Hüseyin Hilmi Işık Efendi ve Lâdikli Hacı Ahmet Efendi

Anadolu’nun mânevi mimarlarından olan Mevlana Celaleddin Rumi'nin, Şems-i Tebrizi'nin, Sadreddin Konevi'nin ve Seyyid Harun Velinin (rahmetullahi aleyhim) hemşehrisi, Evliyalar Ansiklopedisi’nden  öğrendiğimiz kadarıyla pek çok kerametleri görülen, Hızır aleyhisselamın dostu Lâdikli Hacı Ahmet Efendi 1967’de hayatta iken, Ladikli Hacı Ahmet Efendiye Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin talebesinden olan Suphi Birpınar, ehli sünnet âlimlerinin nurlu yolunu tüm dünyaya yayan ve telkin eden ve bilcümle âlim ve evliyayı bütün dünyaya tanıtan ve böylelikle milyonlarca insanın hidâyetine vesile olan büyük islam âlimi HÜSEYİN HİLMİ IŞIK  (rahmetullahi aleyh) Efendiyi sormuşlar.

O da: “Ben bilmiyorum. Ama haftaya gelin, sorayım, ne söylerse size söylerim” buyurmuş. Haftaya gidince demiş ki: “Hızır aleyhisselâma sordum; O zat ÇOK BÜYÜK, ÇOK MÜBAREK BİRİ imiş. Talebesi olanlara ne mutlu.” buyurmuşlar.

Allahü teala, bizleri de cümlesinin şefaatlerine nail eylesin! Amin.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Hepimiz *(Seçilmiş)* iz kardeşim. Sen, birşeyi *(Seçebilir)* sin, olabilir. Ama sen *(Seçilemez)* sin. Seçilmek, elinde değildir. 


Elhamdülillah, bütün arkadaşlar *(Seçilmiş)* dir. Şâh-ı Nakşibend hazretleri; *(Mâ fadliyânim)* diyor. Yâni, *(Biz seçildik)*, buyuruyor. 


Nasîbi olan, ehl-i sünnet *(Îtikâd)* ında olur, bu *(Büyük)* leri tanır. Tanımakla tanımamak arasındaki fark nedir? Gözü *(Kör)* olanla, gözü *(Açık)* insan arasındaki fark gibidir. 


*(Âmâ)* bir insan ile, gözü *(Açık)* bir insan hiç bir olur mu? Allahü teâlâya sonsuz *(Hamd)* ve *(Şükür)* ler olsun ki, ölmeden evvel gözümüzü açtı kardeşim. 


Nereden anlıyoruz bunu? *(Îmân)* ımızdan anlıyoruz. *(Îtikâd)* ımız ehl-i sünnet üzere oldu. *(Âhirete)* inancımız tam oldu. *(Büyük)* leri tanıdık ve sevdik, çok büyük *(Seâdete)* kavuşduk. 


Bu büyükleri *(Sevmek)* Rabbimizin bize *(İhsânı)* kardeşim. Çünkü onlar *(Bizi)* sevmedikçe biz *(Onları)* sevemeyiz. Onlar bizi seçmeseydi, biz seçilemezdik. 


Elhamdülillah, Allahü teâlâ, bize sevdiklerini *(Tanıt)* tı, onları *(Sevdir)* di. Bu, çok büyük ni’met kardeşim. Ama her bir ni’met, *(Şükür)* ister. 


Kur’ân-ı kerîmde Allahü teâlâ; *(Verdiğim ni’metin kıymetini bilmezseniz, elinizden alırım)* buyuruyor. 


Peki, bu *(Ni’met)* in şükrünü nasıl yapacağız? Ne yapmalıyız ki, bu ni’met elimizden gitmesin? Birbirimizi *(Seveceğiz)* kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Çok *(Hizmet)* ediyorsunuz kardeşim. Fakat biz, bu hizmetlerin *(Devâm)* ını istiyoruz. Peki, bu hizmetlerin devâmı nasıl olur? 


Bir *(Şart)* la olur. Birbirinizi kırmıyacaksınız ve üzmiyeceksiniz. Eğer birbirinizin *(Kıymet)* ini bilmezseniz, Allah alır bu *(Ni’met)* ini. 


Elhamdülillah, ben Rabbimizi, hep *(Cemâl)* sıfatıyla anıyorum, hâtırlıyorum. Rabbimizin *(Rahmet)* ini umuyorum. Affedeceğini *(Ümîd)* ediyorum. 


Hiç *(Celâl)* sıfatı aklıma gelmiyor efendim. Hep *(Afv)* edici, hep *(Merhamet)* edici olarak düşünüyorum. Kendisi de zâten; *(Kullarım beni, zannetdiği gibi bulur)* buyuruyor. 


Ben de hep affedeceğini zannediyorum, *(Rahmet)* ini umuyorum, öyle *(Ümîd)* ediyorum. İnşallah öyle olacak kardeşim. 

● ● ●

*(Bismillâhillezî lâ yedurru me’asmihî şey’ün fil ardı ve lâ fissemâi ve hüvessemî’ül alîm.)* 

Sabahları okuyoruz bu *(Duâ)* yı. 


Her *(Sabah)* üç kere okuyan, akşama kadar her türlü *(Belâ)* dan *(Emîn)* olur kardeşim. İnanarak okumak lâzım. 


*(Bismillâhillezî)* bu, öyle bir *(Besmele)* dir ki: *(Lâ yedurru)* zarar vermez. 


*(Me’asmihî şey’ün fil ardı ve lâ fissemâ)* yerde ve gökde, hiçbir şey ona zarar vermez. 


Hazret-i Alî radıyallahü anh buyuruyor ki: *(En güzel şifâ, Kur’ân-ı kerîmdir.)* Yâni Allahü teâlâdan sonra en yüksek makâm, Kur’ân-ı kerîmdir. 


*(Namaz)*, çok kıymetli bir ibâdetdir. Niçin kıymetlidir? İçinde *(Kur’ân-ı kerîm)* okunduğu için. 


Efendi hazretleri buyuruyor ki: *(Kur’ân-ı kerîmin her bir harfinde, yüz bin derde, yüz bin şifâ vardır.)* Kim buyuruyor? Efendi hazretleri buyuruyor.

Mektûbât-ı Ma'sûmiyye 115. Mektûb

 Şeyh Abdüllatîf Leşkerhânî'ye. Mahbûb-i Hakîkî'nin (celle sultânuhu) tenzîhi hakkında:

Elhamdü lillah ve selâmün alâ resûlillah. Bu miskinin garîbâne duası, kapıların açılmasına vesîle olsun. Allahu Subhânehüye hamd olsun ki, bu taraftakilerin halleri salah ve iyilik üzeredir. Hiçbir şeyde gözümüz yoktur, ama birşeyi gözetliyoruz ve sûrî tutulmalarla birlikte, hakîkatta bir tutkunluk lâzımdır. Her ne kadar o nişânsızdan elde bir nişân yok ise de, burada bütün iş yanmak ve erimektir ve bu tarafta herşey derd ve intizardır. Derd gizli, yanma, çığlıksız ve devamlıdır. 

Mısra':

Mum gibi içerden yan, gömlek yanmasın.

Mektûbât-ı Ma'sûmiyye 114. Mektûb

 Mevlânâ Muhammed Sıddîk Peşâverî'ye. Ulvî himmet, muhabbet ve hüzünden bahseder:

Bismillâhirrahmânirrahîm. Azîz kardeşim Mevlânâ Muhammed Sıddîk'ın kıymetli mektûbu geldi. Bizi sevindirdi. Size olan inâyetler, gelen bereketler, yüksek himmetler ve tatlı çılgınlıklardan yazdıklarınız kalbimize lezzet ve kuvvet verdi. İnsanlık cevherinin kıymeti, himmeti mesabesindedir. Cevher ne kadar kıymetli ise, o kadar sevgili ve değerlidir.

Bunun için hadîs-i şerîfte:

"Allah himmeti yüksek olanları sever ve düşük himmetlileri sevmez" buyuruldu. Yüksek himmet, hub ve cünün özü ile birleşirse, hüzün ve aşk ile bir araya gelirse, nûr üstüne nûr, değer üstüne değer olur ve terakkî yolu tamamen açılmış olur.

"Allahu teâlâ bir kuluna iyilik dilerse, kalbine hüzün verir" ve yine "Allah her üzüntülü kalbi sever" ve yine " Ümmet içinde bir üzüntülü kimse ağlasa, Allahu teâlâ o millete onun ağlamasıyla merhamet eder" buyuruldu. Mısra':

İçinde senin gamın olan kalbe ne mutlu!

Aşk ve üzüntüdür insanı sâir mahlûklardan üstün kılan ve kurb ve ma'rifetle süsleyen. Kalbinde muhabbet, cünün ve üzüntü olmayan, hayvanlara dahildir. Eğer insanın fazîlet ve meziyetini aşk ve muhabbete bağlasalar, ne iyi ve ne güzel iş yapmış olurlardı.

Uzağı göremeyen, eksik ve kısa akla bel bağlamamalı, bu bağdan mümkün mertebe kurtulmağa çalışmalıdır. Bu bağlarla bir yere varmak zordur.

Leylâ'nın zülfüyle gönlünü bağla,

Sen de aklı bırak, Mecnun ol biraz,

Âşıkların işi başkadır dostum,

Akıllı sözlerden onlar tad almaz.

Kardeşim Molla Muhammed Şerîf Kâbilî'ye deyiniz ki, bu günlerde epeyi ıslah oldu, hâlini düzeltti, eski beğenilmeyen halleri değişti. Bunun için hatasını afv edebilirsiniz. Sohbeti rüşde sebep olur ve nefesinde te'sîr bulursanız, işinin başına geçirebilirsiniz.

Hâline bu fakîrden daha ziyâde vâkıf olmak isterseniz, yeteri kadar düşünüp ve istihâre edip, kalb yolu verdikten sonra onu halkanın başına geçirir ve telkîn için icâzet verirsiniz. İhlâstan sâhib olduğu her derece ve vâridât büyük ni'mettir. Olur da, ondan kendisinden daha iyileri yetişir. Siz câiz gördükten sonra, fakîrin de o işe uygun gördüğünü ona yazarsınız. Vesselâmü aleyküm.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu *(Hizmet)* lerin zerresini kendimizden bilsek, *(Helâk)* oluruz kardeşim. Bütün bu hizmetleri, Efendi hazretlerine *(Borçlu)* yuz. 


Hattâ, *(Îmân)* ımızı bile Ona *(Borçlu)* yuz kardeşim. 


Allahü teâlâ, insanların dışına değil, içine *(Bakar)*, yâni *(Niyet)* ine bakar. Bu işi *(Kim)* için yapıyor? *(Allah)* için mi, yoksa dünyâlık bir *(Menfaat)* için mi? 


Eğer *(Allah)* için yapıyorsa, yâni Rabbinin *(Rızâ)* sını kazanmak için, *(Âhiret)* menfaati için yapıyorsa, onun *(Mükâfât)* ını Allahü teâlâ kat kat verir. 


Yok, insanlar *(Beğensin)* diye yapıyorsa, *(On para)* etmez. Âhiretde eline bir şey geçmez. 

● ● ●

Herkesle *(İyi)* geçinin kardeşim, hiç kimseyi kendinize *(Düşman)* etmeyin. Bu, çok önemli. Kimse ile *(Münâkaşa)* etmeyin. 


Münâkaşa *(Yasak)*, faydası yok çünkü. *(Dost)* ile münâkaşa, dostluğu azaltır. *(Düşman)* ile olursa, düşmanlığı artdırır.


Öyleyse ne faydası var? Hiç. Bir *(İhtilâf)* varsa, *(Sen haklısın!)* deyin geçin. Bir şey kaybetmezsiniz, bilâkis kazanırsınız kardeşim. 

Birbirinizi çok *(Sevin)*. Birbirinizi *(Üzmeyin)*, kırmayın. Mü’min üzülürse, *(Arş-ı âlâ)* titrer kardeşim, o kadar tehlikeli. 


*(Mü’min)*, Allahın *(Dostu)* dur, onu incitirsen, *(Allah)* incinir. Çok fenâ. 


*(Seâdet-i Ebediyye)* kitâbını çok okuyun. Bu kitâbı okuyan, *(Âlim)* olur, içindekileri yaparsa *(Evliyâ)* olur. 


Ne güzel işte. Dînini *(Bilmiyen)* ve ona göre *(Yaşamıyan)*, dünyâ işlerinde muvaffak olamaz kardeşim. 


Muvaffak olmuş görünür, ama sonu *(Hüsrân)* dır. Ya *(Hanım)* ından, ya *(Kız)* ından, râhat edemez, *(Huzûr)* bulamaz.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Kabir azâbı, *(Mü’min)* lere, perşembe günü *(İkindi)* vaktinde kalkıyor ve bir daha olmuyor. 


*(Kâfir)* lerin azâbı ise, *(Cumâ)* günü geçdikden ve *(Ramezân)* ayı geçdikden sonra tekrar başlıyor. 


Kabir azâbı, *(Kâfir)* lere ve *(Ehl-i îmân)* ın bâzı *(Âsi)* lerine yapılacakdır. Demek ki, kabir azâbı müslümânların *(Hepsi)* ne değil. 


Mü’minler, kabirde *(Râhat)*, hiç korkmasınlar. O hâlde *(Ölüm)* den korkulmaz ki. Kabir, (*Mü’min)* lere nedir? *(Cennet)* bahçelerinden bir *(Bahçe)* dir. 


Kabirden *(Maymun)* ve *(Hınzır)* şeklinde kalkacak olanlar, harâmlara ehemmiyyet vermeyip, *(Nehy’e)* kâdir iken *(Nehy)* etmiyenlerdir. 


Bu, hadîs-i şerîfdir efendim. *(Harâm)* işliyenleri görüyor, ama *(Men)* etmeye *(Kâdir)* değil, o zaman *(Mâzur)* dur. 


*(Kâdir)* olduğu hâlde bir şey demiyorsa, kızmıyarak, tatlılıkla onları günahtan *(Men)* etmeye kâdir iken men’etmiyorsa, o zaman *(Mes’ul)* olur, günah olur. 

● ● ● 

Ankara’da *(Bağlum)* da bulunuyorduk. *(Zelzele)* den sonra gitmişdik. Arkadaşlar bizi görmeye gelmişler. *(Kitap)* okuduk, *(Sohbet)* etdik.


*(Büyük)* lerden bahsetdik. Büyüklerin *(İsmi)* nerede anılırsa, *(Rûh)* ları orada *(Hâzır)* olur efendim. 


Bakın *(Gelir)* demiyorum, çünkü zâten oradadır. İsmi söylenince *(İrtibât)* başlar. Çünkü *(Rûh)* zamansızdır, ruh’da zaman yok. 


Yeter ki, o *(Büyük)* lerin ismi anılsın, o anda irtibât kurulur ve *(İstifâde)* başlar. Ne gibi? 


*(Radyo)* dalgaları her yerde var. Radyonun düğmesini çevirdiğin anda *(İrtibat)* kuruluyor ve *(Yayın)* başlıyor, onun gibi.

Duânın Kabul Olmasının Alâmetleri Nelerdir?

Ferâidü’l-fevâîd fî beyâni’l-akâid kitabında duânın kabul alâmetleri bahsinde aşağıdaki şekilde yazar:


Evliyanın büyükleri şöyle buyurdular:

Ne zaman ki dua eden kimse duada iken yahud duadan sonra;

kendi ihtiyarı olmadan huşu gelse,

yahud ağlaya ağlaya düşse,

yahud aksırsa,

veya terlese,

veya üşüse,

veya aksırsa,

veyahud rahat olup yük altından çıkmış gibi hafiflemiş hissetse,

o kimsenin duası kabul olmuş olur.

Böyle bir hal vaki olduğunda Hak tealaya çok şükür eyleyip

الحمدللهالذى بِنِعْمَتِهِ تَتَمٌُ الصَالِحَاتْ

demek gerekir. Zira hadis-i şerifde buyruldu;

“Ne zaman ki bir kimse dua okusa da gönlünde kabul olduğunu hissedip anlasa bu duayı okuya”

Kimlerin duası kabul olur

Ferâidü’l-fevâîd fî beyâni’l-akâid kitabında duâsı kabul olunanlar bahsinde aşağıdaki şekilde yazar:


Adil padişahlar,

Mazlum olan kimseler (facir veya kâfir olsa da),

Salihler,

Müsafirler (Seferde olanlar),

İftar vaktinde oruçlunun duası,

Anasına ve babasına azar ve eziyet eylemeyen kimse,

Babanın oğluna duası (bedduası da),

Henüz tevbe eylemiş yahud henüz müslüman olmuş kimse,

Bir müslümanın diğer bir müslümanın haberi yok iken gıyabında duası,

Bir kimseye ihsanda bulunanın, hususen üstadların (hocalarının) duası ve bedduası,

Hasta olanın.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsan çok *(Bozuk)* olabilir, *(Patavat)* sız olabilir, *(Pervâ)* sız ve *(Edeb)* siz olabilir, şu veyâ bu olabilir. 


Ama, bu *(Büyük)* lerin yolundaysa, *(Yol)* çok sağlam ve çok kıymetli olduğu için, o kişi yine *(Makbûl)* dür, *(Azîz)* dir ve *(Kıymet)* lidir. 


Bu, *(Kendi)* sinden dolayı değil, bu *(Yol)* un özelliğinden dolayıdır. 


Çünkü büyüklerimiz; *(Yâ Rabbî, bu yola mensûb olanlar, eninde sonunda senin rızâna kavuşsunlar)* diye duâ etmişlerdir. 


Bu *(Yol)* öyle bir yoldur ki, bu büyüklere *(Zerre)* kadar muhabbeti olan, mutlaka *(Rızâ-ı ilâhî)* ye kavuşur. 


Hasbel kader *(Bozuk)* bir insansa, dünyâda kavuşamazsa, *(Ölür)* ken kavuşur. Ölürken kavuşamazsa, *(Kabir)* de kavuşur. Kabirde kavuşamazsa, *(Mahşer)* de kavuşur. 


Mahşerde kavuşamazsa, *(Cennet)* de kavuşur. Velhâsıl eninde sonunda muhakkak *(Kavuşur)*. Çünkü bu *(Yol)*, mutlaka kavuşdurucudur. 


Efendim, bugün bir *(Mürşid-i kâmil)* görmiyen, hattâ onun bir *(Talebe)* sini görmiyen kimse, denizin ortasında yüzen bir *(Tahta)* parçasına benzer. 


Tahta, bir batar, bir çıkar. Sonra tekrar batar ve sürüklenir. Velhâsıl her an *(Tehlike)* dedir. Ama bir *(Mürşid-i kâmil)* gören, yâhut Onun bir *(Talebe)* esini gören, hattâ Onun *(Kitâbı)* nı okuyan, böyle değildir.


O, denizin ortasındaki bir *(Kaya)* gibidir, veyâ bir *(Ada)* gibidir, yerinden oynamaz, hiç kıpırdamaz. Her *(Tehlike)* den emîndir, ona bir şey olmaz.

● ● ●

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: *(Dünyâ ni'metlerinin en hayrlısı, sâliha bir kadındır.)* Böyle kadına mâlik olan bir erkek, çok *(Mes'ûd)* ve *(Bahtiyâr)* bir erkekdir. 


Cenâb-ı Hak hepimize, *(Dünyâ)* ve *(Âhiret)* seâdetini nasîb etsin. Dünyâ ve âhiret *(Seâdeti)* ancak müslümânlara mahsûsdur. 


*(Müslümân)* olmak için de, müslümânlığı okuyup öğrenmek lâzımdır. *(Bilme)* den müslümânlık olmaz. İnsan, *(Ben müslimânım)* demekle, müslümân olmaz.

EL-BASÎR Celle Celâluhu

 EL-BASÎR Celle Celâluhu