*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Abdülhakîm Efendi hazretleri; *Bizim ibâdetimiz, yüz karasıdır*, buyururdu. Yâni bizim yapdığımız ibâdet, ilkokul çocuğunun eğri büğrü yazdığı *Yazı* ya benzer.
İbâdetlerimiz böyle iken, Rabbimizden ne yüzle *Cenneti* isteriz? Biz, bu hâlimizle *Duâ* etmeye bile utanmamız lâzım. Ne yapdık ki; *Kabûl et* diye duâ edeceğiz.
İki kere yattık kalkdık, nedir ki bu? Allahü teâlâ *Lutf* ederse, kabûl edecek. Allahü teâlâ ile alışverişde değiliz ki. *Ben ibâdet yapdım, sen de bana Cennetini ver!* denmez.
Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde meâlen; *Âdi nefseke fe innehâ intesabet li mu’âdâtî*, buyuruyor. Ne demek bu?
*Âdi nefseke*; Nefsini düşman bil. Nefsin, senin düşmanındır. *Fe innehâ*; Çünkü o nefs, *İntesabet!* karşımda dikilmişdir. Sizin nefsiniz, benim karşımda dikilmişdir.
*Li mu’âdâtî!* bana düşman olarak karşımda dikilmişdir, diyor Allahü teâlâ. Nasıl ki, *Düşman* gelir, elinde *Tabanca* ile insanın karşısına dikilir, onun gibi işte.
Sizin nefsiniz bana düşmandır. Siz de ona düşman olun. Allahü teâlâ böyle buyuruyor. *Siz de benim düşmanımı düşman bilin!* buyuruyor.
Niçin Allahın düşmanını düşman bileceğiz? Çünkü bu, muhabbetin *Alâmeti* dir. Bu varsa, *Sevgi* vardır. Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde meâlen;
*Beni seviyorsanız, nefsinizi düşman bilin. Çünkü o, benim düşmanımdır!* buyuruyor. Beni seven, benim düşmanımı düşman bilir.
Benim düşmanımı *Severse*, o hâlde beni *Sevmiyor* demekdir. Çünkü Allahü teâlâ; *Beni seven, benim düşmanımı sevmez!* diyor.
Bu, muhabbetin alâmetidir. Bir kimse, bir kimseyi *Severse*, onun sevdiklerini de *Sever*. Onun düşmanlarını da *Düşman* bilir.
Bir kimse; *Ben seni seviyorum!* der, ama onun düşmanlarıyla ahbâblık ederse, onu *Sevmiyor* demekdir. Yâni yalan söylüyor demekdir, ona inanılmaz.
Onun; *Ben seni seviyorum!* demesine inanmayız. Çünkü o, bizim düşmanlarımızla ahbâblık yapıyor. Elhamdülillah, ni’metler içindeyiz kardeşim.