Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsan, ya bu *Büyük* leri, kalbine koymalı veyâ kendisi, o büyüklerin *Kalbine* girmeli kardeşim. Bunun gibi, *Allahü teâlâ* bizi sevmeseydi, biz *Onu* sevemezdik. 


Kur’ân-ı kerîmde var bu. *Radıyallahü anhüm ve radû anh!* buyuruluyor. Ne demek bu? Yâni Allahü teâlâ onlardan *Râzı* dır, onlar da Allahü teâlâdan *Râzı* dırlar. 


Önce, Allahü teâlânın *Râzı* olduğu zikrediliyor. Elhamdülillah, Efendi hazretleri bizi *Sevdi*, biz de *Onu* Sevdik. O bizi sevmeseydi, biz de *Onu* sevemezdik. 

● ● ● 

*Namaz* kılarken bir şey düşünmemek için; Bu kıldığı namâzın *Ayıplı* ve *Kusur* lu olduğunu, Cenâb-ı Hakka *Lâyık* olmadığını düşünmelidir. 


Dost düşman ayırmaksızın, herkese *Tatlı* dil ve *Güler* yüz göstererek muâmele etmek, birinci *Vazîfe* mizdir.


Bir kimse, birine *İyilik* etse. Ama bir zaman sonra ona *Kızıp*, bu iyiliği harâm etse, yâni, *Haram olsun!* dese, harâm olmaz. Üstelik, yapdığı iyiliğin sevâbından *Mahrum* kalır. 

● ● ● 

Biz de *Seâdet-i Ebediyye* kitâbını elimizden bırakmıyoruz kardeşim. İslâm âlimlerinin, Allahü teâlânın sevdiği o *Büyük* lerin yazılarını, bu kitapdan okuyarak, bilgimizi artdırıyoruz.


Olgunlaşmağa çalışıyoruz. Biz de *Sizin* gibi, zulmetli dalâletler içinde çırpınıyoruz. Dertlerimize *Devâ* yı, ancak *Seâdet-i Ebediyye* kitâbında bulabiliyoruz. 


Her türlü *Nasîhat*, o kitapda yazılıdır. Bizim, onlara bir şey *İlâve* etmeğe haddimiz ve salâhiyyetimiz yokdur. Size hakîkî *Mürşid*, o kitapdır. 


Başka birşey aramayın. Cenâb-ı Hak, size ihsân etdiği *Ni'met* ini artdırsın. Allahü teâlâ; *Ni'metin* kıymetini bilip *Şükr* edenlere, ni'metlerini artdıracağını *Va'd* buyurmuşdur. 


Allahü teâlânın *Sevdiği* seçilmiş zâtların kitaplarını okumakla şereflenmek, *Ni'met* lerin en büyüğü, ve en *Kıymet* lisidir. 


Bu *Büyük* lerin kitâbını okuyunca, *Lezzet* almak seâdetine kavuşan bir *Kimse*, dünyânın neresinde olursa olsun, kimlerin arasında bulunursa bulunsun, *Yalnız* değildir.


*Garip* değildir. Niçin? Çünkü o kişi, hep o *Büyük* lerle berâberdir. O büyüklerin yazılarının okunduğu ve isimlerinin anıldığı yere *Rahmet* yağar kardeşim.

Allahü teâlâya itâ’at için, Resûlüne itâ’at lâzımdır

 İhlâs ile, ya’nî Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşmak ve sevâb kazanmak niyyeti ile, farzları, sünnetleri yapmağa ve harâmlardan ve mekrûhlardan kaçınmağa, ya’nî ahkâm-ı islâmiyyeyi yerine getirmeğe (İbâdet etmek) denir. Niyyetsiz, ibâdet olamaz. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olmak için, önce îmân etmek, sonra ahkâm-ı islâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak lâzımdır.


Îmân etmek, Ona tâbi’ olmağa başlamak ve se’âdet kapısından içeri girmek demekdir. Allahü teâlâ Onu, dünyâdaki bütün insanları se’âdete da’vet için gönderdi ve Sebe’ sûresi, yirmisekizinci âyetinde meâlen, (Ey sevgili Peygamberim “sallallahü aleyhi ve sellem”! Seni, dünyâdaki bütün insanlara ebedî se’âdeti müjdelemek ve bu se’âdet yolunu göstermek için, beşeriyyete gönderiyorum) buyurdu.]


Meselâ, Ona uyan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, Ona uymaksızın, birçok geceleri ibâdetle geçirmekden, katkat dahâ kıymetlidir. Çünki, (Kaylûle) etmek, ya’nî öğleden önce biraz yatmak âdet-i şerîfesi idi.

Meselâ, Onun dîni emr etdiği için, bayram günü oruc tutmamak ve yiyip içmek, Onun dîninde bulunmayıp senelerce tutulan oruclardan dahâ kıymetlidir. Onun dîninin emri ile fakîre verilen az bir şey ki, buna zekât denir, kendi arzûsu ile, dağ kadar altın sadaka vermekden dahâ efdaldir. Emîr-ül-mü’minîn Ömer “radıyallahü anh”, bir sabâh nemâzını cemâ’at ile kıldıkdan sonra, cemâ’ate bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshâbı dediler ki, geceleri sabâha kadar ibâdet ediyor. Belki şimdi uyku basdırmışdır. Emîr-ül-mü’minîn buyurdu ki, (Keşki bütün gece uyuyup da, sabâh nemâzını cemâ’at ile kılsaydı, dahâ iyi olurdu). İslâmiyyetden sapıtmış olanlar, sıkıntı çekip ve mücâhede edip, nefslerini körletiyor ise de, bu dîne uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakîrdir. Eğer bu çalışmalarına ücret hâsıl olursa, dünyâda birkaç menfe’atden ibâret kalır. Hâlbuki, dünyânın hepsinin kıymeti ve ehemmiyyeti nedir ki, bunun bir kaçının i’tibârı olsun. Bunlar, meselâ çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesden dahâ çok çalışır ve yorulur. Ücretleri de herkesden aşağıdır. Ahkâm-ı islâmiyyeye tâbi’ olanlar ise, latîf cevâhir ve kıymetli elmaslar ile meşgûl olan mücevherciler gibidir. Bunların işi az, kazancları pek çokdur. Ba’zan bir sâatlik çalışmaları, yüzbinlerce senenin kazancını hâsıl eder. Bunun sebebi şudur ki, ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olan amel, Hak teâlânın makbûlüdür, mardîsidir, çok beğenir.


[Böyle olduğunu kitâbının çok yerinde bildirmişdir. Âl-i İmrân sûresi, otuzbirinci âyetinde meâlen, (Ey sevgili Peygamberim “sallallahü aleyhi ve sellem”! Onlara de ki, eğer Allahü teâlâyı seviyorsanız ve Allahü teâlânın da, sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi’ olunuz! Allahü teâlâ bana tâbi’ olanları sever) buyuruldu.]


İslâmiyyete uymıyan şeylerin hiç birisini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen, beğenilmeyen şeye sevâb verilir mi? Belki cezâya sebeb olur.


2 — Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmde, Nisâ sûresi, sekseninci âyetinde, Muhammed aleyhisselâma itâ’at etmenin, kendisine itâ’at etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, Onun Resûlüne “sallallahü aleyhi ve sellem” itâ’at edilmedikce, Ona itâ’at edilmiş olmaz. Bunun pek kat’î ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerîmede (Elbette muhakkak böyledir) buyurdu ve ba’zı doğru düşünmiyenlerin, bu iki itâ’ati birbirinden ayrı görmelerine meydân bırakmadı. Allahü teâlâ, yine Nisâ sûresinin yüzellinci ve yüzellibirinci âyet-i kerîmelerinde meâlen, (Kâfirler, Allahü teâlânın emrleri ile Peygamberlerinin emrlerini birbirinden ayırmak istiyorlar. Yehûdîler diyor ki, biz Mûsâ aleyhisselâma inanırız. Îsâ ile Muhammed aleyhimesselâma inanmayız. Hıristiyanlar ise, yalnız Îsâ aleyhisselâma inanıp, Ona, hâşâ, Allahü teâlânın oğlu diyor. Bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. Onların hepsi kâfirdir. Kâfirlerin hepsine Cehennem azâbını, çok acı azâbları hâzırladık) buyurarak, bunlardan şikâyet etmekdedir.


3 — Se’âdet-i ebediyyeye kavuşmak için, müslimân olmak lâzımdır. Müslimân olmak için, hiçbir formaliteye, müftîye, imâma gitmeğe lüzûm yokdur. (Makâmât-i mazheriyye) onikinci faslında diyor ki, (Allahü teâlâya ve Resûlüne ve Onun Allahü teâlâdan getirdiklerinin hepsine inandım. Allahü teâlânın ve Resûlünün dostlarını severim ve düşmanlarını sevmem demek kâfîdir. Her bilgiyi delîl ile isbât etmek, ya’nî Kur’ân-ı kerîmdeki veyâ hadîs-i şerîflerdeki yerlerini göstermek, âlimlerin vazîfesidir. Her müslimâna lâzım değildir). İbni Âbidîn de, (Kâfirin nikâhı) bahsi sonunda, böyle buyurmakdadır. [Îmâna gelen yaşlı adamın sünnet olması şart değildir. Hiç olmasa da olur denildi. Çünki sünnet, avret yerinin görünmesi için özr olmaz diyenler de vardır. (Hadîka)da ve (Berîka)da diyor ki, (Müslimân olan yaşlı adam ve hastalar, sünnetin acısına dayanamazlarsa, sünnet edilmezler.) Doktor Necmüddîn Ârif beğ, 1343 [m. 1925] de İstanbulda basılan (Amelî Cerrâhî) kitâbında diyor ki, (Yehûdîler çocuk yedi günlük iken, müslimânlar, herhangi bir zemânda sünnet yapar. Sıhhî fâidesinden dolayı Avrupa ve Amerikada birçok hıristiyanlar da, kendilerini ve çocuklarını sünnet etdirmekdedir.) Sünnetin nasıl yapılacağı, bu kitâbda ve Sinop meb’ûsu doktor Rızâ Nûr beğin (Fenn-i hitân) kitâbında uzun yazılıdır.]

Dünyaya gönül bağlama

MARİFETNAMEDEN ALINTI

(Hadîs-i şerîflerde buyuruyor ki, (Mes’ûd o kimsedir ki, dünyâ onu terk etmezden önce, o dünyâyı terk etmişdir), (Arzûsu âhıret olup, âhı-ret için çalışana, Allahü teâlâ dünyâyı hizmetci yapar), (Yalnız dünyâ için çalışana, yalnız kaderinde olan kadar gelir. İşleri karışık, üzüntüsü çok olur), (Âhıretin sonsuz olduğuna inanan kimsenin, bu dünyâya sarılması, çok şaşılacak şeydir), (Dünyâ sizin için yaratıldı. Siz de âhıret için yaratıldınız! Âhıretde ise, Cennetden ve Cehennem ateşinden başka yer yokdur), (Paraya, yiyeceğe tapınan kimse helâk olsun!), (Sizlerin fakîr olacağınızı düşünmüyor, bunun için üzülmüyorum. Sizden önce gelmiş olanlara olduğu gibi, dünyânın elinize bol bol geçerek, Allahü teâlâya âsî ve birbirinize düşman olmanızdan korkuyorum), (Mal ve şöhret hırsının insana zararı, koyun sürüsüne giren iki aç kurdun zararından dahâ çokdur), (Dünyâyı terk eyle ki, Allahü teâlâ seni sevsin. İnsanların malına göz dikme ki, herkes seni sevsin!), (Dünyâ, geçilecek bir köprü gibidir. Bu köprüyü ta’mîr etmekle uğraşmayın. Hemen geçip gidin!), (Dünyâya, burada kalacağınız kadar, âhırete de, orada kalacağınız kadar çalışınız!) Dünyâ zıll-i zâildir. Ona güvenen nâdimdir. O seninle kalsa da, sen onunla kal-mazsın. Dünyâdan çıkmadan önce, kalbinden dünyâ sevgisini çıkar. Dünyâ lezzetlerine aldanmıyan, Cennet ni’metlerine kavuşur. İki âlemde azîz ve muhterem olur.

Dünyâ harâbdır. Şerbetleri serâbdır. Ni’metleri zehrli, safâları kederlidir. Bedenleri yıpratır. Emelleri artdırır. Kendini kovalıyandan kaçar. Kaçanı kovalar.

Dünyâ bala, içine düşenler de sineğe benzer. Ni’metleri geçici, hâlleri değişicidir.

Dünyâya ve buna düşkün olanlara inanılmaz. Çünki, bunlarda vefâ ve safâ bulunmaz. Fânî olanın sevgisini kalbinden çıkar ki, bâkî olanı alasın. Kendini bilen kişinin bu dünyâya düşkün olmasına şaşılır. Şakîler dünyâya sarılır. Sa’îdler bâkî olana sarılır. Bedeninle dünyâda ol, kalbinle âhıreti bul! Nefsin arzûlarını terk eden pâk olur, âfetlerden selâmet bulur. Allahü teâlânın râzı olmadığını terk edene, Allahü teâlâ ondan iyisini ihsân eder. Dünyâyı anlıyan, onun sıkıntılarından üzülmez.

Dünyâyı anlıyan, ondan sakınır. Ondan sakınan, nefsini tanır. Nefsini tanıyan, Rabbini bulur. Mevlâsına hizmet edene, dünyâ hizmetçi olur. Dünyâ insanın gölgesi-ne benzer. Kovalarsan kaçar. Kaçarsan, seni kovalar. Dünyâ, âşıklarına mihnet yeridir. Lezzetlerine aldanmıyanlara, ni’met yeridir. İbâdet edenlere kazanç yeridir.

İbret alanlara hikmet yeridir. Onu tanıyanlara selâmet yeridir. Ana rahmine nisbetle, Cennet gibidir. Âhırete nisbetle çöplük gibidir. Ölümden önce olan herşeye dünyâ denir. Bunlardan, ölümden sonra fâidesi olanlar, dünyâdan sayılmaz. Âhıretden sayılırlar. Çünki dünyâ, âhıret için tarladır. Âhı-rete yaramıyan dünyâlıklar, zararlıdır. Harâmlar, günâhlar ve mubâhların fazlası böyledir. Dünyâda olanlar ahkâm-ı islâmiyyeye uygun kullanılırsa, âhırete fâideli olurlar. Hem dünyâ lezzetine, hem de âhıret ni’metlerine kavuşulur. Mal iyi de değildir, kötü de değildir. İyilik, kötülük, onu kullanandadır. O hâlde, mel’ûn olan, kötü olan dünyâ, Allahü teâlânın râzı olmadığı, âhıreti yıkıcı yerlerde kullanılan şeyler demekdir. Kendini ve Rabbini unutup, lezzetlerine, şehvetlerine düşkün olanlar, yolda hayvanının süsü ile, palanı ile, otu ile uğraşıp, arkadaşlarından geri kalan yolcuya benzer. Çölde yalnız kalıp, helâk olur. İnsan da, ne için yaratılmış olduğunu unutup, dünyâ zînetlerine aldanır, âhıret hâzırlığı yapmazsa, ebedî felâkete sürüklenir. Dünyâ sevgisi âhırete hâzırlanmağa mâni’ olur. Çünki, kalb onu düşünmekle, Allahı unutur. Beden, onu elde etmeğe uğraşarak ibâdet yapamaz olur.

Dünyâ ile âhıret, doğu ile batı gibidir ki, birine yaklaşan, ötekinden uzak olur. Bir kimse, ibâdetini yapmaz ve geçiminde, kazancında Allahü teâlânın emrlerini ve ya-saklarını gözetmezse, dünyâya düşkün olmuş olur. Allahü teâlâ herkesin kalbini bundan soğutur. Bunu kimse sevmez.)

Dünyâ, arabî bir kelimedir. Fen ilminde (En yakın şey) demekdir. Erd küresi, güneşden, aydan, yıldızlardan dahâ yakın olduğu için, Erd küresine dünyâ denir. Kıyâmetden önceki zamân, kıyâmetden sonraki zamândan dahâ yakın olduğu için, birin-cisine (Dünyâ hayâtı), ikincisine (Âhıret hayâtı) denir. Dünyâ kelimesinin din bilgisindeki ma’nâsı, (En zararlı, fenâ şey) demekdir. Küfre sebeb olan şeyler, harâmlar, mekrûhlar, dünyâ demekdir. Mubâhlar, islâmiyyete uymağa mâni’ olunca, dünyâ olurlar. Muhabbet, sevmek, hep berâber olmağı istemek, berâber olmakdan zevk, lezzet duymak demekdir. İnsan sevdiğini hiç unutmaz. Muhabbetin yeri kalbdir. Kalb, yürek dediğimiz et parçasında bulunan bir kuvvetdir. Bu kuvvete gönül diyoruz. Birşeyi öğrenmek, akıl ile olur. Akıl, dimâg, beyin dediğimiz et parçasında bulunur. Küfrü, harâmları, mekrûhları sevmek, beğenmek küfr olur. Farzları, sünnetleri, beğenmemek de küfr olur, dünyâ olur. Müslimân olmak için, dünyâya ya’nî harâmlara kıymet vermemek lâzımdır.

 (Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye sayfa 78)

Tasavvuf nedir?

 Cüneyd-i Bağdadî "kuddise sirruh" buyuruyorlar;*


_Havatır (kalbe gelen şey) dörttür buyurdu: _


Biri, Cenâb-ı Hak’dan olup, kulu uyarmaya çağırır. 

Biri, melek tarafından olup, kulu iyilik ve iyi amel yapmaya çağırır. 

Biri, nefsten olup, kulu süslenmeye, dünya lezzetlerine çağırır. 

Biri de şeytandan olup, kulu kine, hasede ve düşmanlığa çağırır.

Tasavvuf, istefa’dan gelir, İstefa seçilmek demektir. Allahu teâlâ’nın gayrisinden seçilen, ayrılana sofi denir, buyurdu.

Buyurdu ki, sofi o kimsedir ki, kalbi, İbrahim aleyhisselâmın kalbi gibi, dünya sevgisinden kurtulmuş ve Cenâb-ı Hakkın emirlerine sıkı sarılmışdır. Teslimiyyeti, İsmâil aleyhisselâmın teslimiyyeti, üzüntüsü Dâvûd aleyhisselâmın üzüntüsü, fakri İsâ aleyhisselâmın fakri, sabrı Eyyüb aleyhisselâmın sabrı, şevki Mûsâ aleyhisselâmın şevki, münâcât zamanındaki ihlâsı, Muhammed aleyhisselâmın ihlâsı gibidir.


Buyurdu ki, tasavvuf, aralıksız Cenâb-ı Hak ile olmakdır.


Buyurdu ki, tasavvuf, seni senden öldürüp, kendi ile yaşatmasıdır.


Buyurdu ki, tasavvuf kalbi temizlemektir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gece, bir *Derviş* kalkmış ve *Teheccüd* namâzına durmuş. Mânevî hâller içinde namâzını kılıyor, tehiyyâtı okuyor, ama *Salevât* ları okumadan *Selâm* veriyor. 


Sonra da yatıp uyuyor ve *Rüyâ* sında Peygamber aleyhisselâmı görüyor. Ama Efendimiz *Üzgün* ve *Kırgın*. O dervişe bakıp buyuruyor ki:


O kıldığın namâz *Makbûl* değil, çünkü bana *Salevât* getirmedin. Bana salevât getirmeden kılınan *Namaz* ve yapılan *Duâ*, kabûl olmaz! 


Efendimiz, rüyâda *Böyle* buyuruyor o dervîşe. Demek ki, salevât-ı şerîfe okumak, bu kadar *Mühim* ve *Kıymetli* kardeşim. 

● ● ● 

Bütün *Nasîhat* lerin özü, iki şeydir: Biri, *İyi* insanlarla, *Allah* adamlarıyla *Berâber* olmak. İkincisi, *Kötü* insanlardan *Uzak* durmak. 


Büyüklere olan bu *Sevgi* niz sizi çeker, Allah *Sevgisi* ne ve nihâyet *El-mer'u me'a men ehabbe* yâni kişi, sevdiği ile berâberdir *Müjde* sine kavuşdurur. 

● ● ● 

Dertlerimizin ilâcı, *Seâdet-i Ebediyye* kitâbındadır. Başka kitâba lüzûm yok. Cenâb-ı Hak, sizlere ihsân eylediği *Ni'meti* artdırsın kardeşim. 


İnsanın ömrü *Rüyâ* gibi geçiyor. Hayâtımızın geçen kısmı *Hayâl* oldu. Gelecek kısmı da *Hayâl* olacak. Yâni hayâtımız *Rüyâ* gibi ve insanlar *Uyku* da. 


Dünyâ hayâtı *Rüyâ* gibi . İnsanlar ölünce uyanacak. Hakîkî hayât ve gerçek uyanıklık, *Ölüm* den sonra başlıyacak. Cenâb-ı Hak *Ecrinizi* artdırsın. 


Din câhillerine *Nasîhat* etmeli, fakat *İnatçı* olanlarla münâkaşa etmemelidir. Onlar, hakîkati anlıyamazlar. Resûlullah Efendimize de *Karşı* geldiler. 


Cenâb-ı Hakka sonsuz *Şükr* ler olsun ki, bize *Doğru* yolu, *Hak* yolunu ihsân etdi. Câhillere, ahmaklara aldanmakdan muhâfaza buyurdu. Cenâb-ı Hak onları *Islâh* eylesin. 

● ● ● 

Her *Evli* müslümânın, evli kaldığı müddetçe, hanımına dâimâ *Tatlı* dil ve *Güler* yüz göstermesi lâzımdır. *Sert* davranırsa, kadıncağıza *Asabiyet* gelir ve *Sinir* hastası olur. 


*Hasta* kadın da hizmet yapamaz. Kadının erkeğe *Hizmet* etmesi lâzımken, iş *Tersi* ne döner. Erkeğin, kadına hizmet etmesi, onun hastalığı ile tedâvîsi ile uğraşması lâzım olur. 


Böylece, *Evlilik* hayâtı, *Cehennem* hayâtına döner. Ama erkek de, kadın da, kendi *Sınır* ını bilir ve o *Sınırı* aşmazlarsa problem olmaz ve o *Evlilik* hayâtı, *Cennet* hayâtına döner.

KADIN HAFIZLARDAN KURAN DİNLEMEK

 Kadınların sesleri mahremdir. Zaruretsiz yabancı erkeklerle konuşmaları haramdır. Fıkıh kitaplarında:

*Kadınların yüksek sesle veya yumuşak konuşmaları ve seslerini namahreme duyurmaları caiz olmadığı için, ezan ve ikamet okumaları da caiz değildir.

(Redd-ül Muhtar)

*Genç kadın, yabancı erkeğe selam veremez ve aksıran erkeğe bir şey söylemez ve kendine söylenince de cevap vermez. (Hamevi Eşbah şerhi)

Kimlere Selâm Verilmez

 İki müslimân karşılaşdığı zemân, birbirine (Selâmün aleyküm) demesi ve sonra el ile müsâfeha etmesi sünnetdir. Müsâfeha ederken günâhları dökülür.


Aşağıdaki sekiz kimseye, her zemân selâm vermek harâmdır, günâhdır:


1— Yabancı kızlara, genc kadınlara selâm verilmez.


2— Satranç ve her oyunu oynayanlara selâm verilmez.


3— Kumar oynayanlara selâm verilmez.


4— İçki içenlere selâm verilmez.


5— Gıybet edenlere selâm verilmez.


6— Şarkıcılara selâm verilmez.


7— Âşikâre günâh işliyenlere selâm verilmez.


8— Kızlara, kadınlara bakanlara selâm verilmez.


Aşağıdaki onaltı hâlde görülen kimselere, yalnız o hâlde iken selâm verilmez:


1— Nemâzda olana selâm verilmez.


2— Hatîb efendiye, hutbe okurken selâm verilmez.


3— Kur’ân-ı kerîm okuyana selâm verilmez.


4— Zikr ve va’z edene selâm verilmez.


5— Hadîs-i şerîf okuyana selâm verilmez.


6— Yukarıda yazılanları dinliyenlere selâm verilmez.


7— Fıkh dersi çalışana selâm verilmez.


8— Mahkemede, hâkimlere selâm verilmez.


9— Din dersi müzâkere edenlere selâm verilmez.


10— Müezzine, ezân okurken selâm verilmez.


11— Müezzine, ikâmet okurken selâm verilmez.


12— Din dersi veren muallime selâm verilmez.


13— Zevcesi ile meşgûl olana selâm verilmez.


14 — Avret yeri açık olana selâm verilmez.


15— Abdest bozmakda olana selâm verilmez.


16— Yemek yimekde olana selâm verilmez.


Mahrem olmıyan ihtiyâr kadınlara selâm verilir. Zarûret olduğu zemânlarda, şehvetden emîn ise, müsâfeha da edilir [ya’nî eli sıkılır]. Günâh işliyenler, tevbe ederse, selâm verilir. Günâh işlerken mâni’ olmak niyyeti ile selâm verilebilir.


Kâfirlere, ancak iş düşdüğü zemân selâm verilebilir. Kâfiri tebcîl ederek saygı göstermek için selâm veren kâfir olur. Kâfiri ta’zîm eden, meselâ üstâdım, gibi sözlerle saygı gösteren, kâfir olur [İbni Âbidîn, cild 5]. Aç kimse, sofraya çağrılacağını bilirse, yemek yiyene selâm verebilir. Talebe, hocasına selâm verebilir.


Selâm verene ve üçe kadar aksırıp da (Elhamdülillah) diyene hemen cevâb vermek farz-ı kifâyedir. İşitenlerin cevâbı gecikdirmesi harâmdır. Tevbe etmeleri lâzım olur. Mektûbla gelen selâmı okuyunca hemen (Ve aleyküm selâm) demek farzdır. Bunu yazıp göndermek müstehabdır. Birisine selâm götürmeği kabûl eden kimsenin, bu selâmı götürmesi farzdır. Çünki, üzerinde emânetdir. Götürmeği kabûl etmemiş ise (Vedî’a) olur. Vedî’ayı götürmek lâzım olmaz.


İkinci kısmda yazılanlardan, başdan ikisi, selâma cevâb vermez. Oniki numaraya kadar olanların cevâb vermesi iyi olur. Dilencinin selâmına cevâb vermek lâzım değildir. Yirken ve içerken ve halâda iken ve çocuğun ve serhoşun ve fâsıkın selâmlarına cevâb vermek farz değildir. (İbni Âbidîn cild 5. sahîfe 267)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Kardeşim, biz şimdi, sizinle *Yol* da karşılaşdık diyelim, birbirimize rastladık, ne yapıyoruz? *Selâm* veriyoruz değil mi? Niçin *Selâm* veriyoruz? 


*Selâm* vermekle, birbirimize *Duâ* ediyoruz efendim. Bir mü’min, bir mü’minle karşılaşdığı zaman yapacağı *Duâ* şu olmalı: *Esselâmü aleyküm!* Peki, mânâsı ne bunun? 


Esselâmü aleyküm demek; Allahü teâlâ sana, hem *Dünyâ* da, hem de *Âhiret* de, *Sağlık* versin, *Selâmet* versin, *Âfiyet* versin, sen inşallah *Cennete* git! demekdir.


Ne *Güzel* bir duâ. Peki, o mü’min ne diyor? O mü’min de ona cevap verip; *Ve aleyküm selâm!* diyor. Yâni Allahü teâlâ sana da *Selâmet* versin. 


Hem dünyâda, hem âhiretde, sana da *Sağlık*, *Selâmet* ve *Âfiyet* ler versin. Hattâ devâmı var efendim. *Ve rahmetullahi ve berekâtüh*. 


Bunun mânâsı nedir? Rabbim sana *Rahmet* etsin. Kazancına, ömrüne sağlığına *Bereket* versin. İşte bir mü’min, bir mü’mini gördüğü zaman yapması gereken *Duâ*, budur kardeşim. 

● ● ● 

*Seâdet-i Ebediyye* kitâbını okumak, büyük *Seâdet* dir. Cenâb-ı Hak *Sizi* de, *Bizi* de, bu seâdetden ayırmasın. Hergün okuyalım. *Ezber* olsun, kalbimize yerleşsin. 


Onunla *Amel* edelim, onun rûhâniyetine kavuşalım. Çok okudukça *Hakîkat* ine yaklaşabiliriz. Bu *Aşkı*, bu *İhlâsı* size ihsân eden Allahü teâlâya sonsuz *Şükr* ler olsun. 


Cenâb-ı Hakkın size ihsân etdiği bu *Ni'met* ve bu *Seâdet*, milyonda bir kimseye *Nasîb* olmuyor. 


Okuduğunuz bu *Kitap* lara ve bu kitaplar vâsıtasıyla tanıdığınız büyüklere *Sevgi* niz ve *Saygı* nız nisbetinde, daha nice *Ni'met* lere kavuşacaksanız. 


Ben de sizin gibi, bu *Büyük* leri işitmekle ve *Kitapları* nı okumakla şereflendim. Kavuşduğunuz *Ni'met*, çok, hattâ pekçok *Büyük* dür. 


*Ni'met* sanılan, *Seâdet* sanılan başka şeyler, bunun yanında *Hiç* dir. 


Çok *Bahtiyâr* sınız kardeşim. *Dünyâ* için üzülürseniz, Allahü teâlâ ve büyüklerimiz size *İncinir*. Çok sevininiz ve Allahü teâlâya çok *Şükr* ediniz. 


Herşey, Allahü teâlânın *İrâdesi* ile olmakdadır. İslâmiyete *Uyan* kimseye gelen herşey *Hayırlı* dır. İnsana sıkıntılı ve üzüntülü görünseler de *Hayır* bilmelidir. 


*Îmân* ve *Ehl-i sünnet* ni'meti yanında, başka şeylerin *Hiç* kıymeti yokdur. Bu büyük *Ni'mete* kavuşan kimsenin, kıymetsiz şeylere üzülmemesi lâzımdır. 


İslâmiyete uymakda bir *Kusûr* olursa, ona üzülmelidir. Çünkü bunun netîcesi, dünyâda da âhiretde de *Felâket* ve *Musîbet* dir. Bunun da ilâcı, *Tövbe* etmek ve Allahü teâlâya *Yalvarmak* dır.

BEREKÂT

Berekât’a başladım.

Dedim Hilmi Bey hocamıza;

-Efendim, size sormadan bir iş yaptım.

-Ne yaptınız?

Dediler. Dedim;

-Farsça çalışmak için, Berekât’ı tercümeye başladım. Ama, gece de sabaha kadar, hep Muhammed Bâkîbillah hazretlerini gördüm. Sohbet ettik. Sakalı böyle siyah değildi, kırmızı gibi böyle. Öyle konuştuk.

-Yaa efendim. İnşallah devam edin. İnşallah biter de bir gün kitab olarak çıkar.

Arkadan buyurdular ki efendim;

-Ne mutlu size! Ömrünüzün en iyi zamanını, en iyi işte geçiriyorsunuz.

Cum'a mü'minlerin bayramıdır

Aşağıdaki yazı (Riyâd-ün-nâsıhîn)den terceme edildi:

Allahü teâlâ, Cum’a gününü müslimânlara mahsûs kılmışdır. Cum’a sûresi sonundaki âyet-i kerîmede meâlen; (Ey îmân etmekle şereflenen kullarım! Cum’a günü, öğle ezânı okunduğu zemân, hutbe dinlemek ve Cum’a nemâzı kılmak için câmi’e koşunuz. Alış-verişi bırakınız! Cum’a nemâzı ve hutbe, size, başka işlerinizden dahâ fâidelidir. Cum’a nemâzını kıldıkdan sonra, câmi’den çıkar, dünyâ işlerinizi yapmak için dağılabilirsiniz. Allahü teâlâdan rızk bekliyerek çalışırsınız. Allahü teâlâyı çok hâtırlayınız ki, kurtulabilesiniz!) buyuruldu. Nemâzdan sonra, istiyen işine gider çalışır. İstiyen câmi’de kalıp, nemâz, Kur’ân-ı kerîm, düâ ile meşgûl olur. Nemâz vakti alış-veriş sahîhdir. Fekat, günâhdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir müslimân, Cum’a günü gusl abdesti alıp, Cum’a nemâzına giderse, bir haftalık günâhları afv olur ve her adımı için sevâb verilir). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Günlerin en kıymetlisi Cum’adır. Cum’a günü, bayram günlerinden ve aşûre gününden dahâ kıymetlidir. Cum’a, dünyâda ve Cennetde mü’minlerin bayramıdır). Bir hadîs-i şerîfde, (Cum’a nemâzı kılmıyanların kalblerini, Allahü teâlâ mühürler. Gâfil olurlar) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, mâni’ yok iken, üç Cum’a nemâzı kılmazsa, Allahü teâlâ, kalbini mühürler. Ya’nî, iyilik yapmaz olur) buyurdu. Özrü yok iken, birbiri arkasında üç Cum’a nemâzına gitmiyen kimse münâfık olur. 

Tam ilmihal Seâdet-i Ebediyye

Ahmaklık


“Ahmaklık, hatada ısrar etmektir.”

Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretleri