Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Büyükler buyurmuş ki: *Kün fiddünyâ ke enneke garîbün*. Ne demek bu? Yâni, bu dünyâda, garip gibi yaşa. 


*Ev âbirü sebîl*. Yâhut da durakda bekliyen bir yolcu gibi düşün kendini. 


*Ve udde nefseke min ashâbil kubûr*. Ve kendini ölmüşlerden say. Bir gün, mutlaka gireceğin kabri unutma. 


Bir gün mutlaka gireceğin yere saygılı ol, hürmet et. Çünkü orası senin mekânın, aslî mekânın, oraya hazırlık yap. 


*Tasavvuf*, helâl lokma’dır kardeşim. Eğer lokma helâl değilse, hiçbir yapdığının faydasını göremez. İbâdetler on kısımdır, dokuzu helâl *lokma* dır. Büyükler öyle buyuruyor. 


Seksen yaşına gelmiş bir ihtiyar, *İmâm-ı âzam* hazretlerine geliyor. Efendim çok yaşlandım, âhir ömrümü yaşıyorum, bana bir duâ öğretir misiniz, diyor. 


Mübârek, ona *Bey ve şirâ* risâlesini verip; *Burada yazılan alış veriş bilgilerini öğren*, diyor. Adamcağız; Efendim, ben bu yaşdan sonra tüccar mı olacağım? deyince de;


*Boğazından bir lokma haram geçerse, hiçbir ibâdetin kabûl olmaz*, buyuruyor. 


Efendim bir insanı hocası çağırsa, nasıl acele gider, hiç gecikdirmeden. Hele Peygamberimiz çağırsa, koşarak gider, değil mi? Hâlbuki *Allah* çağırıyor namaza, şaka değil. 


*Hayyâlassalâh!* yâni *Namaza gelin!* buyuruyor Allahü teâlâ. Onun için, ezânı işitince namâza koşan kimse, Allahü teâlânın bu dâvetine cevâben; 


*Başüstüne yâ Rabbî, geliyorum*, demiş ve bu dâvete icâbet etmişdir. Ve herkes misâfirini, kendi iktidârına göre ağırlar. Köylü, köylüce ağırlar. Şehirli, şehirli olarak. 


*Zengin*, zenginliğine göre, *Fakîr* de fakîr olarak. Herkes, misâfirine, imkânı nisbetinde bir ikrâm’da bulunur, ihsânda bulunur. 


*Allahü teâlâ* da kendi evine, yâni camiye gelenlere, kendine göre ikrâm’da bulunur. Ahmedin Mehmedin verdiği gibi değil.

Bir müslimânın mukîm iken, nemazlarını cem’ etmesi

Mübarek Hocamız,[Hüseyn Hilmi Işık Efendi] kitâblarını yazmaya başladıkları senelerde, Tam İlmihal Se’âdet-i Ebediyye kitâbımız, küçük bir kitâbcık idi. Hocamız, müslimânların sorularına, İslâm âlimlerinin kitâblarından verdikleri cevablarını, Tam İlmihal kitâblarına da yazdılar. Hocamız ömürlerini vererek hazırladıkları, 1248 sayfa, büyük boy ciltli, muazzam bir eser meydana getirerek, cümle müslimânlara ve müslimân olmayanlara da müslimân olmaları için hediye etdiler. Son olarak 147 ci baskısı yapılan böyle bir dîni ve ilmî eserin, belki bir daha benzeri yazılamayacak. Rabbimiz hepimizi Hocamızın şefâatlerine kavuştursun inşâallah.

Bir müslimânın mukîm iken, nemazlarını cem’ etmesini, yâni iki nemazı birleştirmesini; 1965 senesinde, üniversitede iken Hocamıza sormuştuk. Sorumuz şöyle idi “Hafta da iki gün akşamları, resmî lisân kurslarımız oluyor. Akşam nemazımızdan evvel başlıyor, yatsı nemazımızdan sonra bitiyor. Yoklamada bulunmayanı, o sömestreyi tekrarlatıyorlar. Nasıl hareket edelim Efendim” diye yazmıştık. Hocamız evlerine davet etdiler. Bize, "siz niçin okuyorsunuz” diye sordular. Biz sustuk. Onlar cevab verdiler; “Bir meslek sahibi olmak için değil mi? Evet efendim dedim. Sonra ne olacak buyurdular? Hocamız devam ederek; Evleneceksiniz, çocuklarınız olacak, işte onların rızkını kazanmak için çalışacaksınız. Biz mûteber kitâblardan araştırdık. Yalnız Hanbelî mezhebinde, “mukîm iken, çoluk çocuğun rızkını kazanmak için veya herhangi bir sebebden, meselâ doktorun ameliyatının geç bitmesi gibi” nemaz kılınamayacak olursa; Ahmed Bin Hanbel “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretlerinin ictihâdına göre, nemazlar cem edilir. Yâni Hanbelî mezhebi taklid edilir kardeşim” buyurmuşlardı. 

Tam İlmihal kitabımızın 203 cü sahifesinde; “Nemâzı kılmak için işlerinden ayrılmaları mümkin olmıyanların, bu nemâzlarını kazâya bırakmaları, Hanefî mezhebinde câiz değildir. Bunların, yalnız böyle günlerde, (Hanbelî mezhebi) ni taklîd ederek, kılmaları câiz olur. Cem’ ederken, öğleyi ikindiden ve akşamı yatsıdan önce kılmak, birinci nemâza dururken, cem’ etmeği niyyet etmek, ikisini ard arda kılmak ve abdestin, guslün ve nemâzın hanbelî mezhebindeki farzlarına ve müfsidlerine uymak lâzımdır” yazılıdır.

Osmân Nûrî Osmânağaoğlu

Dinde zorluk yoktur

 - Bina yapan veyâ ekin biçen kimsenin, bu çalışmalarına Ramazan ayının orucu zarar verirse, ya'nî oruçtan dolayı ekinini biçemeyip ekin telef olursa, bina yapılamayıp kışın yıkılmak tehlikesi olursa, oruc tutmayıp bu işlerini yapar. Ramazan ayı orucunu da sonra kaza eder; hiç günâhı yoktur. Hiçbir kesbe [işe] zararı olmaksızın, sadece çok susadığı için tehlike şübhesi olursa, yine oruc bozulup kazâ olunur. Dinde harac ve usr [zorluk] yoktur.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

[Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyâtı,2.cild, sf: 224-225] 

Şerîat Allahın emridir

 Şerîat Allahın emridir. Hâkim Allah celle şânühüdür. Hükmü de Kur'ândır. Şerîat dünyâdan kalktı; hiçbir yerde kalmadı. Cenâb-ı Hak Kur'ânı yalnız okumak için değil, amel için gönderdi. Ameli de pâdişah yapacaktır. Çünkü vekildir, halîfedir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

[Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyâtı,2.cild,sf: 224] 

İslâm ilimle paydârdır

 - İslâm ilimle paydârdır. İlim olmayınca, âlim bulunmayınca, islâmiyyet de olmaz. Bulut olmayınca yağmur beklemek, mucize istemek demektir. Allah celle şânühü bunu yapabilir. Fakat âdetullah câri olmamıştır. İslâm ilimleri yayılıp yüz sene paydâr olmalı [devam etmeli] ki, âlim meydana gelebilsin. 

- İslâmiyyet ufül etti [battı]. Mehdî zamanında yeniden doğacak.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

[Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyâtı, 2.cild, sf: 224] 

Râbıta zikirdir

 - Zikr, hatırlamak demektir ki, kalbe âid işlerdendir. Râbıta zikirdir. "Onlar görüldükleri vakit Allah hâtıra gelir"  hadîs-i şerîfdir. İzâ, vakta ki, ne zaman ki. Rüû, görüldüler. Zükirallahü, Allahu teâlâ yâd olunur [hâtıra gelir]. İsmini söylerken ve işidince gafil olmak da mümkündür. Fakat Allah ehlinin görülmesiyle Allahu teâlâ hâtırlanır. Yanlışlık hiç olmaz. Pâdişahın yâverlerini görünce, kalb derhal pâdişahı hatırlar, işte öyle. İsminden nasıl intikal ederse, onları görmekle de husûle gelir. Ehlüllahın alnında nûr vardır. Onu görünce, zihn Allaha intikal eder. Binâen aleyh Râbıta enfa'dır; efdal değil, enfa'dır [en fâidelidir]. Bismillah, ya'nî insan-ı kâmil demektir.

Râbıtaya ehil olan bir zâta, tam itikad ile inanıp râbıta edince, zikr husûlü muhakkaktır. Böyle bir zâtın kendisine râbıtaya rızası şart değildir. Herkes şeyhine râbıta eder. Bu pek doğrudur. Lâkin şeyhin zât-ı ilâhînin dâimî tecellisine mazhar olması, ya'nî vilâyet-i Muhammediyyeye (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) vâsıl olması şarttır. Bu şart da müridde zevk yoluyla hâsıl olur. Böyle bir zâtın râbıta ettirmeğe râzı olması [olursa], mecburdur. Zirâ bununla memurdur. Fakat bizzât söylemez. Yakınları söyler.

Cehrî [sesli] zikir, zaman-ı seâdette yok idi. Belki bid'attir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

[Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyâtı, 2.cild, sf: 227-228] 

Kur'ân-ı Kerîm şifadır

 - Kur'ânın bir kelimesi, bir harfi yüzbin derde şifâdır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Hicrî dörtyüz tarihinden sonra müctehidlik kesilmiştir

 Hicrî dörtyüz tarihinden sonra müctehidlik kesilmiştir. O zamandan sonra müctehid yoktur. O kadar ilme sâhib kimse yoktur. Müctehid, ictihâd edilecek mesâil hakkında olan bütün âyetleri, hadisleri, râvileri ile birlikte bir anda zihninde toplayıp, o anda ictihâd edecektir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

[Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyâtı, 2.cild, sf: 227]

İslâm harfleri

 - İslâm harfleri, ilâhî harflerdir. Geçmiş suhuf ve kitablar hep İslâm harfleri ile idi.  Diğer harfler sonradan insanlar tarafından ihdâs edildi. İlk ihdâs edilen harfler, Mısır yazısı olan Hiyeroglif idi. İlâhî harfler, Arab harfleri değildir. Vaz'-ı ilâhîdir. Kelime-i tevhîd, Arab yazısı değildir. İslâm yazısıdır. Dünya yokken Cennetin her yerinde bu kelime yazılı idi. 124 bin Peygamber bu yazı ile yazdılar, okudular.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

[Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyâtı, 2.cild, sf: 226]

Mürted

 - Allahın şeraîtinin bir hükmünü ibtâl edenler mürteddir. Bunların hiçbir ibâdeti makbûl olmaz.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Yâdigâr mektûblar 65.mektûb

 Bu iki mektûb Kuleli'den Ali İhsan Göksaltık'a Arabî harflerle yazılmıştır.

Ve aleyküm selâm kıymetli Ali İhsân

Güzel yazılarınız ile süslenmiş olan kıymetli mektûbunuzu seve seve ve tekrar tekrar okudum. Saf kalbinizden, temiz rûhunuzdan çıkan cümlelerinizi okurken hem sevindim, hem de Cenâb-ı Hakka şükrler eyledim ve selâmetinize duâ eyledim. Cenâb-ı Hakkın hıfz ve himâyesinde olmanıza yine duâ etmekdeyim. Siz de her an Cenâb-ı Hakka şükr ediniz. Ne büyük ni'metdir ki Cenâb-ı Hak bu zulmet-i küfr ve tûfan-ı gaflet içinde sizleri nûr-ı îmân ile tenvîr eyledi [iman nuru ile aydınlattı]. Kendi muhabbeti ve sevdiklerinin muhabbeti ile kalbinizi nurlandırdı. Hele müsâid zemân ve fırsat ihsân eylemesi herkese nasîb olmayan ayrıca bir ni'metdir. Siz de bu ni'meti biliyor ve şükrüne gayret ediyorsunuz. Bu da diğer bir devletdir.

Melekleri, cins-i lâtîf-i nûrânî diye ta'rîf buyurmuşlardır. Nûr,cism değildir. Cismin sıfatı ve hâssasıdır. Meleklerin varlığını inkâr eden kâfir olur. Cism olduklarına inanmayan kâfir olmaz ise de ehl-i sünnetden ayrılmış olur. Lâtîf, görünmez demekdir. O halde cin ve melek lâtifdirler; fakat cin, zulmânîdir, melek nûrânîdir. Bu fark insan ile hayvan arasındaki fark gibidir. Melekler yemez, içmez; cinler yer içer ve çoğalır, melekler çoğalmaz.

Yemîn, Cenâb-ı Hakkın ismi ile ve sıfatlarının ismi ile olur. Bunlara delâlet etmek üzere şerî'atde kullanılan muayyen kelimeler ile olur. Sualinizdeki yemin olmaz.

Yensuru'dan unsur olur. Yadribü'den ıdrib olur. Eliflerin hareketi ikinci hece'nin harekesine tâbi' olmuşdur. Fesâhat böyle îcâb eder.

Hepinize selâm ve duâ eder duâlarınızı beklerim kardeşim.