RIZKIN DAĞITILMASI

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Şimdi aziz:  

Bunları sana bir bir anlatmamın sebebi budur ki, Hak teâlâ muhakkak ki illel-lât diyenin bile rızkını kesmez: Bunu böylece bil ve düşün ki, sıdk ile ihlâs ile ALLÂH diyenin rızkını vermez mi sanırsın? Onun nimetlerinin nihayeti yoktur. Onun kullarına ihsan ve ikramı çoktur. Bütün mahlukat onun emrindedir ve onun hanında karınlarını doyurur. Kâfir olsun, müslüman olsun hepsini karşılıksız olarak besler.  


Gaip hazinelerinden lütfedersin ey Kerim,  

Kâfir müşrik ayırd etmez, rızık verirsin bilumum,  

Düşmanına bunca nimet bahşederken ey Rahim, 

Dostlarını iki cihanda elbet etmezsin mahrum.  


Şu hâlde, rızık için kaygılanmak, ibadet ve tâat yolunu Bırakmak ve dünyaya dalarak haktan gafil olmak edepsizliktir. Demek ki, tevekkül etmek için sabretmek lâzımdır.  Sabrı olmayan tevekkül edemez, öyle ise, sana biraz da sabır hakkın da ve sabrın faziletleri hususunda nasihat edeyim ki, faydalanasın. Zira, nefes nefesten mübarektir, saat saatten kutludur. Gün günden devletlidir.

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Bizim en büyük şansımız Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye kitabına kavuşmamızdır

 *Enver Ören “rahmetullahi aleyh” Ağabeyimiz* Buyurdu ki:


Bizim en büyük şansımız, *Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye* kitabına kavuşmamızdır. Elhamdülillah, elimizde, başucumuzda böyle bir şaheser var. Bu muhteşem kitap, öyle bir kitaptır ki, bütün Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından, bu zamandaki bir Müslümana lâzım olan bilgiler satır satır seçilmiş, binlerce, onbinlerce çiçekten toplanan bal misali, bir bal peteği olmuş ve kim alırsa, kim okursa kurtulacağı mutlak olan eserdir. Eserin kıymetine bakarak yazarının büyüklüğünü anlamak mümkün. Bu kitap vasıtasıyla yazarının büyüklüğünü idrak etmemiz lâzım. Mübârek Hocamız buyurmuşlardı ki, *“Asrımızın mürşid-i kâmili, Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye’dir. Çünkü yüzlerce, binlerce evliyânın, âlimlerin mübârek sözleridir. Kim alır okursa âlim olur, hele hele içindekileri yaparsa evliyâ olur. Hiç başka şeye ihtiyâc kalmaz ama nasîb meselesi bu!...”*

Ömürlerinde bir defa bizi ziyaret eden imanını kurtarmadıkça vefat etmesin!

 Kabrini ziyaret edenler muratlarına kavuşur...

Mehmed Emîn Tokadî hazretleri buyurdu ki: "Ömürlerinde bir defa bizi ziyaret eden imanını kurtarmadıkça vefat etmesin!"

Mehmed Emîn Tokadî hazretleri -Eshab-ı kiram hariç- İstanbul'un üç büyük evliyâsından biridir. (Diğer ikisi Murad-ı Münzavi ve Abdülfettah-ı Akri hazretleridir.)1664 (H.1075) senesinde Tokat'ta doğdu. 1745 (H.1158)'te İstanbul'da vefât etti. Kabri, Unkapanı'na inen cadde ile Zeyrek Yokuşu'nun kesiştiği tepe üzerinde, Soğukkuyu Pîrî Paşa Medresesi kabristanındadır. Kendisini vesîle ederek duâ edenler dileklerine, muratlarına kavuşur...

Seyyid Yahyâ Efendi şöyle anlatmıştır:

Sultan Bâyezîd Câmii avlusunda, oyma ustalarından Kefelizâde İbrâhim Halebî adında bir zâtın dükkanında, kıymetli zâtlar toplanıp sohbet ederlerdi. Ara sıra Mehmed Emîn Efendi de öğle namazından sonra orayı teşrif ederdi... Bir gün yine böyle hoş bir sohbet sırasında, herkes tarafından sevilen, güzel ahlaklı bir kâdı (hâkim) geldi ve Kâdıaskerin, "Ben makamda olduğum sürece, sana vazife vermem!" diyerek yemin ettiğini ağlayarak anlattı... 

Bu hâdiseye üzülen Mehmed Emîn Efendi, yarım saat kadar murâkabeye daldı. Sonra hakîkati gören gözlerini açıp, dükkan sâhibi Kefelizâde İbrâhim Halebî'ye bir duâ yazdırdı. Bunu, o mağdur kâdıya verdi ve;

-Bu dua üzerindeyken doğruca Kâdıasker'e git! buyurup, adamcağızı gönderdiler...

Aradan birkaç saat geçmişti ki genç kadı, sevinçle geldi. Mehmed Emîn Efendiye durumunu şöyle arz etti:

-Kâdıaskerin makâmına girdim. Beni görünce beti benzi attı. Feryâd ederek; "Kâtip! Hemen bak! Bu kâdı efendinin tâyin edilmesi için münâsib bir yer var mı?" dedi. Kâtip, kayıtları kontrol ettikten sonra; "Bir yer var ama şimdilik dolu" dedi. Kâdıasker; "Olsun, hemen tâyin edelim, benim şu anda çektiğim sıkıntıyı bilemezsin!" dedi. Böylece tâyinim derhâl yapıldı...

Mehmed Emîn Efendi verdiği o duâyı kâdıdan geri alıp, Kefelizâde İbrâhim Halebî'ye vererek silmesini söyledi. O da alıp sildi. Kefelizâde şöyle demiştir:

"Mehmed Emîn Efendinin bana yazdırdığı o duayı; defâlarca denediğim hâlde bir daha yazamadım."

Bu dua silindi, günümüze ulaşmadı ancak bu mübarek zatın bizler için müjde olan bir duası var:

"Ömürlerinde bir defa bizi ziyaret eden imanını kurtarmadıkça vefat etmesin!"

Böyle dua eden bir zatın kabri ziyaret edilmez mi hiç?..

     ***

Zeyrek yokuşunu çıkınca yeri,

Ağaçlar altında mübarek kabri,

Çoğu tanır Mehmet Emîn Tokadî,

Dilek kapısıdır İstanbul şehri.

Peygamberlerin, Eshâb-ı kirâmın ve din büyüklerinden hiçbirinin resmi yokdur

 Peygamberlerin, Eshâb-ı kirâmın ve din büyüklerinden hiçbirinin resmi yokdur. Onların resmi diye, gazetelerde, filmlerde görülen resmler, hep uydurmadır. Para kazanmak için, müslimânları aldatmak için yapıyorlar. Mubârek zâtların resmlerini de yükseğe asmak harâm olduğu gibi, bunları aşağı yerlere koymak da harâmdır. Avret yerleri örtülü olsun olmasın, her yere büyük veyâ küçük canlı resmi yapmak harâm olduğu gibi, bunu yapmak için alınan para da harâmdır. Putperestliği önlemek için harâm edilmişdir. Üzerinde canlı resmi bulunan elbiseyi nemâz dışında da giymek mekrûh olduğu, Tahtâvînin (İmdâd) hâşiyesinde de yazılıdır.Seyyid Abdülhakîm efendi “kuddise sirruh”, bir mektûbunda diyor ki, (Üzerinde canlı resmi bulunan mendil, para gibi şeyleri kullanmak câizdir. Zîrâ böyle şeyler mühândırlar, muhakkardırlar, muhterem değildirler). (El-fıkh-u alel-mezâhibil-erbe’a)nın üçüncü cildinde de böyle yazmakdadır.

(Se’âdet-i Ebediyye)

Cinnin varlığına inanmıyan müslimânlıkdan çıkar

 Cinnin varlığına inanmıyan müslimânlıkdan çıkar, hiçbir ibâdeti kabûl olmaz.Cin hakkında bilgi, her Peygamberin kitâbında vardı.Şeytânlar, diri insanın içine de girer. İnsanın his ve hareket sinirlerine te’sîr ederek, hareket ve ses hâsıl ederler. İnsanın, bu kendi söz ve hareketinden haberi olmaz. ..Eskiden kâhinler, cinnîlerden ba’zı şeyler işiterek falcılık yapardı. Bunun için, puta tapanlar, cinnin varlığına inanır ve cinden korkardı. Cinnin var olduğunu, müslimânlar, putperestlerden işiterek öğrenmedi. Kur’ân-ı kerîmden ve Muhammed aleyhisselâmdan öğrendi. Müslimânlar, puta tapanlar gibi, cinden korkmaz. Muhâfaza melekleri, insanları cinden koruduğu gibi, âyet-i kerîme ve düâ okuyup, Allahü teâlâya sığınanlara da birşey yapamazlar...imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin ve imâm-ı Şâfi’înin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” vefâtlarında ağladıkları, cinnin insan kalbine vesvese getirdiği ve dahâ pekçok meşhûr vak’a ve işler kıymetli kitâblarda yazılıdır. Bunların hepsi, cinnin varlığını göstermekdedir. [Keçi, yılan, kedi şekline girdikleri çok görülmüşdür. Mikrop şekline de girip, insanın damarlarında dolaşırlar.]

(Seyyid Abdülhakîm Arvasi “kuddise sirruh” hazretleri )

Din ve müzik

 Tekkelere müzik sokuldu. Çalgı çalarak, tegannî ederek, dans ederek yapılan taşkınlıklara ibâdet denildi. (Dînî türk mûsikîsi) diye bid’atler uyduruldu. Bunların bid’at olduğu, Kâdî-zâdenin (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhinde uzun yazılıdır.Sultân Üçüncü Muhammed hân “rahimehullahü teâlâ” zemânında yaşamış olan Itrî efendi, bir din âlimi değildi. Meşhûr Beethoven gibi, bir mûsikî üstâdı idi. İslâm tekbîrini, segâh makâmına bestelemekle, islâmiyyete bir hizmet yapmamış, dîne bir bid’at karışdırmışdır.

(Se’âdet-i Ebediyye)

Cinnîler

 Cinnîler yir, içer.(Aynî târîhi)nde diyor ki, (Cinnîlerin sayısı, insanların on katından fazladır. Şeytânların sayısı, bu ikisinin on katlarından fazladır. Meleklerin sayısı da, bu üçünün sayılarının, on katından dahâ çokdur) (Kurtubî tezkiresi)nde buyuruyor ki, (Cinnin ölümü, yerde gâib olmakdır. İhtiyârları, gençleşmeyince ölmez. Ölecekleri zemân, çocukluk hâline döner ve yerde gâib olurlar..)İnsan, cinni ve şeytânları, uyanık iken ve rü’yâda görebilir. Çünki, onlar her şekle girebilir. Çok güzel sûretlere girerler. İhtilâma sebeb olurlar. Peygamberlerden “aleyhimüsselâm” ve Evliyâdan çoğu şeytânı görmüş ve konuşmuşdur. Her ne şeklde olursa olsun, cinni gören kimse, hep ona bakarsa cin şeklini değişdiremez. Gözden kaçamaz. Ona sorup cevâb alınabilir. Bir ân başka tarafa bakılırsa, hemen kendi şekline girip gayb olur. İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi aleyh”, (Cinni kendi şeklinde gördüğünü iddi’â eden kimsenin şâhidliği kabûl olmaz!) buyurdu. Çünki, hayâli kuvvetli olanlar, bulunmıyan şeyleri görüyorum sanır. Muhyiddîn-i Arabî “kuddise sirruh” (Fütûhât) kitâbının ellibirinci bâbında buyuruyor ki: (Hiçbir insan, cinden Allahü teâlâya âid bir bilgi edinmemişdir. Çünki, cinnin din bilgileri pek azdır. Onlardan dünyâ bilgileri edineceğini sanan kimse de, aldanmakdadır. Çünki, fâidesiz şeyle vakt geçirmeğe sebeb olurlar. Onlarla tanışanlar, kibrli olur. Hâlbuki, Allahü teâlâ, kibrli olanı sevmez).

(Seyyid Abdülhakîm Arvasi “kuddise sirruh” hazretleri )

Cahillik çok fenadır

***Cahillik çok fenadır. Cehenneme götürür sahibini.Çünkü dinini öğrenmeyen günah işler. Günah ise ateştir. Tövbe etmezse Cehenneme gider.

(Emir Hüsrev Dehlevi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Şu câhilce, şu ahmakca söze bakınız

 ***Mezhebsizler, bulundukları memleketdeki Ehl-i sünnet din adamlarını “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, her fırsatda kötülüyorlar. Bunların kitâblarının okunmasını, Ehl-i sünnet bilgilerinin öğrenilmesini önlemek için her hiyleye başvuruyorlar. Meselâ, bir mezhebsiz, muhterem bir ismi söyliyerek, (Eczâcı, kimyâger, dinden ne anlar? O kendi san’atı üzerinde çalışsın. Bizim işimize karışmasın) demiş. Şu câhilce, şu ahmakca söze bakınız! Fen adamlarının din bilgisi olmaz sanıyor. Bilmiyor ki, müslimân fen adamı, her an sun’-ı ilâhîyi temâşâ etmekde, masnû’ât kitâbında sergilenmiş bulunan yüce Hâlıkın kemâlâtını anlamakda, Onun sonsuz kudreti karşısında, mahlûkların aczini görerek, Onu her an tesbîh ve tenzîh etmekdedir. Alman atom âlimi Max Planck, (Der Strom) kitâbında, bunu çok güzel bildirmekdedir. Bu câhil mezhebsiz ise, yurt dışındaki kendi gibi bir sapıkdan aldığı belgeye ve bunun sağladığı masaya dayanarak ve belki de, yurt dışında dağıtılan altınların hayâlleri ile mest olarak, din bilgilerini kendi inhisârında görmekdedir. Allahü teâlâ, bu zevallıyı ve cümlemizi ıslâh eylesin! Böyle belgeli din hırsızlarının tuzaklarına düşen temiz gençleri de, halâs buyursun! Âmîn.


Evet, o zât, eczâcı ve kimyâ yüksek mühendisi olarak milletine 30 seneden ziyâde hizmet etmişdir. Fekat 7 sene din tahsîli yaparak ve geceli gündüzlü çalışarak da, büyük islâm âliminden icâzet almakla da şereflenmiş, fen bilgileri ile din bilgilerinin azameti altında ezilerek, aczini iyice anlamışdır. Bu anlayış içinde, hakkıyla kulluk yapabilmek gayretindedir. En büyük korkusu ve endişesi, diplomalarının ve icâzetinin yaldızlarına aldanarak, bu konularda söz sâhibi olacağını sanmaklığıdır. Bu korkunun çokluğu, her sözünde gözlere çarpmakdadır. Hiçbir zemân kendi görüşünü, kendi fikrini yazmağa cesâret etmemiş, dâimâ Ehl-i sünnet âlimlerinin, anlıyabilenleri hayrân eden kıymetli yazılarını arabîden ve fârisîden terceme ederek genç kardeşlerine sunmağa çalışmışdır. Bu korkunun çokluğundan, kitâb yazmağı düşünmemişdir. (Savâık-ul-muhrika)nın ilk sahîfesinde yazılı olan, (Fitne yayıldığı zemân, hakîkati bilen, başkalarına bildirsin! Bildirmezse, Allahın ve bütün insanların la’neti ona olsun!) hadîs-i şerîfini görünce, düşünmeğe başlamış. Bir tarafdan, Ehl-i sünnet âlimlerinin, din bilgilerindeki ve kendi zemânlarında bulunan fen bilgilerindeki anlayışlarının ve akllarının üstünlüğünü ve ibâdet ve takvâlardaki gayretlerini öğrendikçe, küçüklüğünü anlayıp, O büyük âlimlerin ilm deryâları yanında, kendi bilgilerini bir damla gibi görmüş, bir yandan da, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okuyup anlıyabilecek sâlih kimselerin azaldığını ve câhil, sapık kimselerin din adamları arasına karışarak, bozuk, sapık kitâblar yazıldığını görerek üzülmüş, hadîs-i şerîfde bildirilen la’net tehdîdinden dehşet duymuşdur. Kıymetli genç kardeşlerine olan şefkat ve merhameti de, Onu hizmete zorlayarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından seçdiği yazıları terceme etmeğe başlamışdır. Aldığı sayısız tebrîk ve takdîr yazılarının yanı sıra, tek tük mezhebsizin serzeniş ve iftirâlarına da hedef olmuşdur. Rabbine ve vicdânına karşı ihlâsında ve sadâkatinde bir şübhesi olmadığı için, Allahü teâlâya tevekkül ve Resûlünün “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve sâlih kullarının mübârek rûhlarına tevessül ederek, hizmete devâm etmişdir. Allahü teâlâ, hepimizi râzı olduğu doğru yolda bulundursun! Âmîn.

(Se’âdet-i Ebediyye)

Cehennem'e atılan kâfirler

 Cehennem'e atılan kâfirler, orada ayakları boyunlarına bağlı, günâhtan yüzleri kararmış bir hâlde; feryâd ve figân ederler ve; "Ey Mâlik cezâmızı bulduk. Bu ateşten bukağılar (ayak bağları) bize ağır geldi ve derilerimiz eriyip aktı. Ne olur bizi buradan çıkarın. Biz bir daha isyân etmeyiz" derler. Mâlik de; "Kurtuluş ümidleri geçti. Siz buradan daha çıkamazsınız. Sesinizi kesin ve konuşmayın. Çünkü siz, buradan çıkarılsanız da yine eski hâlinize, küfür ve isyânınıza döneceksiniz" der. 

(İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Nefsini seven arkadaşını sevemez

 Nefsini seven, arkadaşını sevemez. Hatta böyleleri, büyükleri de sevemez, Allahü teâlâyı da.Çünkü bir kalbde, iki zıt şeyin sevgisi bir arada bulunamaz evladım. Nefs, Allahü teâlânın düşmanıdır. Bir kalbde, hem “Nefsin sevgisi”, hem de “Allah sevgisi” birlikte bulunamaz.Allahü teâlâyı sevmek istiyorsak, nefsimizi sevmeyeceğiz.İnsan kendini severse, Rabbini sevemez. Rabbini severse, kendini sevemez. Bir kalbde bu iki sevgi birlikte bulunamaz. Ya kendi sevgisi vardır, ya Allah sevgisi. Kendini beğenmemek, Allahü teâlânın büyük ihsanıdır ki, bu hale kavuşan, “Allah sevgisi”ne kavuşmuş demektir.

(İsmail Fakirullah hazretleri "rahmetullahi aleyh" ;Şeyh-ün-Neccar hazretleri “rahmetullahi aleyh“ ;Pir Ali Efendi hazretleri "rahmetullahi aleyh" ;Ebu Hamza Bağdadi hazretleri ”rahmetullahi aleyh“;Sultan-ül ulema hazretleri ”rahmetullahi aleyh“;Ebu Abdullah Mağribi hazretleri ”rahmetullahi aleyh“;Derviş Muhammed “kuddise sirruh” hazretleri)