Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Dünyâ*’dan gelen hiç bir *Mektup*’da şimdiye kadar bir *Tenkîd* almadık kardeşim. Hattâ; Siz şöyle yazıyorsunuz, gerçekden bu böyle midir? diye *Şüphe* bile etmiyorlar. 


*Teslîm* oluyorlar, hem de *Tam teslîm*. Neden? *Büyükler*’in yazıları olduğu için. *Ehl-i sünnet* âlimlerinin yazıları onlar. Ne mutlu onları okuyanlara. 


Meselâ *Mektûbât*’ın birinci cildi, *266*.cı mektûbu var. Bir hazîne. *Îtikad mesele*’sini ne güzel anlatıyor İmâm-ı Rabbânî hazretleri. 


En sonunda tegannî bahsi var. Orada; *Hiçbir tarîkatda tegannî yokdur. Zındıklar, mezhebsizler tegannî ve raksı sonradan uydurdular*, diyor. 


Bunlar islâmiyetde yokdur kardeşim. İslâmiyetde *Tegannî* ve *Raks* yokdur. Mektûbât’ın birinci cildinde, *65*.ci mektûbu okuyun kardeşim. *Bizim hizmet*’leri anlatıyor. 


*Söz ile, yazı ile yapılan cihad, kılınçla, topla yapılan cihaddan daha kıymetlidir*, diyor. Ne güzel. Bizim arkadaşların ne kadar *Sevap* kazandığını yazıyor, elhamdülillah. Cenâb-ı Hakkın *Lütf’u* bu. 


Cenâb-ı Hak, dilediklerini *Seçer*, *Sever* ve *Hizmet*’inde kullanır. Dünyâda Allahü teâlânın dînine *Hizmet* edene, âhiretde *Köşk*’ler verilecek. 


Orada böyle *Çalışmak* ve *Yorulmak* yok, hazır gelecek. Allahü teâlâ va’d ediyor. Cennetde köşkler vereceğim, diyor. *Va’d-ı ilâhî* bu, elbette vukû bulur. *Şek* ve *Şüphe* yok. 


Ne güzel şey. Allahın dîni’ne hizmet etmek ne büyük seâdet, ne bahtiyârlık. Elhamdülillah. Allahü teâlâ hepimize *Doğru îmân* nasîb etmiş.


Ehl-i sünnet *Îtikâdı* nasîb etmiş ki, bu zamanda bulunur *Şey* değil. Pek az bulunuyor bu zamanda *Ehl-i sünnet îtikâdı*. Ne kadar şükretsek azdır kardeşim.

İki Alâmet

 Musa aleyhisselam bir gün Allah-u Zülcelal'e;


- Ya Rabbi! Senin sevdiklerini, sevmediklerinden nasıl ayırt edeceğim? Diye sordu..


Allah-u Zülcelâl; 


- Ey Musa! Ben sevdiklerime iki alâmet

bağışlarım, buyurdu..


Musa aleyhisselam: 


- Ya Rabbi! Bu alâmetler nedir? Deyince,


Allah-u Zülcelâl şöyle buyurdu:


- Ey Musa! Birinci alamet olarak, ona beni zikretmeyi ilham ederim de böylece (o beni zikrettiği için ben de) göklerde ve yeryüzünde onu anarım..


İkinci alâmet olarak da; onu haramlardan ve isyândan uzak tutarım ki, azâbıma ve belâma çarpılmasın..


Buna karşılık, nefret ettiğim kula da iki alâmet veririm..


Musa aleyhisselam:


- Ya Rabbi! O alâmetler nedir? Diye sorunca, 


Allah-u Zülcelâl şöyle buyurdu;

 

Ey Musa! Nefret ettiğim kula, birinci alâmet olarak, beni zikretmeyi unuttururum. İkinci alâmet olarak da onu, nefsinin arzuları ile başbaşa bırakırım ki, haramlara düşerek gazabıma uğrasın da azâbıma ve belâlarıma çarpılsın..


Allah'ım razı olduğun gibi yaşamamız için bizlere ve sevdiklerimize yardım et sağlık sıhhat afiyet ihsan eyle......


Amin.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ben *On* yaşındaydım. *Eyüp Câmii*’nde, bir Cumâ namâzında *Hatip efendi*, minberde hutbe arasında dedi ki: 


Abdest aldıkdan sonra, iki işâret parmağını gözüne sürüp; *Yâ Rabbî! Benim gözlerimi hastalıklardan muhâfaza et!* dersen, gözüne hastalık gelmez, dedi. 


Ben bunu işitdikden sonra hep *Tatbîk* etdim, *Yetmiş sene*’dir hep böyle sürerim. 


Şimdi de, her abdest aldığımda, işâret parmaklarımı gözlerime sürüp; *Yâ Rabbî, sen benim gözlerimi hastalıklardan muhâfaza et!* diyorum. Fâidesini de gördüm. 


Elhamdülillah o kadar yoruluyorum, gece yarılarına kadar *Okuyor*’um, *Yazıyor*’um, gene de gözüme *Bir şey* olmuyor. Aşırı yoruluyorum, öyle ki, *Canım çıkacak* nerdeyse.


Ama gene *Gözüm*’e bir şey olmuyor. Neden? Çünkü o öğrendiğim şeyi hep yapıyorum da ondan. Onun için, siz de *Böyle yapın!* kardeşim. 


Abdest alınca, iki işâret parmağınızı gözlerinize sürüp; *Yâ Rabbî sen benim gözlerimi hastalıkdan koru. Hastalık varsa, şifâ ihsân et*, deyin. 


Eğer gözünüzde hastalık yoksa; *Muhâfaza et*, diye duâ edin, hastalık varsa; *Şifâ ver!* deyin kardeşim. 


Elhamdülillah, Efendi hazretlerinin *Nûr*’u, bütün dünyâya yayılıyor kardeşim. Elhamdülillah, Asyası, Afrikası, Hindi, Çini, her tarafdan çok *Mektup*’lar geliyor. 


Hayret ediyorum. Hep kitap istiyorlar, yalvarıyorlar ve; *Bütün dünyâ’ya, Allah’ın dînini bu kitaplar yayıyor*, diyorlar. Öyle yazıyorlar mektuplarında. Elhamdülillah!

Allahu Teâlâ Âdem'i kendi sûretinde yarattı

"Allahu Teâlâ, Âdem'i kendi sûretinde yarattı." Hadîs-i şerîfini soruyorsunuz: " Madem öyledir, niçin bîçun ve bîçigûne ve eşsiz ve örneksiz diyorlar? Hayret ediyorum."

Mahdûmâ; hayret edecek bir şey yoktur. Dinde kesin ve tevâturle bildirilmiş olanlara kat'î ve kesin olarak inanmak lâzımdır ve bu tür sözleri zâhirden [görünüşten] çevirmek lâzımdır veya Allah bilir demeli, icmâ'lı olan itikada şübhe karıştırmamalıdır. Allahu Teâlâ, Âdem aleyhisselâmı kendi kemâlâtı ile süsledi ve kendi sıfatları ile sıfatlandırıp mükemmel bir ayna yaptı. Böylece Âdem aleyhisselâmla Hak teâlâ arasında bir nevi ortaklık ve benzerlik hâsıl oldu, her ne kadar bu benzerlik isimde, bu ortaklık hakîkatta değil,sûrette olsa da. Meselâ mümkinin [mahlûkun] ilmi Vâcib teâlânın ilmi yanında ne kadardır ve kudreti Hak Teâlânın kudretine göre ne sayılır. Diğer sıfatlarda hep böyledir. İşte bu sûrî benzerlik ve ismî münâsebet sebebiyle mecâz ve benzetme olarak Allahu Teâlâ Âdem'i kendi sûretinde yarattı denilebilir. Kendi sûretinde, sözünde ince bir latîfe vardır ve sanki imâ ediliyor ki, bu ortaklık ve benzerlik, hakîkatta değil, sûret ve isimdedir. Zirâ mümkinde bulunan kemâller ve sıfatlar, Hak Teâlânın sıfat ve kemâlleri yanında, eserlerin farklılığı sebebiyle, sanki başka bir hakîkate sâhibler ve mahiyyetleri muhteliftir. Ortaklık sadece isim ve sûrettedir. Toprağın o temiz âlemle ne alâkası, benzerliği olur ki! 

Kaynak: (Mektûbât-ı Ma'sûmiyye
3.cild,16.mektûb)

Muhammed Ma'sûm Fârûkî "kuddise sirruh"

Murad odur ki bir an rabbinden gafil olmaya

 Sultan-ı vakt Şeyh Ebû Saîd Ebûl-Hayr'a (kuddise sirruh), fülan kimse su üstünde yürüyor, dediklerinde: " Kolaydır, kurbağa ve kuşlarda su üstünde gezerler" buyurdu. Filân şahıs havada uçuyor dediler. "Çaylak ve sinek de havada uçar" buyurdu. Falan kimse bir anda bir şehirden başka şehre varır dediklerinde: "Şeytanda bir nefeste doğudan batıya varır. Bu gibi şeylerin kıymeti yoktur. Murâd oldur ki, halkın arasında bulunup, alışveriş yapıp, evlenip ve insanlara karıştığı hâlde, bir an Rabbinden gafil olmaya" buyurdular.

Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin bir talebesinin hatıra defterine yazdıkları satırlar

 Kuleli'de Erdoğan isimli bir talebenin hâtıra defterine yazdıkları satırlar:

Devrân-ı bekâ çu bâdı sahrâ bi-güzeşt

Tılhî ve hoşî zişt ü zibâ bi-güzeşt

Pendaşt sitemger ki sitem ber mâ kerd

Der gerdeni o bemâned ü net mâ bi-güzeşt

Sana lüzumlu ve faydalı olarak bir şey yazmak için kalemi elime alınca hatırıma evvelâ bir büyük müslimânın yukarıda yazdığı beytleri geldi. Her satırında yerleşdirilmiş kıymetli inci dânelerini senin bu hazîne-i evrâkında mevkii ihtiramda saklayacağına inandığım için emânet ediyorum.

Bu büyük müslimân [Sa'dî Şirâzî] diyor ki:

"İnsanların dünyâdaki yaşama zemânı, bu dünyânın ömrüne bakınca ve Cennet ni'metlerinin sonsuzluğuna ve Cehennem azâbının bitmez tükenmezliğine göre o kadar kısadır ki, sahrâda esen rüzgâr gibi çabuk geçmekdedir. Ve hayâtın bütün acılıkları, lezzetleri, çirkinlikleri ve güzellikleri böyle esip geçer. Bu kadarcık bir zemân için azıp, etrâfındakilere çatanlar, herkesin hayâtına, ahlâkına, iffetine, mukaddesâtına, dinine,îmânına saldıran zâlimler, alçaklar, işlerini başardıklarını, hâkim ve kahraman olduklarını sanırlar. Onlar bilmiş olsunlar ki, bütün bu kötülükleri kendilerinde kalıp, cezâlarını çekmek üzere Cehenneme gideceklerdir."

Dünyânın çeşitli cilvelerini görmüş olan bu büyük müslimânın, hayâtı çok güzel anlatan beytlerini her zemân oku,düşün; düşündükçe derinliklerinden, daha pek çok mânâlar, dersler ve nasîhatler çıkarırsın.

O halde hayâtın geniş ve karanlık deryâsında karşına çıkacak sert, soğuk ve çetin dalgalara kendini kaptırma! Kendine güvenerek, iyi yüzerek, atalarından aldığın emâneti, yâdigârı, elinden kaçırmadan selâmet sâhiline, ebedî seâdete kavuş!

Kendi hazırladığım bu siyah mürekkeb çizgilerinin bozuk kıvrımlarını her gördüğün zemân beni hatırla ve rûhuma bir fâtiha oku. Bunun sevâbı bana erişdiği zemân, bütün dünyâ kıymetlerinin üstünde bir hediyye olacakdır. Buna inanıyorum, sen de inan.

12 Ramezân 1374-1955

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsan, *Hediye* vereceği kişiyi *Tanır*, *Bilir* ve hediyeyi *Ona* verir. Rastgele *Kimse*’ye vermez efendim. 


Bu zamânın *Cihâd*’ı, birine bir *Kitap* vermekdir kardeşim. Bu kitaplar bizim değil ki. *Ehl-i sünnet âlimleri*’nin sözleri, kelâmları bunlar. 


Bu kitapları okuyan, hem *Dîn*’ini doğru öğrenir. Hem de bu *Büyükler*’in rûhâniyetlerinden *Feyz* alır. Binâenaleyh, bunları dağıtmak, bir kişiye daha ulaşdırmak, *Cihad*’dır. 


Yâhut gazetemize, bir kişiyi daha *Abone* yapmak, fiilen *Cihâd* yapmak demekdir. Her asrın, hizmet şartları, hizmet aracı *Farklı*’dır. 


Bu asrın aracı, vâsıtası, *Güleryüz*’lü ve *Tatlıdil*’li olmakdır. Çünkü *Sertliğe*, tahammül yok şimdi. *Kızmak* ve *Öfkelenmek* zamânı geçdi. 


*Ölüm* ve sonrasına hazırlananın, dünyâsı da *Mâmur* olur, âhireti de. *Ölüm* ve sonrasını unutanların, dünyâsı da *Hüsrân*’dır, âhireti de. 


Bu gün insanları frenliyecek tek şey *Tezekkür-i mevt*’dir. Yâni ölümü düşünmekdir. Ölümü düşünmek, ömrü *Uzatır* kardeşim. 


Ehl-i sünnet demek, *Muhabbet* demekdir, *Sevgi* demekdir. Birbirlerini sevmiyenler, *Ehl-i sünnet* olamazlar, Nasıl sevecekler birbirlerini? *Eshâb-ı kirâm*, Peygamberimizi *Nasıl* sevdilerse, öyle. 


*Ömür* belli, *Nefes*’ler sayılı. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmde meâlen; *Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez!* buyuruyor. 


Mü’min, *Ölüm*’den korkmaz efendim. Kâfirler *Korkar*, ölümden kaçarlar. Bahsedilmesine bile *Tahammül* edemezler. Ama mü’min, ölümü *Sever* efendim. 


Niçin sever? Çünkü ölünce *Rabbi*’ne kavuşacak. Ne buyurmuş büyükler: *Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşduran bir köprüdür!* 


Sonra hadîs-i şerîf var; *Mü’minin kabri, Cennet bahçesidir!* buyuruluyor. İnsan *Cennet* bahçesine girmek istemez mi? Kâfirlerin kabri ise *Cehennem çukuru*’dur, Allah korusun!

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Sünnet* demek, *Yol* demek, yâni *Îtikâd*’da ve *Amel*’de *Ehl-i sünnet* yolu demekdir. Ehl-i sünnet vel cemâatin tutduğu *Yol*. Peki nerden öğreneceğiz bu yolu? 


İşte bizim *Kitap*’larımız, bunu yazıyor, bunu bildiriyor. Kur’ân-ı kerîmin *Mânâ*’sını anlamak istiyen, *Mezheb imâm*’larının kitaplarını okumalıdır kardeşim. 


Başka kitaplardan *Kur’ân-ı kerîm*’in mânâsı anlaşılmaz. Niçin *Mezheb imâm*’larının kitaplarından öğrenmeliyiz? 


Çünkü mezheb imâmları, kitaplarına yazdıklarını, doğrudan *Eshâb-ı kirâm*’dan veyâhut da kendi *Hocalar*’ından yâni hocaları vâsıtasıyla *Eshâb-ı kirâm*’dan almış ve yazmışlardır. 


Eshâb-ı kirâm da, doğrudan *Resûlullah Efendimiz*’den işitip aldılar. Velhâsıl bütün bu yazılanlar, hep Resûlullah Efendimizden öğrenilen *Bilgiler*’dir.


Onun için Kur’ân-ı kerîmin *Mânâ*’sı, bu zamanda ancak *Fıkh kitapları*’nı okuyarak anlaşılır. Yetmiş iki fırka, hep kendi *Kafa*’larına göre *Mânâ* vermiş, Cehenneme gitmişlerdir. 

● ● ● 

Efendimiz aleyhisselâm ekseriyâ elinde *Asâ* taşırdı. bir gün *Kum*’lu bir arâzide, elindeki asâ ile, yere düz bir *Çizgi* çekdi. 


O çizginin sağına ve soluna da, *Balık kılçığı* gibi eğik çizgiler çizdi ve *Ey Eshâbım, yerde çizdiğim şu doğru çizgi, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği yoldur*, buyurdu.


Sonra yanındaki balık kılçığı gibi olan *Eğri* çizgileri gösterip; *Bunlar da bozuk yollardır. Doğru yol, tekdir. Geriye kalan yetmiş iki yol, bozukdur*, buyurdu. 


Eshâb-ı kirâm efendilerimiz bir gün; *Yâ Resûlallah! Doğru yol hangi yoldur?* diye sordular. Peygamber aleyhisselâm cevap olarak; *Mâ ene aleyhi ve eshâbî*, buyurdu.


Ne demek bu? *Mâ*, o yol, şu yoldur ki: *Ene aleyhi*, ben o yol üzerindeyim. Yâni doğru yol, benim bulunduğum yoldur. *Ve eshâbî* ve eshâbımın bulunduğu *Yol*’dur. 


Benim ve eshâbımın yolunda bulunanlar, *Doğru yolda*’dırlar ve bunlar, *Allah*’ın *Sevgi*’sine kavuşurlar. Diğerleri *Sapık yol*’dur ki, bunlar *Yetmişiki* fırkadır ve hepsi *Cehennemlik*'dir. 


Efendimiz aleyhisselâm buyurdu ki: Benden sonra bir zaman gelecek ki: *Setefteruku ümmetî*, ümmetim fırkalara ayrılacak, bölünecek. 


*Selâsete seb’îne*, yâni yetmişüç fırkaya ayrılacak. Ama *Müslümân*’lar ayrılacak, *Kâfir*’ler değil. Kâfirler hasâba dâhil değil. *Müslümân*’ım diyenler, yâni *Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah* diyenler.


Bunlar, yetmişüç fırkaya ayrılacak. *Küllühüm finnâr*, bu yetmişüç fırkanın yetmişikisi Cehenneme gidecek. *İllâ firkaten vâhideten*, yalnız tek bir fırka müstesnâ. 


Onlar Cehenneme gitmiyecek. O fırkada olanlar *Cennet*’e gidecek. *Kâlû*, Eshâb-ı kirâm, Peygamber aleyhisselâma sordular: 


*Menhüm yâ Resûlallah?* O tek fırka hangi fırkadır yâ Resûlallah? *Kâle*, Efendimiz buyurdu ki: 


*Hüm*, onlar şu yoldadırlar ki: *Mâ ene aleyhi*, ben o yoldayım. Yâni benim bulunduğum yolda olanlardır, *Ve Eshâbî*, ve benim Eshâbımın yolunda bulunanlardır. 


Efendimiz aleyhisselâm buyurdu ki: *Benim ve eshâbımın yolunda olan o tek fırka, Cehennemden kurtulacak, geri kalan yetmişiki fırka ise Cehenneme gidecekdir*. 


Bu yetmişiki fırkada olanlar da *Müslümân*’dır, ama *Îtikad*’ları bozuk olduğu için, onlar muhakkak *Cehennem*’e gidecekler. Fakat müslümân oldukları için Cehennemde *Sonsuz* kalmıyacaklar. Tekrar çıkıp *Cennet*’e gidecekler.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Teveccüh* demek, *Sevmek* demekdir. Sevgiyi kimseden esirgemeyin, *Sevilmek* istiyorsanız, evvelâ *Sevme*’yi öğrenin. Kimsede hatâ, kusûr aramayın. Çünkü başkasında *Kusûr* arıyan, sevgiden mahrumdur 


*Dünyâ menfaati*'ni öne süren kimse, her şeyden *Mahrum*’dur, *Allah* sevgisi var ya, o yeter, *Peygamber* sevgisi yeter. *Büyükler*’in sevgisi yeter. Bunlar varken, başka şeye ne lüzum var? 


Bir gün *Sarhoş*’un biri meyhâneden çıkmış, sallana sallana giderken, bir *Dergâh*’ın önünden geçmiş. O da, *Abdülkâdir Geylânî* hazretlerinin dergâhı imiş. İçerden tatlı tatlı *Sesler* geliyormuş. 


Sarhoşun hoşuna gitmiş, pencereler alçakmış, yanaşmış, *Başını* pencereden içeri sokup bakmış. *Zikr*’eden çocukları görmüş ve içinden; 


*Yâ Rabbî, bunlar senin ne güzel kulların, ne güzel seni zikrediyorlar*, demiş. Ve ayrılıp evine gitmiş, o gece de ölmüş efendim. Namazını kılıp defnetmişler. 


Melekler gelmişler, hesap kitap, *Günah*’ları pek çok. Alıp Cehenneme doğru götürürlerken, *Gavs-ı âzam* önlerini kesmiş, *Durun! Onu nereye götürüyorsunuz?* demiş. 


Melekler; *Yâ Gavs, biz emir kuluyuz, günâhları ağır geldi, Cehenneme götürüyoruz*, demişler. Gavs-ı âzam; *Benim talebelerime sevgiyle bakan gözleri ve o başı size vermem. Vücûdunu alın, götürün!* demiş. 


Melekler; yâ *Gavs*, hiç böyle şey olur mu, *Başı* sende, *Vücûdu* bizde? demişler. 


Gavs; *O zaman Cenâb-ı Hakka arz edin, ne buyurursa öyle yapın!* demiş. 


Arz ediyorlar, Cenâb-ı Hak; *Baş nereye, vücûd da oraya!* buyuruyor. Ve o kişiyi Cennete götürüyorlar efendim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir *Büyük zât*’ın kabrine gitdiğiniz zaman, onu *Kabr*’in içinde düşünmeyin kardeşim. Onu, *Arş-ı âlâ*’da düşünün. 


Aksi hâlde *İstifâde* edemezsiniz. Evet, kabirle *İlgisi* var. Bedeni kabirde çünkü. Ama *Rûh*’u, *Arş-ı âlâ*’da. Kabirden istifâde etmek çok *Zor*’dur 


Bir kere o *Zâtı*, kabrin içinde yatmış vaziyetde düşünmek olmaz. Evet *Kabir*’le irtibâtı var. Ama o zât, *Ceset* demek değil ki. İnsan demek, *Rûh* demekdir. *Rûh* da *Arş*’dadır. Böyle düşünülürse, *Feyz* alınır. 


Biz kabre *Niçin* gidiyoruz? O büyük zât ile *Bağlantı* kurmak için. Çünkü o zâtın *Rûh*’u, kabirdeki *Beden*’iyle irtibâtlıdır. Rûh, aslında *Arş-ı âlâ*’dadır. Onun için, o zâtı *Arş*’da düşünün.


Kabrine gitdiğiniz zaman, sizi mutlaka *Tanıdığı*’na, sizi *Gördüğü*’ne, duâlarınızı *İşitdiği*’ne inanarak gidin. O zaman *İstifâde* edersiniz. 


Bu yolda, *Kabir*’de olanla, kabir yoluyla olgunlaşmak *Mümkün* değildir. Bizzât *Görmek* ve *Görüşmek* lâzım. Meselâ *Selmân-ı Fârisî* hazretleri, Peygamberimizin eshâbı idi. 


Tasavvufda mükemmeldi. Ama Peygamber aleyhisselâm *Vefât* edince, *Ebû Bekr-i Sıddîk*’ın *Talebe*’si oldu. Hâlbuki Peygamber Efendimizden alacağını *Almışdı*. Ama Efendimizle bizzât *Temâsı* yokdu artık. 


Görüşmek *Yok*’du. Onun için *Ebû Bekr-i Sıddîk*’a gitdi? Ona *Talebe* oldu. Niçin? O *Noksan*’lığı tamamlamak için. O noksanlık da, bizzât *Temas* idi. Temas olmazsa, *Kemâl* olmaz kardeşim. 


*İlim*’den maksad, hâllenmekdir. *İlm-i hâl* diyoruz ya, *Hâl ilmi*. İki kelimedir o. Biri *İlim*, ikincisi *Hâl*. Yâni o ilmi, *Hâl'e* çevirmek, bilfiil *Yaşamak*. 


O mânâda *İlmihâl* diyoruz. Onun için büyüklerimiz, *Lisân-ı hâl, lisân-ı kâl’den entakdır*, buyurmuşlar. 


Yâni insanın *Yaşayış* şekli, *Hâli*, *Tavrı*, *Güzel ahlâkı*, lisânla anlatmasından çok daha *Etkili*’dir, çok daha *Te’sîrli*’dir.

Yâdigâr mektûblar 34.mektûb

 17 Teşrîn-i Evvel [Ekim] 958 ve Rebîü'l-Âhir 1378

Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Fahreddin Bey

Tarihsiz mektûbunuz bugün elime vâsıl oldu. Sıhhat ve selâmetde olduğunuza çok memnûn oldum. Cenâb-ı Hak din ve dünyânızı ma'mûr eylesin. Evet, hadîs-i şerîfde haber verilen gurbet [garîblik] zemânı bu zemândır ve Cennet ile müjdelenen âhir zemân garîbleri bizleriz. Sabr etmek, dost ve düşman herkesle iyi geçinmek, herkese nasîhat vermek, nasîhat kabûl etmeyenlerden ictinâb etmek [kaçınmak], fakat kimseyi gücendirmemek lâzımdır.

Bugün Bozkurt Kitâbevi'ne telefon etdim. Seâdet-i Ebediyye birinci kısım ikinci baskı Ankara'da Muhsin Kitâbevi'ne yeni gönderdik dediler. Alıp okuyun ve her müslimâna tavsiye edin; cihâd sevâbı kazanırsınız.

Her sıkıntının sonu ferâhlıkdır. Sıkıntı zemânında yapılan ibâdetin sevâbı daha çokdur. Sizler bu meslekde çok kimselerin salâhına ve necâtına [iyiliğine ve kurtuluşuna] sebeb olup çok sevâb kazanacaksınız.

Enbiyâ ve evliyâ ufak bir gafleti kusûr addeder ve istiğfar eder. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem her gün yetmiş kere istiğfar ederlerdi. Derecesi ve ilmi çok olan, kusûr ve günâhını çok görür. Bizim gibi câhiller kendimizi kusûrsuz sanırız. Onların kusûr ve hatâları, bizim sevâb ve ta'atlarımızdan daha kıymetlidir. Onlar ma'rifet-i ilâhîde, sonsuz seyrde,nihâyetsiz terakkide olan derecelerini kusûr addederler. Ve afv dilerler.

Âkif [Güler] Bey'e ve diğer kardeşlerime selâm ve duâlar eder hepinizin duâlarınızı beklerim kardeşim.

Hüseyn Hilmi Işık

Fatih, Şeyh Resmî Mahallesi, Müstekîmzade Sokak, Numara: 23