Âşık der incidenden,
İncinme incidenden,
Kemâlde noksân imiş,
İncinen incidenden...
Lûtfî (Alvarlı Efe Hazretleri)
Hattat: Ali Rıza Özcan
Müzehhip (süsleme): Ayşe Feyza Dikmen
Âşık der incidenden,
İncinme incidenden,
Kemâlde noksân imiş,
İncinen incidenden...
Lûtfî (Alvarlı Efe Hazretleri)
Hattat: Ali Rıza Özcan
Müzehhip (süsleme): Ayşe Feyza Dikmen
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Şu dört şey kimde varsa, hiç korkmasın. Peki, nedir o şeyler? *İlim*, *Akıl*, *Sabır* ve *Edeb*. Bunlardan ikincisi, akıl sâhibi olmak. *Akıllı* kime derler?
Hem kendisine, hem de etrâfındakilere fâidesi dokunan bir kimseye *Akıllı* denir. *Akıl* yapıcıdır, *Zekâ* yıkıcıdır.
Fakîr bir *Çöpçü*, kelime-i şehâdet getiriyorsa, *Akıllı* dır. Ama dünyâ çapında bir *Zengin*, eğer îmân etmiyorsa, *Akılsız* dır.
Üçüncüsü, *Sabır*. Allah yolunda hizmet, sabır ister kardeşim. Bu çileyi çekmiyen hiç bir *Peygamber* yokdur. Hiç bir *Âlim* yokdur, hiç bir *Velî* yokdur.
*Sevâbı* da, çekilen sıkıntının büyüklüğü oranında *Fazla* dır.
Dördüncüsü *Edeb*. Şâh-ı Nakşibend hazretleri rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: *Bu yolun başı edeb, ortası edeb, sonu da edebdir*.
Edebe riâyet etmiyen kimse, *Allah dostu* olamaz. Allahü teâlâ *Kerîm* dir, ufak bir sebeple Kerîmin *Keremi* coşar. En büyük sebep, Ona yalvarmakdır.
Müslümânlara eziyyet edilerek yapılan bir *İş* den alınan para *Hayırsız* dır. Bu yolla kazanılan *Para* dan hiç hayır gelmez.
Bu şekilde yapılan *Binâ* dan da hayr görülmez. Osmânlılar zamânında, evde *Tâmirat* yapılacağı zaman komşudan *İzin* istenirdi.
● ● ●
Kulun ne ile *Meşgûl* olduğu, Allahü teâlânın onu sevip sevmediğini gösterir. Allahü teâlânın bir kulunu sevmediğinin alâmeti, onun *Mâlâya’nî* ile uğraşmasıdır.
*Harâm* larla uğraşana, Allahü teâlânın *Sıfat* ları düşmandır. Kâfire ise, *Zâtı* düşmandır. Sıfatlarının düşman olması ile zâtının düşman olması *Farklı* şeylerdir.
● ● ●
Diğer tarîkatlerde kalbin *Zikr* etmesi için, senelerce *Çile* çekilir. Nakşibendîde ise Mürşid-i kâmilin bir *Bakışı* yeter. *Şâh-ı Nakşîbend* hazretleri, Allahü teâlâdan çabuk kavuşduran bir *Yol* istemiş.
*Muhyiddîn-i Arabî* hazretlerine, Bu makâma nasıl kavuşdun? demişler. Cevâbında; *Evliyâyı çok sevmekle!* buyurmuş.
Meselâ bir yerde *Evliyâ* bir zâtın aleyhinde konuşuluyorsa, hemen onları susdururmuş. İşte bu sebeple birgün âniden, *Kalbi* açılıvermiş.
Bu dünyâ bir *Zindan* dır. Zindanda seâdet aramaksa *Hayâl* dir. Mes'ûd görülenlerin hemen hepsi elemli ve kederlidir. *Eğlence* aramaları, bunun en büyük delîlidir.
Siret hanım Sultan
Atölyenin kıymet takdir kağıdını burada bulamadım. Zaten buraya getirmediğini biliyordum. Fakat bir kerre aradım. O kâğıt, yazdığımız istida müsveddesi ile birlikte çocukların yattığı odada; yazıhane üstündeki sümen içinde veya pencere tarafında sağdaki üst veya ikinci çekmecededir. Eğer burada yoksa Enver bey ile Altay bey'e gönderdiğimi zannediyorum. Senin gardrobunda yok mu?
Vergi 700 lira idi. 1400 lira da cezası vardı. Cezasını afvetmişler mi acaba? Cezasını afvettiler ise, 12 bin liranın vergisi 420 lira ediyor zannediyorum. Eğer bu kadar ise itiraza lüzum yok.Bunu veririz. Bunu Hikmet bey'den anlayarak ona göre hareket edilsin.
Hilmi
Not: ailesi ve Enver bey, bu vesikayı İstanbul'da bulamayıp, nerede olduğunu Hilmi efendi'den sormuşlardır. O da bu mektupta yerini tarif etmektedir.
İnsan, bir şeyi seçebilir, beğenebilir, alabilir. Meselâ evlenecekse, hanımını seçer, beğenir ve alır, ama Îmânı böyle alamaz. Peki bunu nasıl alır?
Ancak seçilirse, Îmâna kavuşur. Çünkü Allahü teâlâ, seçdiklerine verir onu. Sen îmânı seçemezsin. Cenâb-ı Hak onu, Seçdiği kullarına verir.
Velhâsıl Allahü teâlâ, Îmânı kime verecekse, ona, sevdiği bir Dostu nu tanıtır, Onu sevdirir ve onun vâsıtasıyla Îmâna kavuşdurur.
Zâten bir Allah dostu na kavuşmak demek, ona Îmân nasîb olacak demekdir.
Hüseyin Hılmi efendi “rahmetullahi aleyh”
Birinci Cihan harbi zamanları.
Van’ın Gürpınar kazası Mejingir (Yukarı Kaymaz) köyü.
Zamanın Van müftisi Muhammed Sıddık Efendi (kaddesallahu teâlâ sirreh) Mejingir suyu kenarında abdest almakta.
Sağ ayağını yıkamış, solunu yıkarken, çalıların arkasına gizlenmiş iki Ermeni komitacı kendisine ateş ederler. Kurşun sağ omuzundan girip sol böğründen çıkar. Vurulduğunu hisseden Müfti Efendi, belindeki kundaklığı çekip ateş eder. Kendisini yaralayanı vurur, öldürür. Diğerini de yaralar, eshâbı da o yaralıyı öldürürler. Müfti Efendi, birkaç saat içinde şehadet şerbetini içer. Aynı yere, Mejingir’e defn edilir.
Efendi Hazretleri bu
hadiseye çok üzülürler.
...
“Müfti Efendi” diye bahs ettiğimiz zat; Hazret-i Şeyh’in (kaddesallahu teâlâ sirreh) oğlu, Efendi Hazretlerinin (kaddesallahu teâlâ sirreh), onun tasavvufta kemâle gelmesi için bir “emanet” kabul edip yetiştirdiği ve nihayet hilafet ile şereflendirdiği tek halifesi olan Muhammed Sıddîk (kaddesallahu teâlâ sirreh) Efendi’dir.
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Bir kimse; Ben *emr-i mâruf* nasıl yapılır bilmiyorum derse, ona deriz ki: Sen bilmiyorsan, bunu bildiren *Kitap* lar var. Al onlardan dağıt. Yâni *Mâzeret* yok bu işte kardeşim.
Peygamber Efendimiz *Mîrâc* gecesi, Allahü teâlâyı *Görmek* devletiyle şereflendi ise de, bu dünyâda değildi. Cennete girdi. Oradan gördü.
Yâni, *Âhiret* te görmüş oldu. *Dünyâ* da görmedi. Dünyâda iken, dünyâdan çıktı, âhirete karıştı ve gördü. Çünkü Allahü teâlâ, bu dünyâda görülemez efendim
● ● ●
İnsan, bir şeyi seçebilir, beğenebilir, alabilir. Meselâ evlenecekse, *Hanımı* nı seçer, beğenir ve alır, ama *Îmânı* böyle alamaz. Peki bunu nasıl alır?
Ancak seçilirse, *Îmâna* kavuşur. Çünkü Allahü teâlâ, seçdiklerine verir onu. Sen îmânı seçemezsin. Cenâb-ı Hak onu, *Seçdiği* kullarına verir.
Velhâsıl Allahü teâlâ, *Îmânı* kime verecekse, ona, sevdiği bir *Dostu* nu tanıtır, Onu sevdirir ve onun vâsıtasıyla *Îmâna* kavuşdurur.
Zâten bir *Allah dostu* na kavuşmak demek, ona *Îmân* nasîb olacak demekdir.
● ● ●
*Mâlûmât-i Nâfia* diye bir kitap vardı. Efendi hazretleri bana; *Al oku bunu, fâidelidir!* buyurdu. Biz o kitâbı şimdi basdırdık. İsmini de *Fâideli Bilgiler* koyduk.
Efendi hazretleri *Tavsiye* etdi bize onu. Hep Efendi hazretlerinin beğendiği, methetdiği, tavsiye etdiği *Kitap* ları basdırdık kardeşim, elhamdülillah.
*Efendi hazretleri* ne gitdiğimde, hiç ayrılmak istemezdim yanından. Hep *Son* vapuru beklerdim. Vakit hayli ilerleyince, saate bakardım.
İçimden; *Son vapurun kalkmasına daha yarım saat var. Hele beş-on dakîka daha oturayım!* derdim, ayrılamazdım. Bir de bakardım ki, *On dakîka* var.
Bu defâ; *Olsun, koşa koşa giderim. Beş dakîka daha otursam kârdır!* derdim. Sonra bir bakardım ki, *Beş dakîka* kalmış vapurun kalkmasına.
Bu defâ da; *Kalkmıyacağım, ne olursa olsun!* derdim. İskeleye gidince bakardım ki, vapur kalkmış. Hattâ *Yarım sâat*, hattâ *Bir sâat* olmuş.
Mecbûren yürüyerek *Fâtih’e* giderdim. Beş on dakîka diyerek, vapuru kaçırırdım. Başka vâsıta da yokdu. *Gece* karanlıkda, yürüyerek *Eve* giderdim.
Sünnet üzere gusletmek!
Sual: Sünnet üzere nasıl gusledilir?
CEVAP
Gusletmek çok kolaydır. Ağzını ve burnunu suyla yıkayıp, denize veya göle girip çıkan yahut duş altında bütün vücudunu ıslatan gusletmiş olur. Önce abdest alıp, sonra bütün vücut yıkanırsa sünnete uygun olur. Gusletmek için niyet, Hanefi’de sünnet, diğer mezheplerde farzdır. Guslederken niyeti unutanın da guslü geçerli olur.
Guslederken besmele okunur. Hatta kelime-i şehadet de getirmek iyi olur. Sünnet üzere gusül abdesti almak için, önce, temiz olsa bile, iki eli ve avret yerini yıkamalıdır. Sonra bedeninde necaset varsa yıkamalı, sonra, gusle niyet ederek tam bir abdest almalı. Sonra bütün bedene üç defa su dökmelidir. Önce üç defa başa, sonra üç defa sağ omuza, sonra üç defa sol omuza dökmeli, her döküşte, o taraf tamam ıslanmalı. Birinci dökmede ovmalıdır. Gusülde, bir organa dökülen suyu, başka organlara akıtmak caiz olup, orası da temizlenir; çünkü gusülde bütün beden, bir organ sayılır. Abdest alırken bir organa dökülen suyla , başka organ ıslanırsa, yıkanmış sayılmaz. Gusül tamam olunca, tekrar abdest almak mekruhtur. Gusül ederken abdesti bozulursa, gusle zararı olmaz, fakat namaz kılmak için bir daha almak lazım olur.
Guslederken sabunlanmak, keselenmek uygun olmaz. Kirden yıkanma işini ya gusülden sonra yapmalı veya önce yapmak gerekir. İkisinin aynı anda yapılması uygun olmaz. Gusülde fazla su harcanmış olur, mekruh olur. Maliki’deyse muvalata yani aralıksız yıkamaya mani olursa gusül geçerli olmaz.
Banyoya girince önce gusledilir. Sonra kir için yıkanılır. Kir için yıkanırken ihtiyaç kadar fazla su sarf etmenin mahzuru olmaz.
Gusül abdesti alırken, namaz abdesti bozacak haller olursa (mesela kan çıksa, yellenilse, idrar çıksa vs.) gusle kalınan yerden devam edilir, abdesti bozan şey guslü bozmaz. Sadece bu abdestle namaz kılınmaz, sonra namaz abdesti almak gerekir.
Gusül ve israf
Sual: Abdestte ve gusülde, gereğinden fazla su kullanmak israf mıdır?
CEVAP
Evet. Yalnız, gusletmeden önce veya sonra, kirlerden temizlenmek için yıkanmanın mahzuru yoktur.
Vesvese
Sual: Vesveseli biriyim. Dikkat etmeme rağmen, abdestte gusülde kuru yerim kalmışsa yahut secde-i sehv yapılacakken unutmuşsam, buna benzer başka şeyleri unutmuşsam, oruçlu iken unutup yiyip içmişsem, unutarak namaz vaktini çıkarmışsam, sonra da hatırlamadığım için kaza etmemişsem, ahirette benim halim nice olur?
CEVAP
Dinimizde unutmak özürdür. Unutarak yiyip içmek orucu bozmaz, kaza da gerekmez. Unutarak namazın kazaya kalması da günah olmaz.
Abdestte, gusülde kuru yer kalmışsa, bilmediğiniz için hiç mahzuru olmaz. Acaba kuru yer kaldı mı diye defalarca yıkamak gerekmez. Bunlar vesvesedir, vesvese ise günahtır.
Guslederken konuşmak
Sual: Guslederken konuşmakta mahzur var mıdır?
CEVAP
Guslederken konuşmamak sünnettir. İhtiyaç yokken konuşmamalıdır.
Başka yerde almak
Sual: S. Ebediyye’de, (Guslettikten sonra, tekrar abdest almak mekruhtur. Abdest bozulmadan, başka yerde almak caizdir) deniyor. Başka yerde almaktan maksat nedir?
CEVAP
Guslettiği yerde değil de, başka yerdeki lavaboda abdest almak demektir. Böyle olursa, mekruh olmaz.
Gusülden sonra ayakları yıkamak
Sual: Gusülden sonra ayakları tekrar yıkamak gerekir mi?
CEVAP
Eğer ayakların altında su toplanıyorsa, çıkarken ayakları tekrar yıkamak gerekir. Su toplanmıyorsa tekrar yıkanmaz.
Pazartesi
Ve aleyküm selam kıymetli kardeşim Enver bey
Mektubunuzu okudum, harfler, kelimeler, cümleler ve ma'nâlar hepsi hoşuma gitti. Cenâb-ı Hak size her hususta terakki nasîb eylesin. Valide hanımın afiyetle avdet etdiğine, iyi olduğumuza memnun oldum. Cenâb-ı Hak iyiliklerinizi artdırsın.
Altay bey'den mektûb aldım. Onun vergileri azaltdığına memnun oldum. Fakat mahsus sert yazdım. Öyle icab ediyor. Vergileri siz yatırsanız iyi olur. Henüz bir atölyeninki gelmiş. Diğer ikisi de gelir. Bayram usta ile beraber mağazaya gidip katibten para isterseniz. Kâtibden alıp yatırırsınız.Ayrıca Eminönü maliye şu'besine de ikiyüz lira yatırılacak. Defterde sahifesini kolay bulmaları için Altay bey'den geçen seneki makbuzu istersiniz. Makbuzu gösterince sahifesini kolay bulurlar. Ankara'dan Süleyman [Kuku] ve İstanbul'dan Salahaddin [Aydın] buraya geldiler. Âkif [Güler] Efendi'nin evinde misafir kalıyorlar. Geldiklerine razı değilim. Fakat bir şey diyemiyorum.
Salahaddin'in söylediğine nazaran Hüseyn Şener memleketine gitmiş. Fakat bu hafta gelecekmiş. Eğer geldi ise ona, gelmedi ise [Tam İlmihal'i basan kitabevinin sahibi] Bozkurt Aziz beye lütfen söyleyiniz. Buraya gelen 3. Kısım cildsiz kitablarda bir forma noksan çıkıyormuş. Kitabcı söyledi. Mesela iki aded yirmiyedinci forma var. Yirmisekizinci forma yok. Aziz bey de kitapları kontrol etsin. Böyle hatalı cildler yüzde yirmi kadar imiş. Cildci hepsini bitirmedi ise hemen söylesinler dikkat etsin. Ve cildciye ceza lazım.
Seâdet-i Ebediyye kitabının ikinci kısmı ikinci tab'ı müsveddelerini tamamladım. Hepsi otuz altı forma olacak. Ercan matbaası bir formayı 80 liraya dizmişti. Bu fiyata razıyım. Çünkü Ercan bey demişti ki; başka kitabları ucuz yapıyoruz. Sizin kitab ağır, yabancı kelimeleri aynen harfi harfine dizmek için vakit gayb ediyoruz. Dediği haklıdır. Aziz bey'e benden selam ediniz. Rica ediyorum. Eğer başka matbaa bulmadı ise yine aynı fiyata Ercan matbaasına otuz altı forma, aynı kâğıda basmaya başlasınlar. Müsveddeler Hüseyn'dedir. Hüseyn [Şener] yok ise, Şâdi'den [Güngör] alırsınız. Aziz bey ne cevap verirse lütfen bana bildiriniz.
Matbaa ile geçen sefer olduğu gibi mukavelee yazılırken hepsi iki ayda tamam olacak diye yazdırılsın. Çünki iki aydan sonra tashih yapacak kimse kalmayacak dersiniz. Rica minnet ile bastırabilirsen çok iyi olur. Cenâb-ı Hakkın lütfu ile İnşaallah basılır. Sizi eziyete soktuğum için üzülüyorum. Derslerinize çalışınız. Cenâb-ı Hak din ve dünya saadetine kavuşdursun. Amin.
Hepinize selam ve dua ederim efendim.
Not: Zevcesine,1958'de vefat eden babası Ziya Akışık bey'den sirkeci'de bir iplik dokuma atölyesi intikal etmişti. Bunu, Hilmi Işık efendi vekâleten idare ederdi.
Pâdişâhın, Emîr Sultan'ın ve kızı Hundî Sultân'ın öldürülmesi için Bursa'ya asker gönderdiğini duyan Molla Fenari
Yıldırım Bâyezîd'e şu mektubu yazdı:"Mektubuma, dâimâ kullarına acıyıcı olan Allahü teâlânın adıyla başlarım. İnsanların en âcizi olan ben, Türk ve İslâm memleketlerinin koruyucusu, Osmanoğullarının övündüğü ve Hak uğruna savaş edenlerin başkanı, İslâm dîninin ve müslümanların yardımcısı olan, Pâdişâhımın ömrünün uzun olmasını ve evlâdının çoğalıp kıyâmete kadar şan ve şerefle yaşamasını Rabbimden niyâz ederim. Sultânımızın şunu bilmesi gerekir. Bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafâ'dan önce, Îsâ aleyhisselâm, kendine inananlardan üç kişiyi Hak dîne dâvet için bir beldeye göndermişti. Fakat oranın halkı, onları yalanlayıp ödürdüler. Bu cinâyeti işledikten sonra, sevinerek evlerine gittiler. Cenâb-ı Hak onların bu davranışlarından râzı olmadı ve Cebrâil aleyhisselâma, o belde üzerinde yürekleri parçalayıcı, korkunç ve keskin bir sesle haykırmasını emretti. Cebrâil aleyhisselâm haykırınca, oradakilerin hepsi bir anda öldü. Böyle büyük bir felâkete düşmekten Allahü teâlâya sığınırız.Şimdi bizim de Sultânımızdan bir ricâmız vardır. Dün öldürülmesini emrettiğiniz Emîr Sultan, Resûl-i ekremin neslinden hürmete değer bir insandır. Bu zât gibi temiz kalbli, Peygamber neslinden bir kişi, zamânımıza kadar Anadolu'ya ayak basmamıştır. Buna benzer aslı temiz bir kimseyi elleri hediyeler dolu davetçiler göndererek Buhârâ'dan Anadolu'ya getirmeye çalışsaydınız, sizin için ebedî bir şeref olurdu. Böyle yapmadığınız hâlde, mânevî irâde üzerine yurdumuza gelen bu zât dolayısıyla Peygamber efendimize yakınlık kazandığınız takdirde, dünyâ ve âhiret saâdetiniz artacaktır.Şunu da bildireyim ki, bu dâmâdınız, Peygamber efendimizin; "Ümmetimin âlimleri, İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir." buyurduğu kimselerdendir. Bizim böyle seyyidlerden gördüğümüz feyz eserlerini, hazret-i Muhammed'den sonra kimse göstermemiştir. Eğer bir daha onun başını kestirmek için asker gönderirseniz, bütün yurdumuzun felâketi olacağından şüphemiz yoktur. Son ferman sultânımızındır."Aradan günler geçtikten sonra Bursa'ya dönen Osmanlı ordusunu ve sultânı karşılayanlar arasında Emîr Sultan da vardı. Yıldırım Bâyezîd, onunla selâmlaşınca, harb meydanında askerlerle kendi yarasını saranın bu genç olduğunu anladı. Sultan, ona şifreli olarak; "O el çabukluğu ne idi?" diye sordu. Emîr Sultan; "Allah'ın kuvvet ve yardımı, o bîat edenlerin vefâ ve sadâkatlerinin üzerindedir." (Feth sûresi: 10) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. Yıldırım Bâyezîd; "Ya o mendilin yarısı ne oldu?" diye sorunca, Emîr Sultan; "Babacığım, o mendilin yarısı cebimdedir. Bendeniz dâmâdınız Muhammed Şemseddîn." dedi. Yıldırım Bâyezîd Han atından inerek onunla kucaklaştı ve gözyaşlarını tutamıyarak ikisi de ağladılar
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Şu dört şey kimde varsa, korkmasın. Nedir onlar? *İlim, Akıl, Sabır, Edeb*. Bu din, bilmek dînidir, bilmeden müslümânlık olmaz kardeşim. *İlim* sâhiplerine hürmet edilir.
Meselâ bizim arkadaşlardan *Mehmed Yücel* vardı, Allah rahmet eylesin. Daha Lisede iken *Arabî* öğrendi, *Fârisî* öğrendi.
Bir gün bâzı arkadaşlarla bir evde oturuyorduk. Kapı açıldı, bu *Mehmed* içeri girdi. O gelince ben ayağa kalkdım, diğer arkadaşlar da kalkdılar.
Tabii *Mehmed* şaşırdı, öbürleri de merak etdiler hâliyle. Ben Mehmed’e döndüm; *Kardeşim, ben sizin şahsınıza değil, ilminize ayağa kalkdım*, dedim.
● ● ●
Mürşid olgun, mürîd uygun olunca, yâni mürşid, *Kâmil* ve *Mükemmil* olunca, mürîdde de *Muhabbet* ve *Kâbiliyet* olunca, senelerin işi, sâatlere ve sâniyelere döner.
*Mürşid-i kâmil* in bir bakışı yeter. Bütün ilimlerde de aynı kâide vardır. Hoca, *Mâhir* ve *Müşfik* olursa, talebe de *Zekî* ve *Çalışkan* olunca, öğrenilmiyecek hiçbir ilim yokdur.
Efendi hazretleri bize *Husûsî* emek verirdi efendim, husûsî bir şekilde ilgilenirdi. *Abdülhakîm Efendi* hazretlerine her gitdiğimde, beni *Yanına* oturtur, *Elini* elime verirdi.
Sonra cebinden *Kâğıt* çıkarıp birşeyler yazar, yazar ve bana verip; *Al, bunu oku!* derdi. Ben de okurdum, bâzan da okuyamazdım veyâ yanlış okurdum, *Gülerdi* Mübârek.
Kendisi *Düzeltir*, doğrusunu öğretirdi. Ders vermeğe başlamadan önce bir müddet, sâdece elini tutdurup, *Sık!* derdi. Ben de sıkardım. Az sonra yorulup elimi gevşetince, tekrar *Sık!* derdi.
● ● ●
Efendi hazretlerini tanıdıkdan bir sene sonra, *Ders* okutmaya, *Arabca* öğretmeye başladı bana. Başkaları, bahçede *Namaz* vaktini beklerdi.
*Ezâna* daha yarım saat varken, Mübârek beni içeriye, odaya alır, *Arabî* öğretirdi, *Sarf* ve *Nahiv* öğretirdi. Cebinden kâğıt kalem çıkarır, üzerine birşeyler yazardı Mübârek.
Sonra bana verir ve; *Al bunları oku, ezberle!* derdi. Evvelâ kendi okurdu. O okurken, ben *Hareke* koyardım. Sonra çıkınca yolda, otobüsde, tramvayda, bunları *Okur* ve ezberlerdim.
Ertesi gün yanına gidince, *Ne yapdın?* derdi. Ezberledim efendim, derdim. *Oku bakayım!* derdi. Bir okurdum, amân ne hoşuna giderdi Mübâreğin. *Nûr* içinde yatsın.