, yâni sevdiğinin yolunda olmakdır. 


Meselâ *Ehibbâ* dan biri var, Efendi hazretlerini çok sevdiğini söylüyor, ama Efendi’yi dinlemiyor. Öyle *Sevgi* olmaz efendim. Seven, *Sevdiği* ni dinler, hattâ emrinden çıkmaz. 


Küçük bir çocuk, akrebin *Zehirli* olduğunu bilmez ve eliyle onu yakalamak ister. O da onu sokar, öldürür. Onun *Akrep* olduğunu ve *Kötü* olduğunu, çocuğun bilmesi lâzım. 


İşte biz de, bu çocuklar gibi kötü insanları bileceğiz. Onların *Kötü* olduklarını, İslâma *Düşman* olduklarını bileceğiz. Böylece kendimizi onlardan koruyacağız kardeşim. 


*Nefs* doymaz. Kur’ân-ı kerîmde ne buyuruluyor? *Hulikal insânü helû’a!* Yâni, helû’a denilen bir hayvan varmış. Hiç doymazmış bu. Devâmlı yermiş. *Hiç* doymak yok. 


İşte, insanların nefsi de böyledir! diyor Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı kerîmde. *Hulikal insânü helû’a*. İnsanın nefsi, *Helû’a* olarak yaratılmışdır. En büyük düşmanımız, kendi *Nefsimiz* dir. 


Allahü teâlânın sevgisinden ve rızâsından bizi uzaklaşdırana, *Düşman* denir. Asıl düşman budur. Evet, *Canı* nı alan da düşmandır, ama *Dîni* ni ve *Îmânı* nı alan, daha büyük düşmandır. 


Allahü teâlânın *Sevgisinden insanı mahrum bırakan şeye ne denir? *Şeytân* denir. Şeytân, arabca bir kelime. Sülâsîsi, yâni üç harflisi *Şatane* dir. Şatane ne demek? uzaklaşdırıcı demek. 


İşte şeytan, uzaklaşdırıcıdır. İnsanı *Allah* dan uzaklaşdırdığı için ona *Şeytân* denmiş. Şeytân nedir? İnsanı, Allahü teâlânın *Sevgi* sinden uzaklaşdıran. 


Peki, Allahü teâlâya *Yakın* olmak, Allahü teâlâdan *Uzak* olmak ne demek? Çok geçer bu kitaplarda. Allahü teâlâ *Cism* değil ki, yâni bir *Yerde* değil ki. 


Öyleyse O’na *Yakın* olmak, O’ndan *Uzak* olmak ne demek? Bunun mânâsı, O’nun *Sevgisine yakın olmak, O’nun *Sevgi* sinden uzak olmak demekdir. Yâni *Sevgi* dir yakın veyâ uzak olan. 


Yoksa Allahü teâlâ *Cism* değil ki hâşâ! İşte insanın Allahü teâlânın *Sevgisine kavuşmasına mâni olan şeye *Şeytân* denir. Şeytân da üç türlüdür. Üç türlü şeytân vardır.