ŞAKK-I SADR nedir? Ne demektir?

Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmın mübârek göğsünün yarılması hâdisesi.

Şakk-ı sadr hâdisesi iki defâ vukû bulmuştur. Birincisi, Peygamber efendimiz küçük yaşta ve süt annesi Halîme Hâtun'un yanında iken, ikincisi Mîrâca çıkarken. Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "(Habîbim) göğsünü (kalbini) senin için (açıp da) genişletmedik mi?" buyruldu. (İnşirâh sûresi: 1) Muhammed aleyhisselâm, süt annesinin yanında bulunduğu sırada çocuklarla birlikte iken, Cebrâil aleyhisselâm gelip, onu arkası üstü yatırdı. Göğsünü açıp kalbini yardı. Kalbinden bir parça et çıkarıp attı ve; "Senin vücûdunda şeytânın nasîbi bu idi. Çıkarıp attık. Ey Allahü teâlânın habîbi (sevgilisi), seni vesveseden ve şeytânın hîlesinden emîn ettik" dedi. Sonra bir leğen içerisinde zemzem suyu ile kalbini yıkadı ve göğsünü kapatıp ayağa kaldırdı. Bu hâli gören çocuklar koşup durumu Halîme Hâtun'a haber verdiler. Yanına geldiklerinde ayağa kalkmış ve benzi sararmış vaziyette idi. Eshâb-ı kirâmdan Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) "Ben Resûlullah'ın göğsünde bu yarılmanın izini gördüm" demiştir. İkinci Şakk-ı Sadr ise, Mîrâc gecesi vukû bulmuştur. Bu gece, Cebrâil aleyhisselâm gelip Resûlullah'ın mübârek göğsünü yardı.Zemzem suyu ile yıkadıktan sonra, içi hikmet ve îmân dolu altın bir leğen getirdi. Resûlullah'ın mübârek kalbine boşalttı ve göğsünü kapattı. Peygamber efendimiz hadîs-i şerîfte şöyle buyurdu: "Cebrâil gelip göğsümü yardı. Zemzem suyu ile yıkadıktan sonra, içi hikmet ve îmân dolu altın bir tas getirip göğsümü boşalttı, sonra kapattı." Bu hadîs-i şerîf, Sahîh-i Buhârî ve Müslim'de zikredilmiştir. Yine bu iki kitabda Enes bin Mâlik'ten şöyle rivâyet edilmiştir. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "İşte şuradan şurama kadar yâni boğazın altındaki çukurdan göğüste kıl biten yere kadar yardı. Kalbimi çıkardı, içi îmân dolu altın bir tas getirdi. Kalbimi yıkadı sonra  da iç organlarımı yıkadı. Sonra kapattı." (Senâullah-ı Pânî Pûtî, Abdülhâk-ı Dehlevî)

Şekle değil manaya bak!

Ali Behçet Efendi, Anadolu’da yetişen velîlerdendir. Konya ulemâsından Ebû Bekr Efendinin oğludur. 1727 (H.1140) senesinde doğdu. Karamanlı Abdullah Efendi ve meşhûr âlim Abdüssamed Efendiden icazet aldıktan sonra Bursa’ya, oradan İstanbul’a gitti. Sultan Üçüncü Selîm’in Üsküdar’da ihyâ ettiği Selîmiye Câmii yanındaki dergâhta tefsîr, hadîs, Mesnevî-i Şerîf ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektubât’ını okuturdu. Mesnevi’den okuduğu bazı beyitler: “Sen insan bedenini insanın kendisi sanmadasın. Oysa bu beden ruhun elbisesinden başka nedir ki? Hiç insanın değeri giydiği elbiseyle ölçülür mü? Değer ya da değersizlik onun ruhuyla ilgilidir, bedeniyle değil. O halde sen gözünü ten elbisesinden çek de o libasın içindekine dikkat et. Şekle değil manaya bak. Eğer şekilce benzerlik insan olmaya yetseydi iyi de kötü de bir olurdu...” “GÖNLÜN TERAZİSİ KIRIKTIR!”

“Canlı balık için deniz hayat, kara ise ölümdür. Ama kâğıda bir balık resmi yapsan onun ne denizden haberi olur, ne karadan. Bunların benzerliği sadece şekilden ibarettir. İnsanların kimisi de yalnız kalıp insanıdır. Dışarıdan bakınca onların gözü kulağı, dili dudağı var sanırsın. Gerçekteyse kalıbın burnu yoktur ki iyilikten bir koku alsın, kulağı ve gözü yoktur ki hayırlı sözleri işitsin, güzeli görsün. O gönlün terazisi kırıktır; bu yüzden iyilikle kötülüğün farkını tartamaz...”

“Güneş ortalığı aydınlatmışken mum yakmaya kalkmak ortalığa ‘ben körüm’ diye bağırmaktan başka nedir. Güneşin parlaklığından yarasaya ne fayda. O körlüğü kendine değil güneşe hamletmeye kalkar. Ey vahiy güneşi doğmuşken akıl mumuyla aydınlanmaya kalkan yarasa tabiatlı! Güneşin ışığında kusur yok; kusur senin gözlerinde...”


“TALEP EDENLERDEN OL!”

Ali Behçet Efendinin, vefatına yakın halifesi İbrâhim Hayrânî Efendiye yazdığı mektup şöyledir:

“Benim sevgili, insâniyetli ve iyiliksever oğlum! Göndermiş olduğunuz mektup elimize geçti ve çok memnun olduk. Ey oğlum! Dersimizden uzak olmayasınız. Bir an Allahü teâlâyı anmak, Süleymân aleyhisselâmın mülkünden daha iyidir, ifâdesini hâtırından çıkarmayınız. Oğul, dâimâ talep edenlerden ol. Mübârek gecelerde Allahü teâlâya yalvarıp yakarmayı fazlaca yaparsanız, isâbetli olur. Zîrâ Allahü teâlâ kulunun yalvarmasını sever. Bu, Allah adamlarının yoludur.” Sonra yerine İbrâhim Hayrânî Efendiyi bırakıp 1822 (H.1238) senesinde vefât etti ve Selimiye’deki dergâhın bahçesine defnedildi.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsan, yârın *Âhirete* gidince, dünyâda berâber olduğu kişilerle *Haşr* olunacak. Öyleyse, *Âbiler* le berâber olmaya dikkat edelim kardeşim, onlarla *Berâber* olmaya çalışalım. 


Çünkü insan, nasıl *Yaşarsa*, öyle *Ölür*, nasıl *Ölürse* öyle *Diriltilir*. Yâni, şimdi kimlerle berâbersek, âhiretde de onlarla berâber olacağız. 


Çünkü, *El mer’ü mea men ehabbe!* buyurulmuş. Yâni kişi, sevdiği ile berâber olur. Her *Yüz* senede dünyâdaki insanlar değişir. Yaşıyanlar *Ölür*, yerlerine *Başka* ları gelir. 


Demek ki, her *Yüz* yılda bir, *Yedi milyar* insan gidiyor, *Yedi milyar* insan geliyor. Her yüz senede, bütün insanlar değişiyor. Velhâsıl herkes ölüyor, biz de öleceğiz. 

● ● ● 

Herhangi bir insana bir iyilik etmenin *Sevâbı*, gökden *Lâmba* olarak yere inse, bu iyilikden hâsıl olan *Nûr* o kadar parlakdır ki, *Güneş* onun yanında çok sönük kalır. 


Hele bu iyilikle, bu hizmetle, bir insanın *Hidâyet* ine sebep olunursa, bunun *Kıymeti* hiç ölçülemez.

● ● ● 

İnsanın *Parası* artdıkça, *Düşmanı* artar. *İlmi* artdıkça da *Dostu* artar. Yönünü kabristâna çeviren, râhat eder. Yönünü dünyâya ve insanlara çeviren ise her zaman *Sıkıntı* çeker. 


*Güzel* insanlar, *Güzel* işler yaparlar. Cenâb-ı Hak, hadîs-i kudsîde Peygamber aleyhisselâma; 


*Ey Habîbim! Sana kim gelir de, bana Allahı anlat, dînimi anlat derse, sen her şeyi unut, ona hizmetçi ol*, buyuruyor. 


Kim olursa olsun, biri gelip de, *Dînî* mevzûda birşey sorarsa, akan sular durur. Onun sorduğuna *Cevap* vermeden, hiçbir *İş* yapılmaz. 


Bir *Hayr* ın işlenmesine *Sebep* olmak, o hayrı *İşlemek* gibidir. Bir kişinin hidâyetine sebep olmak, bir kişiye yardımcı olmak, en kıymetli *İbâdet* dir. 


Müslümân *Güler* yüzlü, *Tatlı* sözlü olur. Güler yüz ve tatlı sözün, islâmiyetin yayılmasında *Mühim* bir yeri vardır. 


Böyle olmıyan insanlar, dînimize fazla *Fâideli* olamazlar. Dâima tatlı sözlü ve güler yüzlü olmak, *Müslümân* olmanın birinci *Alâmeti* dir. 


Allah rızâsı için dîne *Hizmet* edenlerin *Dost* ları artar. Velhâsıl kim dîne, islâmiyete *Sâhip* çıkarsa, din de ona *Sâhip* çıkar kardeşim.

Kur'ânla Tefe'ül

 İşbu Kur'ân-ı azîm ve Furkan-ı kerîm ile tefe'ül edip,murâd-ı mutâbık,Kur'ân-ı azîmden bir âyet-i kerîme zuhûr edip âyet-i kerîmenin iktizası üzere amel oluna. 

Ve her bir ayet 32 harf olmak üzere hasıl olur. Ve her bir sahife 160 harften mürekkebdir. 160 ayet zuhur eder. Bir garîb sırr-ı azîmdir. Bu takdirce 23 sahifede 3680 ayeti kerime zuhur eder.

Bunun ile amel olunmak murad olundukta, kaidesi oldur ki, evvelâ üç ihlâs-ı şerîf ve bir Fâtiha-ı şerîfe kırâat olunup misl-i sevâbını Resûl-i ekrem hazretlerinin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) rûh-i tayyibelerine hibe ettikten sonra, gözlerini kapayıp ve muradını zikrederek, murad olan sahifenin harflerinin birine şehadet parmağıyla basıp ol harfe nişân koyup geri kalan harflerden sayıp beş harften birini kağıda alıp, sahife tamam oldukta, yine o sahifenin evveline avdet edip yazılan harflerin üstüne yine beşte birini yazıp, tâ nişân olunan harf ile tamam eyleye. Nişan olunan harfe gelince, 32 harf olur. Bir âyet-i kerime zuhur eder. Ya'nî nişan olunan harfin akabinden başlanıp, sahifenin sonuna kadar cem' olanı ikinci satır itibâr edip, sahifenin evvelinden nişan olunan harfe gelince, yazılan satır evvel itibâr eyleye. Gaflet olunmaya.

1 Mayıs-1347,

Cum'a namazından evvel

Seyyid Abdülhakim Arvasi (kuddise sirruh)

***

Son halkalar 1.cild, sahife 629-630

Kainatın ömrü ne kadardır?

SUÂLLER VE CEVÂBLAR

Vakt-i zemanında Cezaevleri umûm müdürü Baha Arıkan’ın İslam hukuku ile alakalı bazı suallerine cevab olarak Efendi Hazretleri (kaddesallahu teâlâ sirreh) bir risâle kaleme alırlar. İş bu risâlenin mukaddimesinde (giriş) mukayyed olan ma’lumatın bir kısmı fotoğrafdadır.

Suallerin cevabları Son Halkalar I C. 371-379’ sahifelerden okunabilir.

ŞAKÎK nedir? ne demektir?

Ferâiz ilminde yâni mîrâs hukûkunda ana-baba bir erkek kardeşler (Benül-a'yân). Ana-baba bir kız kardeşe şakîka denir.


Şakikler ve Benü'l-allât yâni yalnız baba bir kardeşler; oğul, oğul oğlu, baba ve dededen biri bulunduğu zaman vâris olamazlar yâni ölüden kalan maldan alamazlar. (Muhammed Mevkûfâtî)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ben her *Namaz* da, bütün kardeşlerime *Duâ* ediyorum. Bir elin sesi çıkmaz. Hepimiz bir araya gelince, böyle bu *Hizmet* ler oluyor kardeşim. 


Cenâb-ı Hak, bize bu hizmetleri *Nasîb* ediyor, ama bir vâsıta ile, bir sebeple nasîb ediyor. Cenâb-ı Hak, *Müsebbib-il esbâb* dır. Yâni evvelâ *Sebep* leri halk eder, sonra da *Ni’met* leri. 


İşte bizim arkadaşlar, bu hizmetlerimize *Sebep* oluyorlar, ne büyük *Ni’met* dir bu. Allahü teâlâ hepimize, *Selâmet-i dâreyn* ihsân eylesin. 

● ● ● 

*Güler* yüz ve *Tatlı* dil, silâhımız olacak kardeşim. Masonlar herkese karşı güleryüz ve tatlı dille muâmele ediyorlar. Biz de, onların silâhıyla silâhlanacağız. *İngiltere* de binlerce müslümân var. 


İngilizler, o müslümanların, İngilterede kalmasına nasıl *İzin* veriyorlar, diye *Merak* ediyordum, sonra anladım. Meğer o Pâkistânlı müslümânları *Mason* yapmak için tutuyorlarmış. 


İngilizler, müslümânlara *Güler* yüz göstererek, kendilerini *İyi* tanıtıyorlar. Bizim de silâhımız, bu olacak. Biz de, herkese tatlı *Dil* ve güler *Yüz* göstereceğiz. 

● ● ● 

*Kabr-ül mü’mini ravdatün min riyâdil Cenneh*. Yâni mü’minin kabri, *Cennet bahçesi* dir kardeşim. Hadîs-i şerîfdir bu. Mü’minin kabri, *Karanlık* değildir.


*Nûr’lu* dur ve *Aydınlık* dır. Çünkü *Cennet bahçesi* dir. İnsan Cennet bahçesini ziyârete gitmez mi? Onun için *Mü’min* lerin kabrini ziyâret etmek lâzım. 


Cennet bahçesini ziyâret etmek için, bir *Mü’min* in kabrine gitmeli. Hele ki büyük *Zât* ların kabrini. Onları ziyâret eden, *Feyz* lerinden de istifâde eder. 

● ● ● 

Hadîs-i şerîfde; *Bede’el İslâmü garîben ve seye’ûdü garîben. Fetûbâ lil gurabâi* buyuruluyor. Ne demek bu?


Yâni İslâmiyet, *Garip* başladı ve *Garip* devam etti. O gariplere *Müjde* ler olsun. 


Efendimiz aleyhisselâm, Eshâb-ı kirâmdan birkaç kişiyle birlikde, bir yere giderlerken, içlerinden biri; *Benim bir koyunum var, onu kesip yiyelim!* demiş. 


Eshâbdan bir tânesi; *Kesmesi benden!* demiş. Bir tânesi; *Yüzmesi benden!* demiş. Bir tânesi de; *Pişirmesi benden!* demiş. 


Efendimiz aleyhisselâm da; *Çalı çırpı toplaması da benden!* buyurmuşlar. Eshâb-ı kirâm; Yâ Resûlallah, siz istirâhat buyurun. Biz onu da yaparız, demişler. 


Efendimiz aleyhisselâm; *Siz hizmet ederken ben boş oturamam. Ben sevap kazanmıyayım mı?* buyurup kalkmışlar ve çalı çırpı toplamaya gitmiş-ler.

MÂİDE HALA

Efendi Hazretlerinin kızıdır. Yukarıdan amcazadelerden Hamîd Paşa’nın oğlu seyyid İbrahim Arvâsî beyefendi ile evli idi. Mekkî ve Enver efendilerden küçük, Münîr efendiden yaş bakımından büyük idi.

Alçak gönüllü, sevimli, konuşkan, canlı, hayat dolu bir hanımdı. Duası ve (Allah korusun) bed duâsı kabul olunanlardan idi.

Bir gün Bağlum’dan dönerken;

“Canım çekti. Şimdi Akhisar’dan birisi zeytin getirse” dedi. Eve geldiklerinde, hiç haber ve hesabta yokken, kapıda Akhisar’dan ahbabları gördüler. Bir teneke de zeytin getirmişlerdi. Böyle halleri vardı.  

2003 senesinde vefat etti. Bağlum’dadır.

(Rahmetullahi teâlâ aleyhâ”


Garbı ağabey damadı idi, kızı Gülsüm ile evli idi. Ekseriya onlarda kalırdı.

Bir gün yüz kadar sual hazırlayıp evlerine gittim. Garbî ağabey, hala ve bu fakîr oturduk. Suallerimi sordum. Efendinin ev ve aile hayatı gibi husûsî taraflarına aid suallerdi.”

(Son Halkalar I, sf 355)


Bu sualleri ve cevabları merak edenlerin,  Son Halkalar I. C, 355-361. sahifeleri okumalarını tavsiye ederiz.

Fas'tan doğan güneş

Hazret-i Hasan’ın soyundan yâni şerîflerden olan Ahmed bin İdrîs hazretleri, çok kerâmeti görülen bir velî idi. Onun en büyük kerâmeti uyanık hâlde iken de Resûlullah efendimizi görmesi ve O’ndan şifâhen salevât-ı şerîfeleri öğrenmesiydi. Kendisi şöyle anlatır: HAZRETİ HIZIR’DAN ÖĞRENDİ

Bir defâsında Resûlullah efendimizi gördüm. Yanında Hızır aleyhisselâm da vardı. Peygamber efendimiz Hızır aleyhisselâma, bana Şâziliyye yolunun dersini (edebini) öğretmesini emrettiler. O da bana Resûlullah’ın huzûrunda nasıl olunacağını öğrettiler. Daha sonra Peygamber efendimiz, Hızır aleyhisselâma sevâbı daha çok olan zikir, salevât ve istigfârları öğretmesini buyurdu. O zaman Hızır aleyhisselâm; “Onlar hangileridir yâ Resûlallah?” diye suâl etti. Peygamber efendimiz; “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah fî külli lemhatin ve nefesin adede mâ vese’ahü ilmüllah...” diye üç defâ, sonra da; “Külillâhümme innî es’elüke bi nûr-i vechillah-il-azîm.” Sonra da; “Estagfirullah el-azîm el-kerîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm. Gaffâr-üz-zünûb. Yâ zel-celâli vel-ikrâm” diye buyurdular. Sonra da Peygamber efendimiz bana; “Ey Ahmed! Yer ve göğün hazînelerini sana verdim. O da bu zikir, salevât ve istiğfârdır” buyurdular. Çok iltifât ve teveccühlere mazhar oldum.


AZRAİL ALEYHİSSELAMDAN MÜJDE

Ahmed bin İdrîs’in talebelerinden biri, Mekke-i mükerremede vefât etti. Onu Muallâ Kabristanına defnettiler. Defin esnâsında orada bulunan keşf sâhibi bir talebe, Azrâil aleyhisselâmın Cennet’ten bir yaygı ve büyük kandiller getirdiğini ve kabri göz alabildiğine genişlettiğini gördü. Bu hâle gıpta edip; “Keşke, öldüğümde benim için de Rabbim böyle bir ikrâmda bulunsa” dedi. O zaman Azrâil aleyhisselâm; “Sizden her biriniz, Allahü teâlânın sevgili kulu olan hocanız Ahmed bin İdrîs’in devamlı okumuş olduğu salevât-ı şerîfeler bereketiyle böyle ikrâm ve ihsânlara kavuşacaksınız. Bu talebe, vefat ederken hocanızın okuduğu şu salevât-ı şerîfeyi okudu” buyurdu. O büyük salevât da şöyledir: “Allahümme innî es’elüke bi nûri vechillahil azîm. Ellezî melee erkân’el azîm bi kadri azameti zâtillahil azîm fî külli lemhatin ve nefesin adede mâfî ilmillahil azîm salâten dâimeten bi devâmillahil azîm. Ta’zîmen li hakkıke yâ Mevlânâ yâ Muhammed yâ zel hulukil azîm ve sellim aleyhi ve alâ âlihî mislü zâlike vecma’ beynî ve beynehû kemâ. Cema’te beyner’rûh-ı ven-nefsi zâhiren ve bâtınen yakazaten ve menâmen. Vec’alhü yâ Rabbi rûhan lezzâtî min cemî’il vücûhi fid-dünyâ kablel âhira yâ Azîm.”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ hepimize *Hüsn-ü hâtime* nasîb eylesin. Birbirimize *Duâ* edeceğiz kardeşim. 


*İmâm-ı Rabbânî* hazretleri, talebeleriyle bir *Han* da konaklamışlar. Akşam yatmadan önce, talebelerine demiş ki: 


Bu gece, bu handa yangın çıkacak. Herkes, *Bismillâhillezî lâ yedurrü ma’asmihî şeyün fil erdı velâ fissemâi ve hüvessemî’ül alîm!* duâsını okusun. 


Hepsi de bu *Duâ* yı okumuşlar. Sabahleyin, handaki herkesin eşyâları *Yandığı* hâlde, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinin *Eşyâ* ları kurtulmuş. 


Yalnız bir *Talebe* nin eşyâsı yanmış. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, o talebeyi çağırmış ve *Sen bu duâyı okumadın mı?* diye sormuşlar. 


O da; *Efendim ben duymadım!* demiş. Meğer İmâm-ı Rabbânî hazretleri bunu söylerken, o dışarıdaymış. Duâyı okuyamadığı için, onun da eşyâları yanmış. 

● ● ● 

Efendi hazretleri, bir gün bana; *Sen öğretmen olunca talebeye bol not ver. Talebeyi sıkma, güler yüzle davran!* buyurmuşdu. Aradan yıllar geçdi. 


Bursa Askerî Lisesinde öğretmen iken, okul kumandanı birgün beni çağırdı ve *Yarın imtihânınız var. Bu imtihâna, iyi bir ahbâbımın oğlu da girecek, ona bol not ver!* dedi. 


O bahsettiği talebe, Halk partili Kars milletvekîlinin oğlu idi. *Peki efendim!* dedim. Ama, Kumandanın emrini dinlemek için değil, Efendi hazretlerinin nasîhatine uymak için *Peki* dedim. 


Bir başka üsteğmeni çağırdı. Ona da aynı şeyi söyledi. Ama o, kumandana cevâben; *Çocuk ne kadar bilirse, o kadar not veririm, hakkından fazlasını vermem!* dedi. 


Çocuk imtihana girdi. Ama pek birşey bilemedi. Herkes çocuğa *Bir-İki* verdi, ben *Yedi-Sekiz* verdim. Efendi hazretlerinin nasîhatini dinleyip *Râhat* etdim kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Sabâh erkenden *Eyüp* deki dergâha giderdim. Kapı kapalı olurdu. *Mevlânâ Hâlid* dîvânından, yüksek sesle okumaya başlardım. Efendi hazretleri işitirmiş. Şâkir Efendi’ye; *Bizim bülbül geldi, koş kapıyı aç!* buyururmuş. 


O zamanlar, ben Ankara’da vazîfeli idim. Efendi hazretleri İstanbul’da idi. Ben Ankara’dan her fırsatda gelir, Efendi’nin *Sohbet* leriyle şereflenirdim. 


Bâzan *Tren* le gelirdim. Hattâ bir keresinde tren çok kalabalıkdı. Öyle ki, kompartımanlar tamâmen *Dolu* idi. Hattâ koridorlarda bile yer *Yok* du. 

● ● ● 

Arkadaşlardan ricâm, *Kitap* okumalarıdır. Ben de arkadaşlarımı kitap yoluyla görmeği tercîh etdim. Siz, benim *Gözüm*, *Kulağım* ve *Elim* siniz. 


*Siz* olmasanız, ben bir *İşe* yaramam. Onun için kitapların dağıtılmasında yardımcı olan kardeşlerimi çok *Seviyorum* ve onlara *Duâ* ediyorum. 


Yolunu şaşırmış bir kimseyi Doğru yola çevirmek, on kâfiri *Îmâna* getirmekden daha çok *Sevap* dır. Arkadaşlarımızın, ilmihâl ve diğer kitaplarımızdan her gün bir veyâ iki *Sahîfe* okumalarını istiyorum. 


Okursanız, *Feyz* alırsınız, feyz demek, *Nûr* demekdir. Nûr, kalbe yağar ve kalbi temizler. Okudukca kalbiniz *Nûrlanır*, okuduğunuzu anlamağa başlarsınız. 


Ehl-i sünnet *Âlimleri* nin kitaplarını okuyanlar, Allahü teâlânın *Rızâsı* na ve *Sevgisi* ne mazhar olurlar. Şimdi o yolu bilen kalmadı. Ama yalancılar ve dolandırıcılar çok var her tarafda. 


Bunların sözlerine aldanmıyalım. Tesavvufu *Anlamıyan* ve büyükleri *Tanımıyan* bâzı câhillerin, din adamı şekline girdiklerini işitiyor, *Yaldızlı* kitaplarını da görüyoruz. 


Sakın onlara aldanmayınız! Onlardan, *Zehirli Yılan* dan kaçar gibi kaçınız. Elinizdeki doğru kitaplara sarılırsanız, bu *Kitaplar*, sizi maksada ulaşdıracakdır.


Cenâb-ı Hakka hamd ve senâlar olsun ki, *Küfr* ve *İrtidâd* ın istilâ etdiği bir zamanda, böyle muhabbet ve zevk, Cenâb-ı Hakkın en büyük *Lütfu* ve *İhsânı* dır. 


Hakîkati görmek, *Nûr* ile *Zulmeti* anlamak ve *Kâr* ile *Ziyânı* tefrîk edebilmek, ne büyük bir sermâye ve seâdetdir. Ehl-i sünnet üzere *Îmân* etmek, her zaman kıymetlidir. 


Fakat böyle doğru inananların azaldığı bir zamanda, *Kıymeti* daha da *Fazla* dır. Gece gündüz Cenâb-ı Hakka şükrediniz. Ve en birinci vazîfe olarak *İslâm Harfleri* ni öğreniniz kardeşim.