İlim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İlim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İslamiyet üç kısımdır

 İslamiyet  üç kısımdır: İlim, amel ve ihlâs


"Tarîkat ve hakîkat yolculuğundan maksat, ihlâs elde etmektir. İhlâs da, rıza makamında hâsıl olmaktadır."


Sirâceddîn-i Evvel hazretleri Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin talebelerinden ve zamânındaki büyük velîlerdendir. İsmi Osman Sirâceddîn'dir. 1781 (H.1195) senesinde Irak'ta Cebel-i Himrin denilen yerde doğdu. Bağdât'a giderek büyük âlimlerin yetiştiği Geylânî Medresesine devâm etti. Sonra Şeyh Abdullah Hırpanî'nin medresesine devâm ederek, orada müderris bulunan büyük âlim ve velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleriyle tanıştı. Onun ilim ve feyiz kaynağı ders ve sohbetlerine devâm ederek ilimde yüksek dereceye erişti.


Mevlânâ Hâlid hazretleri ona "Fakih Osman" adını verdi. Tasavvuf yolunda ilerleyerek Nakşibendiyye yolu usûlüne göre yetişti. Mevlânâ Hâlid hazretleri önce ona zâhirî ilimlerde icâzet verdi. 1867 (H.1283) senesinde Tavila'da vefât etti. Bir dersinde şunları anlattı:


Yüksek üstadımız İmam-ı Rabbânî hazretleri, mektubatının 1. cild 36. mektubunda buyuruyorlar ki: Şeriat üç kısımdır: İlim, amel ve ihlâs. [yâni İslâmiyetin emir ve yasak ettiği şeyleri öğrenmek ve öğrendiklerini yapmak ve her şeyi yalnız, Allahü teâlâ için yapmaktır.] Bu üçüne kavuşmayan kimse, şeriate kavuşmuş olmaz.

 

Bir kimse, şeriate kavuşunca, Allahü teâlâ, ondan râzı olur. Allahü teâlânın râzı olması, sevmesi de, bütün dünya ve âhıret saadetlerinin en üstünü ve kıymetlisi olduğunu, Âl-i İmrân sûresi onbeşinci ve sûre-i Tevbenin yetmişüçüncü âyetleri bildirmektedir. O hâlde, şeriat, dünya ve âhıretteki bütün saadetleri ele geçirten bir sermâyedir. Şeriatin dışında aranılacak, imrenilecek hiçbir iyilik yoktur. Tasavvuf büyüklerinin kazandıkları, tarîkat ve hakîkat, şeriatin yardımcıları, hizmetçileri olup, şeriatin üçüncü kısmı olan ihlâsı elde etmeye yarar. Tarîkata ve hakîkate başvurmak, şeriati tamamlamak içindir. Yoksa, şeriatten başka bir şeyler ele geçirmek için değildir. Tasavvuf yolcularının, o yolculukta gördükleri, tattıkları, ahvâl, mevâcîd, ulûm ve marifetler, imrenilecek, istenilecek şey değildir. Hepsi, evhâm ve hayâlât gibi, geçici şeylerdir. O yolcuları terbiye için, ilerletmek için, vâsıtadan başka bir şey değildir. Bunların hepsini geçip arkada bırakıp, "Rıza makamı"na varmak lâzımdır. Sülûk ve cezbe yolculuğundaki makamların, konakların nihâyeti, rıza makamıdır. Çünkü, tarîkat ve hakîkat yolculuğundan maksat, ihlâs elde etmektir. İhlâs da, rıza makamında hâsıl olmaktadır.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Taleb-ül ilmi farîzatün alâ külli müslimin ve müslimetin)*. 


Ne demek bu? Yâni müslümânların, *(Erkek)* olsun, *(Kadın)* olsun, ilim öğrenmesi *(Farz)* dır, diyor Peygamber Efendimiz. 


Ben, *(Yedi)* yaşımdan beri okuyorum efendim, hâlâ okuyorum, *(Kitap)* okumadan duramıyorum, gece gündüz okuyorum. 


Bir gün Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri buyurdular ki: *(Yabancı dil bilseydim, çok fâideli olurdum)*. Şimdi, bütün yabancı dillerde kitaplarımız dünyâya yayılıyor. 


Sabâh erkenden *(Dergâh)*a giderdim efendim. Kapı kapalı olurdu. Kapının dışında, Mevlânâ Hâlid hazretlerinin *(Dîvân)* ından, yüksek sesle okumaya başlardım. 


Efendi hazretleri sesimi işitirmiş ve yardımcısı olan Şâkir Efendi’ye; *(Bizim bülbül geldi, kapıyı aç!)* buyururmuş. 

● ● ●

Ben Ankara’da *(Vazîfe)* li idim. Abdülhakim Efendi hazretleri *(İstanbul)* da idi. 


Cumartesi Pazar tâtilinden istifâde ederek, Ankara’dan her fırsatda gelir, *(Efendi)* nin o güzel *(Sohbet)* leriyle şereflenirdim. 


Bâzan *(Tren)* le gelirdim. Hattâ bir keresinde tren çok kalabalıkdı. Öyle ki, kompartımanlar tamâmen *(Dolu)* olduğu gibi, koridorlarda bile *(Yer)* yokdu. 


Ama Efendi hazretlerini *(Görmek)* için her *(Sıkıntı)* ya katlanırdım. Meselâ, hani trenlerde, iki *(Vagon)* u birleşdiren, üst üste gelen yassı *(Demir)* ler vardır ya, işte o demirlerin üzerinde geldim. 


Ama Efendi hazretlerine *(Kavuşma)* hayâliyle hiç bir râhatsızlık duymadım. Efendi hazretlerinin *(Huzûru)* na girdiğimde, bakdım ki, çoraplarını çıkarmış.


Mübârek ayakları açık vaziyetdeydi ve yerde uzanmış yatıyordu. Bana; *(Sen sandalyede otur)* dedi. Kendisi yerde *(Kaylûle)* yapıyordu.