UYKU ADABI

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

UYKU : “AZ UYUMANIN YARARI, 

ÇOK UYUMANIN ZARARI” 

Şimdi aziz kardeş: Çok uyumak iyi değildir. Zira, geceleri abdest alarak iki rekât namaz kılmak, dünyadan ve dünyaya malik olmaktan hayırlı ve üstündür. Fahr-i kâinat aleyhi ekmel-üt-tahiyyât efendimiz hazretleri: “Gece yarısında, iki rekât namaz kılmak, dünyadan ve dünya içinde olanlardan hayırlıdır.” buyurmuşlardır.  


O sultan-ı din-i müferynin (uygulayıcısı), geceleri ibadet için ayakta durmaktan, mübarek ayakları şişerdi. Şu hâlde, onun ümmeti olanlara da ona uymak ve onun nurlu ve mübarek yolundan gitmek gerektir. Bizler ise, ümmet olduğumuzu iddia ederiz amma ne halimiz ne kalimiz ona uymaz. 


O iki cihanın fahri, geceleri sabaha kadar ayakta dururdu ve bu yüzden ayakları şişerdi. Bizim ise, çok uyumaktan göz kapaklarımız şişiyor, yanımız üstüne yatmaktan, yanımız ve belimiz ağrıyor. Oysa, altlarımıza döşekler döşenmiş, üstümüze yün veya pamuk yorganlar örtülmüştür. 


Biz, yemek beğenmeyiz, o açlıktan mübarek karnı arkasına yapışırdı ve karnına taş bağlardı. Bizim, çok yemekten öküz gibi karnımız şişer de nefes alıp vermekte güçlük çekeriz. O, fakirliğe müptelâ idi ve çoğu zaman fakirlerle sohbet ederdi. Biz, fakirlerin adlarını anmaktan utanırız. Nerede kaldı ki, yanımıza getirelim veya yanlarına gidelim de onlarla konuşalım.  


Şu halde, bu dertlerimize mutlaka bir çare aramalı ve bulmalıyız. Yoksa, Hakkın huzuruna kara yüzle varmamız muhakkak ve mukadderdir. Kibri bırakıp, meşâyih eşiğine düşmeli ve o fâni kapılardan, fâni umutlardan vaz geçmeliyiz.  


 UYKUNUN ÇEŞİTLERİ 

Şimdi kardeş, uykunun altı çeşidi vardır:

1) Gaflet uykusu  

2) Şekavet uykusu  

3) Ukubet uykusu  

4) Kaylûle uykusu  

5) Ruhsat uykusu  

6) Hasret uykusu  

Fahr-i âlem sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz buyurmuşlardır ki: “Uyku, altı çeşittir: İlim meclislerinde uyuyanlar Gaflet uykusundadırlar. Sabah namazı vaktinde uyuyanlar Şekavet uykusundadırlar. Namaz vakitlerinde uyuyanlar Ukubet, yani Azap ve Eziyet uykusundadırlar. Öğle namazından evvel, kuşluk zamanı uyuyanlar Kaylûle uykusundadırlar. Yatsı namazını kıldıktan sonra uyuyanlar Ruhsat uykusundadırlar. Cuma geceleri uyuyanlar ise, Hasret uykusundadırlar.”  


UYKUNUN ÇEŞİTLERİ 

Ey kardeş: Uyursan, hiç olmazsa RUHSAT UYKUSU veya KAYLÛLE UYKUSU uyu! İbrahim peygamber aleyhisselâma, bir gece uyku bastırdı. Biraz, gözünü dinlendirdi ve içi geçti. Rüyasında, Hak teâlâ hazretlerini gördü. Allahu azim-üş-şân buyurdu: 

— Yâ İbrahim! Oğlunu boğazla.  

İbrahim aleyhisselâm derhal uyandı. Kendisine bir titreme ârız oldu. İnlemeye başladı. Oğlu İsmail aleyhisselâm babasının inlemesini duydu ve sordu:  

— Baba, ne acı inliyorsun. Seni, hiç böyle inlerken görmemiştim. Ne oldu, neyin var?  

— Oğul, bir rüya gördüm.  

— Ne olur babacığım bana gördüğün rüyayı anlatsana.  

— Ey oğul! Bu gece uyku bastırdı, bir lâhza başımı yere koyayım dedim, uyumuşum. Rüyamda, Hak teâlâ hazretlerini gördüm. Bana (İbrahim! oğlunu kurban et.) buyurdu işte, bunun için canıma ateş düştü, titriyorum. Amma, Allâhu teâlânın emrinin yerine gelmesi lâzımdır.  

— Babacığım, bu ceza sana niçin verildi, bilir misin?  

— Nedendir?  

— Çünkü, bu gece uyudun ve dosta münâcatı terk ettin. Bu musibet bunun için sana ceza olarak Duyuruldu. Ey benim babacığım! Hakkı seven kişiler uyurlar mı? Eğer, uyumasaydın böyle rüya görmezdin. Fakat, olan oldu. Şimdi beni kurban et ki, suçun affolunsun, dedi.  

Bu kıssa, Kur'an-ı azimde zikr olunmuştur. Hak teâlâ, haliline buyurur: “Vakta ki, oğlu beraberinde çalışabilecek çağa erdi. İbrahim: Yavrum, dedi Rüyamda seni boğazlıyor gördüm. Bir bak, düşün ne dersin, bu hususta düşüncen nedir? Oğlu: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. Beni inşaallah sabır edicilerden bulacaksın, dedi.” (Sâffât sûresi: 102)


Davud peygamber aleyhisselâma, Hak teâlâ şöyle buyurdu: 

— Yâ Davud! Bir kişi, beni sevdiğini iddia eder ve fakat o kişi geceleri uyursa, muhakkak ki onun bu dâvası yalandır.  

Şeyh Şibli rahmetullahi aleyh buyurur ki:  

— Bir âşıkın bin yıl ömrü olsa, o bin yıl içinde bir gece sabaha kadar uyusa, o talibe Hak teâlâ hazretleri katında bundan büyük rüsvaylık yoktur.  

Yine o aziz buyurmuştur: 

“Bir gece, bana uyku bastırdı ve o gece uyumuş kalmışım. Hak teâlâ buyurdu ki:  

— Yâ Şibli! Gözlerini aç ve uyan! Uyuyan kişiler, benden mahcup olurlar. Bu hitabı işittikten sonra, bütün ömrüm boyunca gece uykusunu terk ettim. Eğer, sen de tâlip isen gece uykusunu terket zira, âşıklara gece uyumak haramdır. Sevenlere, bütün uykular haramdır, buyurulmuştur.  


Velilerden birisi, evlât sahibi olmak niyeti ile bir cariye satın aldı ve kıza:  

— Haydi, beraber yatalım, dedi.  

Cariye şu cevabı verdi:  

— Senin de efendin var mı?  

— Evet, vardır.  

— Senin efendin de uyur mu?  

— Hâşâ ki, benim efendim uykudan ve uyumaktan münezzehtir.  

— Peki, sen efendinden utanmaz mısın ki, o uyanık ve hazır iken sen ona karşı yatıp uyuyacaksın?  

O aziz, cariyenin bu sözünden korktu ve artık ömrünün sonuna kadar hiç gece uykusu uyumadı.  


Ey kardeş: Geceleri uyanamıyorsan, hiç olmazsa seherlerde uyanık ol! Uyanık olanları Allâhu teâlâ sever ve över: “Ve seherlerde namaz kılıcılardır.”  (Ali-İmran Suresi: 17) Hak teâlâ, gece namaz kılanları sevdiğinden ötürü, Hak teâlâ İsrâ sûresi 79. ayette Resulü Ekrem efendimize şöyle buyurarak gece namazını emretti: “Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus bir ibadet olmak üzere teheccüt namazı kıl ki, Rabbin seni Makamı Mahmuda ulaştırsın.” 

Allahu azim-üş-şân buyurur ki: 

— Gerçek kulum, öleceğini unutmayan, geceleri uyumayan, tesbihi ile horozları uyandırandır. Oysa, biz horozların öte öte bizi uyandırmalarını bekleriz.


Bir gece, Yahya peygamber aleyhisselâm, her zamankinden fazlaca yemek yedi. Kendisine bir ağırlık geldi ve yattı uyudu. Hak teâlâ, ona vahyedip şöyle buyurdu: “Yâ Yahya! Neden çok yemek yedin ve yattın uyudun? Yoksa, benden başka sığınacak bir yakınlık mı buldun? Yâ Yahya! İzzetim hakkı için, eğer bir kere cennete baksaydın, şevkinden mahvolur ve gözlerine asla uyku girmezdi. Eğer, cehennemin de hakikatini bilmiş olsaydın, ağlamaktan gözlerinin yaşı tükenir de kan ağlardın. Korkundan, bütün azaların dağılırdı. Elbise yerine eski püskü şeyler giyerdin, ekmek yerine endişe yerdin, geceyi gündüzü yasla geçirirdin.”


Düşün ve insaf et! Yahya aleyhisselâm, bir gece uyuduğundan ötürü böyle azarlandı. Bir kerre, arpa ekmeği ile karnını doyurarak uyuyan peygambere böyle ihtar olursa, Ya, hayvan gibi midesini doyurup ve doldurup, yabana bırakılmış leş gibi uyuyanlara acaba nasıl bir azarlama ve ihtar olacaktır? 


Yazık, yazık bizlere ki, şeytana esir olmuş, nefsimizin isteklerine düşmüş, yalnız dünyamızı imâr ederiz. Haram helâl demeden, karınlarımızı türlü türlü yemeklerle doldurur, hararet basınca üstüne soğuk suları da içeriz. Yediğimiz o yemeklerin buharı dimağımıza ağırlık verir, gözlerimize uyku bastırır, başımızı yastığa koyduk mu, tâ gün doğuncaya kadar horul horul uyuruz.  


İlâhi! Medet senden. 


 MÜHİM BİR İHTAR 

Fahr-i âlem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyururlar ki: “Bir gece, uykumda iki kişi geldiler ve beni alarak bir yere götürdüler. Orası ne yere benziyordu ne göğe! Baktım ki, bir kişi arkası üstü yatmış ve diğer bir kişi de onun üstüne çıkmış, iri bir karpuz büyüklüğündeki taşı, altta yatanın başına vuruyor. Vura vura, o altta yatanın başı parça parça oluyor ve taş yuvarlanıyor. Üstteki, taşı tekrar alıyor ve tekrar vuruyor, vuruyor. Bu defalarca böyle tekrarlandı, durdu. Dayanamadım, yanlarına gittim ve sordum; .... -  

— Bu kişi kimdir? Kendisine neden böyle azap ediyorsunuz?   

— Bu, gece yatıp sabahlara kadar uyuyan bir kişidir. Bir gece olsun kalkıp ne zikrullah etti, ne namaz kıldı, ne Kur'an okudu, ömrü boyunca sabahlara kadar uyudu. İşte, bunun için kendisine azap edilmektedir ve kıyamete kadar da bu azabı devam edecektir. Artık, kıyamette hali nice olur bilmem.”


MÜHİM BİR İHTAR – 2

Aleyhissalâtü vesselam efendimiz buyurmuşlardır ki: “Sabah uykusu şeytanidir. Şeytan, kişinin burnunun deliğinden içeri girer, ona kötü rüyalar gösterir ki, bu rüyayı kimseye söylememelidir. Şeytan, uykuya hazırlanan bir kişinin burnunun deliğinden içeri girer, genzinde yerleşir ve onu öyle uyutur ki, sabaha kadar uyanamaz. Onun için, siz birinize uyku bastırdığı zaman, hemen gidip burnunuza su çekin, oraya yerleşmeye çalışan şeytanı def etsin. En önemli hadis kitaplarından Buhâri ve Müslîm de Ebû-Said-i Hudri radıyallâhu anh, şöyle rivayet eder: “Sizden biriniz esnerken, eliyle ağzını tutsun. Zira, şeytan ağzından girer.” Bir başka Hâdisi Şerif te de şöyle buyurulmaktadır: “Sizden biriniz uykudan uyanınca» burnunun deliklerine tâ genzine kadar su çeksin ve oraya yerleşen şeytanı çıkarsın.”  


Ey aziz: Geceleri uyanık bulunmaya çalış! Geceler, üç büyük taifenin üzerlerinden üç halle geçer. Kâfir veya müslüman, bu üç faalden uzak kalamaz.  


1) Bir taife vardır ki, gece onlar için saadettir. Gecelerden, onlara zerre kadar zarar erişmez. Belki, onlar için bir devlet olur. Şimdi sana onların kimler olduklarını da söyleyeyim ki, geceleri kendilerine devlet ve saadet olanları tanıyabilesin: Bunlar, geceleri hasret kaldığı gurbetteki bir sevdiğini bekler gibi gözler ve gece olunca sevinirler. Zira, gaflet ehli güneş doğuncaya kadar uyurlarken, talipler uyumazlar, bu kavga ve gürültü âleminden el ve ayak çekilince, onlar gider alır ve dost eşiğinde başlarını secdeye koyarlar, Mevlâya münâcatta bulunurlar, bütün hacetlerini o yüce dergâha, arz ederler, namaz kılar, niyaz eder, yalvarır, yakarır, gözyaşı dökerler ve sabah olana kadar Mevlâ ile söyleşirler. Sabah olunca da halkın arasına karışır, kendilerini hiç belli etmezler ve halktan biri gibi görünürler. İşte, geceler bu gibi kişilere devlet ve saadet olur. Onlar, bu yüzden geceleri sever ve isterler, geceleri Mevlâ ile sohbette bulunurlar.  


2) Bir diğer tâife de vardır ki, geceleri onlar için sıkıntı ve zorluk demektir. Gecelerin onlara hiçbir hayrı ve faydası olmaz gece ile azap ve ceza gibi olurlar. Zira, bunların Hak teâlâ hazretlerine karşı yüzleri karadır. Peki, kimlerdir böyle olanlar? O kimselerdir ki, gece olmasını gözetir ve her biri bir köşede hırsızlık eder veya bir eğlence ve sefahat meclisinde sabahlara kadar nefsanî zevklerle meşgul olurlar. Onlar, bu içki ve çengi âlemlerini gerçekten bir zevk sanırlar ve bu âlemlerin canlarına azap, ikap, cefa ve mihnet olduğunu asla düşünemezler.  


3) Bir tâife daha vardır ki, onlara da geceleri ne kâr getirir ne de zarar verir. Bunlar, geceleri uyku ile geçirirler, arada bir uyanır, sağlarına sollarına dönerler, hiç Allah'ı zikretmezler. Sanırsın ki, onlar birer ölüdürler, kabirlerine uzanmış öyle yatarlar. Sabah olup, ezan okununca kalkarlar, yani bir bakıma dirilirler. Gerçi, bunların ikinciler gibi ziyanları da olmaz ise de gecelerini gafletle geçirmeleri ve kıymetini bilmemeleri, elbette büyük bir zarardır.  


Ey halini bilmeyen biçare: Sakın sende, hallerini bilmeyen bu iki tâife gibi olma! Sonra ziyan edenlerden olur, Hak teâlânın hışmına uğrayarak, cehennemde türlü türlü azaba uğrayanlardan olursun.  


Sen de gecelerini zikirle, tesbih ile, namazla, niyazla, yalvarıp yakarma ile geçirenlerden ol ki, doğrudan cennete gidip cennette türlü içecekler ile zevki sefa edersin. 


Gevâşi tefsirinde denilmiştir ki: “Allâhu teâlânın mümin kulları, temiz bir abdest ile uyudukları zaman, onların canları göklere yükselir, secdeye varmaya emr olunur. Fakat, abdestsiz yatarlarsa, yine göklere yükselirler ama secde ile emir olunmazlar.”

  

Kadı Beydâvi tefsirinde de denilmiştir ki: “Nefsin, bedenin zahiri ve batını ile ilişkisi vardır, ölüm halinde, nefsin ikisi ile de irtibatı kesilir. Uyku halinde ise, yalnız bedenle ilişkisi kesilir. Fakat, bir nefs vardır ki hem ölüm hem de uyku halinde de ölmez. Zira ölen sadece bedendir. Yani, bedenin hareketidir, ölüm halinde dahi ölmeyen nefs; Nefsi mutmainne, Nefsi mülhime veya Nefsi levvâme’dir. Eğer, bunlar ölüm halinde ölselerdi, sevaptan lezzet ve azaptan elem duymazlardı. Uyku halinde ölmeyen de hem cisim hem de ruhu hayvanidir.

Zira, bu hayvani ruh gider yani seyreder, ruhu insani ise yerinde durur. Yani, bedenden ayrılmaz. Onun için, beden diri olur. Uyuyunca ruhu hayvani gider, seyran eder, dilediği yerlerde dolaşır. Onun, o seyirden, yemekten, içmekten ve şehvetten hazzı ve sefası vardır. Ruhu hayvani bunlardan hoşlanır. Uyanınca, döner yine bedene girer, hayvani ruh hem uykuda hem de uyanınca haz alır iki halde de hazzı vardır. 

Sual: “Ruh-u hayvani ve ruh-ü insani bir değil midir? Ruhu hayvani başka ve ruhu insani başka mıdır?” 

Cevap: “Ruhu hayvani başka, ruhu insani başkadır. Ruh-u insani, uyku halinde gitmez. Eğer, gitmiş olsa beden ölür. Uyku halinde giden ve uyanınca bedene dönen ruhu hayvanidir.”  

Akla bir soru daha gelebilir: İnsan, ruhu hayvani dönünce mi uyanır, yoksa uyanınca mı ruhu hayvani gelir? Bu konuda söylenecek çok sözler vardır, inşa’allahu teâlâ aşağıda onları da anlatacağız. Şimdi, şu kadarını anlatalım ki; ruhu hayvaninin uyku halinde yemesi, içmesi ve sair mübaşereti olur. Bilmez misin ki, uyku halinde ihtilâm olunca, gusül vaciptir. Zahirde de gusül vacip olur. Zira, nefis, beden ve hayvani ruh, mahlukattan yani “âlemi halktandırlar”. Oysa, ruhu insani “âlem-i emirdendir”. Nitekim, Hak teâlâ İsrâ Sûresi 85. ayetinde şöyle buyurur: “De ki, Ruh Rabbimin emrindendir.” 


İnsani Ruh, akıl âlemimin dışındandır. Zira, ruhu insaniyi akılla yorumlamak mümkün değildir. Eğer, yorumlamak mümkün olsaydı, başka türlü anlatılırdı. Anlatılamadığından ötürüdür ki, Hak teâlâ Habibi edibine: (De ki: Ruh, Rabbim celle şanenin emrindedir) diye cevap vermiştir. Demek ki, insani ruhla aklın ilişkisi yoktur, hayvani ruhun onunla ilişkisi nasıl olabilir ki, ruhu insani lâ-mekândır (mekânsızdır). Bundan dolayı da âlem-i emirdendir. Böyle olduğu için de Hak teâlânın marifetine ve muhabbetine nail olmuştur. Sözü uzattık; maksada gelelim. Evet, sözümüz uykuda idi. Şunu bilmiş ol ki, cemâle istekli ve visale talip olanlar, asla sabahlara kadar uyumazlar.  


YOLUN BAŞINDA OLAN TALİPLERİN UYKUSU


Arifler şöyle buyurmuşlardır: Müptedi (yolun başında olan) talipler, gecenin üç bölüğünde uyumalı ve bedenleri uykusuz kalmamalıdır, ki başları ağrımasın ve ıstırap duymasınlar. Bunu rakamla ifade etmek gerekirse, sadık müritler iki saat gündüz ve altı saat gece olmak üzere, günde toplam sekiz saat uyku uyumalıdırlar. Gündüzleri, şöyle uzanmalı ve bedeni dinlendirmeli, fakat asla müddeti uzatmamalıdırlar. Çünkü, öyle zamanlar olur ki, ruh uykusuz da ağırlığı giderir. Zira, uykunun tabiatı soğuk ve ıslaktır. Bedene faydası vardır, mizaçtan harareti ve kuruluğu giderir. Eğer, gecenin üç bölüğünden az uyunursa, talibin bilincine zarar verir, cismi ıztıraba düşer, halsiz ve mecalsiz kalır, talep yolu bağlanır ve Ne’ûzü billâh onun yerine bir gevşeklik gelir. Fakat, gönüldeki muhabbeti ağır basar bu alışkanlık haline gelip uykunun yerini alırsa, gecenin üç bölüğünden az uyumak zarar vermez. Zira, insani ruhta tabiatı gereği soğuk ve ıslaktır, oda uykunun yerini tutabilir.


Ariflerden birisine sordular:  


— Gece ile aran nasıl?  


Şöyle cevap verdi:  


— Ben geceye hiç riayet etmem. O gelir cemalini gösterir ve gider. Gidince de onu hiç düşünmem. Geceleri ibadet, dosta münâcat etmek ve cemâli müşahede etmek içindir.  


Ebû Süleyman Dârani buyurur ki: Geceleri uyanık olanlar ve ibadet edenler, bu ibadetlerinden öyle şevk, zevk, lezzet ve sefa bulurlar ki; ne yanları üstüne yatarak horul horul uyuyanlar ne de sabahlara kadar eğlence yerlerinde vakit geçirenler aynı zevk ve lezzeti bulamazlar.  


Bundan dolayı arifler: Sevgili ile bir yıl birlikte olunsa, uyku ile uyanıklık arasında geçen zaman gibi kısa olur ama sevgiliden ayrı ve uzak yaşamak, uyku ile uyanıklık arasındaki süre kadar bile olsa insana bir yıl gibi uzun gelir. Onun için, ruh ve üns ehli olanlara, uzun geceler kısa gibi gelir.  


Ali ibn-i Bekâr rahmetullâhi aleyh buyurur ki: “Kırk yıldır beni, gecelerin sonunda güneşin doğması kadar hiçbir şey üzmedi ve usandırmadı.” 


Arifler derler ki: Uyanıklara, Hak teâlâ nazar eder ve onların gönüllerini nur ile doldurur ve gönüllerine türlü türlü bereketler verir. Ondan sonra, onların gönüllerinden, gafillerin gönüllerine âfiyet ulaşır. 


Hak teâlâ, Nebilerden birisine vahiy edip buyurdu:  


— Benim has kullarım onlardır ki, beni severler. Ben de onları severim. Onlar beni isterler, ben de onları isterim. Onlar beni zikrederler, ben de onları zikrederim. Onlar bana nazar ederler, ben de onlara nazar ederim. Eğer, sen de onların yollarında bulunacak olursan, seni de severim. Yollarından ayrılıp sapacak olursan, sana nazar etmem. O peygamber niyazda bulundu: “Yâ Rab! Onların alâmetleri nedir?” 


Hak teâlâ buyurdu:  


- “Onlar, çoban koyun güder gibi, gündüzün gölgeleri güderler. Kuşların yuvalarını istemeleri gibi onlarda güneşin batıp gecenin olmasını isterler. Vakit gelip, gece karanlığı inince her dost dostla halvet olur. Onlar, benim için yüzlerini yere koyarak secde ederler. Benim için ayakları üzerinde durur bana münâcat ederler. 


Bunun için, benim onlara bahşişim şudur:  


Onların gönüllerine nur veririm, onlar da hiç şüphesiz benden haber verirler. İkinci hediyem de şudur: Eğer, yedi kat yer ve yedi kat gök onların terazilerine konulsa, bunu kendilerine az görürüm. Üçüncü bahşişim de şudur: Ben, onlara zatımla ve bütün Esma ve sıfatımla tecelli ederim. Benim zatımla ve bütün esmâ ve sıfatımla tecelli ettiklerime vereceğim kerametleri hiç kimse bilmez.  


Şeyh Şihabüddin Ömer Sühreverdi rahmetullahi aleyh buyurur ki: “Sadık bir mürit, Hak teâlaya münâcatta bulunmak üzere gece kalktığında, onun gecesinin nuru, gündüzüne akseder. böylece onun gündüzü de gecesinin himayesinde bulunur. Zira, onun gönlü Hak teâlânın nurları ile aydınlanmış olur. Bunun için, onların gündüz yapıkları bütün hareketleri ve tasarrufları, o nurların kaynağından hâsıl olur.”  


Bir Hadis-i şerifte: “Geceleri namaz kılanların yüzleri, gündüz güzel olur”, buyurulmuştur. Davud peygamber aleyhisselâm, niyazda bulundu: “Yâ Rabbi Geceleri, sana ibadet etmeyi sever ve isterim. Acaba, ne vakit kalkıp ibadet edeyim?  


Hak teâlâ buyurdu:  


— Yâ Davud! Gecenin başında kalkma! Gecenin sonunda da kalkma! Zira, gecenin evvelinde kalkan kullarım, sonunda da kalkamazlar. Sen, gecenin ortasında kalk, tâ ki o vakitte kalkan kullarım seni rahatsız etmesin. Sen, benimle halvet ol, ben de seninle olayım. O zaman, ihtiyacın ne ise arz et.  


Şu hâlde, gecenin başlangıcında yatsı namazından sonra biraz nafile namaz kılıp, zikrullah ta bulunmalı ve uyku bastırınca uyumalıdır. Uyandığı zaman, on iki rekât namaz kılmalı, ondan sonra vacip olan vitir namazı eda etmeli, bir müddet zikrullahta bulunmalıdır. Fakat, uyku bastırdığı zaman namaz kılıp zikretmekten sakınmalıdır. Zira, bu gafillerin ibadeti ve zikrine benzeyebilir.


Bu kitabın müellifi fakir de derim ki:  


— Şeyhim ki, Şeyh Hüseyin ibn-i Şihabüddin Ahmed, İbn-i Hüsamüddin bin Şeyh Şemsüddin Mehmed bin Şeyh Muhyiddin-i Abdülkadir-i Geylâni kaddesallahu sirrahul-aziz, müritlerine buyururdu:  


— Geceleri bir kere uyuyun ve gündüzleri bir kere yiyin.  


Şimdi, şunu bilmiş ol ki, tâlib-i Hak olan kimseye geceleri kalkıp zikrullah etmek ve namaz kılmak elbette gerektir. Nitekim, haberde vârid olmuştur: Aleyhissalâtü vesselam efendimiz: (Geceleri, bir davar sağacak kadar dahi olsa, kalkıp ibadet ediniz.) buyurmuşlardır. Bu davar sağacak kadar süreyi kimileri iki rekât, kimileri de dört rekât namaz kılacak kadar bir süre olduğunu söyler. 


Bazıları da derler ki, Hak teâlânın: Âli İmran sûresi 26. âyetine işaret ederek: “De ki, mülkün gerçek sahibi olan Allâhım, Mülkü dilediğine verir ve mülkü dilediğinden alırsın.” diye buyurması, Allahu azim-üş-şân dilediğine geceleri kalkıp ibadet etmek kudret ve kuvvetini verir, dilediğine bu kuvvet ve kudreti vermez, yani dilediğini geceleri kalkıp ibadet etmekten mahrum eder demektir. Şu hâlde, bir kişi tembellik ve gevşekliğinden ötürü geceleri kalkmayı terk etse veya kalkmaya üşenerek geceleri ibadetten mahrum kalsa, bu hareketinden dolayı yas tutup ağlasın ki, onun üzerine çok hayırlı kapılar kapanır.  


Şimdi aziz: Şu gerçeği de bilmiş ol ki, Resûl-ü zişânın halinden daha üstün bir hal olması mümkün değildir. Resul aleyhisselâmın ise, geceleri kalkıp namaz kılmaktan mübarek ayakları şişerdi. Bazı, halini ve haddini bilmezler: “Resûlullah, bunu şeriatini bildirmek ve ümmetine talim etmek için yapardı” derler.  


Biz de böyle düşünen ve diyenlere cevap verir ve deriz ki: “Madem ki öyledir, biz kim oluyoruz da onun şeriâtine uymuyoruz? O iki cihan serveri, şeriatini bildirmek ve ümmetine talim etmek için, geceleri tatlı uykularını bırakır kalkardı da biz neden kalkıp ibadet etmeyiz?”

  

Burada ince bir nokta var; geceleri kalkıp ibadet etmeyi terk etmekte fazilet gören ve bu haliyle de Cenab-ı mukaddese yakın olduğunu iddia eden hastadır. Bu halleri kaçınılmaz olup, kendini amellerinde gösterir, hasta oldukları anlaşılmaz. Hastalıkları amellerinde görülür. Yakîn olduğunu düşünüp bunu iddia etmeleri hasta olduğunu gösterir, bu halle bağlanmıştır.


Ömer Sühreverdi buyurur ki:  

— Bu inceliği birçok kimselerde gördük ama bize zahir oldu ki kusurdur.  


Hasan Basri hazretlerine birisi sordu:  

—  Bu ne hikmettir ki, geceleri kalkıp ibadet etmeye niyet ettiğim halde, kalkıp namaz kılamam.  


Hazret, şu cevabı verdi:  

— Senin günahın, seni bırakmaz ki gece kalkıp abdest alasın ve namaz kılasın. 


Şu hâlde, gündüzleri günah işlemekten kaçınmalıdır ki, Hak teâlâ geceleri kalkıp ibadet etmek saadet ve mazhariyetini müyesser eylesin.  


Ululardan birisi der ki:  

— Günah işlediğimden ötürü, yedi ay gece kalkıp namaz kılmaktan mahrum kaldım.  

Kendisine sordular:  

— O günahın, nasıl bir günah idi?  

Şöyle cevap verdi:  

— Bir gün, bir yerde birisinin ağladığını gördüm. “Ehl-i beytinden birisi mi öldü ki, ağlıyorsun?” diye sordum. Bana: “Ondan da beter bir musibete uğradım.” dedi. “Vücudunda bir sıkıntı ve illet mi var?” diye sordum. “Ondan da beter belaya uğradım.” dedi. “O bela nedir?” diye sordum. “Bütün kapılar yüzüme kapandı. Bütün perdeler gönlüme asıldı. Bir gece virdimi okuyup yerine getiremedim, onun için ağlıyorum. Benim bu günahım, öyle bir günahtır ki, ben onu söyleyemem,” cevabını verdi.  


Kimileri adamın uğradığı belanın ihtilam olmak olduğunu söyledi. Zira, ihtilamın sebebi, başı yere koyarak uyumaktır. Kişi, başını yastığa koyarak uyumayı terk etse ve geceleri kalkıp ibadet etmeyi âdet edinse, artık o kimseye başını yastığa koymak günah olur. Eğer, başını yastığa koyarsa, ihtilâm olmağa sebeptir. Fakat, bir kimse geceleri kalkıp ibadet edebilmeye kuvvet ve yardımı olsun diye, başını yastığa koyarsa, günah olmasa da âşıklar için yine günahtır.  


(Eşrefoğlu Abdullah Rumî Hazretleri)

Lokmana dikkat et

 Lokmana dikkat et. Haram geçmesin boğazından.Bir yemek, gafletle pişer, isteksiz hazırlanırsa, onu yiyenin halleri bozulur. Günaha girmesi kolay olur.İstekli pişerse şifa olur. Onu yiyen, zevk alır ibadetinden.

(Behaeddin-i Buhari hazretleri "kuddise sirruh")

KALP GÖZÜ NÜN AÇILMASI İÇİN

*KALP GÖZÜ NÜN AÇILMASI İÇİN, KALBİN TEMİZLENMESİ LÂZIM*

*Sâlihler nerede, sâlihlerin Sohbet ini nasıl bulacağız? Bu, ele geçmez oldu*. O hâlde onların Kitaplarını okuyacağız kardeşim. Kitaplarını okumak da, onların Sohbeti sayılır. 
*Büyükler,hep Mektûbât okumuşlardır*.Mektûbâtı okuyan,İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Sohbet inde bulunmuş demekdir. 

Cenâb-ı Hak,Kur’ân-ı kerîmde ne buyuruyor:* Yâ eyyühellezîne âmenû. Ey îmân eden kullarım! Âminû, îmân ediniz*. Ey îmân eden kullarım, îmân ediniz! Bu ne demek? Yâni, *Ey zâhiren, kısaca Îmân eden kullarım, çok ibâdet yaparak Hakîkî îmân ediniz. Îmân ın hakîkatine kavuşunuz*. Yâni gerçek Îmân edin, sâdece Lâf da kalmasın îmânınız .Demek ki, hakîkî îmâna kavuşmak nasıl olurmuş? İbâdet yaparak. İbâdet yapmanın Sebebi buymuş. 

Allahü teâlâ, niçin bize Sıcak yatakdan kalkıp, Soğuk su ile abdest almayı, uykudan kalkıp Namaz kılmayı, İbâdet yapmayı emrediyor? Gerçek Îmâna kavuşmamız için. 
Yâni Kalp Gözü nün açılması için, kalbin temizlenmesi lâzım. Kalbimizi nasıl temizliyeceğiz? Onu nasıl açacağız? O kalbin Pencere si nasıl açılır? İbâdet yapmakla. 
*Pekii ibâdet nedir? İbâdet, Allahü teâlânın emirlerini Îhlâs ile yapmakdır, ihlâsla. Öyle yatıp kalkmakla Namaz olmaz ki. İhlâs lâzım. İhlâs nedir? Allah emretdiği için yapmakdır*. 

*Allah rızâsı için yapmak lâzım. Namâzın kabûl olması için üç Şart var*. 
*Birincisi, Namaz nasıl kılınır? her şeyden evvel Bunu öğreneceğiz*. Namâzın Farzlarını, Vâciblerini, Sünnetlerini, Şartlarını bilmiyenin namâzı, Namaz olmaz ki. Birinci şart öğrenmekdir, bilmekdir. Yâni, İlim lâzım. 
*İkinci şart nedir? Amel*, yâni bildiğine göre, öğrendiğine göre Yapmak. Bildiğine göre Namaz kılmak, bildiğine göre İbâdet yapmak. Biliyor, ama bildiğine göre yapmıyor. O, kendi havasında. O bilgiler Arka da kalmış. Olmaz öyle. Bildiğine göre yapacak. 

*Üçüncüsü ne? İhlâs. İhlâs nedir? Allah için yapmak*. Ancak Allahü teâlâ için ibâdet yapılır. O emretdiği için Namaz kılınır. O emretdiği için Oruç tutulur.
*Velhâsıl üç Şey çok mühim kardeşim.İlim, Amel ve İhlâs*.

*Hüseyin Hilmi bin Saîd Rahmetullâhi aleyh*

Şimdi acımak zamanı

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allah yolunda atılan adımlardan hiç endîşe duymayın kardeşim. Çünkü bu adımlar, Allah indinde *Makbûl* dür ve *Kıymetli* dir. 


Bu zamanda *Küfr* ve *Bid’at* her tarafı kaplamış, heryer felâket içinde. Küfr, *Sel* gibi akıyor. Her gün yüzlerce acâyip, bozuk, yamuk kitaplar çıkıyor. 


Dîni bozmak için *Yarış* var âdeta. *Televizyon*, hele *İnternet*, gençlerin îmânını çalmak için nice sinsi tuzaklar kuruyorlar. 


Ben, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerine, altıncı cüzü okuyorum. *Sûre-i Mâide* var o cüzde. Efendim, Allahü teâlâ, *Âdem* aleyhisselâma emir verdi; *Hâbil* ve *Kâbil*, birer kurban kessinler! diye. 


*Hâbil*, hayvancılık yapıyordu. Sürüsünün en *İri* ve en *Gösteriş* li koçunu seçip, onu kurban etdi. Allahü teâlâ da, onun kurbânını *Kabûl* etdi. 


*Kâbil* ise, rençberlik yapıyordu. O da, buğdayların içinden, en *Âdi* ve en *Kıymet* siz olanından bir bağ başak getirdi. Allahü teâlâ onunkini *Kabûl* etmedi. 


O zamanki âdete göre, kabûl edilen kurban, gökden gelen bir *Ateş* le yanıyordu. Kabûl edildiği böylece anlaşılıyordu. *Hâbil* in kurbanı yandı. *Kâbil* inki ise yanmadı. 


Öyle olunca, *Kâbil* feryâd etdi; *Neden benim kurbanım kabûl olmadı?* diye. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde bildiriyor efendim. 


Allah celle celâlüh, kendi *Rızâsı* için yapılan hizmetleri ve ibâdetleri kabûl eder. Hâbil, *Allah için* kesti. Kâbilinse, Allah rızâsı *Aklına* bile gelmedi. Cenâb-ı Hak da onun verdiğini kabûl etmedi. 

● ● ● 

Şimdi affetmek zamânı kardeşim. *Güler* yüzlü, *Tatlı* dilli olmak ve *Acımak* zamânı. *Merhamet* zamânı şimdi. 


Çünkü insanlar, *Fevc Fevc* Cehenneme sürükleniyor, felâkete gidiyorlar. *Çok Kötü*, çoook. Enver âbinin çok gidecek yerleri var.


Tevafuk oldu, *İyi* oldu, sizinle görüşdük kardeşim. Bana müsâde, Allahü teâlâ, daha çok bayramlara, *Sıhhat* ve *Âfiyet* le kavuşdursun inşallah.

Son nefesten korkmamak

 Son nefesten korkmamak imansızlık alametidir.

(Hüseyin Hilmi Işık “kuddise sirruh” hazretleri)

Harama güzel demek

 Ebu Nasr-ı Debbusi hazretleri, Kadi Zahireddin-i Harezmi hazretlerinden naklen buyuruyor ki:(Bir şarkıcıyı dinleyen veya herhangi bir haram işi gören kimse, haram olduğuna inanarak veya inanmayarak, buna, ne güzel dese, o anda imanı gider. (Müjdeci Mek. 266)

Ehl-i sünnet gemisi

 Biz,elhamdülillah, ehl-i sünnet gemisini batmaktan kurtardık; Hüseyin Hilmî Efendi de bunu dünyânın her yerinde dolaştıracaktır.

(Seyyid Abdülhakim-i Arvasi "kuddise Sirruh" hazretleri)

Depozit, Kapora ve Komisyon

Sual: Kiracıdan depozit almak ve bu depoziti kullanmak, depoziti Türk lirası olarak verip Türk lirası olarak almak caiz midir?
CEVAP
Kiracıdan depozit almak caizdir. Alınan bu depoziti daha sonra kiracının izni ile kullanmakta mahzur yoktur. İzinsiz kullanılması tahrimen mekruhtur, haramdır. Kiracı razı olursa, Türk parası olarak alıp Türk parası olarak iade etmek caizdir. Fakat birkaç sene sonra Türk lirasının değeri düşer. Değeri düşmüş parayı kiracıya verirken biraz düşünmek gerekir. Bunun için depozitleri altın olarak vermek çok iyi olur. Fazla bir kayıp söz konusu olmaz.

Depozito, emanet demektir. Emaneti de izinsiz kullanmak caiz olmaz. Bunun gibi, filancaya götürmek üzere emanet bir kilo elma alan kimsenin, verenin rızası olmadıkça, onları yiyip de, daha kalitelisinden alarak başka elmaları götürmesi caiz olmaz. Emanete hıyanet etmiş olur.

Sual: Evimi sattım. Satın alan şahıs, kapora da verdi. "Birkaç gün sonra gelir paranın tamamını veririm" dedi. Bir ay geçtiği halde gelmedi. Evi başkasına satmam caiz midir?
CEVAP
Alıcı sözünde durmadığı için evinizi satarsınız. Gelince kaporasını da verirsiniz.

Sual: Bazı simsarlar, alnı terlemeden komisyon alıyor. Sadece aracılık yapıyor. Bunların aldıkları para haram olmuyor mu?
CEVAP
Tellal [Komisyoncu], mal sahibinin izni ile, malı kendi sattığı zaman, komisyon ücretini satıcıdan alır. Müşteriden bir şey istemez. Çünkü hakikatte malı satan kendisidir. Burada tüccarlar arasındaki âdete bakılmaz. Eğer komisyoncu, satıcı ile müşteri arasında aracılık yapıp, malı, satıcı bizzat kendisi satarsa, komisyon ücretini, âdete göre, satıcı veya müşteri veya her ikisi ortaklaşa verir. (Redd-ül Muhtar)

Komisyonculuk kötü bir meslek değildir. Beden işçileri terleyebilir. Fikir işçilerinin alnı terlemiyor diye kazandıkları haram olmaz. Kimi çalışmadan da terler. Ter akıtmak ölçü değildir.

Sual: Emlakçı vasıtası ile gayri menkulü satılığa çıkarıp, alıcı çıkınca, komisyon vermemek için, satıştan vazgeçildiği söylense caiz mi?
CEVAP
Hayır, hak geçer.

Komisyon almak
Sual: Özel ders veren bir arkadaşın, kendisine bulduğumuz her öğrenci için, bize vereceği komisyonu almamız caiz olur mu?
CEVAP
Evet, caizdir.

İşe almak için komisyon
Sual: Özel bir iş yerine girebilmem için, bir tanıdık, (Ben patronu tanıyorum, eğer bana üç aylık maaşını verirsen, seni işe aldırırım) dedi. Bu, caiz olan komisyona girer mi? İşsiz ve zor durumda olduğum için, bu teklifi kabul etmem caiz midir?
CEVAP
Evet, caizdir. Din kitaplarında, (Dinini, malını ve canını korumak ve hakkını kurtarmak için, bir şey vermek caiz olur) deniyor.

Hava parası almak
Sual: Kiralanan dükkân için hava parası istendiği oluyor. Dinimize göre de hava parası vermek caiz olmadığına göre, istenen parayı verip dükkânı tutabilmek için ne yapmak gerekir?
CEVAP
Dükkânı tutmak gerekiyorsa, para vermek zorundaysa, mesela dükkân sahibinin eski bir sandalyesini, vereceği hava parası kadar fiyata satın alabilir. Buna da imkân yoksa, parayı verip dükkanı tutar. Hava parası verene değil, alana günah olur.

Kapora vermek
Sual: Kapora verme işi, daha çok ev veya araba satarken oluyor. Satıcı, (Bize kapora ver ki, evi veya arabayı başkasına satmayalım) diyor. Alıcı daha ucuz ev veya araba bulunca satıştan vazgeçiyor. Aldığı kapora satıcıya helâl olur mu?
CEVAP
Yapılan satış sözleşmesini, tek taraflı olarak alıcı da, satıcı da bozamaz. Bozarsa bozması geçerli olmaz. Tek taraflı bozulmuşsa sözünde durmamış olur. Günaha girer. Kapora geri verilir. Her iki tarafın rızasıyla sözleşme bozulmuşsa, yine kapora iade edilir. Sözleşmeden vazgeçtiği hâlde, kaporayı vermemek haram olur.

Kaynak: Dinimizislam.com

Tecessüs etmek (Araştırmak)

Sual: Bir arkadaş, Avrupa’da bize misafir oldu. Yemek yerken, önce yemeği kokladı. Domuz yağı var mı diye kokladım, yokmuş dedi. Buna çok üzüldüm, kalbim kırıldı. Beraber namaz da kılmıştık, bana hüsnü zan etmesi gerekmez miydi? Yoksa, böyle araştırmak dinin emri midir?

CEVAP

Böyle araştırma yapmak dinin emrine aykırıdır. Güya bunu din gayretiyle yapıyor. Böyle yapmak haramdır. Bunun için her müslüman önce dinini doğru yazılmış ilmihal kitaplarından öğrenmeli, fıkıh ilmini öğrenmeli. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Fıkhı bilmeden ibadet eden, gece karanlıkta bina yapıp, gündüz yıkana benzer.) [Deylemi]


İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:

(Yiyecek ve içeceklerde şüphe edip yememek, takva değil, vesvesedir. Dinimiz, “Haram olduğu bilinmeyen şeyleri yiyin” der. Resulullah efendimiz, müşrikin; Hazret-i Ömer Hristiyanın testisinden abdest almıştır. Eshab-ı kiram, gayrı müslimlerin verdiği suyu içerdi. Halbuki pis, necis olan şeyleri yemek haramdır. Kâfirler ise ekseriya pis olur. Elleri, kapları şaraplı olur. Hayvanı Besmelesiz keserler. Eshab-ı kiram, bunlara rağmen, necis olduğunu kesin bilmedikleri için, vesvese etmeyip; et, peynir gibi gıdaları alıp yerlerdi.) [İhya]


Resulullah efendimiz, bir Yahudinin yağlı yemeğini temiz mi diye sormadan yedi. Bu domuz yağı mı, koyun yağı mı, ekmeğin hamuru su ile mi, yoksa şarap ile mi yoğruldu diye sormadı. Müşrik kadının su kabından abdest aldı. Bunlar, araştırmanın gerekmediğine birer delildir. (Berika)


Tecessüs etmemeli. Suizanda bulunup da ona kötü gözle bakmamalı! Çünkü suizan haramdır. Kusurları da gizlemeli, açığa vurmamalı. Müslümanı incitmemeli. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Hiçbir insanın kalbini incitmemelidir! Kalb kırmaktan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyade inciten, küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. Bir hadis-i şerif meali:

(Bir müslümanı incitmek, Kâbe’yi yetmiş kere yıkmaktan daha günahtır.) [R.Nasıhin]


Şu hususlarda da tecessüs etmemeli yani araştırmamalı:

1- Kaplama veya dolgusu olup olmadığını, varsa, Maliki’yi veya Şafii’yi taklit edip etmediğini sormak caiz değildir.


2- Bu malı nereden aldın demek caiz olursa da, sorunca o kimse incinirse, sormak haram olur. O halde, güzellikle sormalı. İkram ettiği şey şüpheli ise, bir bahane ile yememeli. Çaresiz kalırsa, incitmemek için yemeli, başkasına da sormamalı. Çünkü, kendisi işitirse daha çok üzülür. Tecessüs, gıybet ve suizan olur ki, hepsi haramdır. Resulullah efendimiz misafir olduğu zaman, ne verseler kabul buyururdu. Nerden aldınız diye sormazdı. Hediye de kabul eder, sormazdı.


3- Muhtaç olduğu malı kazandıktan sonra, fazla çalışmayıp, ibadet etmek caizdir. Bunun için, çalışmayıp ibadet edene suizan ve tecessüs etmemelidir. İkisi de haramdır.


4- Söz taşıyanın verdiği haberi tecessüs etmemeli yani araştırmamalı. Çünkü tecessüs haramdır.


İyi niyetle kusur araştırmak

Sual: Bir hadiste, (Başkalarının kusurlarıyla meşgul olanın ibadetleri kabul olmaz) buyuruluyor. İbadetle kusur araştırmanın ilgisini anlayamadım. Ben bazı kimselerin mailine girip, yanlış işler yapıyorsa ikaz etmek için kimlerle mailleşiyor diye araştırıyorum. Emr-i maruf niyetiyle yapılan bu araştırmanın ibadetlere ne etkisi olur?

CEVAP

İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Tecessüs haramdır) buyuruyor. Tecessüs, birinin işlerini araştırmak demektir. Bu durum âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle yasaklanmıştır. Bir hadis-i şerif:

(İnsanların gizli şeylerini araştırmayın, kusurlarını görmeyin!) [Müslim]


O kişinin kusuru olsa da, bakmamak ve görmemek lazımdır. Kur'an-ı kerimde de, (Birbirinizin kusurunu araştırmayın!) buyuruluyor. (Hucurat 12)


Tecessüs eden, yani başkalarının yaptığı işleri öğrenmeye kalkan, onların kusurlarını araştıran, kendi kusurlarını göremez. Kendini onlardan üstün görür. Ucba ve kibre düşer. Hangi haram olursa olsun, haram işleyenlerin ibadetleri sahih olursa da, kabul olmaz, yani o ibadetlerine sevab verilmez. Onun için emr-i maruf niyetiyle de olsa, hiç kimsenin ne yaptığıyla uğraşmamalıdır.

Kaynak: Dinimizislam.com

Seravil, şalvar değildir

Sual: Peygamberimiz, bizim bildiğimiz şalvarı hiç giymiş midir? Giymemişse bazı kimseler giydiğini nasıl iddia edebiliyor?

CEVAP

Araplar şalvar giymediği gibi, Peygamber efendimiz de giymemiştir. Bazı kimselerin iddiası, seravil kelimesini yanlış olarak şalvar diye tercüme etmekten ileri geliyor. Nitekim cilbab kelimesini de çarşaf diye tercüme edenler olmuş, erkeklerin de çarşaf giydiği gibi gülünç iddialarda bulunulmuştur. Seravil, iç donu demektir. Çoğulu seravilat’tır.


Peygamber efendimizin izar giydiği, seravil giymediği muteber eserlerde bildirilmektedir. Baki efendi tarafından tercüme edilen Mevahib-i ledünniyye isimli muteber eserde deniyor ki:

Fahri kâinat efendimizin, seravil denilen iç donu giydiği hususunda ihtilaf edilmiştir. Çünkü o zaman izar giyerlerdi. Seravil Arap kıyafeti değildi. Bazı âlimler, Fahri kâinat efendimizin seravil giymediğine kesin olarak hükmetmişlerdir. İmam-ı Nevevi, Tehzibül esma kitabında, (Hazret-i Osman, asla seravil giymedi, ancak, şehit olduğu gün giymişti) demektedir.


Eshab-ı kiram, Resulullahın sünnetine uymak için can atarlarken, Hazret-i Osman’ın o gün hariç, seravil giymemesi, Fahri kâinat efendimizin giymediğine delalet eder dediler. Hazret-i Osman’ın o gün giyinmesi de kerametine delildir. Olay günü giyinmesi, seravilin izardan daha iyi örtücü olduğu içindir. Bununla beraber, Ebu Ya’la, zayıf bir senetle, Fahri kâinat efendimizin giymek için bir seravil satın aldığını bildirmektedir. Şifa haşiyesinde, (Peygamber efendimizin seravil giymesi ile ilgili ifade, kalem hatasıdır) denmektedir.


Mevahib-i ledünniyye’deki bu ifadeler gösteriyor ki, Peygamber efendimiz seyrek de olsa, seravil giymiştir. Bu seravil, iç donu demektir. Bildiğimiz şalvarlarla bir alakası yoktur. Osmanlı, seravil de, şalvar da giymiştir. Elbise şekli sünnet-i zevaiddir, mubah âdetlere uymakta mahzur olmaz. Osmanlı şalvar giymekle sünnete muhalif iş yapmış değildir. Âdet olan yerlerde şalvar giyinmek iyidir.


Seravil [iç donu] hakkında bildirilen hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:

(Ümmetimden seravil giyen kadınlara, Allah rahmet eyleye. Ey insanlar kendinize seravil edinin. Bu tesettür için çok elverişlidir ve kadınlarınız da dışarı çıkarken bununla korunsun.) [Bezzar, İbni Adiy, Abdürrezzak, İ. Rafii, İ. Asakir]


(Arz [yer yüzü], seravil ile namaz kılanlara istigfar eder.) [Deylemi]


(Ehl-i kitaba muhalefet edin, seravil ve izar giyinin.) [İ. Ahmed, Taberani]


(İhramlı kimse izar bulamazsa seravil giyer. Nalın bulamazsa topuksuz mest giyer.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, İbni Mace, Ebu Davud, İ. Ahmed, Taberani]


(İhramlı; kamis, imame, seravil, bornoz ve mest giymesin, nalını olmayan, topukları kesik mest giyebilir.) [Buhari, Müslim, İbni Mace, Nesai, Tirmizi, İ. Malik]


Kamis = gömlek,

imame = sarık,

nalın = pabuç demektir.

İzar, belden altını örten;

rida ise, belden yukarısını örten giysidir.

İhramın da alt kısmına izar, üst kısmına rida denir. İzar, bir cins peştamal, rida ise bir cins gömlektir.

Kaynak: Dinimizislam.com

Çarşaf, sarık giymek, sakal bırakmak

Sual: Âdetle ilgili sünnetleri yapmamak günah mı?

CEVAP

Sünnetler, âdetlerle ilgili olup olmama bakımından ikiye ayrılır:

Sünnet-i hüdâ, ezan ve ikamet okumak gibi, İslam dininin şiarıdır. Başka dinlerde yoktur.


Sünnet-i zaide, çoğul olarak sünnet-i zevaid denir. Resulullahın kılık kıyafeti, elbise giyiş şekli, yemek yiyiş tarzı, yürüyüşü, yatışı, vasıtaya binişi, bir işe sağdan veya soldan başlaması, saç şekli, sarık sarma şekli gibi âdetleridir. (Hadika)


Resulullahın âdetlerle ilgili sünnetlerine uymak da büyük şeref ve çok sevaptır. Ama yapmamak günah hatta mekruh değildir. Mesela Peygamber efendimiz deveye binerdi. Deveye binmemek günah veya mekruh bile değildir. Arapların âdeti olarak mübarek topuklarına kadar uzun gömlek [entari] giyerdi. (İbni Asakir)


Bugün Arap denilen insanların çoğu entari giymektedir. Türkiye’de ise âdet olmadığı için erkekler entari giymemektedir. Sünnet-i zaide olduğu için entari giymemek günah ve mekruh değildir. Sarıkla gezmek de âdeti idi. Kâfirleri de sarıklı idi. Hadis-i şerifte, (Sarık Arapların tacıdır) buyuruldu. (Beyheki)


Sakal da âdete ait sünnetlerdendir. Kâfirlerden de sakallı olanlar var idi. Buhari, Müslim, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi’nin rivayet ettiği (Sünnet olan on şeyden biri sakal bırakmaktır) hadis-i şerifi sakalın sünnet olduğunu açıkça bildirmektedir. Sakalın bir tutamdan fazlasını kesmek sünnettir. Bir tutamdan kısa bırakmak, sünnete aykırıdır. Sünnet diye bir tutamdan kısa sakal bırakmak bid’attir. Böyle bid’at sakalı, haram işlemekten kurtarmak için, bir tutam uzatmak vaciptir [yani farzdır.] (Redd-ül Muhtar)


Bahr-ür-raık’da, (Erkeklerin sarkan saçlarını büküp fitil yapmaları mekruh olur. Çünkü, fitil yapmak, bazı kâfirlere benzemek olur) buyuruldu. Demek ki kâfirlerin âdetlerine benzediği için yasaklanan şeyi yapmak bile haram değil, mekruh oluyor. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Müşriklere benzemeyin, bıyığınızı kısaltın, sakalınızı bırakın.) [Nesai]


(Mecusiler bıyıklarını uzatır, sakallarını kısaltır. Onlara muhalefet edin, bıyıklarınızı kısaltın, sakalınızı uzatın!) [İ. Hibban]


(Namazı nalın ile kılın ki Yahudilere benzemeyin!) [Hakim]


(Nalını olmayan, mest giysin!), [Müslim] [Nalın, terliğe benzer ayakkabı]


Bahr-ür-raık’ın ifadesine göre, bu hadis-i şerifler, sakal kazımanın ve çıplak ayakla namaz kılmanın mekruh olduğunu bildiriyor. Yine hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Yahudi ve Hristiyanlar sakal boyamaz. Onlara benzemeyin, boyayın!) [Müslim]


(Saçlarınızı kırmızı veya sarıya boyayın, ehl-i kitaba muhalefet edin!) [İ.Ahmed]


Eshab-ı kiramın kimi boyadı, kimi boyamadı. Çünkü, bu âdetteki emre ve yasağa uymak vacip değildir. Burada, o şehrin âdetine uyulur. (Hadika)


Eshab-ı kiram sakal kazımazdı. Çünkü, o zaman, sakal uzatmak Arapların âdeti idi. Ebu Cehil gibi birçok kâfir sakallı idi. [Eğer sakal ve sarık, âdete ait sünnet olmayıp, sünnet-i hüdâ, yani İslamın şiarı olsaydı, müşrikler müslümanlara benzememek için, hemen sarıklarını çıkarır ve sakallarını keserlerdi.]

Sünnet olan sakala kıymet vermeyen kâfir olur. Yüzünü, kadın gibi parlak yapmak, kadınlara benzemek için sakal kazıtmak haramdır. Kadınlara benzemeyi düşünmeyip, genç ve güzel görünmek için sakal kazımak mekruhtur. (K. Saadet)


Zevaid sünnetlerin açıklanması

Yukarıdaki yazımızda sakal bırakmanın zevaid sünnet olduğunu bildirmiştik. Hadis-i şerif ve fıkıh kitapları sakal bırakmanın sünnet olduğunu bildirirken, vacip veya İbni Teymiye gibi farz diyen, sünnete ve cumhuru ulemaya karşı gelmiş olur. Kâfirlere veya kadınlara benzemek için sakalı bir tutamdan kısa yapmak veya kazımak haramdır. Benzemek niyeti olmayıp, memleketin âdetine uymak için olursa, mekruh olur. Kısa sakala sünnet demek bid’at olur. Sünnete önem vermezse, kâfir olur. Sünneti bir özür ile terk etmek caizdir. Peygamber efendimiz papaz ayakkabısı giymiştir. (Redd-ül Muhtar, Mevâhib)


Peygamber efendimiz, uzun entari giymiş, şalvar ve pantolon giymemiştir. Şalvar giymek âdette bid’attir. Âdette bid’at olan şeyi yapmak günah değildir. Uçağa binmek de âdette bid’attir, günah değildir. Bunun için âdet olan yerlerde, kâfirlerden gelmiş olsa bile, kadınların çarşaf ve erkeklerin pantolon ve şalvar giymeleri günah olmaz. Peygamber efendimiz, bazen Rum, bazen Arap elbisesi giyerdi. Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte, kolları dar, Rum cübbesi giyerdi. (Mevâhib-i ledünniyye)


Bazı kimseler, nakli esas almadan, sakal kazımak kâfirlere benzeyeceği için haramdır diyorlar. Bu yanlıştır. Çünkü (Bir kavme benzeyen onlardandır) hadis-i şerifindeki benzemek, ibadetlerde benzemektir. Kılık kıyafetle ilgili şeyler âdettir. Çirkin olmayan âdetlerde kâfirlere benzemek günah olmaz. İbadette kâfirlere benzemek bazı yerlerde mekruh, bazı yerlerde haram, bazı yerlerde küfür olur. Mesela haç takan kâfir olur. Fakat kâfir gömleği giymek, saç uzatmak, uçağa binmek, masada yemek yemek, çatal kaşık kullanmak günah olmaz. Çünkü burada âdetteki sünnetlere uyulmamış olur.


Zevaid sünnetleri yapmamak günah olmaz ise de, bunu değiştirip, adına sünnet demek bid’at olur. Mesela hiç sarık sarmayan, sarıkla gezmeyen kimse günah işlemiş olmaz. Fakat sünnet diye, sarığın iki ucundan birini sağ omuza, diğer ucunu da sol omuza veya öne sarkıtmak veya Sünnet diye çenede sakal bırakmak yahut kısa sakal bırakmak da bid’at olur.


(Müşriklere benzememek için sakalınızı uzatın) hadis-i şerifi var diye, sakal bırakmayana, müşrik denmez. Mubah olan âdetlerde kâfirlere benzemekte mahzur yoktur. (Hadika)


Sünneti zevaidi de beğenmeyen ve alay eden kâfir olur. Mesela bir kimse, (Peygamberimiz, kadınlar gibi entari giyermiş) diyerek alay etse, imanı gider. Yahut sakalı beğenmeyen veya sünnete uygun sakalı olana çember sakallı diyen kâfir olur. Çünkü Peygamber efendimizin yaptığı işleri yani sünnetini, beğenmemiş olur. Halbuki Allahü teâlânın bütün insanların en üstünü olarak yarattığı ve âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamberini beğenmemek, Allah’ı beğenmemek olur. (Niye böyle Peygamber gönderdin) demek olur. Allah’ı da, Resulünü de beğenmeyenin kâfir olacağı pek açıktır.


Ahir zamanda müslümanların fitneye sebep olmamak için dinlerinin gereklerini gizli olarak yapmaları emredilmiştir. Bunun için dar-ül-harbde veya zulüm görmemek, nafakadan olmamak, emr-i maruf yapabilmek, müslümanlara ve İslamiyet’e hizmet edebilmek, dinini, namusunu koruyabilmek için sakalını kazımak caiz, hatta lazımdır.


İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

(Peygamber efendimizin böyle âdet olarak yaptığı şeyleri yapmamak bid'at değildir. Bunları yapıp yapmamak, ülkelerin ve insanların âdetlerine bağlı olup, dini hükümler değildir. Her ülkenin âdeti başka başkadır. Hatta bir ülkenin âdeti zamanla değişir. Bununla beraber, âdete bağlı şeylerde de, Resulullaha uymak, dünya ve ahirette insana çok şey kazandırır ve çeşitli saadetlere yol açar.)


Sakal kazımak ve fitne

Sual: Dine hizmet için, fitneyi önlemek sakalı kazımak caiz deniyor. Bazıları da lazım diyor. Caiz dense bile, lazım demek, nasıl caiz olur?

CEVAP

Fitne nedir? İmam-ı Birgivi, Muhammed Hadimi ve Abdulgani Nablüsi hazretleri, fitneyi, (Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmaktır) diye tarif ediyorlar. Fitneye sebep olmak haramdır. Sakal bırakmak sünnettir. Harama sebep olmak haramdır. Haram işlememek için sünnet elbette terk edilir. Çünkü dinimizin emri böyledir. Vatani vazife için askere giderken bir çok sebep yüzünden saç ve sakal kesme zorunluluğu vardır. Kesmeyen ne olur? Ceza görür, bir zarara uğrar. Askerde, er, subay veya memur olarak görev yapsa oranın tüzüğüne uymadığı için elbette cezalandırılır. En az işinden ayrılır ki bu da bir zarardır. Yukarıdaki tarifte, zarara uğramanın da fitne olduğu bildiriliyor. Fitneye sebep olmamak için sünneti terk etmek sadece caiz olmakla kalmaz. Vacib, hatta farz olur.


Yaşanmış bir olay:

Sakallı cahil bir hoca, namaz kılan bir subaya, alaylı bir eda ile, (Niçin sakal bırakmıyorsun? Yoksa rızkından mı korkuyorsun? Allah başka yerden de sana rızk verir) diyor. Subay, (Rızkımdan korkmuyorum. Vatan, namus, din müdafaası için farz olan ilimlere çalışıyor, kâfirlerden, din ve vatan düşmanlarından üstün olma sebeplerini araştırıyorum. Din ve vatan düşmanlarının gelip, senin sakallarını yolmaması için sakal bırakmıyorum) diyor.


Evlenmek de sünnettir. Bu sünneti de terk eden günah işlemiş olmaz. (Evlenmeyen bizden değildir) hadis-i şerifi, evlenmeyenin kâfir olacağını göstermez. Evlenmeyen sünnete uymamış olur. Evlenmek sünnetine veya sakal sünnetine uymayan günah işlemiş olmaz. Mezhepsiz Yusuf Kardavi bile sakal konusunda Ehl-i sünnete uygun yazarak diyor ki: İbni Teymiye, (Müşriklere muhalefet edin, sakalınızı uzatın) hadisi sakal kazımanın haram olduğunu gösteriyor, dedi. Feth’de, Iyâddan alarak, mekruhtur, denildi. Mubah diyenler de oldu. Doğrusu, hadis, sakal uzatmanın vacib olduğunu göstermiyor. (Yahudi ve Nasara, sakal boyamaz. Siz onlara muhalefet edip boyayınız) hadisine bakarak, sakal boyamanın vacib olduğunu söyleyen âlim olmadı. Bu hadis, müstehab olduğunu göstermektedir. Selef-i salihin zamanında sakal uzatmak âdet idi. (El-halal vel-haram)


Sakala kıymet vermeyen kâfir olur. Yüzünü, kadın gibi parlak yapmak, kadınlara benzemek için sakal kazıtmak, çeneyi kazıyıp, yanaklar üzerinde uzatmak haramdır. Çünkü, erkeklerin kadınlara ve kadınların erkeklere benzemeleri haramdır. Kadınlara benzemeyi düşünmeyip, genç ve güzel görünmek için sakal kazımanın mekruh olduğu, Kimyâ-i saadet’te yazılıdır. Tekrar ediyoruz: Sünnet ile haram veya mekruh bir araya gelince haram veya mekruh işlememek için sünnet terk edilir.


Sual: Tercüme bir kitapta, sarığın ucunu sarkıtmanın Yahudi âdeti olduğu bildirilmektedir. Sarığın ucunu sarkıtmak, sünnet değil midir?

CEVAP

Kitabı tercüme eden bu kişi, dört mezhepte de haram olan bir hususa helal diyen, İbni Teymiyeci bir bid’at ehlidir. Kendi sözü muteber olmadığı gibi, tercümelerine de itimat edilmez. Resulullah efendimizin, sarık sardığı zaman ucunu iki küreği arasına uzattığı Sahih-i Müslimde bildirilmektedir. Sarığın ucunu, arkaya değil de, sağa, sola veya öne uzatmak sünneti değiştirmek olacağından bid’attir.


İslam âlimlerinin en büyüklerinden imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

(Bazı âlimler, sarığın ucunu sol omuz üzerine sarkıtmanın güzel olacağını söylüyor. Halbuki iki kürek arasına sarkıtmak sünnettir. Sol omuz üzerine sarkıtmak bid’at olur. Bu bid’atin de sünneti açıkça yok ettiği meydandadır.) [c.1, m.186]


Peygamber efendimiz, peygamberliği bildirilmeden önce de, diğer Arablar gibi sarık sarardı. Yani sarık, kıyafet şeklidir. Buna (Sünnet-i zevaid) denir. Sünnet-i zevaidi hiç yapmamak günah olmaz. Fakat bunu değiştirip adına sünnet demek bid’at olur. Mesela hiç sarık sarmayan kimse günah işlemiş olmaz. Fakat sünnet diye, sarığın iki ucundan birini sağ omuza, diğerini de sol omuza sarkıtmak bid’at olur. Hadis-i şerifte ise, (Her bid’at sapıklıktır) buyurulmuştur. (M. Ledünniyye)


Sakal bırakmak da sarık sarmak gibi sünnet-i zevaiddir. Sünnet diye yalnız çenede sakal bırakmak sünneti değiştirmek olur, bid’at ve haram olur. Halbuki herhangi bir özürle sakal bırakmamak günah olmaz. Fakat sünnet diye, sünneti değiştirmek günah olur. Dinimizin her emrini değiştirmek böyle bid’at olur. Emri değiştirip yanlış yapmak, hiç yapmamaktan daha kötüdür. Bir kimse, namaz böyle kılınır diyerek çeşitli jimnastik hareketlerinde bulunsa, namaz kılmamaktan daha büyük günâh işlemiş olur. Dinin her emrini değiştirmek, yapmamaktan daha büyük felaket olur. (Hadika, Berika, Hâşiye-i Tebyin)


Şimdiki sarıklar

Sual: Din kitaplarında, (Resulullah, beyaz, bazen siyah tülbendi başına sarık olarak sarıp, ucunu bir iki karış kadar iki omuzu arasına sarkıtırdı. Sarığı 3,5 metre kadar uzundu. Sarığını takkesiz sarar, bazen sarıksız takke giyerdi) deniyor. Cüppesinin de önü kapalı olduğu bildiriliyor. Fakat bugünkü camilerde sarıkların ucu yok. Cüppeler de düğmesiz. Bunlar bid’at olmuyor mu?

CEVAP

Sarığın ucunu iki kürek arasına sarkıtmak sünnettir. Ama Resulullah efendimizin ucu olmayan sarık kullandığı rivayeti de olduğu için, şimdiki sarıklara bid’at denmez. Evla olanı iki omuz arasına 1 - 2 karış uzatmaktır. Cüppenin, ceketin önünü iliklemek daha uygun olur. Düğmesiz olana bid’at denmez.


Taylasansız sarıklar

Sual: Sarığın arkaya sarkıtılan ucuna taylasan deniyor. Türkiye’de imamların sarıkları taylasansızdır. Bunlar bid’at mi oluyor?

CEVAP

Resulullah efendimiz, taylasanı olmayan kalensüve [başlık, takke] de giydiği gibi, sarığının altına da kalensüve giyerdi. Yemen malı takke de giyerdi. (İbni Asâkir)


Bunun için bugünkü imamların sarıklarına bid’at dememeli. Evla olanı ise, sarığın ucunu iki karış kadar iki küreğin arasına sarkıtmaktır. Birkaç hadis-i şerif:

(Sarığın ucunu sırtınıza doğru sarkıtın!) [Taberânî]


(Sarığınızın ucunu sarkıtın, çünkü şeytan sarkıtmaz. Böyle sarıkla kılınan iki rekât namaz, sarıksız kılınan yetmiş rekâttan efdaldir.) [Berika]


Resulullah, sarığının ucunu iki küreği arasına sarkıtırdı. (Tirmizî, Taberânî)


Resulullah'ın, siyah sarık giydiği ve ucunu iki omuzları arasına sarkıttığı da olmuştur. (Müslim)


Nâfi, Abdullah ibni Ömer hazretlerinin sarığını kürek kemikleri arasına sarkıttığını söylerdi. (Tirmizî)


Hazret-i Hüseyin’in torunu Muhammed bin Ali bildiriyor ki: Cabir bin Abdullah sarığının ucunu arkaya uzatmıştı. Bize imam olup, namaz kıldırdı. (Müslim, Ebu Davud)


Resulullah efendimiz, ekseriya beyaz, bazen siyah tülbendi sarık olarak sarıp, ucunu iki omuzu arasına sarkıtırdı. Sarığını takkesiz sarar, bazen sarıksız fitilli takke giyerdi. (Herkese Lazım Olan İman)


İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Sarığın ucunu sol omuz üzerine sarkıtmak bid’at, iki kürek arasına sarkıtmak sünnettir. (1/186)


Sarıkta, bu sünnete dikkat etmelidir.


Takke ve sarık

Sual: (Başı açık namaz kılmak, takkeyle kılmaktan daha iyidir, çünkü takke Yahudi âdeti) deniyor. Takkeyle namaz kılmak sünnet değil midir?

CEVAP

Takke, Yahudi âdeti değildir. Namazda başı örtmek sünnettir. Takkeyle, bu sünnet yerine gelir. Sarık sarılırsa, ayrıca müstehab sevabı da kazanılmış olur. Takkeyle namaz kılmak, sarıkla kılınan kadar sevab olmaz. Bunun için evde, takkeye bir tülbent sararak, yani sarık haline getirerek namaz kılmak daha çok sevab olur.


Eshab-ı kiram, (Resulullah sarıksız takke de giyerdi) buyuruyor. (İbni Asakir)


Resulullah ekseriya beyaz, bazen siyah tülbendi başına sarık olarak sarıp, ucunu bir karış kadar iki omuzu arasına sarkıtırdı. Sarığını takkesiz sarar, bazen sarıksız fitilli takke giyerdi. (Herkese Lazım Olan İman)


Her cilbab çarşaf değildir

Sual: Bazıları Kur’anda geçen cilbab kelimesine çarşaf diyorlar ve çarşaftan başka örtünün caiz olmadığını, çarşafla örtünmenin farz olduğunu söylüyorlar. Çarşaf Hristiyan rahibe kıyafeti değil midir? Çarşaf giyen onlara benzemiş olmaz mı? Çarşaf giymek bid’at değil midir?

CEVAP

Onların bilmediği önemli bir incelik var. O da şudur:

Çarşaf bir cilbabdır, ama her cilbab çarşaf değildir.

Her cilbabın çarşaf olduğunu bildiren hiçbir İslam âlimi yoktur.


Çarşaf giymeye farz diyenlerin görüşleri indidir, asla ilmi değildir. Hiç bir muteber fıkıh ve tefsir kitaplarından delilleri yoktur. Kıymetli din kitaplarında buyuruluyor ki:


Kadınların vücut hatlarının belli olmayacak herhangi bir elbise ile örtünmesi farzdır. Dinimiz kapanmayı emretti, ama belli bir örtü şekli bildirmedi. (Dürer-ül-mültekıte)


Ahzab suresinde bildirilen cilbab, erkeğin de, kadının da giydiği bir elbise, bir gömlektir.


Zevacir ve Berika’daki iki hadis-i şerifin meali şöyledir:

(Haya cilbabını [örtüsünü] çıkaranın [aleyhinde] söz etmek gıybet olmaz.) [Beyheki]


(Cilbabı [gömleği] haram olan erkeğin namazı kabul olmaz.) [Bezzar]


Bu hadis-i şeriflerde de, cilbabın bir örtü olduğu açıkça görülmektedir.


Cilbabın dış örtü, dış kıyafet olduğu tefsirlerde de yazılıdır:

Cilbab, hımarın [tülbendin] üstüne örtülen ve göğse kadar inerek gömleğin ceybini [yakasını] boynu örten baş örtüsüdür. [Buna atkı da denir.] (Ebussüud tefsiri)


Cilbab, tek parça örtüdür. (Celaleyn)


Cilbab, göğse kadar inen baş örtüsüdür. (Ruh-ul-beyan)


Cilbab, milhafedir. (Beydavi)


Cilbab, hımardan büyük örtü veya vücudunu örten dış elbise. (Kurtubi)


Cilbab, bedeni baştan aşağı örten çarşaf, ferace, çar gibi dış giysi. (Elmalılı)


Cilbab, dışa giyilen örtü. (Tibyan, A. Fikri Yavuz ve Hasan Basri Çantay’ın meali)


Cilbab, milhafe, entari veya hımar. (El-Envar)

[Milhafe; dış örtü ki buna ferace de denir.]


Cilbab, feracedir. (Ö. Nasuhi Bilmen tefsiri)


Nur suresinde, (Kadınlar, hımarlarını [başörtülerini] yakalarına örtsünler) buyuruluyor. Eğer cilbab çarşaf demek olsaydı, hımar denmezdi. Fıkıh kitaplarında cilbab dış örtü diyor. Bir örnek:

Hanıma verilmesi vacip olan nafaka, yemek, kisve [elbise] ve meskendir. Kisve [elbise] ise, hımar ve milhafedir. (Bahr) [Milhafe; dış örtüdür, hımar ise başörtüsüdür.]


Tefsir, hadis ve fıkıhta cilbab dış örtüdür.


Çarşafa bid’at denmez, çünkü âdetteki değişiklik bid’at olmaz. Şalvar ve pantolon da böyledir. Otomobil uçak da böyledir. Bunlara itiraz etmeyip de, cilbaba çarşaf diye takılmak normal değildir.


Bıyık kazımak

Sual: Sünnete uygun olan bıyığı mazeretsiz kazımanın hükmü nedir?

CEVAP

Bid’attir. (Seadet-i Ebediyye)


Kirli sakal

Sual: Sünnete uygun sakal bıraksam, fitneye sebep olur. Kirli sakal bıraksam o da bid’at oluyor. Ama ben kirli sakalı çok seviyorum, bana da yakışıyor. Sünnet niyeti ile değil de âdet olduğu için kirli sakal bırakmamın sakıncası olur mu?

CEVAP

Âdet olduğu için de olsa, top sakal, keçi sakalı ve kirli sakal tabir edilen sakal biçimleri mekruh olur. Hele sünnet diye bırakılırsa bid’at ve haram olur.

Kirli sakal tabiri hoş. En azından sünnet olmadığı, temiz olmadığı anlaşılıyor.


Kirli sakal

Sual: Sünnete uygun olmadığı için, Vehhabiler gibi çenede sakal bırakana, keçi sakallı demek, mezhepsizler gibi bid’at sakal bırakana, kirli sakallı demek günah mıdır?

CEVAP

Hayır, günah olmaz. Asıl sünnete uygun olmayan sakala, sakal diye iltifat etmek günah olur. Bid’at sakallı, kirli sakallı demek caizdir. Sünnet olan sakalı hafife almak, mesela çember sakallı diye alay etmek haramdır, hatta küfür olur.


“Hiç yoktan iyi” demek

Sual: Bir iş tam yapılamasa da, bir kısmı yapılsa daha iyi olmaz mı? Mesela sünnet üzere sakal bırakmayan, az da olsa kirli sakal bıraksa daha iyi olmaz mı?

CEVAP

Birinci soru, günahlar için, kötü huylar için doğrudur. Günahın ne kadarı terk edilirse o kadar iyidir. Ama verilen örnek yanlıştır. Bir başkası da, (Abdestsiz namaz kılmak hiç kılmamaktan iyi değil mi?) diye sormuştu. Namaz kılmamak günahtır, abdestsiz kılmak ise daha büyük günahtır. Hattâ namazla alay olacağı için küfürdür.


Bu da ona benziyor. Sakal bırakmayan sünnet sevabından mahrum kalır. Sünnete uymak için kirli sakal bırakınca, bid’at işlenmiş olur, yani haram olur. Haram için (Daha iyidir) denmez.


Kirli sakal bırakmak

Sual: Bildiğiniz gibi, Ahmet Mekki efendi hazretlerinin sakalı sünnete uygunken, sakalıyla alay edenler olduğu için sakalını kısaltmıştı. Benim de sünnete uygun sakalım vardı. Benim sakalımla da alay edenler oldu. Temelli kessem sakalını kazıttı diye söyleyenler çıkacağı için, mecburen kısalttım. Bu sefer de, (Böyle sakal bid’attır, haram işliyorsun) diyorlar. Acaba kısa sakalı sünnet niyetiyle değil de, bir özürden dolayı bıraktığım için bid’at işlemekten kurtuluyor muyum?

CEVAP

Evet, sünnet niyetiyle bırakılmazsa bid’at olmaz. Ahmet Mekki Efendi hazretleri, tanınmış müftü idi. Sakalını kesmesi elbette uygun görülmezdi. Alay edilmemesi için de, kısaltmak zorunda kalmıştı. Bunu sünnet diye bırakmıyordu. Siz de sünnet diye bırakmazsanız bid’at ve haram olmaz. Seadet-i Ebediyye’de, (Kâfirlere veya kadınlara benzemek için sakalı bir tutamdan kısa yapmak veya tamamen kazımak haramdır. Benzemek niyeti olmayıp, memleketin âdetine uymak için olursa, mekruh olur) deniyor. Demek ki, sünnet denmezse haram olmuyor, mekruh oluyor. Bid’at sakal için, sünneti ifa ediyorum denmezse, haram olmadığı açıkça bildiriliyor.


İslam Ahlakı kitabında da, (Dar-ül-harbde bulunan veya zulüm görmemek, nafakadan olmamak yahut emr-i maruf yapabilmek, müslümanlara ve İslamiyet’e hizmet edebilmek, dinini, namusunu koruyabilmek için sakalını kazımak caiz hatta lazım olur. Özürsüz olarak kısaltmak ve kazımak mekruh olur) deniyor. Buradan da bir özürle kısaltmanın veya kazımanın caiz olduğu anlaşılıyor.


Sünnet olmayan bir şeyi sünnet diye işlemek bid’attir. Mesela Aşûre günü, sünnet sanarak aşûre pişirmek bid’attir. Sünnet olmadığını bilerek, o gün bir tatlı yapmak niyetiyle aşûre pişirmek bid’at olmaz. Bu inceliği iyi anlamak lazımdır.


Sakalın ölçüsü

Sual: Sakalın uzunluğunun ölçüsü nedir? Dudaktan itibaren mi, yoksa çeneden itibaren mi bir tutamdır? Seadet-i Ebediyye’de iki kavil olduğu söyleniyor. Böyle bir şey var mı?

CEVAP

Sakalın uzunluğunun ölçüsü, alt dudaktan itibaren bir tutamdır. İki ayrı kavil yoktur. S. Ebediyye’de deniyor ki:


Sakalı sünnete uygun olmayan [yani çenedeki ile birlikte bir tutam uzun olmayan] kimse, bidat sahibi olur. (Cemaatle namaz bahsi)


Sakalın [çenedeki ile birlikte] bir tutamdan kısa olmasına hiçbir âlim mubah dememiştir. Bir tutam, dört parmak genişliğidir. Çeneyi alt dudak kenarından avuçlayarak ölçülür. (Cuma namazı bahsi)


Sakalın, çenedeki ile birlikte bir tutamdan fazlasını kesmek vacibdir. (Kaza namazı bahsi)


İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: (Sakalı uzatın!) hadis-i şerifi, sakalı bir tutamdan kısa yapmayın ve kazımayın demektir. Sakalı bir tutam, yani 4 parmak eninde uzatmak sünnettir. Fazlasını kesmek de sünnettir. Bir tutamdan kısa olmasına hiçbir âlim izin vermemiştir. Bir tutam, çeneyi alt dudak kenarından avuçlayarak ölçülür. (Ey Oğul İlmihali)


Sakalı bir kabza, bir tutam uzatmak sünnettir. Sakalı bir kabzadan kısa yapmak caiz değildir. Bir kabzadan fazlasını kesmek de sünnettir. Bir kabza, dudak kenarından, dört parmak eni kadar uzun olmak demektir. (Cennet yolu ilmihali)


Sakalı bir tutamdan kısa yapanın, sünneti yerine getirdiğini söylemesi bidattir. Bir tutam demek, sakalı alt dudak kenarından avuçlayıp, avuçtan taşan fazlasını kesmektir. (Kıyamet ve Âhiret)


Sakal kazımanın hükmü

Sual: (Tam İlmihal’de, sebepsiz, özürsüz sakal kazımanın haram olduğu yazılıdır) deniyor. Böyle bir şey var mıdır?

CEVAP

Hayır, ne Tam İlmihal’de ne de başka muteber kitaplarda öyle bir şey yok. Sakal bırakmak, sünnet-i zevaiddir. Sünnet-i zevaidi terk etmek haram değildir. Bazı âlimlere göre tenzihen mekruhtur. Sakal zevaid sünnet değil, müekked sünnet bile olsa, sakalı kesmeye haram denmez. Hiçbir âlim, müekked sünneti bile, terk etmeye haram dememiştir. Sakal kazımaya haram demek, bütün kitaplara yapılan bir iftiradır.


Seadet-i Ebediyye kitabında deniyor ki:

Ayakkabı, çorap, elbise çıkarırken, camiden ve Müslümanın evinden çıkarken, helaya girerken, sümkürürken, taharetlenirken soldan başlamak müstehabdır. Bunları tersine yapmak, tenzihi mekruh olur. Çünkü şekilde olan sünneti terk etmek olur. Bulunduğu yerin âdetine uymak için sakalı kazımak da, böyle tenzihen mekruhtur. (Cemaatle namaz bahsi)


Sakal bırakmak sünnet-i zevaiddir. (Sakalı uzatın, müşriklere benzemeyin!) ve (Yahudilere benzemeyin, namazınızı nalınla [çorapla, mestle] kılın!) hadis-i şerifleri, sakal kazımanın ve çıplak ayakla namaz kılmanın, mekruh olduğunu göstermektedir. (Cuma namazı bahsi)


Buhari’de yazılı hadis-i şerifte, (Yahudiler ve Hristiyanlar saçlarını, sakallarını boyamazlar. Siz onlara muhalefet edin, yani boyayın!) buyuruldu. Bu hadis-i şerif, saç sakal boyamanın müstehab olduğunu gösteriyor. Sakal uzatmayı emreden hadis-i şerif de böyle olup, sakal uzatmanın vacib olduğunu değil, müstehab olduğunu bildirmektedir. Özürsüz sakal kazımak mekruhtur. (İslam Ahlakı)


Genç ve güzel görünmek için sakal kazımak mekruhtur. (Kimya-i saadet)


Şimdiki sarıklar

Sual: (Şimdiki imamların başlarına giydiği sarıklar, taylasansız olduğu için bid’attır. Sünnet olan, sarığın ucunu iki omuz arasına sarkıtmaktır) deniyor. Taylasansız olan yani ucu omuzlara sarkmayan sarıklar bid’at midir?

CEVAP

Hayır, bid’at değildir. Peygamber efendimiz sarıksız, sadece takke de kullanmıştır, sarığın ucunu sarkıtmadan da kullandığı olmuştur. Bu yüzden şimdiki sarıklara bid’at dememeli. İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi Silsile-i aliyye büyükleri, ucu sarkan sarıklar kullandığı için, taylasanlı sarık tercih ediliyor. Bu tip sarıkları kullanmak, ötekilerin bid’at olduğunu göstermez.


Dualı sakal

Sual: (Dua okunarak bırakılan sakalı kesmek haramdır) deniyor. Ben sakal bırakırken dua edildi. Şimdi askere gideceğim. Sakalımı kestirmem haram olur mu?

CEVAP

Haram olmaz. Sakal bırakırken dua okutmak diye bir şey yoktur; bu, sonradan çıkarıldı.


Sual: Dinimizin menetmediği âdetlerde, orada yaşayan insanlardan ayrı olarak farklı bir yol izlemek uygun olur mu?

Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîka'da diyor ki:

“Mubahlarda, şehrin âdetine uymamak şöhret olur. Bu ise, tahrimen mekruhtur.”


Sual: Namaz kılarken, erkeklerin sarık sararak namazı öyle kılması şartı var mıdır?

Cevap: Başına beyaz sarık sarmak müstehabtır. Resûlullah efendimizin siyah sarık da sardığı "Ma'rifetnâme"de yazılıdır. Sarığının ucunu iki küreği arasına, iki karış uzatırdı.

Kaynak: Dinimizislam.com