- Zikr, hatırlamak demektir ki, kalbe âid işlerdendir. Râbıta zikirdir. "Onlar görüldükleri vakit Allah hâtıra gelir" hadîs-i şerîfdir. İzâ, vakta ki, ne zaman ki. Rüû, görüldüler. Zükirallahü, Allahu teâlâ yâd olunur [hâtıra gelir]. İsmini söylerken ve işidince gafil olmak da mümkündür. Fakat Allah ehlinin görülmesiyle Allahu teâlâ hâtırlanır. Yanlışlık hiç olmaz. Pâdişahın yâverlerini görünce, kalb derhal pâdişahı hatırlar, işte öyle. İsminden nasıl intikal ederse, onları görmekle de husûle gelir. Ehlüllahın alnında nûr vardır. Onu görünce, zihn Allaha intikal eder. Binâen aleyh Râbıta enfa'dır; efdal değil, enfa'dır [en fâidelidir]. Bismillah, ya'nî insan-ı kâmil demektir.
Râbıtaya ehil olan bir zâta, tam itikad ile inanıp râbıta edince, zikr husûlü muhakkaktır. Böyle bir zâtın kendisine râbıtaya rızası şart değildir. Herkes şeyhine râbıta eder. Bu pek doğrudur. Lâkin şeyhin zât-ı ilâhînin dâimî tecellisine mazhar olması, ya'nî vilâyet-i Muhammediyyeye (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) vâsıl olması şarttır. Bu şart da müridde zevk yoluyla hâsıl olur. Böyle bir zâtın râbıta ettirmeğe râzı olması [olursa], mecburdur. Zirâ bununla memurdur. Fakat bizzât söylemez. Yakınları söyler.
Cehrî [sesli] zikir, zaman-ı seâdette yok idi. Belki bid'attir.
(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)
[Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyâtı, 2.cild, sf: 227-228]