Abdülhalil Müceddidî efendi bir def'asında şöyle anlattı: Gençliğimin ilk yıllarında babamla Hindistan'a geldik. İmâm-ı Rabbânî, İmâm-ı Ma'sûm ve Serhend'de medfun dedelerimizi (kaddesallahü esrârehüm) ziyâret ettik. İmâm-ı Rabbânî hazretleri dedemizin kabrini, ya'nî türbesini ziyâretten sonra Muhammed Ma'sûm dedemizin türbesine geldik. Gelirken, binlerce Hindunun ellerinde kazma, kürek ve başka âletlerle İmâm-ı Rabbânî dedemizin kabrini yıkmağa gelmekte olduklarını gördük. Çapulcu alayı gibi, bağırıp çağırıyorlardı. O sırada babamla baktık ki, Muhammed Ma'sûm hazretlerinin türbesinden binlerce iri arılar çıkdı ve gelenlere doğru uçtular. Onları soktular. Sokdukları düşüp ölüyor, kimi kıvranıyor, kimi kaçıyordu. Bizim hesabımıza göre ölenler, yüzlerce, belki binlerce idi. Bu büyük kerâmeti gözümle gördüm. Hem hayret ettim, hem de korktum. Neden sonra aklım başıma gelince babama, niçin onların cezâsı İmâm-ı Rabbânî hazretleri tarafından verilmedi de, oğlu Muhammed Ma'sûm hazretleri bu işe el attı, dedim. Babam: "Oğlum, Sen şimdi anlamazsın, sonra anlayacaksın. Ama bu sırdan sana bir perde aralayayım" deyip, şöyle buyurdu: İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Allah için ve dîn için o kadar gayretli olmalarına rağmen nefsi için hiç gayretli değildi, belki Hakka tam teslimiyyet üzere idi. Onun için karışmadı. Ama Muhammed Ma'sûm dedemiz, babasını çok severdi. Seven de sevdiğine karşı gayret olur, hattâ gayreti sevgisi nisbetinde çok olur. Bu yüzden babasına karşı olan gayreti harekete geldi ve Allahu teâlânın kudretinin tasarrufu olan bu kerâmet zuhûr etti: Ne güzel bir izâh, ne mânidâr bir nükte!
Hocamız buyurdu ki: Abdülhalîl efendinin nefesi bereketlidir. Gerçekten öyle idi. Arkadaşlarımızdan M. Ülker'in midesinde ülser vardı. Kayseri'ye ziyâretine gitti. Çay içiyorlardı ve çaylar koyu idi. Buyurun çay için, dedi. Midem hastadır, koyu çay içemem, dedi. Okudu ve: "İçin; inşaallah şifâ olur" buyurdu. Mecburen içti ve ölünceye kadar bir daha mide ağrısı hissetmedi.
Abdülhalîl efendiden dinledim: İbni Abbas (radıyallahü anh) hazretlerine ve Kadî Beydavî hazretlerine göre, seyyidlik yalnız erkekten değil, kadından da evlâdına geçer. Bu bakımdan Müceddîd-i elf-i sânî aynı zamanda seyyiddir. Çünkü Hazret-i Hüseyin'in kızı, Hazret-i Ömer'in (radıyallahü anh) oğlu ile evlidir ve biz o sülâledeniz.
Yine o anlattı: İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin üstâdına yazdığı mektûbda şeyh-i mütevakkıf bulunduğu makamdan ileri geçirildi, ifâdesindeki şeyh-i mütevakkıf [bir makamda kalmış, daha ileri gidemeyen şeyh] den murad, üstâdı, ya'nî mektûbu yazdığı hocası Hâce Muhammed Bâkıbillah hazretleridir.
[Gün batarken gördüğüm son ışık, sf: 320-321]
Müellif: Süleyman Kuku "rahmetullahi teâlâ aleyh"