Damadı Enver beye yazdıkları bir mektub

 Pazartesi

Ve aleyküm selam kıymetli kardeşim Enver bey

Mektubunuzu okudum, harfler, kelimeler, cümleler ve ma'nâlar hepsi hoşuma gitti. Cenâb-ı Hak size her hususta terakki nasîb eylesin. Valide hanımın afiyetle avdet etdiğine, iyi olduğumuza memnun oldum. Cenâb-ı Hak iyiliklerinizi artdırsın.

Altay bey'den mektûb aldım. Onun vergileri azaltdığına memnun oldum. Fakat mahsus sert yazdım. Öyle icab ediyor. Vergileri siz yatırsanız iyi olur. Henüz bir atölyeninki gelmiş. Diğer ikisi de gelir. Bayram usta ile beraber mağazaya gidip katibten para isterseniz. Kâtibden alıp yatırırsınız.Ayrıca Eminönü maliye şu'besine de ikiyüz lira yatırılacak. Defterde sahifesini kolay bulmaları için Altay bey'den geçen seneki makbuzu istersiniz. Makbuzu gösterince sahifesini kolay bulurlar. Ankara'dan Süleyman [Kuku] ve İstanbul'dan Salahaddin [Aydın] buraya geldiler. Âkif [Güler] Efendi'nin evinde misafir kalıyorlar. Geldiklerine razı değilim. Fakat bir şey diyemiyorum.

Salahaddin'in söylediğine nazaran Hüseyn Şener memleketine gitmiş. Fakat bu hafta gelecekmiş. Eğer geldi ise ona, gelmedi ise [Tam İlmihal'i basan kitabevinin sahibi] Bozkurt Aziz beye lütfen söyleyiniz. Buraya gelen 3. Kısım cildsiz kitablarda bir forma noksan çıkıyormuş. Kitabcı söyledi. Mesela iki aded yirmiyedinci forma var. Yirmisekizinci forma yok. Aziz bey de kitapları kontrol etsin. Böyle hatalı cildler yüzde yirmi kadar imiş. Cildci hepsini bitirmedi ise hemen söylesinler dikkat etsin. Ve cildciye ceza lazım.

Seâdet-i Ebediyye kitabının ikinci kısmı ikinci tab'ı müsveddelerini tamamladım. Hepsi otuz altı forma olacak. Ercan matbaası bir formayı 80 liraya dizmişti. Bu fiyata razıyım. Çünkü Ercan bey demişti ki; başka kitabları ucuz yapıyoruz. Sizin kitab ağır, yabancı kelimeleri aynen harfi harfine dizmek için vakit gayb ediyoruz. Dediği haklıdır. Aziz bey'e benden selam ediniz. Rica ediyorum. Eğer başka matbaa bulmadı ise yine aynı fiyata Ercan matbaasına otuz altı forma, aynı kâğıda basmaya başlasınlar. Müsveddeler Hüseyn'dedir. Hüseyn [Şener] yok ise, Şâdi'den [Güngör] alırsınız. Aziz bey ne cevap verirse lütfen bana bildiriniz.

Matbaa ile geçen sefer olduğu gibi mukavelee yazılırken hepsi iki ayda tamam olacak diye yazdırılsın. Çünki iki aydan sonra tashih yapacak kimse kalmayacak dersiniz. Rica minnet ile bastırabilirsen çok iyi olur. Cenâb-ı Hakkın lütfu ile İnşaallah basılır. Sizi eziyete soktuğum için üzülüyorum. Derslerinize çalışınız. Cenâb-ı Hak din ve dünya saadetine kavuşdursun. Amin.

Hepinize selam ve dua ederim efendim.

Not:  Zevcesine,1958'de vefat eden babası Ziya Akışık bey'den sirkeci'de bir iplik dokuma atölyesi intikal etmişti. Bunu, Hilmi Işık efendi vekâleten idare ederdi.

MOLLA FENARİ'NİN YILDIRIM'A MEKTUBU

 Pâdişâhın, Emîr Sultan'ın ve kızı Hundî Sultân'ın öldürülmesi için Bursa'ya asker gönderdiğini duyan Molla Fenari

Yıldırım Bâyezîd'e şu mektubu yazdı:"Mektubuma, dâimâ kullarına acıyıcı olan Allahü teâlânın adıyla başlarım. İnsanların en âcizi olan ben, Türk ve İslâm memleketlerinin koruyucusu, Osmanoğullarının övündüğü ve Hak uğruna savaş edenlerin başkanı, İslâm dîninin ve müslümanların yardımcısı olan, Pâdişâhımın ömrünün uzun olmasını ve evlâdının çoğalıp kıyâmete kadar şan ve şerefle yaşamasını Rabbimden niyâz ederim. Sultânımızın şunu bilmesi gerekir. Bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafâ'dan önce, Îsâ aleyhisselâm, kendine inananlardan üç kişiyi Hak dîne dâvet için bir beldeye göndermişti. Fakat oranın halkı, onları yalanlayıp ödürdüler. Bu cinâyeti işledikten sonra, sevinerek evlerine gittiler. Cenâb-ı Hak onların bu davranışlarından râzı olmadı ve Cebrâil aleyhisselâma, o belde üzerinde yürekleri parçalayıcı, korkunç ve keskin bir sesle haykırmasını emretti. Cebrâil aleyhisselâm haykırınca, oradakilerin hepsi bir anda öldü. Böyle büyük bir felâkete düşmekten Allahü teâlâya sığınırız.Şimdi bizim de Sultânımızdan bir ricâmız vardır. Dün öldürülmesini emrettiğiniz Emîr Sultan, Resûl-i ekremin neslinden hürmete değer bir insandır. Bu zât gibi temiz kalbli, Peygamber neslinden bir kişi, zamânımıza kadar Anadolu'ya ayak basmamıştır. Buna benzer aslı temiz bir kimseyi elleri hediyeler dolu davetçiler göndererek Buhârâ'dan Anadolu'ya getirmeye çalışsaydınız, sizin için ebedî bir şeref olurdu. Böyle yapmadığınız hâlde, mânevî irâde üzerine yurdumuza gelen bu zât dolayısıyla Peygamber efendimize yakınlık kazandığınız takdirde, dünyâ ve âhiret saâdetiniz artacaktır.Şunu da bildireyim ki, bu dâmâdınız, Peygamber efendimizin; "Ümmetimin âlimleri, İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir." buyurduğu kimselerdendir. Bizim böyle seyyidlerden gördüğümüz feyz eserlerini, hazret-i Muhammed'den sonra kimse göstermemiştir. Eğer bir daha onun başını kestirmek için asker gönderirseniz, bütün yurdumuzun felâketi olacağından şüphemiz yoktur. Son ferman sultânımızındır."Aradan günler geçtikten sonra Bursa'ya dönen Osmanlı ordusunu ve sultânı karşılayanlar arasında Emîr Sultan da vardı. Yıldırım Bâyezîd, onunla selâmlaşınca, harb meydanında askerlerle kendi yarasını saranın bu genç olduğunu anladı. Sultan, ona şifreli olarak; "O el çabukluğu ne idi?" diye sordu. Emîr Sultan; "Allah'ın kuvvet ve yardımı, o bîat edenlerin vefâ ve sadâkatlerinin üzerindedir." (Feth sûresi: 10) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. Yıldırım Bâyezîd; "Ya o mendilin yarısı ne oldu?" diye sorunca, Emîr Sultan; "Babacığım, o mendilin yarısı cebimdedir. Bendeniz dâmâdınız Muhammed Şemseddîn." dedi. Yıldırım Bâyezîd Han atından inerek onunla kucaklaştı ve gözyaşlarını tutamıyarak ikisi de ağladılar

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Şu dört şey kimde varsa, korkmasın. Nedir onlar? *İlim, Akıl, Sabır, Edeb*. Bu din, bilmek dînidir, bilmeden müslümânlık olmaz kardeşim. *İlim* sâhiplerine hürmet edilir. 


Meselâ bizim arkadaşlardan *Mehmed Yücel* vardı, Allah rahmet eylesin. Daha Lisede iken *Arabî* öğrendi, *Fârisî* öğrendi. 


Bir gün bâzı arkadaşlarla bir evde oturuyorduk. Kapı açıldı, bu *Mehmed* içeri girdi. O gelince ben ayağa kalkdım, diğer arkadaşlar da kalkdılar. 


Tabii *Mehmed* şaşırdı, öbürleri de merak etdiler hâliyle. Ben Mehmed’e döndüm; *Kardeşim, ben sizin şahsınıza değil, ilminize ayağa kalkdım*, dedim. 

● ● ● 

Mürşid olgun, mürîd uygun olunca, yâni mürşid, *Kâmil* ve *Mükemmil* olunca, mürîdde de *Muhabbet* ve *Kâbiliyet* olunca, senelerin işi, sâatlere ve sâniyelere döner. 


*Mürşid-i kâmil* in bir bakışı yeter. Bütün ilimlerde de aynı kâide vardır. Hoca, *Mâhir* ve *Müşfik* olursa, talebe de *Zekî* ve *Çalışkan* olunca, öğrenilmiyecek hiçbir ilim yokdur. 


Efendi hazretleri bize *Husûsî* emek verirdi efendim, husûsî bir şekilde ilgilenirdi. *Abdülhakîm Efendi* hazretlerine her gitdiğimde, beni *Yanına* oturtur, *Elini* elime verirdi. 


Sonra cebinden *Kâğıt* çıkarıp birşeyler yazar, yazar ve bana verip; *Al, bunu oku!* derdi. Ben de okurdum, bâzan da okuyamazdım veyâ yanlış okurdum, *Gülerdi* Mübârek. 


Kendisi *Düzeltir*, doğrusunu öğretirdi. Ders vermeğe başlamadan önce bir müddet, sâdece elini tutdurup, *Sık!* derdi. Ben de sıkardım. Az sonra yorulup elimi gevşetince, tekrar *Sık!* derdi.

● ● ● 

Efendi hazretlerini tanıdıkdan bir sene sonra, *Ders* okutmaya, *Arabca* öğretmeye başladı bana. Başkaları, bahçede *Namaz* vaktini beklerdi. 


*Ezâna* daha yarım saat varken, Mübârek beni içeriye, odaya alır, *Arabî* öğretirdi, *Sarf* ve *Nahiv* öğretirdi. Cebinden kâğıt kalem çıkarır, üzerine birşeyler yazardı Mübârek.


Sonra bana verir ve; *Al bunları oku, ezberle!* derdi. Evvelâ kendi okurdu. O okurken, ben *Hareke* koyardım. Sonra çıkınca yolda, otobüsde, tramvayda, bunları *Okur* ve ezberlerdim. 


Ertesi gün yanına gidince, *Ne yapdın?* derdi. Ezberledim efendim, derdim. *Oku bakayım!* derdi. Bir okurdum, amân ne hoşuna giderdi Mübâreğin. *Nûr* içinde yatsın.

Duâlarının neticesi yanlız bu olursa yetmez mi?

 _İbrâhim-i Edhem’den (kuddise sirruh), sordular ki;_


_Allahu teâlâ:_ *“Ey kullarım, benden isteyiniz, kabûl ederim, veririm”* _buyuruyor. Halbuki, istiyoruz, vermiyor._


_*Cevâb buyurdu ki;_*


* Allahu teâlâyı çağırırsınız, ona itâat etmezsiniz. 

* Peygamberi (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) tanırsınız, ona uymazsınız. 

* Kur’ân-ı kerîmi okursunuz, gösterdiği yolda gitmezsiniz. *Cenâb-ı Hakkın ni’metlerinden faydalanırsınız, ona şükretmezsiniz. 

* Cennetin ibâdet edenler için olduğunu bilirsiniz, hazırlıkta bulunmazsınız. 

* Cehennemi âsîler için yarattığını bilirsiniz, ondan sakınmazsınız.

* Babalarınızın, dedelerinizin ne olduklarını, görür, ibret almazsınız. 

* Ayıbınıza bakmayıp, başkalarının ayıblarını araştırırsınız. 


*_Böyle olan kimseler, üzerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına, gökten ateş yağmadığına şükretsin! Daha ne isterler. Duâlarının neticesi yanlız bu olursa, yetmez mi?

Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin kayınpederi Yusuf Ziya Akışık beye yazdığı bir mektûb

 6 Zilhicce 1365 Perşembe [31.10.1946]

Aleyküm selam sevgili beybabacığım

Bugün Perşembe olub kimyahanede şu mektubu yazıyorum. Birkaç gündür hep evde idim. Yarın da evde olacağım. Şehzadeye [mahdumları Abdülhakim beye] bakacağım.[Zevcem] Siret sultan, komşu kadın ile çarşıya çıkacaklar. Lehülhamd her üçümüz de iyiyiz. Şehzadenin öksürüğü kalmadı. İlaca yine devam ediyoruz. Sultan da iyidir. Evin temizliğini tamamladı. İşleri yoluna koydu. Şimdi rahat rahat günlük işlerle meşgul oluyor. Bendeniz de kâh evde, kâh kimyahanede enfâs-ı ma'dûdeyi ikmal etmekde [sayılı nefesleri tamamlamaya] devam üzre olub, halimize şükrler ve sizlere dualar ederiz. Yeni hatm-i şeriflere başladık. Her gece müyesser olduğu kadar okuyoruz.

Bu sene mübarek kurban bayramını İlk olarak sizlerden ayrı geçireceğiz. Her sene sizin ve mübarek hanımannemin [kayınvalidemin] muhterem ellerinizi öperek muâyede [bayramlaşma] nasib oluyordu. Bu sene uzakdan selamlarımızı ve tebriklerimizi takdim ediyoruz. Siret sultan da çok müteessirdir. Lakin Cenâb-ı Hak cümlemize ömürler ve sıhhat ve afiyet ihsan etsin de, sayılı günler çabuk geçer. Konya, Erzurum gibi İstanbul'dan çok uzak yerlerde olmak, mektûb ve havadis dahi günlerce sürme düşünülürse halimize şükr ederek, beterlerini düşünmek Cenâb-ı Hakkın lutfu ve hikmetlerini rıza ile karşılamak, üzülmemek lazım geliyor. Din ve sıhhat yolunda oldukça hiçbir şeye üzülmemek lazımdır, diyorum. Fakat hepimiz insanlık ve za'f-ı beşerî saikasıyla [insani zayıflık sebebiyle] hakikatini bildiğimiz halde bu ufak ve muvakkat hasretlere üzülmemek elden gelmiyor. Rabbimiz kerim olduğundan bizim bu teessürlerimizi kendisine itiraz kabul etmeyib acz-i beşerimize haml ederek [insani acizliğimize yükleyerek] afv buyursun.

İnşallah iki bayramları elemsiz, kedersiz olarak bir arada geçirmek nasib olur. Siret ile beraber bu mübarek bayram-ı şerifi tebrik ederek siz sevgili pederimin ve muhterem hanımannemin hakkında mübarek olmasını acizane dualar eder ve bu mübarek günlerde bizlere bilhassa hayırlı dualar etmenizi istirham ederiz.Şehzade, yeni türkü ve çağrımlarla bizi eğlendirmektedir. Sizler de, bizim bu aciz yazılarımızı okuyarak, sıhhat ve selamet haberlerimizi görerek neş'eli ve sürurlu günler geçiriniz. Her üçümüz tekrar tekrar mübarek ellerinizden öperek hayırlı dualarınızı istirham ederiz, çok sevgili beybabacığımız.

Oğlunuz Hüseyn Hilmi Işık

Yahya bin Muaz Hazretlerinin bir münacatı

 Yahya bin Muaz Hazretleri, bir münacatında (Allahü tealaya yalvarıp dua ederken) şöyle buyurdu: "İlahi! Geceler ancak sana yalvarmak ile, gündüzler senin taatin ile dünya senin zikrin ile ahiret senin affın ile Cennet cemalini görmekle güzel olur."

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Eshâb-ı kirâm, Resûlullah Efendimizi çok seviyorlardı. İçlerinden diyorlardı ki: 


*Onun Cennetdeki derecesi çok yüksek olur, bizimkiyse aşağıda kalır. Bu yüzden Cennetde Resûlullahı göremeyiz*.


Böyle diyorlardı ve bunu düşünüp, çok üzülüyorlardı. Hattâ aralarında bu *Mevzû* yu konuşup dertleşirlerdi. 


Ne zaman ki Efendimiz bir *Müjde* verdi onlara. O zaman sevinçlerinden hepsi bayram etdiler. Neydi o müjde? *Bu yolda ehil, nâ ehil, berâberdir!* 


Ne demek bu? Yâni dünyâda birbirini sevenler, âhirette, *Cennetde* de ayrılmıyacaklar. Bu *Ehil* dir, şu *Ehil* değildir, diye ayırım yok. Yeter ki *Sevsin*, sevenlerin hepsi, berâberdir. 


Öyleyse biz de, *Allah Dostları* nı seversek, âhiretde onlarla berâber oluruz efendim. *Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî* hazretleri öyle buyuruyor.

● ● ● 

*Mehmed Ma’sum* hazretleri, bir gün talebeleriyle bir yerde oturmuş konuşuyorlar. Mevzû *Yaş* dan açılınca, talebelerine sıra ile; 


*Sen kaç yaşındasın?* diye sormaya başlıyor. Orada, *Sâdullah* adındaki bir talebesi, bir yerde *Vâli* imiş ve hocası Mehmed Ma’sum hazretlerini çok seviyormuş. 


Mübârek, ona da soruyor ki: *Sâdullah, sen kaç yaşındasın?* Sâdullah da cevâben; *Üç yaşındayım efendim*, diyor. 


O böyle deyince herkes şaşırıyor tabii. Anlıyamıyorlar. *Üç yaşında adam olur mu?* diyorlar. Sâdullah, onların hayret etdiklerini görünce, hocasına dönüyor.


Ve diyor ki: Efendim, bendeniz *Zât-ı âlînizi* tanıyalı *Üç sene* oldu. Ondan evvel *Hayvan* gibiydim. Ondan evvelki ömrümü, *Ömür* den saymıyorum. 


Böyle diyor. İşte o *Büyük* leri tanımak, görmese bile kitaplarını okuyarak o zâtı *Sevmek*, çok büyük *Ni’met* dir. Böyle şanslı ve tâlihli kullar, *Evliyâ* olurlar. 

 ● ● ● 

Kalp, Beytullahdır. Allahü teâlâ; *Ben yerlere göklere sığmam, ama mü’min kulumun da kalbinden çıkmam!* buyuruyor. 


Onun için kalp, Beytullahdır. Ne demek Beytullah? Yâni *Allahın evi*. Mâdem ki; *Kalpden hiç çıkmam* diyor, o hâlde kalp, *Allahın Evi* dir. 


Onun için Beytullahı, yâni hiç kimsenin *Kalbini* kırmıyacağız kardeşim. Hattâ *Kâfir* in kalbini bile kırmak *Câiz* değil. Meselâ kâfire; *Sen kâfirsin!* demiyeceğiz. 


Kalp kırmak yok. Kızdığı zaman, gücü kuvveti olduğu hâlde, hiç karşılık vermiyen, intikam almıyan kimse, kıyâmetde istediği *Cennet köşkü* ne gidecek. 

 

Ama bu, kolay değil. Herkes yapamaz bunu. Velhâsıl kızdığı zaman kalp kırmıyan kimse, *Ehl-i Cennet* dir. Yâni âhirette *Cennete* gidecek kardeşim.

İbrahim Aleyhisselam'ın duası

İbrahim aleyhisselam;

*“Elhamdü lillahi kable külli ehad, vel hamdü lillahi bade külli ehad, el hamdü lillahi ala külli hâl”*
diye dua edince, Hak teâlà;

_*“Ya Cebrail,dostuma selam söyle! O üç kelamı üç defa söyledi, ben azimüşan da, ona kırk defa kabul olunmuş nafile HAC  sevabını verdim. Bu duayı okuyan her Müslümana da, aynı sevabı ihsan ederim”*_ buyurdu. (Miftah-ül cennet)

*Elhamdü lillahi kable külli ehad; *
“Her şeyden önce Allahü teâlâya hamd ederim.”

*El hamdü lillahi bade külli ehad;*
“Her şeyden sonra Allahü teâlâya hamd ederim.”

*El hamdü lillahi ala külli hâl;*
“Her halükârda Allahü teâlâya hamd ederim.”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir toplulukda, Cenâb-ı Hakkın *Sevdiği* biri varsa, onun hürmetine diğerleri de, onunla berâber *Cennete* girecek. Ne büyük *Ni’met* efendim. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât’ın birçok yerinde; *Allahü teâlânın, bir kuluna ihsân edeceği en büyük ni’met, ona, sevdiği bir kulunu tanıtmasıdır!* buyuruyor. 


Bu dünyâda, kim *Kimi* severse, âhiretde de *Onun* yanında olacak. Ne güzel işte. Eshâb-ı kirâm, bu *Müjde* ye o kadar sevinmişler ki, hiç birşeye, bu kadar sevinmemişler. 


Dînimizi öğreneceğiz kardeşim. İslâmiyetin en büyük düşmanı *Cehâlet* dir. Efendimiz aleyhisselâm ne buyuruyor? *Beşikden mezara kadar ilim öğreniniz!* diyor. İlim öğrenmek farzdır. 


Farzları öğrenmek *Farz*, vâcibleri öğrenmek *Vâcib*, sünnetleri öğrenmek *Sünnet*, harâmları öğrenmek de *Farz* dır. Öğreneceğiz ki, sakınacağız. 


*Taleb-ül ilmi farîzatün alâ külli müslimin ve müslimetin*. Ne demek bu? Yâni müslümânların, erkek olsun, kadın olsun, ilim öğrenmesi *Farz* dır, diyor Peygamber Efendimiz. 


Ben yedi yaşından beri *Kitap* okuyorum, hâlâ da okuyorum. Kitap okumadan duramıyorum, gece gündüz okuyorum. Bizim kitaplarımız çok *Kıymetli*. Niçin çok kıymetli? 


Çünkü içinde, bana âit hiçbir *Yazı* yok da onun için. Hepsi, büyük âlimlerin sözleri. *Pırlanta* nın yanında, *Cam parçası* nın kıymeti olur mu? 


Abdülhakîm Efendi hazretleri, bize hangi *Kitâbı* tavsiye etdi ise, medh etdi ise, o kitâbı aldım, o kitapdan *Tercüme* etdim kardeşim. 


Beni Ankara’ya *Tâyin* etmişlerdi. Efendi hazretleri bana mektup gönderirdi. Bir mektûbunda; *Azîz Hilmi* diye başlıyor mektûba. Azîz ne demek? *Sevimli* demek. 


İçinde diyor ki: *Bir zaman gelecek, din bilgileri Hilmi’den sorulacak*. Evde saklıyorum o mektûbu. Şimdi hakîkaten bütün dünyâ bize soruyor kardeşim. 


Ben, öğrendiğim herşeyi *Abdülhakîm Efendi* hazretlerinden öğrendim. Maddî mânevî, elime geçen herşey, Onun *Bereketi* yle olmuşdur. Senelerce bana *Arabca* öğretdi kardeşim.

Herkes Kur’ân-ı kerimi anlayabilir mi?

Ehl-i sünnet olmayan, Arabiyi çok iyi bilse de, Kur’ân-ı kerimi doğru anlayamaz.

Sual: Herkesin Kur’ânı anlayabileceği söyleniyor. Gerçekten Kur’ân-ı kerimi herkes anlayabilir mi?

Cevap: Konu ile alakalı olarak Hâce Muhammed Pârisâ hazretleri, Tuhfet-üs-sâlikîn kitabında, İmam-ı Gazâlî hazretlerinden alarak buyuruyor ki:

“Üç kimse, Kur’ân-ı kerimin manasını anlayamaz: Birincisi, Arabiyi iyi bilmeyen ve tefsir okumamış olan cahil. İkincisi, büyük bir günaha devam eden fasık. Üçüncüsü, itikat bilgilerinden birini yanlış anlayıp, anladığına uymadığı için, hak sözü kabul etmeyen bidat sahibi.”

Ehl-i sünnet itikadından ayrılmak büyük günahtır. Bunun için bidat sahibi olan Kur’ân-ı kerimin manasını anlayamaz. Çünkü bidatin zulmeti kalbi karartır. Görülüyor ki, Ehl-i sünnet mezhebinde olmayan, Arabiyi çok iyi bilse de, Kur’ân-ı kerimi doğru anlayamaz. Yanlış anladıklarını yazarak, herkesi felakete sürükler.

Sual: Bir sıkıntı, ihtiyaç olduğu zaman, başlanmış oruç bozulabilir mi?

Cevap: İhtiyaç, sıkıntı olunca, orucu bozmak caiz olur. Bahr-ür-râıkda deniyor ki:

“Bir ibadete başlayınca, bunu özür olmadan bozmak haramdır. Farz olan orucu bozmak için sekiz özür vardır: Hastalık, sefere çıkmak, ikrah yani zalimin zorlaması, kadının hamile olması, çocuk emzirmek, açlık, susuzluk ve ihtiyarlık.”

Sual: Erkeklerin, kadınlar gibi her renkte elbise giymelerinin, dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?

Cevap: Erkeklerin de her renk elbise giymeleri caiz ise de, kırmızı, sarı elbise giymeleri tenzihen mekruh denildi. Başlık ve takkenin kırmızı ve sarı renklerde dahi mekruh olmadığı söz birliği ile bildirildi. Resulullah efendimizin ayakkabısının siyah olduğu, Şir'at-ül-islâm şerhinde yazılıdır.

Sual: Namaz kılarken ceketi, gömleği giymeden omuza alarak bu şekilde namaz kılmanın mahzuru olur mu?

Cevap: Elbiseyi giymeyip, omuzlarına alarak namaz kılmak mekruhtur.

Sual: İmamlık yapmayı ve din bilgisi öğretmeyi, ücret karşılığında yapmanın dinimizce mahzuru var mıdır?

Cevap: Ezan okumak, imamlık yapmak, Kur’ân-ı kerim ve mevlid okumak, din bilgisi öğretmek için ücret almak caiz değil ise de, imamlık, müezzinlik ve ilim öğretmek için ücret almaya izin verilmiştir.

Sual: Namazda kıraat olarak Kur’ânın tercümesi okunabilir mi?

Cevap: Kıraatte, Kur’ân-ı kerimin tercümesini okumak caiz değildir.

Enver abi benim mutlak vekilimdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Enver âbi* benim mutlak *Vekîlim* dir. O bir şey söyleyince, onu *Ben* söylemiş olurum. Ben öldükden sonra da vekîlimdir. Benim vekîlim bir tâne, o da belli, *Enver âbi*. 


Bir işi *Vekîl* yapınca, o işi *Asıl* yapdı denir. Allahü teâlâ, Enver âbiyi bize yardımcı yaratdı. Sizi de hepinizi, Enver âbi ye yardımcı yaratdı. 


Bülbülsüz kafes nasıl olur? Enver âbisiz *Gazete*, bülbülsüz *Kafese* benzer. 


İnşallah bugün *Bülbül* gelir Amerika’dan. Sıhhatle, selâmetle gelir de, kafesimiz şenlenir. Gazete şenlenir inşâallah. Allahü teâlâ buyuruyor ki: 


*Ben affedeceğim, fakat afv olmayı istiyen afv olur, mağfiret istiyen mağfiret olur. Siz istiğfâr okuyun ki, ben de sizi afv edeyim!* diyor. 


Onun için Allahü teâlâdan *Ümit* kesmek olmaz. Hattâ O’nun mağfiretinden ümit kesmek, *Küfr* olur mâzallah. 


Ne büyük *Ni’met* yâ Rabbî! Elhamdülillah. İslâm âlimlerinin kitapları dünyâya yayılıyor. Arkadaşlar gitmişler Beşiktaş’da bir *Kur’ân kursu* na. 


Kursta, *Bin talebe* varmış. Herbirine kitaplarımızdan birer tâne vermişler. Kitaplarımız *Bin eve* giriyor, ne büyük *Ticâret*, ne büyük *Kazanç*. 


Allahü teâlâ bu hizmetleri kime nasîb etdiyse, gece gündüz *Şükr* etsin kardeşim. Bu kitapları basdıranlar, yükliyenler, yayanlar, götürenler, hepsi *Sevap* kazanıyorlar. 


Şoförleri dahî bu *Hizmet* lere, bu *Sevap* lara dâhil. Ne büyük hizmet yâ Rabbî! 


Hele bu *Fitne* zamânında, bu hizmetleri yapmak, cenâb-ı Hakkın çok büyük bir *Lutf-ü ihsânı* kardeşim. Çok seviniyoruz, çook. 


Öyle ki, *Sevincim* den dünyâyı unutdum. Hiç, dünyâ varmış, yokmuş, hâtırıma gelmedi, o kadar çok *Sevindim*, elhamdülillah. 

● ● ● 

Hastalıklar, Cenâb-ı Hakkın mü’minlere lutfüdür. Âhiretde; *Âh keşke biraz daha hastalık çekseydim de, daha çok ni’mete kavuşsaydım!* diyecekler. 


Cenâb-ı Hak’dan gelen her şey, bize *Şer* gibi gelse de, aslında *Hayr* dır. Yeter ki, biz sebebiyet vermiyelim. 


Kur’ân-ı kerîmde; *Ve mâ zalemehümullah!* buyuruluyor. Yâni Allahü teâlâ kullarına *Zulm* etmez. *Kötülük* yapmaz, *Zarar* vermez. 


*Ve lâkin kânû enfüsehüm yazlimûn!* Ve lâkin onlar, benim emir ve yasaklarıma uymadıkları için, kendi kendilerine *Zulm* ediyorlar.