Eshab-ı kiramdan birini dahi sevmeyen, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur

 Eshab-ı kiramdan birini dahi sevmeyen, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur. Ehl-i sünnet itikadında olmayan da, ya kâfir ya da sapık olur.Haramlara önem vermeyenlerin, hafife alanların, İslamiyet’le alay edenlerin imanı gider.

(Seyyid Abdullah-ı Şemdini “kuddise sirruh” hazretleri)

İstiğfar duası çok mühimdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*İstiğfâr* duâsı çok mühimdir kardeşim. *İstiğfâr* okunan yere, orada oturan insanlara, *Rahmet-i ilâhî* nâzil olur. 


Allahü teâlâ, hepsinin murâdlarını *İhsân* eder, günâhlarını *Afv*’eder. Oturduğu yerler, *Kıyâmet* gününde ona *Şefâat* eder. 


Geçdiği *Sokak*’lar şefâat eder. Molla *Nâmık-i Câmî* hazretleri böyle diyor. Onun için *İstiğfâr* duâsını her gün okumalı kardeşim. 


Peygamber Efendimiz de; *Bu duâ, her derde devâdır. Düşmanların zararından korunmak için de, her gün yüz kere okumalı*, buyuruyor. 


Meselâ, beş vakitde kılınan namazlardan sonra, bir miktâr, *Estağfirullah el azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etûbü ileyh*, diye okumak lâzım. Kısacık. 


*Seâdet-i Ebediyye*’de yazılı bu hadîs-i şerîf. Muhammed Ma’sûm hazretleri de; *Ben kime tavsiye etdimse, dertlerden kurtuldu*, diyor. Çok tecrübe etdim, buyuruyor. 

● ● ●

*Dünyâ*’nın bir ucundan bize *Mektup*’lar geliyor kardeşim. Diyorlar ki: *Kur’ân-ı kerîm*’de Allahü teâlâ buyuruyor ki:


*Kıyâmet*’e kadar, benim *Râzı* olduğum *Yol*’da olan, bu *Yol*’da çalışan müslümânlar olacak. Bunların *Düşman*’ları *Çok* olacak. 


Fakat o düşmanlar, onlara bir *Şey* yapamıyacak. *Kur’ân-ı kerîm*’de böyle buyurduğuna göre, sizin düşmanlarınız *Çok*’dur, diyorlar bize yazdıkları mektuplarda. 


Hakîkaten *Hıristiyan*’lar bize düşman, *Yehûdî*’ler düşman, *Mezheb*’sizler de düşman. Ama yine de bizim *Kitap*’lar bütün dünyaya yayılıyor. *Allah*’ın büyüklüğü bu. 


Bizim kitaplar, bizim değil ki, o *Büyük*’lerin kitaplarıdır. Bunları okuduğumuz zaman, kalplerimize *Rahmet-i ilâhî* nâzil olur, kalplerimiz *Nûr*’lanır. 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerini görmeseydik, hiçbir şeyden haberimiz olmıyacakdı. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri *Veliyy-i kâmil*'dir ve *Seyyid*’dir ve Resûlullahın *Vârisi*’dir.


Efendimiz aleyhisselâmın mübârek kalbinden fışkıran *Nûr*’lar, Onun *Kalb*’ine geldi. Resûlullahın *Feyz*’leri ve *Nûr*’ları, onların kalbine, böyle *Ceyhun nehri* gibi akıyor. 


*Gürül gürül* akıyor. İşte onları *Sevip* de etrâfına üşüşenlere, toplananlara da, o *Feyz*’lerden, o *Nûr*’lardan muhakkak nasîb olur kardeşim

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ben *Lise*’de iken, okul *Birinci*’siydim. Onun için, her yerde *Ben* konuşayım, herkes *Beni* dinlesin, isterdim. 


Bir *Apartman* görsem, veyâ bir *Araba* görsem, hemen içimden; *Bu, benim olsa*, derdim. Buna, *Enâniyet* denir. Şimdi *Benlik* diyorlar. 


Ama Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerini tanıyınca, bu *Hâl*’ler gayb oldu, gitti. *Kibir* ve *Azamet*, Allaha mahsûsdur. Nitekim Allahü teâlâ; *Gururlu’yu ve Kibirli’yi yakarım!* buyuruyor. 

● ● ●

*İmâm-ı Şâfi’î* hazretlerine; İmâm-ı Mâlik hazretlerini nasıl bilirsin? diye sormuşlar. İmâm-ı Şâfi’î hazretleri cevâben; *O, çok büyük âlimdir*, demiş.


Çünkü bir gün, Ona, *Seksen*’den fazla *Suâl* sordular. Bu suâllerin yarıdan fazlasına; *Bilmiyorum, araşdırayım, öğrenince bildiririm*, diye cevap verdi. 


Onun bu *Bilmiyorum* sözünden, büyüklüğünü anladım, buyurmuş. 


Şimdi herkes, her *Aklı*’na geleni söylüyor, yazıyor. Hâlbuki söylediklerinin ve yazdıklarının *İslâmiyet*’le hiç alâkası yok. *Kendi* kafasından çıkan şeyleri yazıyor.


Biz, bir *Kelime* yazabilmek için, kaç tâne *Kitap* karışdırıyoruz, defâlarca *Tashîh* yapıyoruz. 


Başka yerde, başka bir *Şey* görünce, tekrar değişdiriyoruz. Allah’ın dîninde *Söz* söylemek kolay mı? 

İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bâzı *Mektup*’larında bunu bildiriyor. 


Diyor ki: Bir kimse, senin *Üstâd*’ının bir sözünde bir *Kusûr* bulursa, sen de onu *Beğenir*’sen, onu *Sever*’sen, sen de *Köpek*’den daha aşağı olursun, diyor. Böyle buyuruyor kardeşim

Ben dua edeceğim siz ikiniz amin deyin

Çok mühim tarihi vak'a var, size anlatacağım. Bu hadiseyi yaşayanlar hayatta. Bizim abilerden İbrahim abi profesör. Bu evlendi, Erzuruma tayin oldu. Orada hocalık yapıyor. Hanımı bir gün merdivenlerden bir düşmüş, iki gözü âmâ olmuş. Görmek yok, bitti. Gitmedik doktor, gitmedik hoca bırakmadılar. Bir akşam evde Mübarekler imam, arkada Bülent abi ile Enver abi cemaat, namaz kılıyoruz. Telefon çaldı, selam vermek üzereydiler zaten, selam verdiler, ben aşağıya indim, Mübarekler namaza devam ettiler. Tabi kendini tanıttı, dertliyim, felaket üzüntüdeyim, dedi. Ne oldu, dedim. Hanım merdivenlerden bir düştü, iki gözü kayboldu, hiçbir şey görmüyor. Ne olur bunu Mübareklere arz et, dedi. Şimdi namaz kılıyorlar. Sen kapat telefonu, namazdan sonra söyleyeceğim, dedim. Namaz kıldık, dua ettiler, neydi o telefon, buyurdular. Efendim, Erzurumda İbrahim abi var. Hanımı düşmüş, âmâ olmuş, iki gözü görmüyor. Her çareye başvurmuşlar, hiçbir fayda olmamış. Dua istiyor efendim, dedim. Hay hay. Ben dua edeceğim, siz ikiniz amin deyin, buyurdular. Peki efendim, dedim. Bülent abi ile ikimiz bir başladık amin demeye, Mübarekler dua, biz amin, Mübarekler dua, biz amin.. Epey sürdükten sonra, Allah şifa verir inşaallah, buyurdular. Sabahleyin İbrahim abiden bir telefon ki, telefon kopacak. Sevincinden bağırıyor: Abi! Gözleri açıldı. Abi! Bu gece rüyada Mübarekleri gördü, sonra renkler yavaş yavaş gelmeye başladı, sonra bütün renkler bitti, uyandı ki, ben görüyorum diye bağırmaya başladı dedi. Bir müddet sonra bir kızı dünyaya geldi. Telefon. Abi! Ne oldu? Kız çocuğumuz dünyaya geldi, Mübarekler ismini koyar mı?. Geldim Mübareklere arz ettim. Efendim böyle böyle olmuş dedim, anlattım. Efendim, madem ki ışığa kavuştu, ona güzel bir isim koyalım, Lamia koyalım, buyurdular. Lamia. Işığı görmüş manasına geliyor. Enver Abiler'in "rahmetullahi teala aleyh" sohbetlerinden...

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu *Büyük*’lere kavuşan, hattâ bunların *Sâdık* talebelerine kavuşan, kurtulur efendim. *Nebî, Sıddîk ve Selmân, Kâsım, Ca’fer, Bistâmî* diye gelen bu büyüklerin çok üstün bir *Âdet*’leri vardır. 


Bu, diğer hiçbir *Yol*’da yokdur. Diğer yollarda olanlar, kendilerini sevenleri ana caddeye çıkartırlar ve *Bu yolun sonu Cennetdir, devâm et, çalış, Cennete gir!* derler. 


Onlar da çalışırlar. Kavuşan kavuşur, kavuşamıyan *Yol*’da kalır. Bu yolun *Büyük*’leri ise böyle değildir. Bu yolun büyükleri, kendilerini sevenlerin *Eli*’nden tutar.


*Kolu*’na girer, *Cennet*’in içine sokuncaya kadar bırakmazlar. Hattâ *Kendi Cenneti*'ni de ona gösterip; *İşte, şu köşk senin!* der, sonra bırakırlar. 

● ● ●  

İnsan oğlunun tek sermâyesi, *Âciz* olmasıdır. İnsan âhirete giderken ne *Malı*’nı, ne *Mülkü*’nü, ne çoluk çocuğunu, hiçbir *Şeyi*’ni götüremiyor. Sâdece Allah için olan *Amel*’lerini götürüyor. 


Seyyid *Tâhâ-i Hakkârî* hazretleri, Seyyid Fehîm Arvâsî hazretlerine; *Bize ne getirdin?* diye sormuş. Seyyid Fehîm hazretleri de; 


*Size, sizde olmıyan birşey getirdim, günâhlarımı getirdim*, demiş. Biz Cenâb-ı Hakka ne götüreceğiz? Dağlar kadar *Günâh*’lar, Everest Tepesi kadar *Kusûr*’lar. 

● ● ●  

Mürşid *Olgun*, mürîd *Uygun* olunca, yâni mürşid, kâmil ve mükemmil olunca, mürîdde de *Sevgi* ve *Muhabbet* varsa, *Sene*’lerin işi, *Sâat*’lere ve *Sâniye*’lere döner. Mürşid-i kâmilin bir *Bakış*’ı yeter. 


Diğer *İlimler*’de de aynı kâide vardır. Yâni *Hoca*, mâhir ve müşfik olursa, *Talebe* de zekî ve çalışkan olunca, öğrenilmiyecek hiçbir *İlim* yokdur. 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri bize husûsî *Emek* verirdi. Biz ne öğrendiysek, hepsini *Efendi*’den öğrendik kardeşim.

Haram ateştir

 Haram ateştir. Haram konuşursan, haram yersen,Harama el uzatırsan, ateşe el uzatmış olursun. Harama gidersen, ayağını ateşe atmış olursun. Haramı yersen, midene ateş doldurmuş olursun.Bir Müslüman, bile bile nasıl ateşe gider?Ama biz neyi görüyoruz ki? Bu gözle bakarsan göremezsin tabii. O ateş, bu gözle görünmez.Vaktiyle bu gözle bakanlar, Peygamber efendimize de “aleyhisselam” inanmadılar. Evet, Muhammed aleyhisselamı gördüler. Ama bu gözle baktıkları için Onu “Peygamber” olarak değil, sadece “Abdullahın oğlu” olarak gördüler ve iman şerefinden mahrum kaldılar.

(Seyyid Muhammed Salih “kuddise sirruh” hazretleri)

Kötü huylar kalbi ve ruhu hasta eder

 Kötü huylar, kalbi ve ruhu hasta eder. Bu hastalığın artması, kalbin, ruhun ölümüne sebep olur.Ruhun ölmesi, o kimsenin imanını kaybetmesidir.Kötü huyların en kötüsü şirk, yani küfürdür ki, kalbin ve ruhun en büyük zehiridir. İmanı olmayanın, (Kalbim temizdir. Sen kalbe bak) gibi sözleri, boş laflardır. Ölmüş olan kalb temiz olmaz.

(Seyyid Taha-yı Hakkâri “kuddise sirruh” hazretleri)

Her müslümanın kötü huylarını teşhis edip bunlardan kurtulmaya çalışması lazımdır

 Kardeşlerim, her Müslümanın kötü huylarını teşhis edip, bunlardan kurtulmaya çalışması lazımdır.Kötü huyların hepsi için müşterek ilaç, hastalığı ve zararını ve sebebini ve zıddını ve ilacın faydasını bilmektir.Sonra, bu hastalığı kendinde teşhis etmek, aramak ve bulmak lazım gelir.Bu teşhisi kendi yapar. Yahut bir âlimin, rehberin bildirmesi ile anlar. Mümin, müminin aynasıdır. İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusurunu öğrenir.

(Seyyid Muhammed Salih “kuddise sirruh” hazretleri)

İmanla ölmek için

 Eskiden haramlar ve helaller ayrı idi, şimdi karmakarışık oldu. Büyük âlimlerden Abdülhakim-i Arvasi hazretleri; “Otuz sene, sadece imanı anlattım. İnsanlar imanla ölsünler diye uğraştım”buyurmuştur.

İmanla ölmek çok zordur. Bu zamanda imanla ölen, ahirette Pehlivan diye gösterilecektir.İmanı kurtarmak için, imanlılarla beraber olmak şarttır. Çünkü “Üzüm üzüme baka baka kararır” demişlerdir.

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Hakîkî âlimlere hakâret eden kâfir olur

 Hakîkî âlimlere hakâret eden kâfir olur.Onlarla alay edenin zevcesi boş olur.Allahü teâlâ hepimize faydalı ilim nasip eylesin. Faydası olmıyandan muhâfaza eylesin.

(İslam Ahlakı)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Şimdi bir *Dünyâ* var, bir de *Âhiret* var efendim. Dünyâda iken, âhiretden hiç haberimiz yok! Şimdi bâzıları; *Kim gitmiş, kim görmüş?* diyorlar. Kâfirler ne diyor? 


Gidip gören *Var mı?* Cenneti, Cehennemi gören *Var mı?* diyorlar. Hâlbuki dünyâda iken âhireti görmek *Mümkün* efendim. Dünyâda, *Âhiret* nasıl görülür? *Kalp gözü* ile.  


Kalpden bir *Pencere* açılır, o pencereden *Âhireti* seyreder. Hattâ *Sırat* köprüsünü, *Mîzânı* yâni *Terâzi* yi, *Hesâbı*, *Kitâbı*, her şeyi görür. 


Zâten âhiretde *Zaman* yok ki. Zamansızdır orası. Peygamber Efendimiz *Mîrâca* çıkınca, *Hazret-i Osmân* ın koşa koşa *Cennete* girdiğini gördü. 


Peki, Hazret-i Osmân radıyallahü anh koşa koşa *Şimdi mi* girdi Cennete? Hayır, kıyâmet kopunca, *Âhiret* de girecek. 

● ● ● 

Rabbimize *Nasıl* şükredeceğimizi bilemiyorum kardeşim. Çok *Râhat* ız. *Ni’met* ler içinde yüzüyoruz. Nereden geliyor bu *Ni’met* ler? Hep Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinden. 


Seyyid *Abdülhakîm Arvâsî* hazretlerinden geliyor. O büyüklerin *Himmeti*, onların *Teveccüh* leri, çok şükr bizleri böyle *Mesrûr* ediyor. Öyle seviniyorum ki, nerdeyse uçacağım.


Yâni *Sevinc* imden uçacağım. Bu kardeşlerimizin *Hizmet* leri beni o kadar sevindiriyor ki, Allah *Râzı* olsun. Efendi hazretleri *Nûr* saçıyor, onların *Nûr’u* bunlar. 


*Vücûdumun her zerresi gelse de dile, şükrünün binde birini yapamam bile* buyuruyor İmâm-ı Rabbânî hazretleri. Ne büyük *Ni’met* yâ Rabbî. 


Hak teâlâ, kendi *Dîni* ni yaymak *Ni’met* ini bize nasîb ediyor. Çok büyük ni’mete mazhar olmuşuz elhamdülillah. Bu *Ni’met*, bütün dünyâ ve âhiret *Ni’met* lerinden daha *Üstün* dür. 


Evliyâ-i kirâm, bir *Sofra* ya oturdu mu, Besmelesiz pişen yemeğin *Zulmet* ini görürmüş. *Zulmet var bu sofra* da dermiş.