Onun rızası benim rızamdır

Hazret-i Şeyh (kaddesallahu teâlâ sirreh), vefatlarına yakın dört halîfesinin ve birkaç seçkin mürîdinin de hâzır bulunduğu vakitte vasiyetlerini bildirdiler. 
Vasiyyetlerinde, halîfesi Esseyyîd Abdülhakîm Efendi (kaddesallahu teâlâ sirreh) için;

“Kendisi Arvâs’ta olsun, Başkale’de olsun, başka yerde, meselâ İstanbul’da olsun,ona itâat ediniz. Onun rızası benim rızamdır. Onun eli benim elimdir. Ona muhalefet bana muhalefettir. Bana muhalefet ise, Resûl-i ekreme (sallallahu teâlâ aleyhi vesellem)  kadar yek be yek bütün şeyh ve pîrlerimize, yani sâdâd-ı kirâmımıza muhalefet olur. Allah korusun” buyurdular.

(Son Halkalar I, sf. 132)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Abdülhakîm Efendi hazretleri; *Bizim ibâdetimiz, yüz karasıdır*, buyururdu. Yâni bizim yapdığımız ibâdet, ilkokul çocuğunun eğri büğrü yazdığı *Yazı* ya benzer. 


İbâdetlerimiz böyle iken, Rabbimizden ne yüzle *Cenneti* isteriz? Biz, bu hâlimizle *Duâ* etmeye bile utanmamız lâzım. Ne yapdık ki; *Kabûl et* diye duâ edeceğiz. 


İki kere yattık kalkdık, nedir ki bu? Allahü teâlâ *Lutf* ederse, kabûl edecek. Allahü teâlâ ile alışverişde değiliz ki. *Ben ibâdet yapdım, sen de bana Cennetini ver!* denmez. 


Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde meâlen; *Âdi nefseke fe innehâ intesabet li mu’âdâtî*, buyuruyor. Ne demek bu? 


*Âdi nefseke*; Nefsini düşman bil. Nefsin, senin düşmanındır. *Fe innehâ*; Çünkü o nefs, *İntesabet!* karşımda dikilmişdir. Sizin nefsiniz, benim karşımda dikilmişdir. 


*Li mu’âdâtî!* bana düşman olarak karşımda dikilmişdir, diyor Allahü teâlâ. Nasıl ki, *Düşman* gelir, elinde *Tabanca* ile insanın karşısına dikilir, onun gibi işte. 


Sizin nefsiniz bana düşmandır. Siz de ona düşman olun. Allahü teâlâ böyle buyuruyor. *Siz de benim düşmanımı düşman bilin!* buyuruyor. 


Niçin Allahın düşmanını düşman bileceğiz? Çünkü bu, muhabbetin *Alâmeti* dir. Bu varsa, *Sevgi* vardır. Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde meâlen; 


*Beni seviyorsanız, nefsinizi düşman bilin. Çünkü o, benim düşmanımdır!* buyuruyor. Beni seven, benim düşmanımı düşman bilir. 


Benim düşmanımı *Severse*, o hâlde beni *Sevmiyor* demekdir. Çünkü Allahü teâlâ; *Beni seven, benim düşmanımı sevmez!* diyor. 


Bu, muhabbetin alâmetidir. Bir kimse, bir kimseyi *Severse*, onun sevdiklerini de *Sever*. Onun düşmanlarını da *Düşman* bilir. 


Bir kimse; *Ben seni seviyorum!* der, ama onun düşmanlarıyla ahbâblık ederse, onu *Sevmiyor* demekdir. Yâni yalan söylüyor demekdir, ona inanılmaz. 


Onun; *Ben seni seviyorum!* demesine inanmayız. Çünkü o, bizim düşmanlarımızla ahbâblık yapıyor. Elhamdülillah, ni’metler içindeyiz kardeşim.

GÖNENLİ MEHMET EFENDİ’DEN BİR HATIRA

BENİM SIRRIM
Gönenli Mehmet Efendi, Sultan Ahmet Camii’ne tayin edilince çevreyi incelemiş. Fakir ve düşkün kimseleri bulup ilgilenmek istemiş. O civarda oturan âmâ (kör) bir kimseyi tespit edip ziyaretine gitmiş. Selâmdan sonra:–Efendim ben Sultan Ahmet Camii’ne imam geldim. Hem sizi ziyaret etmek hem de üzerime düşen bir görev varsa onu ifa etmek isterim, demiş.
Âmâ adam:–Allah razı olsun, hoş geldiniz, demiş.
Hocaefendi:
–Maaşınız falan var mı? diye sormuş.
–Hayır, yok, cevabını vermiş adam.
Hocaefendi:
– Peki, başka yerden geliriniz falan? demiş.
Âmâ adam:
–Hayır, herhangi bir gelirim yok! demiş.
–Peki, neyle geçiniyorsunuz, diye sorunca; âmâ öfkelenmiş:
–Bundan size ne efendi? Bir de imamsınız, rızık haa! Rızık kimden hoca? Gidebilirsiniz!. diye konuşmuş.
Hocaefendi çıkmak zorunda kalmış. Lâkin o gece gözüne uyku girmemiş. Ertesi gün sabah yine gitmiş ve kapıyı çalmış. Âmâ adam içeriden:
–Kimsin? diye seslenmiş. Hocaefendi:
–Dün kovduğun yüzsüz imam, cevabını vermiş. Âmâ adam kapıyı açmış:
–Gene neye geldin? diye söylenmiş.
Hocaefendi:
–Hiç efendim, ziyaretinize geldim. Beni bin defa kovsanız da yine geleceğim. Yine geleceğim, demiş. Âmâ adam:
–Adın ne senin, ne derler sana? demiş.
Hocaefendi:
–Adım Mehmet Öğütçü, efendim. Gönenli Hoca diye tanırlar beni, diye karşılık vermiş. Âmâ adam bunu duyunca:
–Buyur gir içeri, konuşalım, diyerek içeriye buyur etmiş. Hocaefendi içeri girince âmâ adam:
–Kusura bakma hoca, dün kalbini kırdım.
Hakkını helâl et, demiş. Hocaefendi:
–Estağfirullah efendim. Sizi dinliyorum, demiş. Âmâ adam şöyle anlatmış:
–Benim sırrım şu hoca. Ben her gün kuşluk namazını kıldıktan sonra, “Ya Rabbi! Kuşluk senindir, güzellik senindir, nimet ve her şey senindir. Eğer rızkım gökte ise, yere indir. Yerde ise, çıkar. Uzakta ise, yaklaştır. Haram ise, helâl et. Dar ise, genişlet ve elime ilet.” diye dua ederim. Sonra ellerimi yüzüme sürer sürmez, biri gelir sağ dizime vurur. “Aç elini!” der. O günkü ihtiyacımı verir gider. Bu her gün böyle devam eder.
Hocaefendi onu hayretle dinlerken âmâ adam sözlerine devam etmiş:
–Aynı zat bugün de geldi ve sağ dizime vurarak benim kısmetimi verdikten sonra, sol dizime vurarak, “Bunu da Gönenli Mehmet Efendi’ye ver.” dedi. Al kısmetini!…
Büyük âlim, fakirlerin ve talebelerin mânevî babası Gönenli Hocaefendi içli içli ağlamaya başlamış ve “İlâhî ya Rabbi! Hikmetinden sual olunmaz.” diyormuş.
Hocaefendi şunu kendisi söylemiştir: “O âmâ adamdan bu mübarek kısmeti aldıktan sonra ömrü hayatımda hiç darlık çekmedim.
Rızkını Allah’tan bilmeyip de onun mahlûkundan beklemek, insanı Cenâb-ı Hak’tan uzaklaştırıp, halka muhtac eder. Rabbim, rızkını Allah'tan bilen kullardan eylesin cümlemizi inşaallah. ( Amin )

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir kimse, Peygamber Efendimizin *Yolunda* gitmiyorsa, Onu sevdiğini iddiâ edebilir mi? Olmaz öyle şey. Çünkü seven, *Sevdiği* nin yolunda gider. 


Velhâsıl kardeşim, sevmek *Lâf* la olmaz. Seven, *Sevdiği* ne uyar, her şeyiyle *Ona* benzemeye çalışır. *Onun gibi* olmak ister. 


Onun *Sevgisi* ni kazanmaya bakar. *Yolunda olmak*, böyle olur. Onu sevdiğin gibi, onun sevdiklerini de sevecek, sevmediklerini de sevmiyecek sin. 


Şeytân *Üç* türlüdür. Üç türlü şeytân var. Biri, insanı, Allahü teâlânın *Sevgisi* nden uzaklaşdırmak için *Hîle* lerle, *Yalan* larla onu aldatır. 


Bu, bizim şeytân dediğimiz *İblîs* dir. Âdem aleyhisselâmı aldatdı, bizi de aldatır. Bizim *Fâideli Bilgiler* kitâbımızda anlatılıyor, şeytân insanı nasıl aldatır? diye. 


Fakat insan, bunun yalanlarını, iftirâlarını duyunca; Bu, beni Allahü teâlâdan uzaklaştırıyor. *Bu, şeytandır!* der. Peki, şeytan olduğunu *Nasıl* anlar? 


Çünkü şeytan *Göz* le görülmez ki. *Evliyâ* lar görür, biz göremeyiz. Ama biz şeytanı, kalbimize verdiği *Vesvese* den anlarız. Şeytan bize vesvese verir. 


Bu vesveseye, yâni kalbe gelen düşünceye *Hatara* denir. Ondan anlar, *Bu, şeytândan geliyor!* deriz ve onu yapmayız. Onun dediğini yapmayız. 


O, bize; *Şöyle yap, böyle yap!* der, ama biz yapmayız. Bakdı ki aldatamıyor, kandıramıyor; *Bunda iş yok!* der, başkasına gider. 


Şeytanın ikincisi nedir? *Nefsimiz*. Yâni kendi nefsimiz. Bu, ötekinden daha tehlikeli. Birinci kısım *Şeytan* bunun kadar tehlikeli değil. Neden? 


Çünkü birinci şeytan, *Eûzü* dedin mi kaçar gider. Ama bu *Nefs*, Eûzü okusan da gitmez. Dediğini yapdırıncaya kadar uğraşır. *İnatçı* dır, ısrâr eder. 


İşte bu şeytan daha *Tehlikeli*. Demek ki, daha büyük olan şeytân hangisidir? İnsanın *Nefsi* dir. Öyleyse, *İblîs* şeytânından şikâyet etmiyelim. 


Kendi *Nefsimiz* den şikâyet edelim kardeşim. Asıl şeytan bu. Çünkü *Hâin* dir. Onun her arzusu, insana *Zarar* verir. Mahlûkat içinde en *Ahmak* olan nedir? Nefsimiz.


İnsanın kendi *Nefsi* dir. Çünkü her arzûsu kendi *Aleyhine* dir. Hep kendi aleyhine çalışan bir mahlûkdur. Onun için, ondan daha *Ahmak* bir şey düşünülemez.

İslam dininde müzik haram mıdır?

İslam dininde müzik haram mıdır?

CEVAP:

Simanın caiz olduğu ve caiz olmadığı yerler vardır. Bazıları, kitaplardaki sima kelimesini çalgı olarak tercüme ettikleri için mubah çalgılar da var zannedilmektedir. Aşağıdaki yazıların tamamı İslam âlimlerinin kitaplarından alınmıştır. Nereden alındığı da sonunda yazılıdır. Kendimize ait tek cümle yoktur.


Aletsiz, çalgısız nağmeli sese sima denir. Çalgı aleti ile birlikte olan insan sesine gına [müzik] denir. Gına haramdır. (Dürr-ül mearif)


Lokman sûresinin 6. âyetindeki lehv-el hadis ifadesini âlimler musiki, çalgı aleti olarak bildirmiştir. İbni Mesud hazretleri yemin ederek lehv-el hadis’ten kasıt, çalgı aleti ve musiki olduğunu söylemiştir. (Tefsir-i ibni kesir, Tefsir-i medarik) [İbni Mesud gibi büyük bir zata inanmayan cahillere ne denir ki?]


(Mevahib-i aliyye) ismindeki tefsirde, lehv-el hadis âyeti şöyle tefsir ediliyor:


Yalan hikâyeler yazarak veya şarkıcı kadınlar tutup herkese ses nağmeleri dinleterek, Kur’an dinlemelerine engel olmaya çalışanlara Cehennem ateşini müjdele! (Mevâkib tefsiri)


Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:

(Üçü hariç, her lehv bâtıldır.) [Deylemî]


Demek ki lehv, bir oyun, bir eğlence, bir çalgı olduğu için böyle buyuruluyor.


Müfessirler, İsra suresinin 64. âyetinde şeytana, (Vestefziz... bi savtike [Sesinle oynat]) demenin çalgı ile oynat demek olduğunu, bu âyetin, her çeşit çalgıyı haram ettiğini bildirmişlerdir. (Şeyhzade)


Müfessirler Enam suresinin 70. âyetini, (Dinlerini [şarkı ile, musiki ile] oyun ve eğlence haline sokanlardan uzak dur) şeklinde tefsir etmişlerdir.


(Şimdi siz bu söze [Kur’âna] mı şaşırıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz ve siz gafletle oynuyorsunuz.) [Necm 59-61]


Medârik tefsirinde entüm samidün ifadesi, (Kur'an okunduğunu işittikleri zaman onu dinletmemek için teganniye [şarkı türkü söyleyerek şamataya] başlarlar, oynarlardı) diye açıklanıyor. İbni Abbas ve Mücahid hazretleri de bu ifadenin şarkı olduğunu söylemiştir. (İgaset-ül-Lehfan)


Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Peygamberin emrine uyun, yasak ettiğinden sakının!) [Haşr 7]


(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]


(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin, pis şeyleri haram kılar.) [Araf 157]


(Aralarındaki anlaşmazlıkta seni hakem tayin edip, verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmedikçe, iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65]


(Kur'anı sana insanlara açıklayasın diye indirdik.) [Nahl 44]


Şimdi Resulullah efendimiz, yukarıdaki âyet-i kerimeleri nasıl açıklamışsa ona bakalım:

(İlk teganni eden şeytandır.) [Taberanî]


(Sesini gına ile yükseltene şeytan musallat olur.) [Deylemî]


(Rahmet melekleri, ceres, [çan, zil, çıngırak] bulunan yere girmez.) [Nesaî]


(Rahmet melekleri, köpek ve çan bulunan kafileye yaklaşmaz.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizî]


(Ceres, şeytanın mizmarıdır.) [Müslim, Ebu Davud, Nesaî] [Mizmar çalgıdır]


(Şarkıcı kadını dinlemek, yüzüne bakmak haramdır. Parası da haramdır. Kimin eti haramdan beslendi ise, ona Cehennem ateşi layıktır.) [Taberanî]


(Bir zaman gelecek, ümmetimden bazısı, zinayı, ipek giymeyi, içki içmeyi, mizmarı [çalgıyı] helal addedecektir.) [Buharî]


(Musiki, zinaya yol açar.) [Mektubat-ı Rabbani 3/41]


(Musiki, kalbde nifak hâsıl eder.) [Beyheki]


(Suyun otu büyüttüğü gibi, şarkı, oyun ve eğlence kalbde nifakı büyütür. Allah’a yemin ederim ki, suyun otu büyüttüğü gibi, Kur’an ve zikir de, kalbde imanı büyütür.) [Deylemî]


(Rabbim bana içkiyi, kumarı, darbukayı ve şarkı söyleyen kadınları haram kıldı.) [İ. Ahmed]


(Resulullah çalgı aletleriyle para kazanmayı yasakladı.) [Begavî]


(Ümmetimden bazıları, içkilere başka isim vererek içerler. Şarkıcı kadın ve çalgı aletleriyle eğlenirler. Allahü teâlâ, onları yerin dibine batırır da domuzlar ve maymunlar kılar.) [İbni Mace]


(Şu beş şey zuhur ederse, ümmetimin helaki hak olur: Birbiriyle lanetleşme, içki içme, ipekli giyme, çalgılar ve erkeğin erkekle, kadının kadınla iktifa etmesi.) [Deylemî, Hâkim]


(Ben, mizmarları [çalgıları], putları yok etmek için de gönderildim.) [İ. Ahmed, Ebu Nuaym, İbni Neccar]


(İblis, yeryüzüne indikten sonra, ya Rabbi bana ev ver dedi. Hamamlar senin evin. Yemek istedi. Besmelesiz yenen yemekler senin denildi. Müezzin istedi. Mizmarlar [çalgılar] müezzinin denildi. Yazıların dövme, hadislerin yalandır. Resulün [elçin] kâhinler, falcılar, tuzağın da kadınlardır.) [İbni Ebi-d-dünya, İbni Cerir]


(İblis, benim kitabım nedir dedi. Senin kitabın dövmedir, içeceğin sarhoşluk veren her içki, sadakatin yalan, müezzinin mizmarlar [çalgılar], mescitlerin de çarşılardır denildi.) [Taberanî]


(İki ses, melundur: Nimete kavuşunca mizmar [çalgı], musibete maruz kalınca feryat.) [Bezzar]


(Allahü teâlânın gazabına sebep olan şeyler: Acıkmadan yemek, uykusu yokken uyumak, tuhaf bir şey olmadan gülmek, musibette feryat etmek, nimete kavuşunca mizmar [çalgı çalmak].) [Deylemî]


(Şarkıcı ve çalgıcı kadınlar çoğalınca, içkiler her yerde içilince, yere batmalar görülecek, gökten taş yağacaktır.) [Tirmizî, Ebu Davud, İbni Mace, İ. Ahmed]


(Şunlar gelmeden önce salih amel işlemekte acele edin. Sefihler başa geçmeden, güvenlik kuvvetleri çoğalmadan, hüküm rüşvetle satılmadan, adam öldürme hafife alınmadan, akraba ziyareti kesilmeden, Kur’an mizmarlardan okunmadan, Kur’anı şarkı gibi okuyanlar öne geçmeden.) [Taberanî]


(Kur'an mizmarlardan okunduğu zaman ölebilirsen öl.) [Taberanî]


(Kur'anı mizmarlardan [çalgı aletlerinden] okuyanlara Allah lanet eder.) [Müsamere]

Mektûbât Tercemesi

 

(Mektûbât Tercemesi) kitâbında, îmân ve tesavvuf bilgilerine

ağırlık verilmişdir. Bu kitâbı dikkat ile okuyan tâli’li bir kimse, kâmil bir îmân ve güzel ahlâk sâhibi olur. Tesavvufu, hakîkî tarîkati anlıyarak, sahte tarîkatcılara aldanmaz. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kâmil mü’min, eli ile, dili ile, mahlûklara zararı dokunmıyan kimsedir) buyurdu. Derin âlim seyyid Abdülhakîm efendi “rahmetullahi aleyh” de, (Er-Riyâdut-tesavvufiyye) kitâbında, (Tesavvuf, tarîkat, kötü huyların hepsinden kurtulmak, iyi huyların hepsine kavuşmakdır) demekdedir. Görülüyor ki, bu kitâbımız, insanları zararsız ve iyi huylu yapmak için yazılmışdır. Bu kitâbı anlıyan ve uyan insan, Allahü teâlânın emrlerine ve devletin kanûnlarına itâ’at eder. İslâm dîni, hükûmete isyân etmeği, kanûnlara karşı gelmeği, fitne çıkarmağı şiddetle yasak etmiş, bu konuda hiçbir özr kabûl etmemişdir. Seyyid Kutbun ve Mevdûdînin ihtilâlci, bölücü kitâblarına ve boş kafalarından yazdıkları uydurma fetvâlarına aldanmamalı, fitne çıkarmamalıdır. Müslimân, vatanına, milletine fâideli olur. Vatandaşların aynı hak ve hürriyyetlere mâlik olduklarını bilir. Kendini kimseden üstün görmez. Râhat ve huzûr içinde yaşadığı azîz vatanını, milletini ve bayrağını çok sever. Herkese iyilik eder. Bölücülük yapmaz. Gayrı müslimlere, başka dinden, başka mezhebden olanlara, turistlere, yabancı tüccârlara, müsâfirlere de hiç kötülük yapmaz. Müslimânların güzel huylu, iyi insanlar olduklarını, güler yüzü ile, tatlı sözleri ile ve iyi hareketleri ile, bütün dünyâya tanıtır. Herkesin seve seve müslimân olmalarına sebeb olur. Kötülük yapanlara nasîhat verir. Kimseye hîle, hıyânet yapmaz. Devâmlı çalışır. Halâl kazanır. Kimsenin hakkına dokunmaz. Vergilerini, borçlarını vaktinde öder. Bunu, Allah da sever, kullar da sever. Çalışarak halâl para kazanmanın lâzım ve çok sevâb olduğu (Mekâtîb-i şerîfe)nin seksensekizinci mektûbu sonunda uzun yazılıdır.

HALÎFE DERVÎŞ

Hazret-i Şeyh’in (kaddesallahu teâlâ sirreh) dört halîfesinden biri olan Van’ın Gürpınar kazasına bağlı Mejingir köyünde irşâd ile memur olunmuş aynı köyün kabristânında medfun olan Halîfe Dervîş (kaddesallahu teâlâ sirreh).


Halîfe Dervîş hazretleri bir defasında Âdem aleyhisselâm’ı rüyâsında görür ve kendisine;

“Dervîş efendi, gel sana bu yolun edeblerini öğreteyim” 

buyurur. Halîfe;

“Efendim, biz Arvâs’a bağlıyız, oradan öğreniriz” diye arz eder.

Bu rüyâyı ve bir peygamberin sözlerini, Arvâs’a, Hazret-i Şeyh’e yazar. Kendisine verilen cevabda;

“Bu yolun büyüklerinin âdetlerindendir. Başka büyüklerin şekillerinde görünebilirler. Kimi ki görüp istifâde ederseniz, şeyhinizin bir latîfesidir. Burası tâliblilerin imtihân yeridir. Mürîd, kimden feyz alırsa alsın, kendi mürşîdinden bilmelidir”

buyrulur.


Halîfe Dervîş hasebi ile Hazret-i Şeyh buyurdular ki;

“Mejingir, Arvâs’ın bir şu’besidir.”


Allahu teâlâ şefaatlerini ihsan buyursun. 

Amin.

İlmin zevâli

“Bed asıllıların ilim icâzeti, ilmin zevâline işârettir.”

Hazret-i Şeyh Seyyîd Fehîm-i Arvâsî 

(Kaddesallahu teâlâ sirreh)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Sevgi*, itâati gerekdirir. İtâat ne kadar çoksa, sevgi de o kadar çokdur. İtâatdan maksat, söz dinlemekdir. *Söz* dinlemesi ne kadarsa, *Sevgi* si de o kadardır. 


Bu, çok mühim kardeşim. Söz dinlemesi günden güne *Azalır* sa, bir gün gelir, *Biter* Allah korusun. Velhâsıl itâat, *Peki* demekdir, yâni sevdiğinin yolunda olmakdır. 


Meselâ *Ehibbâ* dan biri var, Efendi hazretlerini çok sevdiğini söylüyor, ama Efendi’yi dinlemiyor. Öyle *Sevgi* olmaz efendim. Seven, *Sevdiği* ni dinler, hattâ emrinden çıkmaz. 


Küçük bir çocuk, akrebin *Zehirli* olduğunu bilmez ve eliyle onu yakalamak ister. O da onu sokar, öldürür. Onun *Akrep* olduğunu ve *Kötü* olduğunu, çocuğun bilmesi lâzım. 


İşte biz de, bu çocuklar gibi kötü insanları bileceğiz. Onların *Kötü* olduklarını, İslâma *Düşman* olduklarını bileceğiz. Böylece kendimizi onlardan koruyacağız kardeşim. 


*Nefs* doymaz. Kur’ân-ı kerîmde ne buyuruluyor? *Hulikal insânü helû’a!* Yâni, helû’a denilen bir hayvan varmış. Hiç doymazmış bu. Devâmlı yermiş. *Hiç* doymak yok. 


İşte, insanların nefsi de böyledir! diyor Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı kerîmde. *Hulikal insânü helû’a*. İnsanın nefsi, *Helû’a* olarak yaratılmışdır. En büyük düşmanımız, kendi *Nefsimiz* dir. 


Allahü teâlânın sevgisinden ve rızâsından bizi uzaklaşdırana, *Düşman* denir. Asıl düşman budur. Evet, *Canı* nı alan da düşmandır, ama *Dîni* ni ve *Îmânı* nı alan, daha büyük düşmandır. 


Allahü teâlânın *Sevgisinden insanı mahrum bırakan şeye ne denir? *Şeytân* denir. Şeytân, arabca bir kelime. Sülâsîsi, yâni üç harflisi *Şatane* dir. Şatane ne demek? uzaklaşdırıcı demek. 


İşte şeytan, uzaklaşdırıcıdır. İnsanı *Allah* dan uzaklaşdırdığı için ona *Şeytân* denmiş. Şeytân nedir? İnsanı, Allahü teâlânın *Sevgi* sinden uzaklaşdıran. 


Peki, Allahü teâlâya *Yakın* olmak, Allahü teâlâdan *Uzak* olmak ne demek? Çok geçer bu kitaplarda. Allahü teâlâ *Cism* değil ki, yâni bir *Yerde* değil ki. 


Öyleyse O’na *Yakın* olmak, O’ndan *Uzak* olmak ne demek? Bunun mânâsı, O’nun *Sevgisine yakın olmak, O’nun *Sevgi* sinden uzak olmak demekdir. Yâni *Sevgi* dir yakın veyâ uzak olan. 


Yoksa Allahü teâlâ *Cism* değil ki hâşâ! İşte insanın Allahü teâlânın *Sevgisine kavuşmasına mâni olan şeye *Şeytân* denir. Şeytân da üç türlüdür. Üç türlü şeytân vardır.

SON NEFESTE İMDÂT

Hazret-i Şeyh Fehîm Arvâsî (kaddesallahu teâlâ sirreh) Van ziyareti sırasında, bağlık ve bahçelik olan Edremit’e uğrarlar.

Çeşmeden abdest alırken, bir genç etraflarında dönüp, kendisine çok hürmet eder.

Hazret-i Şeyh, ona dikkatle nazâr eder ve;

“İnşaallah, sana îmân nasîb olur”

buyururlar. Sonra gider. Meğer, o genç, oradaki bir papazın oğlu imiş.

Hazret-i Şeyh, üç ay sonra Van’dan Arvâs’a avdet aderler. Bir zaman sonra yazı beklemeyip doğruca Edremit’e gelirler. Aynı çeşmeden abdest alırken, birisi gelip;

“Filanca Ermeni genci hastadır, sizi çok görmek istiyor. Muhakkak görüşmeyi arzu ediyor. Teşrif edebilir misiniz?”

diye ricâ eder.

Hazret-i Şeyh o gence giderler, babasını odadan dışarı çıkartırlar. Gence, îmânı telkîn ederler. Genç, biraz sonra ölür. 

Hazret-i Şeyh, babasına;

“Bu sizin değil, bizimdir”

buyurup, babasından cenâzesini alırlar ve Van’da müsliman kabristanına defn edilir.

(Son Halkalar I, sf. 123)

...

Kardeşim!

Evliyâullaha hürmet ve hizmet ile îmân selametine kavuşuluyor.

Onlara muhabbet, mukabelesiz kalır mı?

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Evliyâ-i kirâmın kalbinden *Feyz* gelir. Yâni onun kalbindeki *Nûr*, karşısında kim varsa, ona akar. Yâni onun kalbinden, bunun kalbine *Nûr* akar. 


İşte bu nûra, *Feyz* denir. O büyüklerin kalbine bu *Feyz* gelmiş. Peki nereden gelmiş? *Resûlullah* Efendimizin mübârek *Kalbinden gelmiş. 


Resûlullahın kalbindeki o *Feyzler, o *Nûr* lar ve *Mârifetler, bizim kalbimize de gelir inşallah. Bizim kalbimize de o feyz akarsa, muhakkak kalbimiz temizlenir. 


Bizim de kalbimizden *Dünyâ* muhabbeti çıkar. Kalbin temizlenmesi demek, *Dünyâ* sevgisinin o kalpden çıkması demekdir. 


Kâfirler, fâsıklar harâmlara dalmış. Müslümân *Harâm* işlemez kardeşim, ama kalbinde dünyâ muhabbeti olabilir. 


Kalbi temizlenince, dünyâ muhabbetinden de sıyrılır. Harâmlardan nasıl kurtulduysa, diğer bütün *Günâhlardan da böyle kurtulur. Bir kimseye bu *Feyz* gelince, kalbi tertemiz olur. 

Bu *Dünyâyı, televizyon seyreder gibi görür. Yâni *Hayâl* gibi görür. Kalbinde *Dünyâ* ya yer kalmaz. 


Kalbine dünyâ yerleşmez. Ne büyük *Ni’met* kardeşim. Ne mutlu büyüklerin *Feyzi* ne kavuşanlara. İmâm-ı Şâfiî ne buyuruyor? 


*A’reftü şerre lâ Lişşerri*, ne demek bu? Yâni kötü şeyleri öğrendim, onları yapmamak için. Kendimi onlardan korumak için. 


*Lüzûmsuz konuşanı, *Gıybet* edeni aranızda tutmayın kardeşim. Evvelâ *Nasîhat* edin, dinlemezse ayrılın ondan, görüşmeyin, onunla *Arkadaş* lık etmeyin. 


Allahü teâlâ, *Sâlih* müslümânlara üç husûsiyet vermişdir. Birincisi, onlar *Cömert* dirler. Allahın kullarına *İnfak* ederler, *İhsân* ederler, onları sevindirirler. 


İkincisi, onların kalbinde hiçbir mü’mine karşı, *Kin* ve *Nefret* yokdur. Yâni bütün müslümânları *Sever* ve *Muhabbet* beslerler. 


Üçüncüsü de, onlar *Emr-i mâruf* yaparlar. Yâni insanlara *İslâmiyeti* öğretirler, Allahın dînini her tarafa yayarlar. En mühimi de budur efendim.