ŞÜKÜR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ŞÜKÜR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Îmân iki parçadır

 Safiyyüddîn Erdebilî buyururdu ki:

“Haramı terk etmek vâcibdir. Şüphelileri terk etmek sünnettir. Buna takvâ denir. Zühd, helâlin azıyla kanâat etmektir. Verâ, mubahları ihtiyaç miktârı kullanmaktır. Bu zâhire âit zühddür. Bir de mânevî zühd vardır. O ise dünyâ sevgisini terk etmek, gönlü dünyâ sevgisinden temizlemek ve âhiret ile meşgûl olmaktır.”

“Her şeyi yiyen, her şeyi konuşur. Her şeyi konuşan her şeyi yapar. Her şeyi yapan Cehennem’e gider.”

“Bir kimsenin başına musîbet gelirse, şükretmesi gerekir. Sabır ile şükür, insanın kemâlinin alâmetidir. Îmân iki parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür.”

Şükretmek nasıl olur?

Şükür, her nimetin Allah’tan geldiğini bilip yerinde sarf etmek ve dille de hamd etmektir. Şükür, kendini o nimete layık görmemektir. Şükür, nimeti değil, nimeti vereni görmektir. Nimet sahibinin emirlerine uyup yasakladıklarından sakınmaktır. Bu da, kalb, dil ve diğer azalarla olur. Kalble iyiliğe niyet eder. Dille hamd eder, şükrünü açıklar. Uzuvlarla şükürse, Allahü teâlânın verdiği nimetleri, onun sevdiği ve istediği yerlerde kullanmaktır.


Allahü teâlâya layıkıyla şükretmek mümkün değilse de, şunlar yapılırsa, şükredilmiş kabul edilir:


1- Bütün nimetlerin Allahü teâlâdan geldiğini bilmek. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama buyurdu ki:

(Bir kimse, kendine verdiğim nimeti benden bilip kendinden bilmezse, nimetlerin şükrünü eda etmiş olur. Bir kimse de, rızkını kendi çalışmasıyla bilip, benden bilmezse, nimetin şükrünü eda etmemiş olur.) [İ. Gazali]


2- Nimetleri Allahü teâlânın istediği şekilde kullanmak. Mesela gözün şükrü, ibretle bakmak, harama bakmamak ve Müslümanların, arkadaşların kusurunu görmemektir. Kulağın şükrü, iyi şeyler dinlemek, kötü şeyleri, söylenilen ayıpları dinlememektir.


3- Kendimiz dinin emir ve yasaklarına uyarken, diğer insanların da bu nimetten istifade etmesini, hidayete ermelerini sağlamak için çalışmak.


4- Allahü teâlâ bir kula çeşitli nimetler verince, kulun buna layık olmadığını düşünüp utanması şükür olur. Şükürdeki kusurunu bilmesi de şükür olur. Şükredemiyoruz diye özür beyan etmesi de şükürdür. (Allahü teâlâ, kusurlarımı örtüyor) demesi de şükürdür. Şükür vazifesini yerine getirmenin Allahü teâlânın bir lütfu olduğunu düşünmek de şükürdür.


5- Allahü teâlânın verdiği her şeye razı olmak.


6- Nimetlerden istifade edildiği müddetçe, Allahü teâlâya isyan etmemek.


7- Yapılan iyiliği anıp ihsan edeni övmek, yani dille de Elhamdülillah demek.


8- Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(“Allahümme mâ esbaha bi min ni’metin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerike leke, fe lekel hamdü ve lekeşşükr” duasını, gündüz okuyan o günün, akşam okuyan o gecenin şükrünü ifa etmiş olur.) [M. Rabbani 3/17] (Akşam okurken, esbaha yerine emsâ denir.)


9- Vasıtalara da şükretmek. Allahü teâlâ nimetlerini, rızkımızı birileri vasıtasıyla gönderiyor. Onlara teşekkür etmekle de, Allahü teâlâya şükretmiş oluruz. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(İnsanlara teşekkür etmeyen Allahü teâlâya şükretmemiş olur.) [İ. Ahmed]

ŞÜKÜR

ŞÜKÜR 

İmâm-ı Rabbânî “kaddesallahu teala sirreh” hazretlerinin Mektûbât-ı Şerîfini, ehl-i sünnet ‘âlimlerinin bâhâ biçilemez kıymetteki fıkıh ve akâid kitablarını terceme ederek ve bu eserlerin ışığında pek kıymetli talebeler yetiştirmiş, küfrün her renge büründüğü bir zamanda o kıymetli talebeleri ile ihlas ile gece gündüz ehl-i sünneti neşr etmeye, takviye etmeye gayret etmiş, ömrünü sünnet-i seniyyeye ittiba’ ve şeyh-i muktedâya iktidaya sarf eylemiş
“Numûne-i âlimân-ı nakşibendân” olan asrımıza ışık tutmuş ol zata, 
Allahu teâlâ nihayetsiz kerem hazinesinden ziyade ihsan buyursun.
Âmin.
Kabrini, sevdikleri ile birlikte olma yerine açılan bir kapı eylesin.
Amin.
Bizleri dahi ona her daim duacı eylesin.
Amin.

ŞÜKÜR

“Ni’met-i hüdâya şükür, sehl (kolay) olmak hasebiyle, herkes eder.
Hüner oldur ki, belâ ve musîbete şükür oluna.
Bu herkesin kârı (işi) değildir.
Ancak Allahu teâlâ hazretlerine tekarrüb (yakınlık) sâhibi olanların işidir.”
(Pendnâme-i Attâr şerhi)