Suretlerin değişmesi

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 


Bütün ölülerin kabirlerinden doğrulup kalktıkları vakit, biz ne suratla kalkacağız, ondan hiç haberimiz yoktur. Şunu iyi bilmelidir ki, dünyadan ne sıfat ile gitmişsek, aynı sıfatla kalkacağız. Zira. Mu’ az ibn-i Cebel radıyallahu anh, Resûl-ü ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimizden sordu:  

— Yâ Resûlallah! Haber ver o günden ki, İsrafil aleyhisselâm sûru üfler, ölenlerin hepsi mezarlarından doğrulup kalkarlar. Acaba bu hal o gün nice olacaktır?  

Hâtem-en-Nebiyyin efendimiz hazretleri, saadetle buyurdular:  

— Ne azim günden sordun yâ Muaz!  

Mübarek gözlerinden yaşlar akıtarak devam eylediler:  

— Siz, o gün kabirlerinizden kalkıp muhtelif cemaatler halinde bir yere varırsınız ki, o yerin adı SAHİRE' dir. Benim ümmetim on bölük olur ve her biri bir suretle mahşer yerine gelirler. Kimi, dolunay gibi yüzü nurlu olur. Kimisi maymun, domuz suretinde bulunur. Bazıları, baş aşağı ve yüzleri yerlerde sürünerek gelirler. Bir kısmı, dillerini çiğneye çiğneye, göğüsleri üzerine sarkmış, ağızlarından irinler akarak gelir. Kimisi, elleri ve ayakları kesik, ateşten ağaçlara asılmış gibi ve köpek leşinden daha fena kokar halde gelir. Kimi sağır olarak, kimisi de katrandan cübbeler giymiş halde gelirler.  


Ey aziz: Bu suretlere dönen ve belâlara uğrayan insanlar da bizim gibi “Lâ ilahe illallah Muhammedün Resûlullah” derlerdi. Günde beş vakit namaz kılarlardı. Yılda bir ay oruç tutarlardı. Cuma namazı ile yılda iki kere bayram namazlarını da kılarlardı. Gücü yeten hacca giderdi. Fakat, o kötü, çirkin ve yaramaz huyları, onların ibadet ve tâ'atlerini ve bütün güzel amellerini hiç etmiştir. Bunların ne sebeple böyle değişik şekillere döndükleri ve bu belâlara neden uğradıkları sorulacak olursa, onun cevabını da vereyim ve gerçeği sana bildireyim ki, var sen de ona göre davran ve bu gibi kötü huyların ve sıfatların varsa terk et, yoksa El-hamdülillah de ki, Mevlâ seni bu kötü ve çirkin huylardan ve sıfatlardan korumuştur.


Bilmiş ol ki, yüzleri ayın on dördü gibi nurlu ve parlak olan, buraklara bindirilen, önlerinden ve arkalarından melekler koşuşturan, tekbir ve salâvat ile mahşer yerine getirilenler peygamberler, Hak velileri ve muhlislerdir. Yani, amellerini ihlâs ile yapanlar ve bu ihlâstan hiç ayrılmayanlardır.  


1 - Maymun yüzüne dönmüş olarak getirilenler, dedikoducular yani bir kişiden işittiklerini, başka bir kişiye söyleyenlerdir.  


2 - Domuz yüzüne dönmüş olarak getirilenler, haram yiyenler.  


3 - Baş aşağı ve yüzleri yerlerde sürünerek getirilenler, parasını faize verenler, yani faiz yiyenlerdir.  


4 - Gözleri kör olarak getirilenler, hükmünde zulmederek haksızlık edenlerdir. Haksızlık edenler, ister evlerinde bulunanlara haksızlık etmiş olsun, isterse kadı, naip veya bey olsun, madem ki hükmünde meyli haksızlıktır, o kimseler zalim muamelesi görürler.  


5 - Kulakları sağır olarak getirilenler, yalnız kendi amellerini görüp beğenen ve kendisini iyi bir insan olarak tanıyan ve: (Benim gibi kişi nerede vardır?) diyenlerdir. Aleyhissalâtü vesselâm efendimiz hazretleri: “İyi amellerde gururlanmaktan, Allahu teâlâya sığınırız.” buyurmuşlardır.  


6 - Dillerini çiğneye çiğneye getirilenler, halka nasihat ettikleri halde kendileri tutmayanlar, sözleri işlerine uymayanlar, birine olan kin ve garezi üzerine yanlış fetva verenlerdir.  


7 - Elleri kesik olarak getirilenler, komşularını incitenlerdir.  


8 - Ateşten ağaçlara asılı halde getirilenler, halkı alaya alan ve herkesle eğlenenlerdir.  


9 - Köpek leşi gibi kokarak getirilenler, nefislerine uyanlar ve nefislerinin muradını gözetenler; malının, koyununun ve sığırının zekâtını ve öşrünü vermeyenlerdir.  


10 - Katran cübbe giydirilerek getirilenler, kibirlilik edenlerdir.  


Bunlar, bu saydığımız hallerle mahşer yerine getirildikten sonra, Hak celle ve âlâ, bunların her birinin cehennemin derekelerine (çukurlarına) sürülmelerini ve orada azap ve işkence görmelerini irade buyurur ve bu emri ilâhi derhal yerine getirilir. Şeyh Sâfi rahmetullahi aleyh hazretlerine: “Abese Sûresinde “O gün insan kardeşinden, ana ve babasından kaçar.” buyurulmuştur. Halk, kıyamet gününde birbirinden neden kaçar?” diye sordular.


Hazret-i Şeyh buyurdu ki: “Onların gönülleri, dünyada iken değişmiş her biri, bir türlü canavar sıfatı ile sıfatlanmışlardır. Sağlıklarında, çalışarak bu çirkin ve kötü sıfatları gidermediler. Nihayet, mahşer yerine bu suretle getirildiler, halk bunları korkulu birer canavar suretinde gördüğü için, onlardan kaçar. Bazı Hadis-i şeriflerde de böyle buyurulduğuna göre, bu cevap gerçeğe uymaktadır.”  


İmam-ı Gazali rahmetullâhi aleyh de ÎHYA-Î ULÛM'unda şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde bu halk, yirmi bölük olacak ve her biri birer canavar suretinde görünecektir. Yalnız, bir bölük ay ve güneş gibi yüzleri nurlu ve parlak olarak haşrolacaktır.  


Ey biçare: İçini ve dışını arıtmaya bak! Suretin bir türlü, siyretin bir türlü olmasın ki, kaç keredir tekrarlıyorum, için dışına döner, gizlilerin aşikâr olup rezil olursun. Şimdi ey aziz: Yukarıda da geçti, duydun. Beni-İsrail zamanında birçoklarının suretleri değişti. Kimi maymun, kimi domuz gibi oldular. Eğer, senin suretin şimdilik değişmediyse, gönlünün sureti değişmiştir ama senin haberin yok, ileride haberin olacak ve çaresiz olacaksın. 


Beni-İsrail zamanında, birçoklarının suretleri sağlıklarında değişmişti. Haberlerde gelir ki, bir gün Musa peygamber aleyhisselâm bir yerden geçerken gördü ki, bir kâfir bir domuzun boynuna bir ip takmış, çekip götürüyor. Domuz, Musa aleyhisselâmı görünce yaklaşmaktan çekindi ve olduğu yerde kalakaldı. O kâfir, elindeki değnekle domuza birkaç kere vurdu ve evine götürmek istedi. Domuzun hali Musa aleyhisselâmın dikkatini çektiğinden seslendi:  

— “Yâ kâfir, bırakıver şu domuzu. Görelim neyler?”  

Kâfir, domuzu serbest bıraktı ve domuz geldi Musa aleyhisselâmın ayağına düştü ve gözlerinden yaşlar akıtarak yüzünü ayağına sürdü. 

Kâfir dedi ki:  

— “Yâ Musa! Bilir misin bu kimdir? Bu, senin dostun idi ve sen onu çok severdin. Senin yakınlarından idi. Biraz önce, benimle konuşur ve bana nasihat ederken, birdenbire şekli değişti ve bu hale geldi. Ben de tuttum, boğazına bir ip taktım götürüp keseceğim.”  

Musa aleyhisselâmın yüreği yandı ve derhal ellerini açarak hakka niyaz etti ki, onun suretini yine insana döndürsün.  

Hitab-ı izzet geldi:  

— “Yâ Musa! Onun bu suretini değiştirmeyiz. Sen bilmiyorsun ama ben biliyorum. Onun gönlü, sana doğru değildi. Senden söz öğrenir, gider halka söylerdi, onunla nefsinin isteklerini temin ederdi O, daima senin ve benim sözlerimizi nefsine âlet ederdi. Senin yanına gelip gitmesi de nefsinin muradı içindi. Bunun için kendisine hışım ettim ve onun suretini döndürdüm. Bu suretle ölsün, gitsin.”  

Şimdi ey aziz: Bu kıssadan, ilmi nefislerine âlet eden âlimlere haylice korku vardır.  

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

İSLÂM MEDENİYETİ

“Dünyâ tarihlerinin sözbirliği ile överek yazdığı gözleri kamaştıran islâm medeniyetini, Kur’ân-ı kerime uyanlar meydâna getirdi. Bugün Avrupa, Amerika ve Rusyada fen ilerledi, dev sanayi kuruldu. Ay yolculuğuna başlandı. Fakat, hiçbirinde huzûr sağlanamadı. Patronların isrâfı ve sefâheti, işçilerin sefâleti giderilemedi. Komünistlerde devlet, milleti sömürdü. Milyonlarca insan, buğaz tokluğuna, aç, çıplak çalıştırıldı. Zâlim, kan dökücü bir azınlık, bunların sırtından yaşadı. Sarâylarda zevk ve safâ sürüp, her kötülüğü yaptılar. Kur’ân-ı kerîme uymadıkları için râhata, huzûra kavuşamadılar. 


Medeni olmak için, fende, teknikte onlara benzemek, onlar gibi çalışmak, başarmak lâzımdır. Çünkü, Kur’ân-ı kerim ve hadîs-i şerîfler, fende, sanatta ilerlemeyi emrediyor. Meselâ, ibni Adî ve Münâvînin ‘rahmetullahi teâlâ aleyhimâ’ bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, fende ilerliyen, sanat sâhibi olan kulunu elbette sever) ve (Hâkim-i Tirmüzî) ve (Münâvî)deki hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, kulunun sanat sâhibi olduğunu görmeyi elbette sever) buyuruluyor. 


Fakat, medeni olmak için, yalnız bunu başarmak yetişmez. Kazanılan nimetlerin, adâletle paylaşılması, çalışanın emeğine kavuşması lâzımdır. Bu adâlet de, ancak Kur’ân-ı kerime uymakla elde edilir. Bugün Avrupa, Amerika ve Rusya, islamiyete uygun olarak çalışdıkları işlerinde, kazanıyorlar. Fakat, kazançlarını Kur’ân-ı kerîmdeki adâlet esâslarına göre paylaşmadıklarından râhata, huzûra kavuşamıyorlar. Sınıf mücâdelesinden kurtulamıyorlar. 


İslamiyete uymayanlar, asla mesut olamaz. Uyanlar, müslüman olsa da, olmasa da, inansa da, inanmasa da, uydukları kadar, dünyâda faydasını görür. İnanarak uyanlar ise, hem dünyâda, hem ahirette faydasını görürler. Dünyâda, rahat, huzur içinde yaşarlar. Ahirette de, saadet-i ebediyeye, sonsuz nimetlere kavuşurlar. Bu sözün doğru olduğunu tarih de, günlük olaylar da, açıkça göstermektedir. Bundan anlaşılıyor ki, müslümân olsun olmasın, İslâm dininin gösterdiği yolda ilerlemeyenler, ayrıldıkları kadar, zarara, felakete sürüklenirler.


Allaha iman, Allah korkusu ve islâm dini, maddi meselelerde âciz kalan insanlara ümit ve çalışma azmi verecek sebeplerdir. Ekonomik ve teknik terakkîlerin faydalı olabilmesi için, manevî kuvvete de ihtiyaç olduğu görülmektedir.”


[Hak Sözün Vesîkaları]

Beş vakit kılınan namaz, insanı kötülüklerden alıkor

 Beş vakit kılınan namaz, insanı kötülüklerden alıkor. Ama bir şartla.Doğru kılmaktır. İnsanı kötülüklerden uzaklaştırmayan bir namaz, doğru namaz değildir. Görünüşte namazdır. Bununla beraber, doğrusunu yapıncaya kadar, görünüşü yapmayı elden bırakmamalıdır.Büyüklerimiz; (Bir şeyin hepsi yapılamazsa, hepsini de elden kaçırmamalıdır) buyuruyorlar.Sonsuz ihsan sahibi olan yüce Rabbimiz, görünüşü hakikat olarak kabul edebilir.Bazıları; (Böyle bozuk namaz kılacağına, hiç kılma) diyorlar.Çok yanlış. Bu sözü din düşmanları çıkarmıştır. Bu sözün doğrusu; (Böyle bozuk kılacağına doğru kıl) demelidir.

(Mevlana Halid-i Bağdadi “kuddise sirruh” hazretleri)

Dünya nedir?

 Yavrum! Bu, pek kötü olduğu bildirilen dünya, nedir biliyor musun? Dünya, seni, Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyler demektir.Mesela kadın, çocuk, mal, rütbe, mevki düşüncesi, Allahü teâlâyı unutturacak kadar aşırı olursa, dünya olur.Çalgılar, oyunlar, faydasız, boş şeylerle vakit geçirmek, kumarlar, kötü arkadaş, kötü ve zararlı kitap, mecmua ve romanlar, bunun için hep dünya demektir.

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

ATEŞ NASIL YANAR?

“Bilgisi olmayan kimse, ateş yakıyor sanır. İlk okulu bitiren bir kimse, (ateş yakıyor) sözünü beğenmez. Hava yakıyor der. Orta okulu bitiren de, bunu kabul etmez. Havadaki oksijen yakıyor der. Liseyi bitiren, yakıcılık oksijene mahsus değildir. Her elektron çeken element yakıcıdır der. Üniversiteli ise, madde ile birlikte enerjiyi de hesaba katar. Görülüyor ki, ilim ilerledikçe, işin içyüzüne yaklaşılmakta, sebep sanılan şeylerin arkasında, daha nice sebeplerin bulunduğu anlaşılmaktadır.


Ateş, tutuşma sıcaklığına kadar ısıtmaktan başka birşey yapmaz. Organik cisimlerin yapısında bulunan karbona, hidrojene, oksijenle birleşmek ilgisi veren, elektron alış-verişlerini sağlayan, ateş değildir. Doğruyu göremeyenler, bunları ateş yapıyor sanır. Yakan, yanma tepkisini yapan, ateş değildir. Oksijen de değildir. Isı da değildir. Elektron alış-verişi de değildir. Yakan, yalnız Allahü teâlâdır. Bunların hepsini, yanmak için sebep olarak yaratmıştır.”


[Herkese Lazım Olan Iman]

Aslında hepimiz hastayız

 Hastalığını kabûl edene, *Tedâvî* kolay olur. Hastalığını *İnkâr* edene, bir şey yapamazsınız. Neden? Çünkü, *Ben hasta değilim*, diyor. Aslında hepimiz hastayız kardeşim. 

Bunu, Allahü teâlâ bildiriyor Kur’ân-ı kerîmde. Eûzü billâhi mineş şeytân irracîm, *Fî kulûbihim maradun*. Yâni, kalplerinde hastalık vardır. 

Allahü teâlâ buyuruyor ki: *Kullarımı ben yaratdım, kalplerini de hasta yaratdım*. Böyle buyuruyor Allahü teâlâ.


(Hüseyn Hilmi Işık "rahmetullahi aleyh")

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Hiçbir *Hizmet* yokdur ki, karşılığında *Acı* ve *Izdırap* olmasın. Bir hizmetde acı ve ızdırap ne kadar *Çok*’sa, o hizmet o kadar uzun *Ömür*’lü olur. 


Meselâ Peygamber aleyhisselâm, gelmiş ve gelecek bütün insanların çekdiği *Acı* ve *Izdırap*’dan en büyüğünü çekdi. Nitekim kendisi;


*Benim çekdiğimi, peygamberler dâhil, kıyâmete kadar gelecek bütün insanlar dâhil, hiç biri çekmedi*, buyurmuşdur. 


Eğer bir yerde Allahü teâlânın dînine *Hizmet* varsa, her mü’minin bu hizmete *İştirak* etmesi *Farz*’dır kardeşim. 


*Farz*, yâni *Allahın Emr*’i. Ve bu farz, *Üç* şekilde îfâ edilir. Birincisi, *Fiilen* iştirak eder. İkincisi, *Mâlen* iştirak eder. 


Yâni kendisi yapamasa da, mâlen *Destek* verir. Üçüncüsü de *Duâ* eder. *Yâ Rabbî ben yapamıyorum, sen bunlara yardım et!* der. Yine *Cihâd* sevâbı alır. 


Bu zamanda *Namaz* kılmak, alâmet-i *İslâm* olmuşdur. Yâni namaz, *Mü’min* ile *Kâfir*’i ayıran bir *Fark* hâline gelmişdir, *Alâmet* olmuşdur. 


Abdülhkim Arvasi Efendi hazretleri de, zaman zaman; *Bir vakit namâzım kazâya kalacağına, bin kere ölmeyi tercîh ederim*, buyururdu Mübârek. Namaz o kadar mühim kardeşim. 


Elhamdülillah, *Kitap*’larımız dağılıyor kardeşim. Bu, çok büyük bir *Hizmet*. Siz yapıyorsunuz bu hizmeti. Bu hizmeti yapanlar, Peygamberlik *Vazîfe*’sine tâlip olmuşlardır. Hattâ Onun *Vâris*’i olmuşlardır. 


Çok kıymetli hizmet çünkü, çok mübârek hizmet. Bir ni’met ne kadar *Kıymet*’li ise, onun düşmanı da o kadar *Kavî* olur. Kimdir o düşman? İnsanın *Kendi*’si, yâni *Nefs*’i.

İbni Teymiyye'nin dalâlete düştüğü yerler

Sual: İbni Teymiyye hangi temel hususlarda Ehl-i sünnetten, doğru yoldan ayrılmıştır?

Cevap: İbni Teymiyye'nin Selef-i sâlihînden ayrıldığı yerler hakkında Tâcüddîn-üs-Sübkî hazretleri buyuruyor ki:

"1- Talak vaki olmaz, yemin keffareti vermek lazımdır diyor.

      2- Kılınmayan namazı kaza etmek lazım değildir diyor.

      3- Suda fare gibi hayvan ölünce necis olmaz diyor.

      4- Cünüp olanın, gece gusül etmeden nafile namaz kılması caizdir diyor.

      5- Allahü teâlâ zerrelerden yapılmıştır diyor.

      6- Kur’ân-ı kerim, Allahü teâlânın zatında yaratılmıştır diyor.

      7- Âlem, yani her mahluk, nevi ile kadimdir, sonsuzdur diyor.

      8- Allah, iyi şeyleri yaratmaya mecburdur diyor.

      9- Allahü teâlânın cismi ve ciheti vardır ve yer değiştirir diyor.

      10- Cehennem ebedî, sonsuz değildir, sonunda söner diyor.

      11- Peygamberlerin masum, günahsız olduklarını inkâr ediyor.

      12- Resûlullah efendimizin diğer insanlardan farkı yoktur. Onu vasıta kılarak dua etmek caiz olmaz diyor.

      13- Resûlullah efendimizi ziyaret etmeye niyet ederek Medine şehrine gitmek günahtır diyor.

      14- Peygamber efendimizden şefaat istemek için gitmek de haramdır diyor.

      15- Tevrat ve İncil'in kelimeleri değil, manaları değişmiştir diyor.”

Bazı âlimler, yukarıda bildirilenlerin çoğu ibni Teymiyye'nin sözü değildir dedi ise de, Allahü teâlânın ciheti olduğunu ve parçaların birleşmesinden meydana geldiğini söylediğini inkâr eden yoktur.

İbni Teymiyye'yi savunan ve bilhassa "Vâsıta" kitabını bastıranlar var. Bu kitap, onun Kur’ân-ı kerime, hadis-i şeriflere ve icmâ'ı müslimine uymayan fikirleri ile doludur. Okuyanlar arasında büyük fitne ve bölücülük uyandırmakta, kardeşi kardeşe düşman etmektedir. Hindistan'daki Vehhabiler ve başka İslam memleketlerinde, bunların tuzaklarına düşmüş cahil din adamları, ibni Teymiyye'yi kendilerine bayrak yapmışlar, ona "Şeyh-ul-islâm" gibi isimler takmışlar. Onun bozuk fikirlerine ve yazılarına din ve iman diye sarılıyorlar. Müslümanları parçalayan, İslamiyeti içeriden yıkan bu feci akıntıyı durdurmak için Ehl-i sünnet âlimlerinin onu reddeden, kitaplarını okumalıdır. Bu kitaplardan Takıyyüddîn-üs-Sübkî hazretlerinin, "Şifâ-üs-sikâm fî-ziyâreti-hayril-enâm" kitabı, ibni Teymiyye'nin bozuk fikirlerini yok etmekte ve yayılmasını önlemektedir.

Rabbime karşı samimiyim

 *Enver ağabeyimiz rahmetullahi aleyh” Buyurdu ki:

*Bu dünyada insan sıkılmıyorsa, o zaman gerçek hayatı tanımıyor demektir.* İnsanların dünyadaki hayatı ana rahmindeki çocuk gibidir. Hayatın üç safhası var çünkü. Ana rahmindeki hayat, dünyadaki hayat, ondan sonra âhiret hayatı. *Vazgeçemediğimiz bazı şeyler vardır, şayet vazgeçersek mahvoluruz. Bir tanesi kalite, vazgeçemezsin.* Kalite yoksa ben yokum. *İkincisi ihlâs, yoksa ben yokum.* Yani yaptığımız işi Allah için yapmak, Türkçe’si samimiyetle yapmak. Allah samimi insanları sever, ikiyüzlü insanları, sahtekârı sevmez. *Üçüncüsü de, kimliğimizi mutlaka koruyalım, kaybetmeyelim.* Kimlik yoksa ben niçin burada durayım? Ben kimliğimi korumak istiyorum. Ben Müslümanım ve Türküm, samimiyim. Kime karşı? Rabbime karşı samimiyim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

(Fotoğraf da görünenler Merhum hocamız Hüseyin Hilmi Işık Efendi ve damadı merhum Enver Ören ağabey)

*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


O büyükler öyle *Büyük*’dür ki, meselâ *İmâm-ı Mâlik* hazretleri bir hadîs-i şerîf okuyacağı zaman, kürsüden iner, *Edeb*’le oturur ve öyle okurdu. 


Okumaya başlarken; *Kâle Resûlullah!* deyince, rengi *Sararır*, bedeni *Titrerdi*. 


Bu zamanda halk *Câhil* kardeşim, bilmiyorlar. Mezhebsizler de bu zavallıları aldatıyorlar. Bizim *Kitap*’lar sâyesinde insanlar *Doğru*’yu öğreniyor, mezhebsizlere aldanmıyorlar kardeşim. 


*Sizin kitaplar geldi, artık aldanmıyoruz!* diyorlar. Her yerden, bize böyle müjde haberleri geliyor. Onun için Rabbimize *Şükr*’ediyoruz.  


Gençler bu kitapları alınca, okuyacaklar, anlıyacaklar. Ne büyük *Ni’met*, ne büyük *Seâdet*. Şimdi burada da mü’minler toplanmış, ne güzel şey. Acabâ dünyâda böyle bir *Yer* daha var mı? 


Ne *Güzel* yâ Rabbî! Elhamdülillah. *Mektûbât*’da birinci cildde *204*.cü mektup var. Bunu hepiniz okuyun. Yarım sahîfecik, çok *Güzel* bir mektup.


Tam bu zamana göre. *Kâfir*’lere hiç cevap vermiyeceğiz kardeşim, hiç. İşte o mektûb, bu zamana göre *Nasıl* hareket edeceğimizi gösteriyor. 

● ● ● 

*Mir’ât-ı kâinât*, büyük bir târih kitâbıdır. Abdülhakîm Efendi hazretleri bana; *O kitâbı al, oku!* buyurdu. Efendi hazretlerinin emriyle aldım. Ben bu kitâbın *İsmi*’ni bile işitmemişdim. 


Bizim birâder *Sedat*, bir gün bize gelmişdi. Bana sordu: *Âbi, gazetede Çihâr-ı yâr-i güzîn kitâbından yazdığım tefrika bitiyor, ondan sonra ne yazayım?* dedi. 


Ben de düşündüm, taşındım, *Mir’ât-ı kâinât kitâbından yaz!* dedim. Neden bu kitâbı söyledim? Çünkü Efendi hazretlerinin, vaktiyle bana; *Onu al, oku!* diye emretdiği kitap. 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri, bana ayrıca; *Baş tarafını okuma! Baş tarafı ağırdır, ikinci kısımdan başla!* buyurmuşdu. Elhamdülillah, yol gösteren bir *Mürşid*’imiz var. 


Kim o mürşid? *Mektûbât*. Mektûbât, mürşidimiz bizim. Onun için kafamızdan *Uydurma* hiçbir şey söylemeye lüzûm yok. Sizinle müsâfeha edelim, *Tekrâr-ı hasen*’dir kardeşim.

Nemâz ile mûsikî

 Tesavvuf yolunda bulunanların birçoğu kendilerine nemâzın hakîkati bildirilmediği ve ona mahsûs kemâlât tanıtılmadığı için, derdlerinin ilâcını başka şeylerde aradı. Maksadlarına kavuşmak için, başka şeylere sarıldı. Hattâ bunlardan ba’zısı, nemâzı bu yolun dışında, maksadla ilgisiz sandı. Orucu nemâzdan üstün bildi. (Fütûhât) kitâbının sâhibi [Muhyiddîn-i Arabî “kuddise sirruh”] dedi ki: (Oruc, yiyip içmeği bırakmak olduğu için, Allahü teâlânın sıfatları ile sıfatlanmak, Ona yaklaşmakdır. Nemâz ise, başkalaşmak, uzaklaşmak, ibâdet edici ve ibâdet edilen ayrılığını kurmakdır). Bu söz de, görüldüğü gibi, Tevhîd-i vücûdî mes’elesinden doğmakdadır. Bu mes’ele ise, aşk-ı ilâhî serhoşluğunun bir tezâhürüdür. Nemâzın hakîkatini anlıyamıyanlardan birçoğu da, ızdırâblarını teskîn ve rûhlarını ferâhlandırmağı, simâ’ ve nağmede, ya’nî mûsikîde, vecde gelmekde, kendinden geçmekde aradı. Maksadı, ma’şûku, mûsikî perdelerinin arkasında sandı. Bunun için raksa, dansa sarıldılar. Hâlbuki, (Allahü teâlâ harâmda şifâ te’sîri yaratmamışdır) hadîs-i şerîfini işitmişlerdi. Evet, boğulmak üzere olan bir acemî yüzücü, her ota da sarılır. Birşeyin aşkı, âşıkı sağır eder ve kör eder. Bunlara eğer nemâzın kemâlâtından birşey tatdırılmış olsaydı, simâ’ ve nağmeyi ağızlarına almaz, vecde gelmeği hâtırlarına bile getirmezlerdi.


Fârisî mısra’ tercemesi:


Doğru yolu göremeyince, çöle sapdılar.


Ey kardeşim! Nemâz ile mûsikî arasında ne kadar uzaklık varsa, nemâzdan hâsıl olan kemâlât ile mûsikîden hâsıl olan teessür de, birbirinden o kadar uzakdır. Aklı olan, bu kadar işâretden çok şey anlar! Bu, öyle bir üstünlükdür ki, Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” bin sene sonra meydâna çıkıyor. Öyle bir sondur ki, baştarafa benzemekdedir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât” belki de bunun için, (Başlangıcı mı dahâ iyidir, yoksa sonu mu?) buyurdu da, (Başlangıcı mı dahâ iyidir, yoksa ortası mı?) buyurmadı. Demek ki, sonra gelenlerin öndekilere dahâ çok benzediğini görerek, şübhelendi de, böyle buyurdu. Diğer bir hadîs-i şerîfde: (Bu ümmetin en fâidelileri, önce ve sonunda gelenlerdir. İkisinin arası bulanıkdır) buyurdu. Evet, bu ümmetin sonuncuları arasında, başdakilere çok benziyenler olacakdır. Fekat, adedleri azdır. Hattâ pekazdır. Ortadakilerde o kadar benzeyiş yok ise de, mikdârları çokdur. Hem de pekçokdur. Fekat, sondakilerin az oluşu kıymetlerini dahâ da artdırmış, öndekilere dahâ yaklaşdırmışdır. Peygamberimiz “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât” buyurdu ki, (İslâm dîni garîb başladı. Sonu da böyle garîb olacakdır. Bu garîblere müjdeler olsun!). Bu ümmetin sonu, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtından bin sene sonra, ya’nî ikinci bin ile [ya’nî binonbir (1011) hicrî senesinde] başlamışdır. Çünki bin sene geçmesi ile, insanlarda büyük değişiklik ve eşyâda kuvvetli tebeddül olur. Allahü teâlâ, bu dîni kıyâmete kadar değişdirmiyeceği, [din düşmanlarının çalışmalarına rağmen, bozulmakdan koruyacağı] için, ilk zemânda gelenlerin tâzelikleri, kuvvetleri sondakilerde de görülmekde ve böylece ikinci bin başında islâmiyyetini kuvvetlendirmekdedir. Bu sözümüzü isbât etmek için, kuvvetli şâhid olarak, Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” ile hazret-i Mehdîyi “rahmetullahi teâlâ aleyh” gösteririz.

(İmam-ı Rabbanî hazretlerinin 1.cild 261.mektubundan bir bölüm)

İtikadı ve ameli bozuk olan kimse ile görüşmemeli

 İtikadı ve ameli bozuk olan kimse ile görüşmemeli, bid’at sahibi ile sohbet, arkadaşlık yapmamalıdır.Üç sınıf kimse ile sohbet etmeyin. Bunlar, gafil olan âlimler, hep dünya kazancını düşünen hafızlar ve din cahili olan şeyhlerdir. Bunların en tehlikelisi cahil şeyhlerdir ki, böyle tanınan bir kimsenin sözleri, işleri ve hareketleri, İslamiyet’e uygun değilse, sakın ona yaklaşmayın!Hatta böyle kimselerin bulunduğu şehirden, köyden kaçın! Çünkü o, gizli ve sinsi bir hırsızdır. İnsanın dinini, imanını çalar ve insanı şeytanın tuzağına düşürür.Dünyaya bağlı değilmiş gibi görünse de, aslandan kaçar gibi, kaçın ondan!

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Müslüman olmak için, yalnız kelime-i şehadeti söylemek yetişmez

 Müslüman olmak için, yalnız kelime-i şehadeti söylemek yetişmez.Müslüman olmak için yalnız Amentünün altı şartına da inanmak kâfi değildir.İnanmak lazım olan şeylerin hepsine hiç şüphe etmeden inanmak, tasdik etmek ve küfre sebep olan sözlerden ve işlerden uzaklaşmak ve kâfirleri sevmemek de, Müslüman olmak için şarttır.İnsan, ancak bu suretle Müslüman olur. Bu şart bulunmadıkca Müslümanlık olmaz.

(Muhammed Masum Faruki “kuddise sirruh” hazretleri)

Dinini öğrenmek isteyen Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okur

 Dinini öğrenmek isteyen, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okur.Başka kitaplardan öğrenemez. Nasıl ki bir hasta, cahil birinden ilaç alıp şifa bulmaz, hatta ölürse, Ehl-i sünnet olmayan, bid’at sahibi ve mezhepsiz birinin bozuk ve sapık kitabını okuyan da dinini öğrenemez. Hatta dini, imanı hepten bozulur.

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından başka din kitabı okumayın

 Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından başka din kitabı okumayın. Çünkü bazı din cahilleri ve azılı din düşmanları, kendi akıllarına ve zamanlarındaki fen bilgilerine göre tefsir ve fıkıh kitapları yazarak, gençleri aldatıyorlar.Aldanan kimsenin imanı gitmediyse (Bid’at sahibi), eğer imanı giderse, (Mürted) olur.Bu bozuk kitapları okuyan, İslamiyet’i değil, bunları yazanların şahsi görüşlerini,

düşüncelerini öğrenir. Bu kitaplar, İslamiyet’i içerden parçalamakta, (Ehl-i sünnet) denilen hakiki Müslümanları yok etmektedir.

(Seyfeddin-i Faruki “kuddise sirruh” hazretleri)

Muhammed aleyhisselama itaat etmek Allahü teâlâ'ya itaattir

 Cenâb-ı Hak, Nisa suresi, yetmişikinci âyetinde, Muhammed aleyhisselama itaat etmenin kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor.Yani Onun Resulüne itaat edilmedikçe Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kati ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerimede; (Elbette, muhakkak böyledir) buyuruldu.

(İmam-ı Rabbani “kuddise sirruh” hazretleri)

Allahü teâlâdan bahseden kalmadı

 Herkes fasülyeden, patatesten söz ediyor. Allahü teâlâdan bahseden kalmadı.

(Seyyid Muhammed Emîn hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

Kâmil ve yetişmiş olan mürşid

 Kâmil ve yetişmiş olan mürşid o kimsedir ki, iki talebesinden biri doğuda biri de batıda olsa ve ikisi aynı anda vefât etmek üzere olsa, her ikisinin de başında bulunup îmânlarını şeytanın vesvesesinden muhâfaza eder.

(Pîr Muhammed Gencevî hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

En zararlı, en tehlikeli şey

 En zararlı, en tehlikeli şey, dinsiz ve mezhepsiz kimselerle ve bunların kitapları, gazeteleri ve her türlü yayınları ile beraber olmaktır.Böyle bozuk kimselerden ve yayınlardan, aslandan kaçar gibi kaçmalıdır.Ehl-i sünnet âlimlerinin veya imanı ve ibadetleri bozuk olmayan hakiki Müslümanların kitaplarını okuyun.

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Allahü teâlâ, tövbe edenleri sever

 Kardeşlerim, kadınların, kızların, başı, saçı, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları haram olduğu gibi, ince, süslü, dar, hoş kokulu elbise ile çıkmaları da haramdır.Böyle açık olarak çıkmalarına izin veren, razı olan, beğenen anası, babası, beyi ve kardeşi de, onun günahına ve azabına ortak olurlar.Yani Cehennemde birlikte yanacaklardır.Tövbe ederlerse affolunur, yakılmazlar. Allahü teâlâ, tövbe edenleri sever.

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Müslüman olmak için (Muhammedün resulullah) demek de lazımdır

 Müslüman olmak için (Muhammedün resulullah) demek de lazımdır. İnsan bunu da söylemedikce, iman etmiş olmaz.İmanın kâmil olması için, nefsin arzularını da red etmek lazımdır. Mesela Casiye suresinin yirmiüçüncü âyetinde mealen; (Nefsinin arzularını ilah edinen kimseyi gördün mü?) buyuruldu.İnsanın maksudu, yani hep arzu ettiği şeyler, onun mabudu olur.

(Seyfeddin-i Faruki “kuddise sirruh” hazretleri)

Tövbe ibadetin önündedir

 Kardeşlerim, tövbe ibadetin önündedir.Bir insan lağıma düşse ve üzerinde pislikler varken, yıkanmadan en kıymetli ve en nefis elbiselerini giyse, uygun olur mu?Olmaz.İşte tövbe etmeden ibadet yapmak da böyledir. Hatta günahtan sonra bir tövbe gerekirse, ibadetten sonra bin tövbe gerekir.

(Seyfeddin-i Faruki “kuddise sirruh” hazretleri)

Bu büyüklerin arzusunu Allahü teâlâ geri çevirmez

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu *Büyük*’lerin arzûsunu, isteğini, Allahü teâlâ *Geri* çevirmez efendim. Meselâ Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri buyurdular ki: *Yabancı dil bilseydim, çok faydalı olurdum*. 


İşte efendim, kaç tâne *Yabancı Dil*’de kitaplarımız basıldı. *Otuz*’dan fazla lisânda kitaplarımız, Abdülhakim Efendi hazretlerinin bu *Arzû*’su ile teşekkül etdi. 


Onun bu *İsteği* ile tecellî etdi ve dünyânın her tarafına *Yayılıyor*. Her yerde, Efendi hazretlerinin *Rûhâniyeti* ile birlikde okunuyor, seviliyor, elhamdülillah. 


*Yabancı dil bilseydim, çok faydalı olurdum*. Kim buyuruyor bunu? Efendi hazretleri gibi bir *Allah dostu*. Cenâb-ı Hak, onun bu arzûsunu *Geri* çevirir mi efendim? 


*Eshâb-ı kirâm* efendilerimiz, Peygamber aleyhisselâma en çok *Tâbi* olan kimselerdir. Bizim inandıklarımıza, onlar bizzât *Şâhit* oldular, *Gördü*’ler çünkü. 


*Cebrâil* aleyhisselâmı gördüler, *Melek*’leri gördüler, hazret-i *Peygamber*’i gördüler. 

● ● ● 

Size iki emânet bırakıyorum. Bu emânetlerin bir tânesi *Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye*’dir. Çünkü onda, *İlim*, *Amel* ve *İhlâs* çok güzel anlatılıyor. 


İlim, amel ve ihlâs elde etmek istiyen, *İlmihâl*’i elinden düşürmesin. Her vesîleyle bir *Satır*, bir *Sayfa* okursa, hem *İlm*’i artar, hem *Amel*’i artar, hem de *İhlâs*’ı artar. 


İkinci emânet, *Enver âbi*’dir. Enver'in neden muvaffak olduğunun sebeplerini size anlatayım. *Enver*'de üç *Haslet* var, bu üç haslet onu *Muvaffak* ediyor. 


Birincisi, bugüne kadar *Berâber* olduk, yakînen tanıyorum, hiçbir zaman, hiçbir arkadaşı bana *Kötülemedi*. Hiçbir zaman kalbine, bir arkadaşa karşı *Kötülük* duygusu gelmedi. 


Onun *Hücre*’lerinde kötülük duygusu *Yok*. Zâten kötülük yapamaz, hattâ onda kötülük *Düşünce*’si bile yok. Onca *İftirâ*’ya uğramasına rağmen, kimseyi bana kötülemedi. 


İkincisi, onda anlatılamaz bir *Sabır* var. Hattâ bizden daha sabırlıdır. *Kızmak* yok, *Telâş* yok. Hadîs-i şerîfde buyruluyor ki; *Sabretmek, ferahlamanın anahtarıdır!* 


*Enver*'in muvaffakiyetinin üçüncü sebebi de şudur: Bir zamanlar savaş âleti *Ok* idi. Ondan sonra *Kılınç*’lar çıkdı. Daha sonra *Tüfek*’ler, *Tabanca*’lar ve *Top*’lar çıkdı. *Atom bombası* yapıldı. 


Ama şimdi atom bombasının yerini alan yeni bir silâh var. O da, *Tatlı dil* ve *Güler yüz*. Buna diplomasi derler. İşte *Enver*, tatlı dili ve güler yüzüyle, hizmetlerimizi bu *Nokta*’ya getirdi. 


Enver âbi, *Kuleli*'den benim *Talebem*’dir. Talebelerimin içinde en çok *Onu* beğenirdim. Onun için, onu kendime *Dâmâd* seçdim. Bütün bu müesseseleri *Ben* kurdum kardeşim.

Tefekkür mühimdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Mü’minin birinci vasfı, haddini bilmekdir. *Ben kimim?* diyebilmekdir. *Ben nerden geldim, niçin varım, nereye gidiyorum?* İşte bunu düşündüğü zaman kendine gelir. 


*Tefekkür*, mühimdir bizim dînimizde. Büyüklerimiz; *Biraz tefekkür etmek, bin sene nâfile ibâdetden hayrlıdır!* buyuruyor. 


Allahü teâlânın *Büyüklüğü*’nü düşünmek, Cenneti, Cehennemi düşünmek, *Mahşer* meydanında binlerce sene bekleneceğini düşünmek, insanı *Dünyâ*’dan soğutur, *Âhiret*’e yaklaşdırır.


Bu da, mü’min için *Hayr*’lara vesîle olur efendim. Mü’minin *Memât*’ı, yâni ölümü, dünyâdaki *Hayât*’ından bin kat daha *Güzel*’dir, bin kat daha *Hayr*’lıdır. 


İnsanı, *Çevre*’si bozar kardeşim. İnsanın *Yetişme* şekli çok mühimdir. Nasıl *Yetişir*’se öyle de *Yaşar*. Bâzıları *Fıtrat*’ını tamâmen gayb eder, bunlar müslümân olamaz, *Ebû Cehl* gibi. 


Bâzılarında bu *Fıtrat* yok olmaz, sâdece üzeri *Örtülür*, islâmiyeti görünce *Sever* ve *Kabûl* eder. *Hazret-i Ömer* gibi. 

● ● ● 

*Mübârek geceler* sözünü, Kur’ân-ı kerîmden aldık. Çünkü orada, *Leyle-i mübâreke* buyuruluyor. 


Âhir zamanda insanlar *Tembel* olduğundan, hiç olmazsa böyle birkaç *Gün*, kendilerini *Toplasın*’lar diye, Allahü teâlâ bâzı günlere ve gecelere *Kıymet* vermiş.


Böyle *Gün* ve *Gece*’lerde, duâları kabûl *Edeceği*’ni bildirmiş. Mübârek gece, öğleden sonra başlar, *Fecr*’e kadar devâm eder. 


Bir sâat *İlm* öğrenmek, bütün gece *İbâdet* etmek gibi sevap olur. Bunun da zâten yarım sâati *Yatsı namâzı* tutar. Diğer yarısı da *Yasîn-i şerîf* okunur, *İlmihâl* okunur. 


Efendim, Allahü teâlâ mübârek Ramezân-ı şerîfi bizlerden *Râzı* eylesin. Bizleri şefâatine *Nâil* eylesin. 


Râhat, huzûr, sıhhat, âfiyet içinde ve bu *Hizmet*’lerin içinde *Hayır*’lı Ramezânlar, *Hayır*’lı bayramlar daha idrak etmemizi *Nasîb* eylesin. 


Biz *Duâ* edelim, Allahü teâlâ *Kabûl* eder. Nitekim kendisi; *Benden isteyiniz, veririm!* buyuruyor, ama istemesini bilmek lâzım. 


*Evliyâ-yı kirâm*’dan Ebül Hasan-i Harkânî hazretlerine; Yâ İmâm! Allahü teâlâ; *İsteyiniz vereyim!* buyuruyor, ama istiyoruz vermiyor, demişler. 


Ebül Hasan-i Harkânî hazretleri buyurmuş ki; *Duânızın kabul olmasını istiyorsanız, ağzınıza haram girmesin ve ağzınızdan haram çıkmasın!* Böyle buyurmuş efendim.

KALBİNE BAK!

Hâce Behâeddîn-i Nakşibend Buhârî (kuddise sirruh) buyurdu ki:

Hayatımda en garibime giden olay şu olmuştur: 

Bir gün ak sakallı bir ihtiyar, Kâbe'nin örtüsüne sarılmış, öpüyor, yüzüne sürüyor. Gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Onun bu hâline gıpta ettim. "Sen onun kalbine bak!" diye ilham geldi. Kalbine nazar ettim. Köydeki iki keçi ve birkaç koyunu düşünüyor. Hayret ettim. Oradan Mina pazarına geldim. Baktım bir genç, 50 bin altın değerinde alışveriş yapıyor, hep ticaretle meşgul. "Eyvah!" dedim, bu genç yandı! Bu kadar para pul içerisinde battı. Yine "Sen onun kalbine bak!" diye ilham geldi. Bir de kalbine baktım, her an kalbi "Allah" diyor. "Aman hak hukuk geçmesin, dinime zarar gelmesin" diye tir tir titriyor. "Sübhanallah" dedim. Ya Rabbî, bu kadar varlık içinde, bu "Allah" diyor. Öteki ise, yokluk içinde, Kâbe'nin önünde "keçilerim, koyunlarım" diyor!..

Hangi günah büyük günahtır?

 İmam-ı Gazali rahmetullahi aleyh  büyük günahı şöyle tarif etmiştir:

“İnsan hangi günahı bir korku ve pişmanlık hissetmeden, onu küçümseyerek irtikâp edenler gibi hatta adet haline getirip bu tahkir ve küçümseyi de hissetmeyenler gibi yaparsa o günah büyüktür.”

Bu karanlık kıyamete kadar daha da artacak

 Peygamberimiz aleyhisselâm; *Mü’min*’ler bir araya gelir de, *Allah*’dan ve *Peygamber*’den bahsetmezlerse, Allah oraya *Lânet* eder, buyuruyor. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri zamânında, *Sünnet*’ler, ateş böceği gibi *Tek tük* kalmış, ortalık, *Bid’at* lerin zulmetinden *Zifirî* karanlığa gömülmüşdü. Ya şimdi efendim? 


Şimdi dünyâ, *Küfr* karanlığına gömüldü, *Zifirî* karanlık oldu. O zaman *Bid’at* karanlığı varmış, şimdiyse *Küfr* karanlığı var. 


Bu *Karanlık*, kıyâmete kadar daha da artacak. *Güneş* batdı mı, ortalık birden *Karar*’maz, nasıl olur? yavaş yavaş *Kararır*. 


Her geçen gün biraz daha *Kararır*, biraz daha *Koyulaşır*, en sonunda *Zifirî* karanlık olur. 


Dünyânın sonunda *Öyle* olacak. Bütün dünyâyı *Küfr zulmet*’i kaplıyacak ve bir daha da *Güneş* doğmıyacak. İşte o vakit *Kıyâmet* kopacak.

(Hüseyin Hilmi bin Saîd "rahmetullahi aleyh")

Peygamber efendimizin oğlu İbrahim'in kabrine Münker ve Nekir'in gelişi

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Resûl-ü ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin İbrahim adında bir oğlu vardı. 14 aylık veya 17 aylık iken vefat eyledi. Yıkadılar, kefenlediler, namazını kıldılar ve kabrine koydular. O iki melek hemen gelip sorulara başladılar:  

— İlâhın kimdir? Peygamberin kimdir?  

Ol şehzade-i âlişan cevap verdi:  

— Rabbim Allah’tır, dedikten sonra (Peygamberim babamdır.) demeğe babasından utandı. Zira, muhterem babası kabrinin başında duruyordu. O iki cihanın fahrine, yavrusunun bu hali malûm oldu ve gözleri yaşla doldu ve buyurdu ki: “Ey oğul! Cevap ver ve de ki: «Peygamberim âhir zaman peygamberi Muhammed Mustafa'dır, benim babamdır.» 


Şimdi kardeş: Böyle bir sultanın, masum yavrusuna münkir-nekir gelip soru sorarsa, acaba seni ve beni bırakırlar mı sanırsın? Neden bu işi akıllı, uslu düşünmez ve başına geleceklere gam yemezsin?   


Gelin insafa ey nefse uyanlar,  

Demidir ki, uyana uyuyanlar;  

Döneler Hakka, nefsi terk edeler;  

Bağışlanır bugün tövbe edenler.


(Eşrefoğlu Rumi hazretleri)

İnsanların istediğini Allahü teâlâ verir

 Bir zamanlar insanlar *Cennet*’i talep ediyorlardı. Allahü teâlâ da onlara, Cennete götürecek *Sebep*’leri yaratıyordu. 

Cennete gitmenin *Yol*’u da, bu *Büyük*’leri tanıyıp *Sevmek* ve yollarında *Gitmek*’dir. 

Daha sonra insanlar *Cennet*’i istemediler. Ne istediler? *Dünyâlık isteriz*, dediler. Allahü teâlâ da onlara *Dünya*’lık şeyler verdi. 

Bu sefer *Otoban*’lar, yüksek yüksek *Binâ*’lar, bir sürü imkânlar, saltanat, şatafat, teknoloji, hepsine *Sâhip* oldular. Ama *Mürşid*’leri yokdu, *Evliyâ* zâtlar yokdu. 

*Hayr* da Allahdan, *Şer* de Allahdan. Biz bâzı şeylere, *Hayr* diye dört elle sarılırız, ama sonu *Felâket* olur. Bâzı şeylerden de *Şer* diye kaçarız, hâlbuki o, bizim için *Hayr*’lıdır.

(Hüseyin Hilmi Işık Efendi "rahmetullahi aleyh")

Asırlar boyunca âlimler bu sırrı çözememiştir

 “Kudüsde Mescid-i Aksâda senelerce tesbih ve ibâdet ile ömrünü geçiren kimse, ibâdetin şartlarını ve ihlâsı öğrenmediği için, bir secdeyi terk edince, öyle zarar etti ki, helâk oldu. Eshâb-ı Kehfin köpeği ise, pis olduğu hâlde, Sıddîkların arkasında birkaç adım yürüdüğü için, öyle yükseldi ki, hiç düşmedi. Bu hâl, insanı hayrete düşürmektedir. Asırlar boyunca, âlimler, bu sırrı çözememiştir. İnsan aklı, bunun hikmetini anlayamıyor. 

Âdem aleyhisselâma buğdaydan yime dedi ve yiyeceğini ezelde bildiği için, yimesini diledi. Şeytânın Âdem aleyhisselâma secde etmesini emreyledi ve secde etmemesini diledi. Beni arayınız buyurdu. Fakat ihlâsı olmayanın kavuşmasını dilemedi. İlâhî yolun yolcuları, (Hiç anlayamadık) demekten başka birşey söyliyemediler. Bizlere ne demek düşer. Onun, insanların îmân etmelerine, ibâdet yapmalarına ihtiyâcı yoktur. Kâfir olmalarının ve günâh işlemelerinin Ona hiç zararı olmaz. Mahlûklarına Onun hiç ihtiyâcı yoktur. İlmi, zulmetin temizlenmesine, cehli de, günâh işlenmesine sebep yaptı. İlimden îmân ve tâ’at doğmakta , cehaletten de küfür ve günâh hâsıl olmaktadır. Tâ’at, çok küçük olsa da, kaçırmamalı! Günâh, pek küçük görünse de, yaklaşmamalıdır!”

[Herkese Lazım Olan Iman]

İctihâd ve kıyâs

 ● İctihâd ve kıyâs, bid’at değildir. Zîrâ kıyâs ve ictihâd nasların ma’nâsını açığa çıkarır. Emri artdırmaz. [Ya’nî ictihâd ile emrler artmış olmaz.] 1/186 [Mektûbât Tercemesi: 223.]

● İctihâd, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında da mevcûd idi. 2/96 [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]

● İcmâ-ı ümmet, Eshâb-ı kirâm zemânına âiddir. 2/23 [Se’âdet-i Ebediyye: 775.]

● Hadîs-i şerîfler ile amel ederek, ulemâ-i müctehidînin fetvâsıyla harâm kılınmış, mekrûh ve menhî olan emri irtikâb eylemek, biz mukallidler için câiz değildir. [Ehâdis ile amel bize câiz değildir.] 1/312 [Mektûbât Tercemesi: 498.]

ABDULHÂLIK GUCDUVANİ KUDDİSE SİRRUH HAZRETLERİNİN VASİYETİ

Abdülhalık Gücdevani Kuddise sirruh Hazretlerinin Manevi Oğlu; Evliyayı Kebir İçin Meşhur Bir Vasiyetnamesi Bulunmaktadır.Şöyle Ki;


*Vasiyet Ederim Ki Sana Ey Oğul;

*Bütün Hâllerinde İlim, Edep Ve Takvâ Üzerinde Olasın!..


*Geçmişlerin Eserlerini Oku, Ehl-İ Beyt Ve Ehl-İ Sünnet Vel-Cemaat Yolundan Git!


*Fıkıh Ve Hadîs Öğren Ve Câhil Sofîlerden Bucak Bucak Kaç!


*Namazlarını, Mutlaka Cemaatle Kıl!


*Kalbinde Şöhrete Meyil Varsa İmam Ve Müezzin Olma!


*Şöhretten Gücünün Yettiği Kadar Uzaklaş! Şöhrette Âfet Vardır. Makamlarda Da Gözün Olmasın; Dâima Kendini Aşağılarda Tut!


*Tâkat Getiremeyeceğin İşe Kefil Olma!


*Halkın Seni Alâkadâr Etmeyen İşlerine Karışma!


*Fâsık İdarecilerle Düşüp Kalkma!


*Her Hususta Dengeyi Muhâfaza Et!


*Ölçüyü Kaçırıp Güzel Ses Dinlemeğe Fazla Kapılma Ki, Ruhu Karartır Ve Sonunda Nifak         Doğurur. Böyleyken Güzel Sesi De İnkâr Etme Ki, Onunla Ezân Ve Kur’ân, Ruhları İhyâ Eder.


*Az Ye, Az Konuş, Az Uyu; Ve Gâfillerden Ve Ahmaklardan Arslandan Kaçar Gibi Kaç!


*Fitne Zamanları Yalnızlığı Tercih Et, Menfaati İcâbı Fetvâ Vererek Dînin Hafife Alınmasına Sebep Olanlardan, Mağrur Zenginlerden Ve Câhillerden Uzak Dur!


*Helâl Ye, Şüpheli İşlerden Sakın Ve Evlenmede Takvâya Dikkat Et. Aksi Hâlde Dünyaya Bağlanır Ve O Uğurda Dînini Zedelersin...


*Çok Gülme; Hele Kahkahayla Gülmemeye Dikkat Et! Çok Gülmek Kalbi Öldürür. Fakat Tebessümü De Elden Bırakma. Zîrâ Tebessüm Sadakadır.


*Herkese Şefkat Gözüyle Bak Ve Kimseyi Hakîr Görme!

3

*Kendi Dışını Aşırı Bezeyip Süsleme; Zarif Ve Sade Giyin. Zîrâ Sırf Dışa Aşırı İtina, İç Haraplığından Gelir.


*Münâkaşa Etme, Kimseden Bir Şey İsteme, Müstağnî Kal, Kanaatle Zengin Ol, Vakarını Koru!

D3

*Sende Emeği Olanlara Ve Seni Terbiye Edenlere Karşı Vefâkar Ol, Malınla Ve Canınla Onlara Hizmet Et Ve Onların Hâli İle Hâllen! Onları Kınayan Gâfiller Felâh Bulmaz. Dünyaya Ve Dünya Ehli Olan Gâfillere Meyletme!


*Gönlün Dâima Mahzûn, Bedenin Kulluğa Güçlü, Gözün Yaşlı Ve Kalbin Rakik (İnce) Olmalı. İşin Hâlis, Duân İlticâ Ve Libâsın (Elbisen) Mütevâzî, Yoldaşın Sâlihler, Sermayen Zahirî Ve Batınî (Dış Ve İç) Din İlimleri, Evin Mescid Ve Yakının Allâh Dostları Olsun!”

(Türkiye gazetesi Özbekistan evliyalar ansiklopedisi)

Namâzını kılan asla zillete düşmez

 *Namaz kılma*’nın dışında, hiç birşey insana *Îtibâr* sağlamaz kardeşim. Namaz kılan, dâimâ *Îtibâr*’lıdır. Namaz, *Îtibâr*’dır, namaz *İzzet*’dir, *Şeref*’dir. Namâzını kılan, aslâ *Zillet*’e düşmez. 


Acınacak bir *Hâl*’e girmez, Dârülacezeye, Bakırköye düşmez. *Namaz İzzet*’dir. Hadîs-i şerîf bu. Namazını kılan, Allah katında da, kullar arasında da *Îtibâr*’lıdır.


Bu *Büyük*’leri tanıdıkdan sonra, bu *Yol*’u öğrendikden sonra, kim bu *Ni’met*’in şükrünü edâ etmezse, meselâ o büyüklere dil uzatırsa, yâni onları *Üzer*’se, *İncitir*’se, Allahü teâlâ, o kişiye iki *Belâ* verir efendim. 


Bir tânesi, *Kör* olur, gözleri gider. İkincisi, *Beyn*’i sulanır, *Bunak* olur. Bu büyüklere dil uzatmak böyle tehlikelidir efendim. 


*Feyz-i ilâhî*’ye kavuşmak için, iki *Yol* vardır. Ya o *Büyük*’lerin kalbine girersin, yâhut da sen o *Büyük*’leri kendi kalbine koyarsın. Bu ikincisi *Zor*’dur, birincisi daha *Kolay*’dır. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyorlar ki: *Bid’atler yüzünden ortalık karardı. Sünnetler, sağda solda uçuşan tek tük ateş böcekleri gibi oldu*. Öyle buyuruyor Mübârek. 


Şimdi ise *Bid’at* değil, *Küfr* karanlığı var efendim. O zaman, Bid’at *Karanlığı* vardı. Şimdi Küfür *Kranlığı* sardı her tarafı. Bu yol, islâmiyeti anlatmak yoludur.


(Hüseyn Hilmi Işık Efendi "rahmetullahi aleyh")

Allahü tealayı akılla, fikirle, hiçbir vasıta ile tanımak mümkün değildir

 Allahü tealayı akılla, fikirle, hiçbir vasıta ile tanımak mümkün değildir. İmkânı yokdur, tanıyamazsın. Sen buna inanıyor musun, işte Allahü tealayı tanıdın demekdir.

Allahü teala hiçbir yolla, gerek tesavvuf yolu ile, gerek ilm yolu ile, gerek fen yolu ile, hiçbir yolla, Allahü teala tanınamaz, anlaşılamaz. Sen buna inandınmı? "İnandım” O halde Allahü tealayı tanıdın sen.


Allahü tealayı tanımak ne demekmiş, O'nun tanınamıyacağını, anlamak demekmiş.

Hazret-i Ebu Bekr diyor ki; "El- aczü anil idraki idrakün" İdrakden aczini anladınmı, O'nun tanınamıyacağını anladınmı, O’nu tanıdın demekdir.

Gözlerini kapa, "Allah" deyince hatırına ne geliyor, o, "Allah" değildir. O hatırına gelen şeyler "Allah" değildir. İşte peygamber efendimiz (aleyhisselam) bunu haber veriyor.


Hüseyin Hilmi Işık Efendi (rahmetullâhi aleyh)

Melekler Allahü teâlâ ile mahlukları arasında vasıtadır

 Melekler Allahü teâlâ ile mahlukları arasında vasıta olup, her yerde Allahü teâlânın emirlerini yaparlar.Bazıları, Peygamberlere haber getirir, bazıları, insanların kalbine iyi düşünce getirir.Bazılarının ise insanlardan ve bütün mahluklardan haberi yoktur. Allahü teâlânın cemali karşısında kendilerinden geçmişlerdir.Herbirinin belli yeri vardır. Oradan ayrılamazlar. Bazısının iki, bazısının dört veya daha çok kanadı vardır.Her hayvanın kanadı kendilerinin yapısında olup, birbirlerine benzemediği gibi, meleklerin kanadı da, kendi cinslerindendir ve hiçbirine benzemez. Meleklerin kanatları vardır. İnanırız. Fakat, nasıl olduğunu bilemeyiz.Kiliselerde ve bazı mecmua ve filmlerde, melek diye görülen kanatlı kadın resimleri uydurmadır.

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

İslam’ın şartlarının birincisi

 İslam’ın şartlarından birincisi de (Kelime-i şehadet) getirmektir. Kelime-i şehadetin mânâsı :Yerde ve gökte, Allahü teâlâdan başka, ibadet edilmeye hakkı olan ve tapılmaya lâyık olan hiçbir şey ve hiçbir kimse yoktur. Hakiki mabut ancak, Allahü teâlâdır. O, vacib-ül-vücuddür. Her üstünlük Ondadır. Onda hiçbir kusur yoktur.O gül renkli,beyaz kırmızı,parlak,sevimli yüzlü ve kara kaşlı ve kara gözlü, mübarek alnı açık, güzel huylu, gölgesi yere düşmez ve tatlı sözlü, Arabistan’da Mekke’de doğduğu için Arab denilen, Haşimi evladından (Abdullahın oğlu Muhammed) adındaki zat-i ali, Allahü teâlânın kulu ve resulüdür, yani Peygamberidir “sallallahü aleyhi ve sellem”.

(Mazhar-ı Can-ı Canan “kuddise sirruh” hazretleri)

Ahirette kurtulmak için

 Ahirette kurtulmak için, Birincisi, dosdoğru bir imana sahip olmak,İkincisi de, amellerin ihlaslı ve şartlarına uygun yapılması lazımdır.

(İmam-ı Rabbani “kuddise sirruh” hazretleri)

Fen yobazı ve zındık

 4 mezhepten birinin âlimlerinin yazmış oldukları bu kıymetli kitaplara saldıran azgın kâfirlere (fen yobazı) ve (zındık) denir.Bunları beğenmiyen, kötüliyen kimse kâfir olur.Bir kimseye,kimin zürriyyetindensin? Kimin milletindensin? Îtikatta mezhebinin imamı kimdir?Amelde mezhebinin imamı kimdir diye suâl etseler, bilmese, kâfir olur.Bir kız ile bir oğlan, âkıl ve bâliğ olsalar ve onları nikâh etseler ve onlara, îmanın sıfatlarını sorduklarında, bilmeseler, onlar müslüman değildir. Onlara îman edilecek şeyleri öğretip, sonra nikâhlarını yeniden kıyarlar ise, nikâhları sahih olur.Bir kimse, kıbleye karşı ayağını uzatıp yatmak veya tükürmek veya kıbleye karşı bevl etmek gibi bir mekruhu işlese,o kimseye bu yaptıkların mekruhtur, işleme deseler, o âdem, ona, her günahımız bu kadar olsa dese, küfründen korkulur. Yâni, mekruhu önemsiz bir şey saydığı için..Bir kimse,Allahü teâlâ, gökte benim şâhidimdir dese, kâfir olur. Zîrâ Allahü teâlâya, mekân isnâd etmiş olur. Allahü teâlâ, mekândan berîdir.Allah baba diyen de kâfir olur.

(İslam Ahlakı)

Size en mühim tavsiyem, iyi arkadaş seçin

 Size en mühim tavsiyem, iyi arkadaş seçin. Bilhassa dini konularda kendi kafasına, düşüncesine göre inanan kimse ile ve böyle mezhebsizlerin kitaplarına aldanan cahillerle arkadaşlık etmeyin.Evinize, ahlaksızlık zehirlerini saçan zararlı kitapları ve her türlü bozuk neşriyatı sokmayın..

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

İbadet için muhakkak camiye gitmek mecburiyeti yoktur

 İbadet için muhakkak camiye gitmek mecburiyeti yoktur. İslamiyet, kadınlara çok kıymet vermiş, onlara en büyük hakları tanımıştır. Muhammed aleyhisselam, (Cennet anaların ayağı altındadır) buyurarak, kadınlara mümtaz, seçkin bir mevki vermiştir ki, hiçbir dinde bu imtiyaz yoktur.

(Seyyid Abdullah-ı Dehlevi “kuddise sirruh” hazretleri)

İslam bilgilerine ve Din âlimlerine hakaret etmek imanı giderir

 İslam bilgilerine ve Din âlimlerine hakaret etmek imanı giderir.Bir kimse kâfir olmaya niyet etse,niyet ettiği anda imanı gider.Küfre sebep olacak bir kelimeyi, bilmeyerek söylerse de çoğu âlime göre, bu da imanını kaybeder.Küfre sebep olacak bir işi bilmeyerek yapınca, çoğu âlime göre, çok tehlikeli olup, o da küfre girer.

(Seyyid Abdullah-ı Dehlevi “kuddise sirruh” hazretleri)

Kabirde yalan beyan ve övgü

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Amelleri kötü olan ölü, münkir ve nekirin heybetinden ve korkusundan aklını şaşırır ve esasen sağlığında da yalancılığı âdet edinmiş olduğundan, orada da yalan dolanla işi atlatacağını sanır ve kurtulmak ümidiyle: (Rabbim sizsiniz, peygamberim de sizsiniz.) der. Melekler yanıldın yâ melun, diye haykırarak ellerindeki topuzla bir kere vurunca kendinden geçer ve feryada başlar, biçare kurdun peşine düştüğü hayvan gibi çaresizce bağırır, bağırdıkça, yeryüzünde bulunan bütün canlılar duyarlar, yalnız âdemoğulları ile cinniler gafletleri dolayısı ile onun feryadını işitmezler. 


Biraz kendisine gelip, doğrulmak istediği zaman hitab-ı izzet gelir:  

— Vurun şu meluna ki, dünyada iken de beni daima unuturdu.  

Melekler, bir daha vururlar. Bu vuruş, birinciye hiç benzemez. Biraz daha yatar ve kendisine gelir:  

— Sağ yanına bak, derler.  

Bakar ve cennetin lâtif makamlarını ve nimetlerini, hurilerini ve gılmanlarını görür. 

Melekler, kendisine:  

— Ey bedbaht! derler. Eğer, dünyada salih ameller işleseydin, Rabbinin emirlerini yerine getirseydin senin makamın da şu gördüğün cennet makamı olurdu. Şimdi, bir de sol yanına bak bakalım, derler. Ölü, sol yanma bakar cehennemin çirkin derelerini ve büyük azaplarını görerek korkmaya ve titremeye başlar. 


Melekler; 

— Dünyada salih amel işlemedin, nefsinin hevâsına uydun, ömrünü boş yere çürüttün, gönlünü dünya muhabbetiyle kirlettin, nefs-i emmârenin çirkin ve kötü sıfatları ile huylandın. İlk gördüğün makam senin iken elinden kaçırdın. O çirkin amellerinin cezası olarak cehennemde göreceğin azabın birazı budur. Asıl azabı kıyamette göreceksin," derler ve onu kabrine sıkıştırırlar, öyle sıkıştırırlar ki, kemikleri birbirine geçer ve melekler sol yana doğru yürür ve giderler. El-iyâzü Billâh, ölünün burnu da kıbleden döner ve o biçare ta kıyamete kadar azap içinde kalır, öyle ki, her günü bir yıla bedel olur. 

İçi dışından iyi olmayan velî olamaz

 Seyyid Sıbgatullah Arvasi "kuddise sirruh" hazretleri buyurdular ki;


İçi dışından iyi olmayan velî olamaz.


Kabir azâbı, dünyâ sevgisini âhıret sevgisine tercih edenlere olur. İkisinin sevgisi müsavî, yahut âhıreti dünyâdan çok sevene kabir azâbı yoktur.


Ba'zı sohbetlerinde uzun zaman konuşmazdı. Bu yüksek taifenin hâllerini bilmeyen ba'zı zâhir âlimleri, acaba Şeyh niçin bize birşeyler anlatmıyor dediler. O zaman: "Sükûtumuzdan istifâde edemeyen, konuşmamızdan da edemez" buyururdu.

Kebâir-i Kalbiye [Kalbî büyük günahlar]

 * Kebâir-i kalbiye [kalbî büyük günâhlar]. Kebâir-i bâtınıyye ki, hased [çekememezlik], ucb [kendini beğenme], gadab [kızma], kibr [kendini büyük görme]... gibileri kalb hastalıklarındandır. Böyleleri hangi kalbde bulunursa, o kalbi öldürür.

[Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh]