***Mezhebsizler, bulundukları memleketdeki Ehl-i sünnet din adamlarını “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, her fırsatda kötülüyorlar. Bunların kitâblarının okunmasını, Ehl-i sünnet bilgilerinin öğrenilmesini önlemek için her hiyleye başvuruyorlar. Meselâ, bir mezhebsiz, muhterem bir ismi söyliyerek, (Eczâcı, kimyâger, dinden ne anlar? O kendi san’atı üzerinde çalışsın. Bizim işimize karışmasın) demiş. Şu câhilce, şu ahmakca söze bakınız! Fen adamlarının din bilgisi olmaz sanıyor. Bilmiyor ki, müslimân fen adamı, her an sun’-ı ilâhîyi temâşâ etmekde, masnû’ât kitâbında sergilenmiş bulunan yüce Hâlıkın kemâlâtını anlamakda, Onun sonsuz kudreti karşısında, mahlûkların aczini görerek, Onu her an tesbîh ve tenzîh etmekdedir. Alman atom âlimi Max Planck, (Der Strom) kitâbında, bunu çok güzel bildirmekdedir. Bu câhil mezhebsiz ise, yurt dışındaki kendi gibi bir sapıkdan aldığı belgeye ve bunun sağladığı masaya dayanarak ve belki de, yurt dışında dağıtılan altınların hayâlleri ile mest olarak, din bilgilerini kendi inhisârında görmekdedir. Allahü teâlâ, bu zevallıyı ve cümlemizi ıslâh eylesin! Böyle belgeli din hırsızlarının tuzaklarına düşen temiz gençleri de, halâs buyursun! Âmîn.
Evet, o zât, eczâcı ve kimyâ yüksek mühendisi olarak milletine 30 seneden ziyâde hizmet etmişdir. Fekat 7 sene din tahsîli yaparak ve geceli gündüzlü çalışarak da, büyük islâm âliminden icâzet almakla da şereflenmiş, fen bilgileri ile din bilgilerinin azameti altında ezilerek, aczini iyice anlamışdır. Bu anlayış içinde, hakkıyla kulluk yapabilmek gayretindedir. En büyük korkusu ve endişesi, diplomalarının ve icâzetinin yaldızlarına aldanarak, bu konularda söz sâhibi olacağını sanmaklığıdır. Bu korkunun çokluğu, her sözünde gözlere çarpmakdadır. Hiçbir zemân kendi görüşünü, kendi fikrini yazmağa cesâret etmemiş, dâimâ Ehl-i sünnet âlimlerinin, anlıyabilenleri hayrân eden kıymetli yazılarını arabîden ve fârisîden terceme ederek genç kardeşlerine sunmağa çalışmışdır. Bu korkunun çokluğundan, kitâb yazmağı düşünmemişdir. (Savâık-ul-muhrika)nın ilk sahîfesinde yazılı olan, (Fitne yayıldığı zemân, hakîkati bilen, başkalarına bildirsin! Bildirmezse, Allahın ve bütün insanların la’neti ona olsun!) hadîs-i şerîfini görünce, düşünmeğe başlamış. Bir tarafdan, Ehl-i sünnet âlimlerinin, din bilgilerindeki ve kendi zemânlarında bulunan fen bilgilerindeki anlayışlarının ve akllarının üstünlüğünü ve ibâdet ve takvâlardaki gayretlerini öğrendikçe, küçüklüğünü anlayıp, O büyük âlimlerin ilm deryâları yanında, kendi bilgilerini bir damla gibi görmüş, bir yandan da, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okuyup anlıyabilecek sâlih kimselerin azaldığını ve câhil, sapık kimselerin din adamları arasına karışarak, bozuk, sapık kitâblar yazıldığını görerek üzülmüş, hadîs-i şerîfde bildirilen la’net tehdîdinden dehşet duymuşdur. Kıymetli genç kardeşlerine olan şefkat ve merhameti de, Onu hizmete zorlayarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından seçdiği yazıları terceme etmeğe başlamışdır. Aldığı sayısız tebrîk ve takdîr yazılarının yanı sıra, tek tük mezhebsizin serzeniş ve iftirâlarına da hedef olmuşdur. Rabbine ve vicdânına karşı ihlâsında ve sadâkatinde bir şübhesi olmadığı için, Allahü teâlâya tevekkül ve Resûlünün “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve sâlih kullarının mübârek rûhlarına tevessül ederek, hizmete devâm etmişdir. Allahü teâlâ, hepimizi râzı olduğu doğru yolda bulundursun! Âmîn.
(Se’âdet-i Ebediyye)