HILL VE HURMETİN [Halâl ve haramın] TA'RİFİ

Her şey,hâlık ve mâliki olan Hak subhânehü ve teâlâ ve tekaddesin mahlûk ve memlûküdür.Neyin tasarrufuna izin verdi ise,halâl olur;Mesalâ bir erkeğe,iki kız karındaşlardan birisinin nikâh ile isti'mâlini halâl kıldı,diğerini ona haram kıldı.Onda tasarrufa me'zûn değildir.

Haram demek, sâhibi ve hâlıkı,bu adamı,bunun istimâlinden mahrûm etmiştir,demektir.Halâl ise,o ukde-i hurmeti [haram düğümünü] hal etmiş [çözmüş] demektir.Bir şey bazı kimselere halâl,bazılarına da haram olur.

Bu dünyadaki hurmete riâyet etmeyen bir kimse, dâr-i âhirette onun hırmanıyla [mahrûm kalmasıyla] cezâlanır,mahrûm olur.Burada hıllıne riâyet edene,orada onun hakîkati ile mütemetti' olmasını nasîb eder.Böyle mükâfât buyurur.Meselâ buyurmuşlardır: "Dünyada haram olan ipeği giyen,ahirette ipek giymez."İpek ise cennet elbisesidir.Cennete girmeyeceğini gösterir.Cennete dâhil olmayan,cehenneme girer.Zirâ her ikisinden  başka dâr-ül beka [devamlı kalacak yer]yoktur. Kıyamet ise dâr-ül bekadan ibârettir.Âhiret umûru hiçbir sûretle dünyevî işleri kıyâs kabûl etmez.Bu dünyâ fenâ bulmak için halk olunmuştur ki,fenâ buluyor.Âhiret beka için,bekaya lâyık bir surette halk olunmuştur.Beka ile seri-ül fenâ [çabuk fânî] olan şeylerin arasında ne kadar fark var ise,her ikisinin umûr  ve ahvâli arasında o kadar fark vardır.İştirak [ortaklık] ancak elfaz ve ta'birattadır [söz ve ifâdededir.]

Meselâ cennet,burada bostan,orada cennet denilen dâr-üs-seâdet-il-ebediyye [ebedî seâdet yeri],cehennem burada derin ateş kuyusu, orada cehennem itlâk buyurmuş [ismini vermiş] olduğu,dâr-ül azâb ve dâr-ül ikab-il ebediyye [sonsuz azâb yeri] demektir.
                       
                             Seyyid Abdülhakîm Arvâsî ( Kuddise Sirruh ) 

BEREKET

BEREKET

“Mervidir ki, hazret-i resûle (sallallahu teala aleyhi ve sellem) bir hatun bir kab içinde bal armağan gönderdi. Bal geldikte ‘esel (bal) alınub kabı boş gönderilür. Lakin, kudret-i hakk ile, evvelki kabı yine eselle dolu vardıkta, hatun gelüb;
-Yâ Resûlallah! Niçün benim hediyemi kabul itmediniz, acaba suçum nedir?
deyu gamnâk (gamlı, tasalı) oldukta;
-Biz senin hediyyeni kabul ettik. Lakin gördüğün ‘esel, Allah cânibinden sana hediyye gelen berekettir.
Hatun şâd u bermurâd (çok mutlu) gidüb cümle ehl-i beytiyle (ev halkı ile) nice zaman ol eselden vâfir (çok, bol) yiyüb asla eksilmedi.
Bir gün hata ile ol esel-i mübâreki gayri kaba boşaltmağın, eksilüb kalmayub hazret-i resûle haber virdikde;
-Evvelki tarafda dursa idi sana ve ehl-i beytine dünya ömri kadar zamana dek vefa (yetme, kafi gelme) idüb elsilmezdi
diyu buyurmuşlar”

(Mir’at-ı Kâinât)

CENNETİN ANAHTARI

Resûl-i Ekrem (sallallahu teala aleyhi ve sellem) Efendimiz yâr-i güzîn olan Hazret-i Ebûbekri sıddîk (radıyallahu teala anh) Efendimize, mağarada buyurdular ki;
“Seni sevmeyen Cennete giremez, yetmiş peygamber ameli kadar ameli de olsa”

TAHFÎF-İ RESÛLULLAH

TAHFÎF-İ RESÛLULLAH
“sallallahu teala aleyhi ve sellem”
Kütüb-i mu’teberede mezkûrdur ki;
Hazret-i Resûlü “mecrûh oldu (yaralandı)” deyu, yahud “kendi ya askeri mağlub oldu” deyu, ya “münhezim oldu” (yani hezîmete uğradılar) deyü ayıblasa (hafife alsa),
Yahud, “Resûlullah (sallallahu teala aleyhi ve sellem) bazı gazâlarında sındı (korktu, çekindi) dese,
Velhasıl Resûlullah’ın (sallallahu teala aleyhi ve sellem) izzet ve şerefine layık olmayan bir küçük nesne, ifade, şey isnâd etse; gerek tahkîr kasdıyle etsin, gerek kasd etmesin, söylemiş olması ile kâfir olması beynel eimme (müctehid imamlar arasında) muhakkık ve müttefik olub (ittifak ile hakk kabul edilmiştir), o kimseye tecdîd-i tevbe yani imana teklif olunur. Ederse; İmâm-ı A’zâm ve İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Şafiî (rahmetullahi teala aleyhim) katında tevbesi makbûle olub, katlden (öldürülmekten) kurtulur. Tevbe etmez ise, küfrü bakımından elbette katl olunur.
İmâm-ı Muhammed ve İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Ahmed bin Hanbel katında tecdîd-i îmân ve tevbe ederse îmânı makbûl olub, lâkin tevbesi, zındığın yakalandıktan sonraki tevbesi gibi makbul olmayıb, onu katl etmek elbette hakk-ı resûl olmasındandır.
(Mir’at-ı Kâinât)

HER İLM

Hasan-ı Basrî (kaddesallahu teala sirreh) hazretlerinden rivayettir ki;
“Kur’anda cemi-i ulûm-i evvelîn ve âhirîn (geçmişteki ve gelecekteki bütün ilmler) cem’ olup (toplanmış), lâkin cümlesini bilmek Cenâb-ı Hakka mahsus olub, ekserini Habîbine bildirmiştir.”
Dahi dimişlerdir ki;
“Levh-i mahfûzda Kur’ân-ı azîmin her harfi Kaf dağı kadar büyük ve hurûf-i mukattaa (Kur’an’ın 29 suresindeki; elif lam mim, elif lam, elif ra, kaf, sad, nûn.. gibi rumûs harfler) üzere yazılmış olub, her harfin altında ol kadar ma’nâlar vardır ki cümlesini hemân hazret-i perverdigâr (sallallahu teala aleyhi ve sellem) bilür.

(Mir’at-ı Kâinât)

KIRÂAT

Mervîdir ki;
Kırâat-ı Kur’ân bir nimettir ve kerâmettir ki, Hakk teala onu Âdem’e (aleyhisselâm) mahsus itmiştir.
Zîra, mervîdir ki zümre-i melâikeden sudûr etmeyüb (melekler Kur’an kırâat etmezler) cins-i insden istimâ’na (insanlardan dinlemeye) harîslerdir (çok arzuludurlar).

(Mir’at-ı Kâinat)

YEMENİN AĞAÇLARI

Efendimiz aleyhissalatü vesselam, hazreti Alî “kerremallahu vecheh” efendimize devesini verir ve Yemene yollar. Buyururlar ki;
-Yâ Alî! Yemene varub Ukayla ulaştığında seni karşılamağa gelen halkı gördüğün zaman; taşa, kerpiçe;
یا حجر ، یا مدر و یا شجر! رسوالله یقرؤکم السلام
(Allahu tealanın resûlü size selam eyledi, ey ağaçlar, ey taşlar!)
diyesin!
Hazreti Alî dahi varub emr-i Resûlullah ile amel ittikde, yeryüzünden cûş u velvele, hurûş u gulgule (yüksek ve coşkun sesler) ile
علی رسول الله السلام
İşitilüb, hâzır olan cemaatler hayran kalub ve cümlesi îmâna geldiler.

( Mir’at-ı Kâinat)

BEREKET

“Mervidir ki, hazret-i resûle (sallallahu teala aleyhi ve sellem) bir hatun bir kab içinde bal armağan gönderdi. Bal geldikte ‘esel (bal) alınub kabı boş gönderilür. Lakin, kudret-i hakk ile, evvelki kabı yine eselle dolu vardıkta, hatun gelüb;
-Yâ Resûlallah! Niçün benim hediyemi kabul itmediniz, acaba suçum nedir?
deyu gamnâk (gamlı, tasalı) oldukta;
-Biz senin hediyyeni kabul ettik. Lakin gördüğün ‘esel, Allah cânibinden sana hediyye gelen berekettir.
Hatun şâd u bermurâd (çok mutlu) gidüb cümle ehl-i beytiyle (ev halkı ile) nice zaman ol eselden vâfir (çok, bol) yiyüb asla eksilmedi.
Bir gün hata ile ol esel-i mübâreki gayri kaba boşaltmağın, eksilüb kalmayub hazret-i resûle haber virdikde;
-Evvelki tarafda dursa idi sana ve ehl-i beytine dünya ömri kadar zamana dek vefa (yetme, kafi gelme) idüb elsilmezdi
diyu buyurmuşlar”

(Mir’at-ı Kâinât)

HERŞEY ASLINA RUCU EDER

HERŞEY ASLINA RUCU EDER

Topraktan geldik yine toprak olacağız…
Tek tesellimiz, şu gök kubbede hoş bir seda bırakmak!
Hüzünlüyüz, üzgünüz, acımız büyük!
Kendisini tanımakla kelimelerle anlatılamayacak, yazı ve söz ile ifade
edilemeyecek değerde kıymetler kazandığımız, insanlığımızı, taat ve ibadetlerimizi, hakiki özgürlüğün ne demek olduğunu anlamamızı sağlayarak hayatımıza yeniden yön veren;
Kıymetli büyüğümüz, efendimiz, manevi babamız, ağabeyimiz, kendilerine evlad, gardaş olarak bizleri kabul eden, kulluğun tadını bedenin bütün hücrelerinde hissetmiş, benlik ve enâniyetten uzak olan;
Allahu teâlâ’ya ve onun sevdiklerine yakın, sevmediklerine uzak, hak ve hakikati ifade etmekten asla geri durmayan, insanlığın kurtuluşu için 82 yıllık ömrünün neredeyse tamamını kendinden önceki hocalarına uymak suretiyle samimi bir niyyetle ilim, amel ve ihlas ile hakikat aleminin hallerine vakıf olmaya çalışarak geçiren;
Samimi, sevecen, müşfik ve de kalender;
Ailesinin, sevdiklerinin ve dostların dertleri ile dertlenen, sevinçlerine ortak olan, asla nefsi hareket etmeyi sevmeyen “Kendisi için yaşayan ve sadece kendisini düşüneni sevemiyorum” diyecek kadar açık;
“Bizi sevmek kolay değil, bedel ister” diyecek kadar kendilerinden emin;
-İstişare ve karar verdikten sonra işin tamamı bitirmek için gece ve gündüz her türlü riski göze alabilecek kadar dirayetli ve çalışkan;
“Yanlış iş üzerine doğru iş yapmayı sevemiyorum” diyerek yanlış önce o işin düzeltilmesini sağlamak, sonrada işin doğrusunu bildirerek, doğruların artmasını, yanlışların azalmasını ve hakikatin ortaya çıkararak her daim kötülüğü men ile iyiliğe sevk eden;
-İlm-i ile amil, hali ile malum, ortaya koyduğu eserleri ile kıyamete kadar anılacak olan, katıksız, saf ve temiz bir silsile ile Resulü Ekrem Muhammed Mustafa “sallallahu teala aleyhi vessellem” efendimize bağlanarak, onların ahlakı ile ahlaklanan, yolarının özelliği ile kısa yoldan Allahu telaya kavuşturan, Nakşi, Müceddidi ve Hâlidi yolunun tesirli nefesi, sarsılmaz direği, haller menba-ı, gönüller sultanı, Süleyman Kuku Ahmedoğlu ( A. Fârûk Meyan) efendimiz hicri 1440 yılı Zilhicce ayının birinci Cuma günü ( M: 02 Ağustos 2019-Cuma), öğleden sonra duaların kabul olduğu saatlerde Allahu telanın rızasına boyun eğerek darül bekâya, sonsuzluk alemine intikal etti.

Beyt:
Cihanda bundan daha güzel hangi şey olur,
Seven dostuna gider, yâr yârına kavuşur.

Allahu teâlâ’ya kulluğunun ifadesi olarak;
Beyt:
Müflis olarak senin kapına geldim,
Yüzünün güzelliğinden bir şey isterim.

Üzgünüz, çok uzun süre beraber olduğumuz (aciz, otuzbeş seneye yakın bir beraberlik yaşadığım, anamdan, babamdan kardeşlerimden daha çok beraber olduğum), her halimize vakıf, bizi seven, öğreten, koruyan hocamızı, manevi babamızı kara toprağa teslim etmek bize çok ama çok tesir etti.

Beyt:
Ayrılığın acısı az olsada az değildir,
Gözde kıl olsa çok görünür.

O kadar tesir etti ki, kimse kimseyi göremez, halini soramaz ve ne yapacağını bilemez oldu. İlim gitti. Akıl gitti. Halimiz perişan oldu. Bakmaya doyamadığımız, her sözüne, nefesine can kulağı ile dinlemeye çalıştığımız büyümüzün ayrılığı yaktı, yıktı. Sözün bittiği yer burası idi.
Ne yapacağını bilemez bir halde na’şını evden alarak önce camiye sonra da aile mezarlığa omuzlar üzerinde bütün sevenleri ile beraber taşıdık. Ayrılığın son demlerinde takâtimiz bitti, nefesimiz tükendi. Okunan kuran-ı kerim ve naâtlarla gönlümüz biraz ferahladı. Bu onlarla beraber “Muhabbet Çeşmesi’ ne son inişimiz idi.

Beyt:
Ey dost, buraya gelki, ikimiz topraktanız
Yabancı gibi durma, bir yerden âşinayız.

Kendi şiirlerinde kendisini kucaklayan kara toprak için söyle diyorlardı.
(15 Şaban-1410–Pztesi / 23 Mart 1989 Perşembe)

SEVDİM SENİ
Ele soğuk bana sıcak
Ele mezar bana kucak
Ele duman bana ocak
Kara toprak sevdim seni!

Kokunda Habîbullah var
Altında Halîlullah var
Gıbta eden Arşullah var
Kara toprak sevdim seni!

Ateş olup yakma sakın
Emr-i Haktan çıkma sakın
Süleymanı sıkma sakın
Kara toprak sevdim seni!

Acının tarifi yapılsada anlaşılması ancak yaşanınca, tadınca anlaşılır. Aziz milletimiz örf ve adetlerinde bu bilindiği için yakın, eş dost, seven sevmeyen, bilen bilmeyen o acı günde insanlığın icabı biraraya geli de bu acının kısa zamanda telafi için cenaze evini taziye ederler. Bu acı günümüzde bizleri yalnız bırakmayan taziye eden herkese teşekkür ediyoruz.
Allahu teâlâ razı olsun. “Eden kendine eder”.

Beyt:
Sana söylemiyene susman daha iyidir
Seni yad etmiyeni unutman daha iyidir.

Şiir:
Kim bana kulluk dışı davranırsa
Dostum olmaz çok, yakının da olsa
Kendimi ve akrabamı terk ettim
Öylesi bana ağyardır, yârım da olsa

Buyururlardı ki
- Doğrularım için tebrîk ve tasdîk etmediniz ki, yanlışlarım için tenkîdiniz âdil olsun.
- Keşke bazı kimselerin beni sevmediği kadar, ben de nefsimi sevmeyebilsem.
- Hasedin altında düşmanlık yatar. Yoksa gıbta yeterlidir.
- Kişinin menfeati söz konusu olursa, ihsân adâlet, adâlet zulum olur.
- Kendi hakkında âdil davranan kişi görmedim.
- Sen dua etmene bak, âmin deyen çok bulunur.
- Ölümcül bir hastalığın akabinde söyledim: Yâ Rabbi, bana bir nefes ikrâm edersen, onu Habîbinin dinine hizmette harcamamı nasîb eyle!
- Rabbini unutmak, aslını unutmaktır. Mert işi değildir. Zordur. Büyük suçtur. Rabbini zikretmek ise, kulluğun icâbı ve kulun şerefidir.
- Küçücük bir bedene, koskoca kâinâtı sığdıran Rabbimin san’atına hayran kalmayan ahmaktır.
- Kul ubudiyyeti anladığı kadar rubûbiyyeti, rubûbiyyeti anladığı kadar ubûdiyyeti anlar.
- Şerîat, rububîyyeti ve ubudiyeti bilmek içindir. Bütün iyilikler bunu bilmede, bütün kötülükler ise bunu bilmemede saklıdır.
- Ölümü unutmayan günah işlemez.
Mısra:
Unutmak dostluğa sığmaz
- Allahu teâlâyı zikreden günah işlemez.
- Evliyâyı seven günâh işlemez.
- Günâh işlemek zor, sevab işlemek kolaydır. Çünkü günahdan Hak teâlâ, melekleri, peygamberleri, âlimler, veliler ve hatta akıl râzı değildir. Sevabdan ise hepsi râzıdır.
- Bütün günahların ve kötülüklerin başı gaflettir. Gafleti îras eden ise, nefistir. Bunun için büyük hocaya [mürşid-i kâmile] ihtiyaç vardır.
- Başıma gelen sıkıntı ve üzüntülere, ille de bir sebeb söylemek icâbetse, hocama olan katıksız, eşsiz muhabbetimdir derim. Zira bu kadar lekesiz muhabbeti dünyada kime verirlerse, bedeli olan acılık ve üzüntü ile imtihan ederler. Kazanan kazanmış, kaybeden kaybetmiştir.
Kim yalan söylerse, mahcûb olacak,
Dostları içinde yalnız kalacak.
Yüzü kızaracak varsa şerefi,
İzzet arar iken, zillet bulacak.
Beyt:
Her nereye gitsem hep seninleyim
Sanma ki yalnız başıma giderim.

Onların duaları ile yazımızı kıymetlendirerek inşaallah amin diyelim…..

SON
Bakıp da görmiyen gözden,
Duyup da işitmeyen kulaktan,
Tefekkür etmeyen kalbden,
Sabır ve Şükre yol vermiyen ilimden,
Hakla tutmayan elden,
Hakla ve Hakka yürümeyen ayaktan,
Helalla doymadan mi’deden,
Secde ve rukû’ tevazu’u göstermiyen baştan,
Secde eseri taşımayan simâdan,
Hakka gadabdan, zulme alkıştan,
Rabbinden gafil gönülden,
Hakkı görür gibi olmayan yakînden,
Nefsini düşünen beyinden,
Kulluk yerine, efendiliğe özenen zihinden,
Hak kelâm yerine malâyanî ile doldurulan hâfızadan,
SANA SIĞINIRIM RABBİM

Beni ve sevdiklerimi koru; ey sevdiklerine özel muâmele eden ALLAH’ım. Âmin, âmin ve selâmün alel-mûrselîn ilâ yevmiddin.

Osman Nuri Bilen

Kalbe gelen çirkin vesveseler

Ve aleyküm selâm muhterem kardeşim [Enver Yazıcı]
[Ankara]

Çirkin vesveselerin istilâsından ,vaktiyle Abdülhakîm Efendi hazretlerine de şikâyet edildiğini müşâhede etmiştim.Şikâyet eden Dr. Gâlib bey hâlâ hayattadır.Cevâbında böyle vesveseler imânın kuvvetine ve kemâline alâmettir. Şeytan ve nefs iki kuvvetli düşmandır.Kötü vesveseler bu iki düşmanın silahlarıdır.Hiç üzülmeyiniz.Ehemmiyet vermeyiniz,buyurmuşlardı.Geçenlerde bir Arabca kitapta da böyle okumuştum.Bundan kurtulmak için Seâdet-i Ebediyye ve Mektûbat tercemesini ve istiğfar çok okuyunuz.

Mezkûr zât Almanya'ya gitmeyip eski işlerini yeni bir dükkânda idâme ettirmeleri muvâfık olur. Orada Kurban bey kardeşimizle meşveret ediniz.Onunla bulacağınız dükkân hayırlı olur.Kurban bey kardeşimizin adresi aşağıdadır.

Kavukçuoğlu pasajı,No=4,Polatlı.

Size,kayınbiraderinize ve abisine ve Kurban  Bey'e selâmlar ve duâlar ederim aziz kardeşim.

Hilmi. [Ocak-Şubat 1973]

Kaynak: Yâdigâr mektûblar


Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (Kuddise Sirruh) hazretlerinin tarîkatler hakkındaki bir mektubu

Bismillahirrahmanirahîm

Allahu teâlâya hamd,Resûlune salâtü selâm  ve sizlere duadan sonra derim ki:

Bu bir zamandır ki,şerîatin şeâiri [İslam dîninin şiârları,alâmetleri] muhtefî [örtüldü]. Tarîkatin ana caddesi boşaldı.İnsanın vücûdunda nefs-i emmâre hâkim ve galib olup ,şeytanın askerleri her tarafta hükmünü icrâ etmektedir.Hakîkat ilimlerinin alâmet ve işâretleri ters dönmüş,ya da yok olmuş,tarîkat yolları kapanmış ve bitmiştir. Tasavvufun ma'nâsı bozuldu,ismi kaldı. Erkânı [direkleri] kırıldı,resmi kaldı. Hattâ isim ve resim bile tebdîl ve tahvîle [değişikliğe] uğradı. Ehli olmayanlar tasavvufu dıştan güzel görünen,hattâ felsefeden alınmış kıymetli bir şey sandılar. O ise hakîkatler kaynağıdır. Görenler bildiler,anladılar. Görmeyenler ise,ya taklîd sahrasında kaldılar yahûd da şübhe ve tereddüdde bocaladılar. Belki inkâr çukurlarına yuvarlandılar.

İslâm gayreti taşıyanlar,bu azîz ve parlak dînin yücelmesini ,ahkâmının yükseklere kaldırılmasını ve bu arada hakîkî dîn kardeşler,sırdaş olacak dostlar aramak istediler. Bu münâsebetle dînin umûmi fâidelerini beyân ve ayan edecek ve hakîkat gelininin yüzündeki örtüyü kaldıracak büyük zâtlar aradılar.

Bu garîb ve uzağın, bu meslek ehli içinde ma'rifeti az,sermâyesi yok ise de, "memur ma'zurdur" sözü mûcibince, Süleyman aleyhisselâmın karıncası gibi, tarîkatin denizi,şerîatin ummânı olan Seyyid ve Senedimin [Seyyid Fehim hazretlerinin] Îsâ aleyhisselâmın nefesini andıran güzel kokulu esintisiyle, Mûsâ aleyhisselâmın mucizelerine benzeyen kerâmetlerinin sâdir olduğu hizmet ve sohbetiyle şereflendim. Uzun zaman himâye kanatları altında bulundum,yetiştim.Çok feyizler alıp terbiye olunduğumdan,her tâlibin hâline muvâfık ,Hakka vâsıl olma edeblerini ve her müridin,şanına uygun temel esasları ayrı ayrı edinmiş,öğrenmiş idim. Bu yolun büyüklerinin hu-zûrunda makbûl ve denenmiş olanlardan faydası çok ve devamlı bulunanların bir kısmını,bugün bazı dostlarıma yazıp yâdigâr kalması arzusuyla herkesin kendi hissesine düşeni alması hevesi beni yendi de,şu satırlar kalemimden çıktı.

"Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler -beni bilsinler- diye yarattım" [Zâriyat-56] âyet-i kerîmesinin yüksek ma'nâsı mûcibince ,cinler ve insanlar ma'rifet-i ilâhî için yaratılmıştır.Ya'ni bunların yaratılmasından murâd ma'rifet-i ilâhi şerefine nâil olmalarıdır.Bunun için Allah'a tâlib olanların hepsinin maksada kavuşmalarındaki yolları farklıdır. Sâlik ve müridlerden kimi islâmın beş esasına yapışıp,farz,edeb,şart ve sünnetleri ile yerine getirmeği vazife bilip, Hakka kulluk etmişler ve bununla birlikte çoluk çocuğu,hatta diğer insanlar için çalışıp halal kazanmakla meşgul olmuşlardır.

Gulâm Alî [Abdullah Dehlevi (kuddise sirruh)] buyurur:

Tearruf isimli kitabda yazıyor: Cüneyd-i Bağdâdî'ye (radıyallahü anh) göre,şerîate uygun ve kendi kısmında yazılı şartlara uygun,çalışıp kazanmak mukarreblerin amelinden sayılır.Şartların en mütedâvil olanı [kullanılanı] şudur ki, kesbden [çalışıp kazanmaktan] maksad ve niyet, çoluk çocuğa rahat nafaka,komşu ve yakın akrabasına ihsân ve iyilik,muhtâc ve muztar durumda olanlara yardım,garîb ve fakîr Müslümanların feryâdına yetişmek ve hiç kimseden bir şey beklememek olursa,bu kesbin [çalışıp kazanmanın] hükmü ve neticesi,zikr, teveccüh ve murâkabenin hüküm ve neticesidir.Zikir ve mukarreb amellere terettüb eden dereceler ve makamlar,bu çeşit çalışıp kazanmada da bulunur. Bu meslek [usul,tarz,yol] peygamberlerin (aleyhimüsselâm) ve hemen bütün Eshabın ta'kib ettikleri yoldur.Bu yol ahsen [en güzel] ,eslem [en doğru],ekmel [en olgun],a'lâ [en yüce], evlâ [en iyi],akreb [en yakın], akdem [en ileri], akvem [en sağlam], eshel [en kolay], eyser [en hafîf] bir yoldur.Havâs ve avamın takat getirebilecekleri bir yoldur. Bu yola şimdi Nakşibendî denmiştir."Eshâb-ı Yemin [sağdakiler!], Ne mutlu o sağdakilere!" [Vâki'a-8] âyet-i kerîmesinden murâd bunlardır. "İşte onlar Allahın hidâyet ettiği kimselerdir.Gerçek akıl sâhibleri de onlardır" [Zümer-18] âyet-i kerîmesiyle senâ buyurulmuştur.

Kimi fıkıh,ilim sahralarında dolaşıp,hadîs,haber ve eserleri öğrenmeğe çalışmış,büyük âlimlerin sohbetlerine ve meclislerine ve derslerine yetişmişlerdir.Nefslerini ezmişler,dünyadan kendilerine yetecek en az mikdarla iktifâ etmişlerdir.Bunların gittikleri yol,en açık ve seçik yoldur "İnanıp da îmanlarına hiçbir haksızlık bulaştırmayanlar var ya,işte emniyet [güven] onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır" [En'âm-82] âyet-i kerîmesi ile medhü senâ buyurulmuşlardır. "Müminlerin hepsinin birden sefere çıkmaları doğru değildir.Onların her kesiminden bir grub,dinde geniş bilgi elde etmek ve kavimleri savaştan döndükte, onları ikaz etmek için geride kalmalıdır" [Tevbe-122]  âyet-i kerîmesinden murad bunlardır. Yine bunlar için hadîs-i şerîfte: "Allahu teâlâ bir kuluna hayır [iyilik] murâd ederse,onu dinde fakîh yapar" buyurulmuştur. Din imamları,müctehidler,tefsîr ve hadîs âlimleri ve bunların izini ta'kib edenler bu kısımdandır.

Kimi insanlardan uzaklaşmış,inzivâyı seçmiş, hep Hak ile olup,dünyâ ve ehlinden, hattâ herkesten kopmuşlardır. Sevmeleri sevmemeleri,sadâkat ve ve adâvetleri [düşmanlıkları] hep Allah için olmuştur. Üveys-i Karnî, İbrâhim-i Edhem ve bunlara benzeyenler bu kısımdandır.Bunlar yolun en güzelini ve en iyisini bulmuşlardır. "İşte onlar Allah tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de,sadece Allah'ın tarafında olanlardır" [Mücâdele-22] âyet-i kerîmesi ile tavsîf buyurulmuşlardır. " İşte onlara,sabretmelerine karşılık,Cennetin en yüksek makamı verilecek; orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır" [Furkan-75] âyet-i kerîmesinden murad bu kısımdaki kullardır.

Kimileri de âcizliğini, kırıklığını,boyun eğikliğini,istiğfarı,zavallılığı,fakrı ve muhtâc olmaklığı gösteren yolu seçmiş ve beğenmiştir. Gece-gündüz hayâtlarını ah ve inlemekle geçirip,dağlarda,sahralarda,çöllerde dolaşmışlardır."Kendilerine binek sağlamak için sana geldiklerinde: "Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum",deyince,harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı,üzüntüsünden gözleri yaş dökerek dönen kimselere sorumluluk yoktur"[Tevbe-92] ve: "Diğerleri ise,günâhlarını itirâf ettiler,umulur ki,Allah onların tevbesini kabûl eder.Allah çok bağışlayan,pek esirgeyendir" âyet-i kerîmelerinden murâd bunlardır.

Bir kısmı da ,mücâhede ,riyâzet,ibâdet ve taatlerde çok ileri gitme yolunu tutmuşlardır.Yaya olarak çok defalar Beytullah'ı ve Ravda-ı Resûlullah'ı tavâf ve ziyâret etmişlerdir.Me'lûfâtı tamamen terk ve nefislerine bütün bütün muhâlefetle onu kahretmişlerdir.İnsanlarca kıymetli addedilen hürmet,makam,mevki' ve rutbeleri külliyen bırakıp,İhlâs ile Hakka vâsıl  ve vusûl ile Allaha kul olmuşlar,hakîkatlere kavuşmakla kalblerini süslemeğe ehemmiyet vermişler,en şiddetli hallere katlanıp,yeni yeni hallere kavuşmak istemişler,insanlara karışmak ve ünsiyet kurmak ümidini kesip,uzleti tercîh etmişlerdir.Bu yol Allah'a kavuşma yolarının en zahmetlisi ve zorudur.Fazîlet ve izzet ile ma'ruf  ve meşhûrdurlar. Şeyh-i ekber [Muhyiddin Arabi] hazretleri bunlardandır." İşte onların kalbine Allah îmanı yazmış ve kendinden [katından] bir rûh ile onları teyid etmişdir." [Mücâdele-22] âyet-i celîlesi ile tavsîf edilmişlerdir. "Biz,refâhından şımar[mış nice memleketi helâk etmişizdir.İşte yerleri! Kendilerinden  sonra  oralarda pek az kimse oturabilmiştir.Onlara biz vâris olmuşuzdur" [Kasas-55] nazm-ı celîlînden murâd bunlardır. Hadîs-i kudsîde: "Evliyâm örtülerimin altındadır,onları benden başkası bilmez" vârid olmuştur,bunlara işârettir. " İşte Rablerinden  bağışlamalar ve yüksek rahmetler hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır" [Bakara-157] ve. "İşte bunlar Naîm cennetlerinde Alla'a en yakın olanlardır" [Vâkı'a-11] âyetlerinden maksad bunlardır.

Bu tarîklerin her birinin ehli ve erbabı vardır ve her tarîk ehlinin tarîkınde şartlerı,edebleri,rükünleri,alâmetleri,nişânları ve esbabı vardır.Sâlikler [her yolun yolcuları] onları bilmeğe muhtâcdır. Bu tarîklerin en şereflisi ve en üstünü,ihtiyâr olunan bu meslek [Nakşibendî yolu],âriflere sertâc [baş tacı] ve âşıklara mi'râcdır. Bu tarîkın [yolun] şerh ve tafsîli uzun ve geniştir. Kitablarında yazılmış olanlar,esasın yanında pek az kalır.Bu yol çok şerefli ve incedir. Seçilmeğe ve önceliğe lâyıktır. Hak teâlâya en yakın ve nefsten en uzak yol budur. "Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü isteklerinden uzaklaştıran için,şübhesiz Cennet yegâne barınaktır" [Nazi'at-40] âyet-i kerîmesi bunları tavsîf etmektedir.

Hak celle ve a'lâya vâsıl olmak bir izzettir ki, zilleti yoktur.Bunu hâsıl etmek berhordârlıktır [seâdettir]. İnsan ve cinnin yaradılmasından Hak teâlânın muradı, ma'rifetten ibâret olan ibâdettir [kulluktur].İbâdetin bir kısmı tâat olup,namaz,oruc ve benzerlerinden ibârettir.Bunları herkes yerine getirebilir.Bir kısmı yasak olanları yapmamaktır.Onu herkes yapamaz.Bunu ancak sıddîklar bulur.Sâhib-i Risâlet (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem): "Allahu teâlânın men' ettiklerinden küçük bir şeyi yapmamak insanların ve cinlerin amelinden hayırlıdır" buyurdu.Bu menhiyâtı tamamen terk,ancak nefsi kahretmekle ele geçer.Nefsi Allahu teâlânın râzı olmadığı arzularından kesmekle müyesser olur.Onun arzularını kesmek,her hareket ve hareketsizlikte şer'-i şerîfe uymakla mümkündür.Kalb ihlâs ve yâra [Hak teâlâya] üns hâsıl etmekle ibâdât tamam olur.

Şeri'at üç cüz'den ibârettir: Bilmek,işlemek ve her ikisinde ihlâs ile muttasıf olmaktır.Şu anda bizim bahis mevzumuz üçüncüsü olmak gerektir.Dünyâ ve âhiret şerîatte saklıdır. Kalanların hepsi şerîatin gayrisidir,nefsin arzularındandır.Nefs Cenâb-ı Hakkın düşmanıdır.Allahu teâlânın rızâsı beğenmedikleridir ve bu da şerîatten ibârettir. Şer'in maklûbu [tersine okunuşu] Arş'dır. Zâhirde şer'den yüz çevirmek,Arşdan yüz çevirmektir.Arşdan yüz çevirmenin ne demek olduğunu irfân sâhibleri bilir.Şer'in zâhiri fetvâdır,bâtını [iç yüzü] takvâdır.İmâm-ı A'zam'ın (radıyallahü anh) elbisesine tırnak kadar çamur sıçradı. O büyük İmam onu ânında yıkadı. Talebesinden biri: "Yâ İmam, dirhem mikdarı necasetle namaz câizdir, diye rûhsat veriyorsun,ama sen bu kadarcık bir çamuru yıkıyorsun" diye suâl edince: "O fetvâdır,bu takvâdır" cevabını verdi. Resûl-i Ekrem (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimiz azîmet ve takva cihetinden hazreti Bilâl'e (radıyallahü anh) ertesi sabaha yarım ekmeği,saklamasına cevâz vermezken,rûhsat ve fetvâ bakımından bir senelik yiyeceği evde bulundurmağa cevâz verdi.Demek oluyor ki, tarîkat ehline azîmet ve takvâ ile,diğer insanlara rûhsat  ve fetvâ ile muâmelede bulunmak münâsib görülmüştür.

İbâdetin aslı namazdır.Zirâ dînin direğidir ve ol zât-ı bî niyâzla münâcât etmektir.Namazının sahîh olması ise tahârete bağlıdır.Fıkıh âlimleri tahâreti,necâsetten tahâret ve hadesten tahâret diye iki kısımda bildirirler.Her mümin bunları bilir.Ama bu zâhir ehline mahsûstur.Tarîkat ehlinden muttakî kimselere,bu zâhir [dış] temizlik ile beraber,tevhid suyu ile kalbini yıkayıp,şirk ve nifâk necâsetinden,sırrını [özünü] gaflet zulmetinden temizlemek de  vardır. Tevhîd,sâlikin nazarında bütün varlıkları hiç yokmuş gibi bulmakla,Hakdan bir tecellinin zâhir olmasından ibârettir.Tarîkat abdesti şerîat abdesti ile beraber,yüzünü Allah'dan başkasına döndürmemekten,ellerini mahlûkata âid bağlardan ve öbür dünyâya âid mesâlihden dahî yıkamaktan ibârettir. Başını mesh ile,beyninden benliği silmek; öyle ki başında Allah'dan başkasının muhabbetinden bir şey kalmayıp kibirsiz olmaktan,ayaklarını Allah yolundan mâada her yola basmağa sakınmaktan ibârettir. Şeyh Şiblî buyurmuştur: "Abdest dünya bağlarından kesilmek,namaz sâdece Hak celle ve alâya bağlanmaktır." Allahtan başkasından alâkasını kesmeyen bir insan,Hak celle ve alânın muhabbetine kavuşamaz.Zirâ Cenâb-ı Hak şerîk [ortak] istemez.İnfisâl [ayrılma] hâsıl olmayınca,ittisâl [kavuşma] hâsıl olmaz."Ona ancak temizlenenler dokunabilir" Vâkı'a-79] âyet-i kerîmesi bu sırra işârettir."Hemen pabuçlarını çıkar" [Tâha-12] buna açık bir delildir. "Abdest üzerine abdest nûr üstüne nûrdur" hadîs-i şerîfi bu sırra işârettir.Ya'ni tarikat abdesti şeriât abdesti üzere olursa,nûr üstüne nûr olur. Zâhir ehline  [fıkha] göre,abdestli bir insan [o abdestle bir ibâdet yapmışsa] bir daha abdest alırsa, nûr üstüne nûr olur,zâten meşhûrdur. Namaza âid bütün söz ve fiilleri geniş anlatmıyorum.Anlayış ve kabiliyetiniz zâten buna müsâiddir.

Namaz;bedenî ve kalbî ibâdetten ibârettir.Namazda kalb ve kalıb her ikisi faaliyette bulunmak lâzımdır.Kalbden murad, Rabbânî nûr kuvveti olup,yürek denilen et parçasına yerleştirilmiştir.Yürek göğsün sol tarafında bulunmakta olup mahlûktur.Kalb ise gayb âlemindendir [bilinmez]. Rûhânîdir,ulvîdir ve ulvî  hakîkatlerin merkezidir.Kalıb,şehâdet [görünen] âleminden olup cismânîdir,süflîdir,yoğundur,zulmânîdir ve süflî şeylerin merkezidir.Kalıbın [bedenin] gıdası,kendisi gibi maddî ,süflî ve cismânîdir.Kalbin gıdası ise,kendine muvâfık,havsalasına lâyıktır.Nefs kalıbın zulmânî kısmındandır.Kalıbın gıdası birkaç gün verilmez ise ölür,helâk olur. Ölümü muvakkat,helâki sûrîdir.Kalbin gıdası verilmezse, o da helâk olur ve sonsuz olarak ölür.Kalbin gıdası ilmullahdan [ma'rifetten] ibârettir. Âyet-i kerîmeler,hadîs-i şerîfler ve selef-i sâlihînin eserlerinde zikr olunan ilimden murâd bu ilimdir.Diğer ilimlerin hepsi, bu ilmin başlangıç ve hazırlayıcıları mesâbesindedir. Kalb ve kalıb bir arada bulunduğundan,sanki birleşmişler, bir olmuşlardır.Halbuki birinin gıdası galib olunca,diğerinin gıdası azalmaktadır.Binâen aleyh çok yemek yiyen bir insan,fazla tâat,ibâdet,zikir ve fikirde bulunamaz.Aksine kalb ve rûh gıdası çok olan kimsenin de yemeğe iştihâsı azalır.Sâliklerin az yemeleri ve içmeleri bundandır.

Kalıbın eczâsından olan nefsin ayrıca bir gıdası daha vardır. O da Allahu teâlânın rızâsı hilâfına yürümektir. Allahu teâlânın razı oldukları ahlâk-ı Kur'âniyyedir.Ya'ni şer'-i şerîften ibârettir.Nefsin beğendiği,istediği şeyleri yapmamakla,ya'nî şerîate uymakla insan Hakka kavuşur.Evliyâdan birisi Rabb-ül izzeti rüyâda gördü ve: "Yâ Rabbi, sana hangi yolla kavuşurum?" diye suâl etti de, Hak teâlâ kendisine: "Nefsini bırak da gel!" buyurdu.Ya'ni: "Rızâma muhâlif  olan nefsinin arzularını bırak,bana kavuşursun."

İşte turuk-ı aliyyenin zikir,fikir,ibâdet,tâat ve benzeri güzel işleri,hep bu gayeye varmağı kolaylaştırmak içindir.Zirâ ölüm baş ucundadır ve maksada kavuşmadan ölüm gelirse,işin nereye varacağı ma'lûmdur.

Beyt:
Korkarım o yâr bize nâ âşinâ kalır.
Ve kıyâmete kadar bu elem bizle kalır.

Behâeddin Buhârî buyurmuşlardır ki: "Kim bu tâife-i nakşibendiyyenin etrafında niyâz ve irâdet ve âdâb-ı temam ile dolaşırsa ,seâdet sâhibi olur." Bâkı duâ.

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (Kuddise Sirruh)