Seyyid Abdülhakim Arvasi (Kuddise Sirruh) hazretlerinin tarîkatler hakkındaki bir mektubu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Seyyid Abdülhakim Arvasi (Kuddise Sirruh) hazretlerinin tarîkatler hakkındaki bir mektubu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (Kuddise Sirruh) hazretlerinin tarîkatler hakkındaki bir mektubu

Bismillahirrahmanirahîm

Allahu teâlâya hamd,Resûlune salâtü selâm  ve sizlere duadan sonra derim ki:

Bu bir zamandır ki,şerîatin şeâiri [İslam dîninin şiârları,alâmetleri] muhtefî [örtüldü]. Tarîkatin ana caddesi boşaldı.İnsanın vücûdunda nefs-i emmâre hâkim ve galib olup ,şeytanın askerleri her tarafta hükmünü icrâ etmektedir.Hakîkat ilimlerinin alâmet ve işâretleri ters dönmüş,ya da yok olmuş,tarîkat yolları kapanmış ve bitmiştir. Tasavvufun ma'nâsı bozuldu,ismi kaldı. Erkânı [direkleri] kırıldı,resmi kaldı. Hattâ isim ve resim bile tebdîl ve tahvîle [değişikliğe] uğradı. Ehli olmayanlar tasavvufu dıştan güzel görünen,hattâ felsefeden alınmış kıymetli bir şey sandılar. O ise hakîkatler kaynağıdır. Görenler bildiler,anladılar. Görmeyenler ise,ya taklîd sahrasında kaldılar yahûd da şübhe ve tereddüdde bocaladılar. Belki inkâr çukurlarına yuvarlandılar.

İslâm gayreti taşıyanlar,bu azîz ve parlak dînin yücelmesini ,ahkâmının yükseklere kaldırılmasını ve bu arada hakîkî dîn kardeşler,sırdaş olacak dostlar aramak istediler. Bu münâsebetle dînin umûmi fâidelerini beyân ve ayan edecek ve hakîkat gelininin yüzündeki örtüyü kaldıracak büyük zâtlar aradılar.

Bu garîb ve uzağın, bu meslek ehli içinde ma'rifeti az,sermâyesi yok ise de, "memur ma'zurdur" sözü mûcibince, Süleyman aleyhisselâmın karıncası gibi, tarîkatin denizi,şerîatin ummânı olan Seyyid ve Senedimin [Seyyid Fehim hazretlerinin] Îsâ aleyhisselâmın nefesini andıran güzel kokulu esintisiyle, Mûsâ aleyhisselâmın mucizelerine benzeyen kerâmetlerinin sâdir olduğu hizmet ve sohbetiyle şereflendim. Uzun zaman himâye kanatları altında bulundum,yetiştim.Çok feyizler alıp terbiye olunduğumdan,her tâlibin hâline muvâfık ,Hakka vâsıl olma edeblerini ve her müridin,şanına uygun temel esasları ayrı ayrı edinmiş,öğrenmiş idim. Bu yolun büyüklerinin hu-zûrunda makbûl ve denenmiş olanlardan faydası çok ve devamlı bulunanların bir kısmını,bugün bazı dostlarıma yazıp yâdigâr kalması arzusuyla herkesin kendi hissesine düşeni alması hevesi beni yendi de,şu satırlar kalemimden çıktı.

"Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler -beni bilsinler- diye yarattım" [Zâriyat-56] âyet-i kerîmesinin yüksek ma'nâsı mûcibince ,cinler ve insanlar ma'rifet-i ilâhî için yaratılmıştır.Ya'ni bunların yaratılmasından murâd ma'rifet-i ilâhi şerefine nâil olmalarıdır.Bunun için Allah'a tâlib olanların hepsinin maksada kavuşmalarındaki yolları farklıdır. Sâlik ve müridlerden kimi islâmın beş esasına yapışıp,farz,edeb,şart ve sünnetleri ile yerine getirmeği vazife bilip, Hakka kulluk etmişler ve bununla birlikte çoluk çocuğu,hatta diğer insanlar için çalışıp halal kazanmakla meşgul olmuşlardır.

Gulâm Alî [Abdullah Dehlevi (kuddise sirruh)] buyurur:

Tearruf isimli kitabda yazıyor: Cüneyd-i Bağdâdî'ye (radıyallahü anh) göre,şerîate uygun ve kendi kısmında yazılı şartlara uygun,çalışıp kazanmak mukarreblerin amelinden sayılır.Şartların en mütedâvil olanı [kullanılanı] şudur ki, kesbden [çalışıp kazanmaktan] maksad ve niyet, çoluk çocuğa rahat nafaka,komşu ve yakın akrabasına ihsân ve iyilik,muhtâc ve muztar durumda olanlara yardım,garîb ve fakîr Müslümanların feryâdına yetişmek ve hiç kimseden bir şey beklememek olursa,bu kesbin [çalışıp kazanmanın] hükmü ve neticesi,zikr, teveccüh ve murâkabenin hüküm ve neticesidir.Zikir ve mukarreb amellere terettüb eden dereceler ve makamlar,bu çeşit çalışıp kazanmada da bulunur. Bu meslek [usul,tarz,yol] peygamberlerin (aleyhimüsselâm) ve hemen bütün Eshabın ta'kib ettikleri yoldur.Bu yol ahsen [en güzel] ,eslem [en doğru],ekmel [en olgun],a'lâ [en yüce], evlâ [en iyi],akreb [en yakın], akdem [en ileri], akvem [en sağlam], eshel [en kolay], eyser [en hafîf] bir yoldur.Havâs ve avamın takat getirebilecekleri bir yoldur. Bu yola şimdi Nakşibendî denmiştir."Eshâb-ı Yemin [sağdakiler!], Ne mutlu o sağdakilere!" [Vâki'a-8] âyet-i kerîmesinden murâd bunlardır. "İşte onlar Allahın hidâyet ettiği kimselerdir.Gerçek akıl sâhibleri de onlardır" [Zümer-18] âyet-i kerîmesiyle senâ buyurulmuştur.

Kimi fıkıh,ilim sahralarında dolaşıp,hadîs,haber ve eserleri öğrenmeğe çalışmış,büyük âlimlerin sohbetlerine ve meclislerine ve derslerine yetişmişlerdir.Nefslerini ezmişler,dünyadan kendilerine yetecek en az mikdarla iktifâ etmişlerdir.Bunların gittikleri yol,en açık ve seçik yoldur "İnanıp da îmanlarına hiçbir haksızlık bulaştırmayanlar var ya,işte emniyet [güven] onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır" [En'âm-82] âyet-i kerîmesi ile medhü senâ buyurulmuşlardır. "Müminlerin hepsinin birden sefere çıkmaları doğru değildir.Onların her kesiminden bir grub,dinde geniş bilgi elde etmek ve kavimleri savaştan döndükte, onları ikaz etmek için geride kalmalıdır" [Tevbe-122]  âyet-i kerîmesinden murad bunlardır. Yine bunlar için hadîs-i şerîfte: "Allahu teâlâ bir kuluna hayır [iyilik] murâd ederse,onu dinde fakîh yapar" buyurulmuştur. Din imamları,müctehidler,tefsîr ve hadîs âlimleri ve bunların izini ta'kib edenler bu kısımdandır.

Kimi insanlardan uzaklaşmış,inzivâyı seçmiş, hep Hak ile olup,dünyâ ve ehlinden, hattâ herkesten kopmuşlardır. Sevmeleri sevmemeleri,sadâkat ve ve adâvetleri [düşmanlıkları] hep Allah için olmuştur. Üveys-i Karnî, İbrâhim-i Edhem ve bunlara benzeyenler bu kısımdandır.Bunlar yolun en güzelini ve en iyisini bulmuşlardır. "İşte onlar Allah tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de,sadece Allah'ın tarafında olanlardır" [Mücâdele-22] âyet-i kerîmesi ile tavsîf buyurulmuşlardır. " İşte onlara,sabretmelerine karşılık,Cennetin en yüksek makamı verilecek; orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır" [Furkan-75] âyet-i kerîmesinden murad bu kısımdaki kullardır.

Kimileri de âcizliğini, kırıklığını,boyun eğikliğini,istiğfarı,zavallılığı,fakrı ve muhtâc olmaklığı gösteren yolu seçmiş ve beğenmiştir. Gece-gündüz hayâtlarını ah ve inlemekle geçirip,dağlarda,sahralarda,çöllerde dolaşmışlardır."Kendilerine binek sağlamak için sana geldiklerinde: "Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum",deyince,harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı,üzüntüsünden gözleri yaş dökerek dönen kimselere sorumluluk yoktur"[Tevbe-92] ve: "Diğerleri ise,günâhlarını itirâf ettiler,umulur ki,Allah onların tevbesini kabûl eder.Allah çok bağışlayan,pek esirgeyendir" âyet-i kerîmelerinden murâd bunlardır.

Bir kısmı da ,mücâhede ,riyâzet,ibâdet ve taatlerde çok ileri gitme yolunu tutmuşlardır.Yaya olarak çok defalar Beytullah'ı ve Ravda-ı Resûlullah'ı tavâf ve ziyâret etmişlerdir.Me'lûfâtı tamamen terk ve nefislerine bütün bütün muhâlefetle onu kahretmişlerdir.İnsanlarca kıymetli addedilen hürmet,makam,mevki' ve rutbeleri külliyen bırakıp,İhlâs ile Hakka vâsıl  ve vusûl ile Allaha kul olmuşlar,hakîkatlere kavuşmakla kalblerini süslemeğe ehemmiyet vermişler,en şiddetli hallere katlanıp,yeni yeni hallere kavuşmak istemişler,insanlara karışmak ve ünsiyet kurmak ümidini kesip,uzleti tercîh etmişlerdir.Bu yol Allah'a kavuşma yolarının en zahmetlisi ve zorudur.Fazîlet ve izzet ile ma'ruf  ve meşhûrdurlar. Şeyh-i ekber [Muhyiddin Arabi] hazretleri bunlardandır." İşte onların kalbine Allah îmanı yazmış ve kendinden [katından] bir rûh ile onları teyid etmişdir." [Mücâdele-22] âyet-i celîlesi ile tavsîf edilmişlerdir. "Biz,refâhından şımar[mış nice memleketi helâk etmişizdir.İşte yerleri! Kendilerinden  sonra  oralarda pek az kimse oturabilmiştir.Onlara biz vâris olmuşuzdur" [Kasas-55] nazm-ı celîlînden murâd bunlardır. Hadîs-i kudsîde: "Evliyâm örtülerimin altındadır,onları benden başkası bilmez" vârid olmuştur,bunlara işârettir. " İşte Rablerinden  bağışlamalar ve yüksek rahmetler hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır" [Bakara-157] ve. "İşte bunlar Naîm cennetlerinde Alla'a en yakın olanlardır" [Vâkı'a-11] âyetlerinden maksad bunlardır.

Bu tarîklerin her birinin ehli ve erbabı vardır ve her tarîk ehlinin tarîkınde şartlerı,edebleri,rükünleri,alâmetleri,nişânları ve esbabı vardır.Sâlikler [her yolun yolcuları] onları bilmeğe muhtâcdır. Bu tarîklerin en şereflisi ve en üstünü,ihtiyâr olunan bu meslek [Nakşibendî yolu],âriflere sertâc [baş tacı] ve âşıklara mi'râcdır. Bu tarîkın [yolun] şerh ve tafsîli uzun ve geniştir. Kitablarında yazılmış olanlar,esasın yanında pek az kalır.Bu yol çok şerefli ve incedir. Seçilmeğe ve önceliğe lâyıktır. Hak teâlâya en yakın ve nefsten en uzak yol budur. "Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü isteklerinden uzaklaştıran için,şübhesiz Cennet yegâne barınaktır" [Nazi'at-40] âyet-i kerîmesi bunları tavsîf etmektedir.

Hak celle ve a'lâya vâsıl olmak bir izzettir ki, zilleti yoktur.Bunu hâsıl etmek berhordârlıktır [seâdettir]. İnsan ve cinnin yaradılmasından Hak teâlânın muradı, ma'rifetten ibâret olan ibâdettir [kulluktur].İbâdetin bir kısmı tâat olup,namaz,oruc ve benzerlerinden ibârettir.Bunları herkes yerine getirebilir.Bir kısmı yasak olanları yapmamaktır.Onu herkes yapamaz.Bunu ancak sıddîklar bulur.Sâhib-i Risâlet (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem): "Allahu teâlânın men' ettiklerinden küçük bir şeyi yapmamak insanların ve cinlerin amelinden hayırlıdır" buyurdu.Bu menhiyâtı tamamen terk,ancak nefsi kahretmekle ele geçer.Nefsi Allahu teâlânın râzı olmadığı arzularından kesmekle müyesser olur.Onun arzularını kesmek,her hareket ve hareketsizlikte şer'-i şerîfe uymakla mümkündür.Kalb ihlâs ve yâra [Hak teâlâya] üns hâsıl etmekle ibâdât tamam olur.

Şeri'at üç cüz'den ibârettir: Bilmek,işlemek ve her ikisinde ihlâs ile muttasıf olmaktır.Şu anda bizim bahis mevzumuz üçüncüsü olmak gerektir.Dünyâ ve âhiret şerîatte saklıdır. Kalanların hepsi şerîatin gayrisidir,nefsin arzularındandır.Nefs Cenâb-ı Hakkın düşmanıdır.Allahu teâlânın rızâsı beğenmedikleridir ve bu da şerîatten ibârettir. Şer'in maklûbu [tersine okunuşu] Arş'dır. Zâhirde şer'den yüz çevirmek,Arşdan yüz çevirmektir.Arşdan yüz çevirmenin ne demek olduğunu irfân sâhibleri bilir.Şer'in zâhiri fetvâdır,bâtını [iç yüzü] takvâdır.İmâm-ı A'zam'ın (radıyallahü anh) elbisesine tırnak kadar çamur sıçradı. O büyük İmam onu ânında yıkadı. Talebesinden biri: "Yâ İmam, dirhem mikdarı necasetle namaz câizdir, diye rûhsat veriyorsun,ama sen bu kadarcık bir çamuru yıkıyorsun" diye suâl edince: "O fetvâdır,bu takvâdır" cevabını verdi. Resûl-i Ekrem (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimiz azîmet ve takva cihetinden hazreti Bilâl'e (radıyallahü anh) ertesi sabaha yarım ekmeği,saklamasına cevâz vermezken,rûhsat ve fetvâ bakımından bir senelik yiyeceği evde bulundurmağa cevâz verdi.Demek oluyor ki, tarîkat ehline azîmet ve takvâ ile,diğer insanlara rûhsat  ve fetvâ ile muâmelede bulunmak münâsib görülmüştür.

İbâdetin aslı namazdır.Zirâ dînin direğidir ve ol zât-ı bî niyâzla münâcât etmektir.Namazının sahîh olması ise tahârete bağlıdır.Fıkıh âlimleri tahâreti,necâsetten tahâret ve hadesten tahâret diye iki kısımda bildirirler.Her mümin bunları bilir.Ama bu zâhir ehline mahsûstur.Tarîkat ehlinden muttakî kimselere,bu zâhir [dış] temizlik ile beraber,tevhid suyu ile kalbini yıkayıp,şirk ve nifâk necâsetinden,sırrını [özünü] gaflet zulmetinden temizlemek de  vardır. Tevhîd,sâlikin nazarında bütün varlıkları hiç yokmuş gibi bulmakla,Hakdan bir tecellinin zâhir olmasından ibârettir.Tarîkat abdesti şerîat abdesti ile beraber,yüzünü Allah'dan başkasına döndürmemekten,ellerini mahlûkata âid bağlardan ve öbür dünyâya âid mesâlihden dahî yıkamaktan ibârettir. Başını mesh ile,beyninden benliği silmek; öyle ki başında Allah'dan başkasının muhabbetinden bir şey kalmayıp kibirsiz olmaktan,ayaklarını Allah yolundan mâada her yola basmağa sakınmaktan ibârettir. Şeyh Şiblî buyurmuştur: "Abdest dünya bağlarından kesilmek,namaz sâdece Hak celle ve alâya bağlanmaktır." Allahtan başkasından alâkasını kesmeyen bir insan,Hak celle ve alânın muhabbetine kavuşamaz.Zirâ Cenâb-ı Hak şerîk [ortak] istemez.İnfisâl [ayrılma] hâsıl olmayınca,ittisâl [kavuşma] hâsıl olmaz."Ona ancak temizlenenler dokunabilir" Vâkı'a-79] âyet-i kerîmesi bu sırra işârettir."Hemen pabuçlarını çıkar" [Tâha-12] buna açık bir delildir. "Abdest üzerine abdest nûr üstüne nûrdur" hadîs-i şerîfi bu sırra işârettir.Ya'ni tarikat abdesti şeriât abdesti üzere olursa,nûr üstüne nûr olur. Zâhir ehline  [fıkha] göre,abdestli bir insan [o abdestle bir ibâdet yapmışsa] bir daha abdest alırsa, nûr üstüne nûr olur,zâten meşhûrdur. Namaza âid bütün söz ve fiilleri geniş anlatmıyorum.Anlayış ve kabiliyetiniz zâten buna müsâiddir.

Namaz;bedenî ve kalbî ibâdetten ibârettir.Namazda kalb ve kalıb her ikisi faaliyette bulunmak lâzımdır.Kalbden murad, Rabbânî nûr kuvveti olup,yürek denilen et parçasına yerleştirilmiştir.Yürek göğsün sol tarafında bulunmakta olup mahlûktur.Kalb ise gayb âlemindendir [bilinmez]. Rûhânîdir,ulvîdir ve ulvî  hakîkatlerin merkezidir.Kalıb,şehâdet [görünen] âleminden olup cismânîdir,süflîdir,yoğundur,zulmânîdir ve süflî şeylerin merkezidir.Kalıbın [bedenin] gıdası,kendisi gibi maddî ,süflî ve cismânîdir.Kalbin gıdası ise,kendine muvâfık,havsalasına lâyıktır.Nefs kalıbın zulmânî kısmındandır.Kalıbın gıdası birkaç gün verilmez ise ölür,helâk olur. Ölümü muvakkat,helâki sûrîdir.Kalbin gıdası verilmezse, o da helâk olur ve sonsuz olarak ölür.Kalbin gıdası ilmullahdan [ma'rifetten] ibârettir. Âyet-i kerîmeler,hadîs-i şerîfler ve selef-i sâlihînin eserlerinde zikr olunan ilimden murâd bu ilimdir.Diğer ilimlerin hepsi, bu ilmin başlangıç ve hazırlayıcıları mesâbesindedir. Kalb ve kalıb bir arada bulunduğundan,sanki birleşmişler, bir olmuşlardır.Halbuki birinin gıdası galib olunca,diğerinin gıdası azalmaktadır.Binâen aleyh çok yemek yiyen bir insan,fazla tâat,ibâdet,zikir ve fikirde bulunamaz.Aksine kalb ve rûh gıdası çok olan kimsenin de yemeğe iştihâsı azalır.Sâliklerin az yemeleri ve içmeleri bundandır.

Kalıbın eczâsından olan nefsin ayrıca bir gıdası daha vardır. O da Allahu teâlânın rızâsı hilâfına yürümektir. Allahu teâlânın razı oldukları ahlâk-ı Kur'âniyyedir.Ya'ni şer'-i şerîften ibârettir.Nefsin beğendiği,istediği şeyleri yapmamakla,ya'nî şerîate uymakla insan Hakka kavuşur.Evliyâdan birisi Rabb-ül izzeti rüyâda gördü ve: "Yâ Rabbi, sana hangi yolla kavuşurum?" diye suâl etti de, Hak teâlâ kendisine: "Nefsini bırak da gel!" buyurdu.Ya'ni: "Rızâma muhâlif  olan nefsinin arzularını bırak,bana kavuşursun."

İşte turuk-ı aliyyenin zikir,fikir,ibâdet,tâat ve benzeri güzel işleri,hep bu gayeye varmağı kolaylaştırmak içindir.Zirâ ölüm baş ucundadır ve maksada kavuşmadan ölüm gelirse,işin nereye varacağı ma'lûmdur.

Beyt:
Korkarım o yâr bize nâ âşinâ kalır.
Ve kıyâmete kadar bu elem bizle kalır.

Behâeddin Buhârî buyurmuşlardır ki: "Kim bu tâife-i nakşibendiyyenin etrafında niyâz ve irâdet ve âdâb-ı temam ile dolaşırsa ,seâdet sâhibi olur." Bâkı duâ.

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (Kuddise Sirruh)