Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu *Büyük*’lerin arzûsunu, isteğini, Allahü teâlâ *Geri* çevirmez efendim. Meselâ Efendi hazretleri buyurdular ki: *Yabancı dil bilseydim, çok faydalı olurdum*. 


İşte efendim, kaç tâne *Yabancı Dil*’de kitaplarımız basıldı. *Otuz*’dan fazla lisânda kitaplarımız, Efendi hazretlerinin bu *Arzû*’su ile teşekkül etdi. 


Onun bu *İsteği* ile tecellî etdi ve dünyânın her tarafına *Yayılıyor*. Her yerde, Efendi hazretlerinin *Rûhâniyeti* ile birlikde okunuyor, seviliyor, elhamdülillah. 


*Yabancı dil bilseydim, çok faydalı olurdum*. Kim buyuruyor bunu? Efendi hazretleri gibi bir *Allah dostu*. Cenâb-ı Hak, onun bu arzûsunu *Geri* çevirir mi efendim? 


*Eshâb-ı kirâm* efendilerimiz, Peygamber aleyhisselâma en çok *Tâbi* olan kimselerdir. Bizim inandıklarımıza, onlar bizzât *Şâhit* oldular, *Gördü*’ler çünkü. 


*Cebrâil* aleyhisselâmı gördüler, *Melek*’leri gördüler, hazret-i *Peygamber*’i gördüler. 

● ● ● 

Size iki emânet bırakıyorum. Bu emânetlerin bir tânesi *Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye*’dir. Çünkü onda, *İlim*, *Amel* ve *İhlâs* çok güzel anlatılıyor. 


İlim, amel ve ihlâs elde etmek istiyen, *İlmihâl*’i elinden düşürmesin. Her vesîleyle bir *Satır*, bir *Sayfa* okursa, hem *İlm*’i artar, hem *Amel*’i artar, hem de *İhlâs*’ı artar. 


İkinci emânet, *Enver âbi*’dir. Enver'in neden muvaffak olduğunun sebeplerini size anlatayım. *Enver*'de üç *Haslet* var, bu üç haslet onu *Muvaffak* ediyor. 


Birincisi, bugüne kadar *Berâber* olduk, yakînen tanıyorum, hiçbir zaman, hiçbir arkadaşı bana *Kötülemedi*. Hiçbir zaman kalbine, bir arkadaşa karşı *Kötülük* duygusu gelmedi. 


Onun *Hücre*’lerinde kötülük duygusu *Yok*. Zâten kötülük yapamaz, hattâ onda kötülük *Düşünce*’si bile yok. Onca *İftirâ*’ya uğramasına rağmen, kimseyi bana kötülemedi. 


İkincisi, onda anlatılamaz bir *Sabır* var. Hattâ bizden daha sabırlıdır. *Kızmak* yok, *Telâş* yok. Hadîs-i şerîfde buyruluyor ki; *Sabretmek, ferahlamanın anahtarıdır!* 


*Enver*'in muvaffakiyetinin üçüncü sebebi de şudur: Bir zamanlar savaş âleti *Ok* idi. Ondan sonra *Kılınç*’lar çıkdı. Daha sonra *Tüfek*’ler, *Tabanca*’lar ve *Top*’lar çıkdı. *Atom bombası* yapıldı. 


Ama şimdi atom bombasının yerini alan yeni bir silâh var. O da, *Tatlı dil* ve *Güler yüz*. Buna diplomasi derler. İşte *Enver*, tatlı dili ve güler yüzüyle, hizmetlerimizi bu *Nokta*’ya getirdi. 


Enver âbi, *Kuleli*'den benim *Talebem*’dir. Talebelerimin içinde en çok *Onu* beğenirdim. Onun için, onu kendime *Dâmâd* seçdim. Bütün bu müesseseleri *Ben* kurdum kardeşim.

ŞEYHÜLİSLÂM EBÜSSÜ’ÛD EFENDİ

On altıncı asrın meşhur Osmanlı âlimlerinden. On üçüncü Osmanlı şeyhülislâmıdır. Tefsir, fıkıh ve diğer ilimlerde büyük âlimdi. İsmi, Ahmed bin Muhammed’dir. Ebüssü’ûd el-İmâdî ismiyle meşhur olup, Hoca Çelebi adıyla da tanınmıştır. 1490 (H.896) senesinde İskilip’te doğdu. 1574 (H.982)te İstanbul’da vefât etti. Bazı kaynaklarda İstanbul yakınlarındaki Müderris köyünde doğduğu da bildirilmektedir. Âlimler yetiştiren bir âileye mensuptur. Dedesi, Ali Kuşçu’nun kardeşi Mustafa İmâdî’dir. Semerkand’dan Anadolu’ya gelip yerleşmiştir. Babası âlim ve kâmil bir zât olup, Hünkâr şeyhi olarak bilinirdi.

Ebüssü’ûd Efendi, önce babasından ilim öğrendi. Gençlik çağında da babasının derslerine devam ile icâzet (diploma) aldı. Babasından sonra Müeyyedzâde Abdurrahmân Efendi, Mevlânâ Seyyid-i Karamânî ve İbn-i Kemâl Paşadan ilim öğrendi. Tahsilini tamamladıktan sonra, yirmi altı yaşında müderris oldu. Çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. 1532’de Bursa kadılığına bir sene sonra da İstanbul kadılığına tayin edildi.Üç sene İstanbul kadılığı yaptı. 1537’de Rumeli kazaskerliğine tayin edildi. Sekiz sene bu vazifede bulundu.

Ebüssü’ûd Efendi, Kânûnî Sultan Süleymân Hanın sevip değer verdiği, pek kıymetli bir âlimdi. Kânûnî, onu bütün seferlerinde yanında bulundurdu. 1541’de Pâdişâh’ın emri üzerine, Budin’in ve Orta Macaristan’ın tapu ve tahrir işlerini yaptı. 1545 senesinde elli beş yaşındayken, Fenârîzâde Muhyiddîn Efendiden sonra şeyhülislâm oldu.

Kânûnî Sultan Süleymân ile İkinci Sultan Selim Hanın saltanatları zamanında 30 sene şeyhülislâmlık yaparak din ve devlete üstün hizmetlerde bulundu. Osmanlı şeyhülislâmları arasında en çok bu makamda kalıp hizmeti geçen Ebüssü’ûd Efendidir.

Süleymâniye Câmiinin temel atma merâsiminde, mihrâbın temel taşını Ebüssü’ûd Efendiye koydurtan Kânûnî Sultan Süleymân Hân, onu çok sever ve her önemli işinde onun fetvâsına mürâcaat ederdi. Devrinde âlimler arasında bir mesele hakkında farklı hüküm ortaya çıksa, Ebüssü’ûd Efendinin tarafını tercih ederdi. Ebüssü’ûd Efendi, o devirde, devlet kânunlarını dînin hükümlerine uygun şekilde telif etmiştir. Tımar ve zeâmetlere dâir mevzûlarda verilen kararlar, genellikle Ebüssü’ûd Efendinin fetvâlarına dayanmıştır. Mülâzemet usûlü de onun zamanında tesis edilmişti. Kânûnî, Arâzî Kânunnâmesi’ni de Ebüssü’ûd Efendiye hazırlatmıştır.

Kânûnî Sultan Süleymân Hanın cenâze namazını Ebüssü’ûd Efendi kıldırdı. Pâdişâh’ın vefâtı üzerine bir mersiye yazdı. Bu mersiyesi de, edebiyattaki yüksek derecesini göstermiştir.

Ebüssü’ûd Efendi, sekiz sene de İkinci Selim Han zamanında şeyhülislâmlık yaptı.

Ebüssü’ûd Efendi, 25 Ağustos 1574 tarihinde 84 yaşında vefât etti. İslâm âleminde çok tanınmış olduğundan vefâtı büyük bir üzüntüyle karşılandı. Cenâze namazını Kazasker Muhşi Sinân Efendi, Fâtih Câmiinde kıldırdı. Cenâze namazı için o devrin âlimleri, vezirler, dîvân erkânı ve halk, büyük bir kalabalık hâlinde toplandı. İkinci Selim Han, Ebüssü’ûd Efendinin vefatından dolayı pek ziyâde üzülmüştür. Kabri Eyüpsultan'dadır.

Ebüssü’ûd Efendi dînî hükümleri çok iyi bilen, sağlam karakterli, kimseye haksızlık etmeyen, hatır için aslâ söz söylemeyen, gâyet tedbirli bir âlimdi. Devrin durumunu, şartlarını, halkın örf ve âdetlerini dikkate alır, işlerinde dînin emirlerinden aslâ dışarı çıkmazdı.

İstanbul ve İskilip’te hayrât yaptırdı. İskilip’te, babası Muhyiddîn Mehmed İskilibî’nin ve annesinin medfûn bulunduğu türbenin yanında bir câmi ve bir medrese, o civarda bir de köprü yaptırmıştır. İstanbul’da, Eyyûb’de bir medrese yaptırdı. Kabri, bu medresenin yanındadır. Yine İstanbul’da Şehremini ve Mâcuncu semtlerinde birer çeşme ve hamam yaptırmıştır. Mâcuncu’da bir konağı ve Sütlüce’de bahçeli bir yalısı vardı. Tefsirini bu yalıda yazmıştır.

Osmanlı sultanlarından İkinci Selim, Üçüncü Murad ve Üçüncü Mehmed’in zamanlarında hizmet veren; Ma’lûlzâde Seyyid Mehmed, Abdülkâdir Şeyhî, Hoca Sa’deddîn, Bostanzâde Mehmed Sun’ullahEfendi, Bostanzâde Mustafa, meşhur şâir Bâki Efendi, Hâce-i Sultanî Atâullah Efendi, Kınalızâde Hasan ve Ali Cemâlî Efendinin oğlu Fudayl Efendi gibi pek çok âlimin hocasıdır.

Eserleri: Ebüssü’ûd Efendi, tefsir, fıkıh ve diğer ilimlerde pek çok eser yazmıştır. Bâzıları şunlardır: İrşâdü’l-Aklisselîm: Meşhûr tefsiridir. Ma’ruzât, Hasm-ül-Hilâf, Gamzetü’l-Melîh, Kevâkib-ül-Enzâr, Fetvâlar, Kânûnnâmeler, Münşeât, mektupları, şiirleri ve diğer eserler.

Yâdigâr mektûblar 42.mektûb

 Kuleli'den talebeleri Elazizli Âkif Güler'e Arabî harflerle yazılmıştır.

27 Şa'bânü'l-Muazzam 1377 [18.3.1958]

Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Âkif [Güler] Bey 

9 Şa'bân tarihli mektûbunuzu okudum. Sıhhat ve selâmetinize memnûn olup hepinizin din ve dünyânıza âcizâne duâlar eyledim. Ben sizi hiç unutur muyum? Harbiye'den bizlere mektûb yazan Âkif imzasını görünce sizin nurlu yüzünüz hiç hatırımıza gelmez mi? Her şeyin yenisi makbuldür; fakat muhabbetin eskisi.

[İslâm harfleriyle] Yazınız çok hoşuma gitti. Mübârek olsun. Büyük bir hazineye mâlik olmuşsunuz. Siz ve biz ne kadar bahtiyârız. Cenâb-ı Hak en sevdiği şeyleri bizlere tanıtdı. Ne kadar şükr etsek azdır.

Fahri [Tacar] Efendi kardeşimizin mektûbuna acele cevâb yazmışdık ve oldukça meşgûl olup uzun mektûb yazıp Harbiye'ye göndermişdim. Almadığına çok üzüldüm. Demek ki sualler ve cevâblar hep zâyi'oldu. Fahri Efendi bize mektûb yazmak isteyince ne mâni' vardır? Hepinizin yazıları, kalbime ferâhlık veriyor. Rûhuma zevk bahş ediyor. Fakat cevâb yazmakda kusûr ediyorum, afv ediniz.

Kardeşim, evliyâların [bazı] sözleri akla da ve ekseriya şerî'ate de uymuyor [gözüküyor]. Fakat hepsi doğru söylüyor. Herkes kendi makâmında gördüğünü söylüyor. Bunları yazmakla uzun sürer, görüşünce anlatırım.

İmâdü'l-islâm'ı almayınız. Tercüme edilirken ilâve edilen şeyler, bizlere lüzûmsuzdur. Halebî-i Sagîr'in [Türkçe tercümesinin] bir ismi de Babadâğî'dir. İkisi aynı bir kitâbdır ve çok iyidir ve istediğiniz gibi yalnız nemâzdan bahs etmekdedir. [Ahmed Zühdü Paşa'nın Türkçe] Mecmua-i Zühdiyye kitâbı da nemâz, zekât, oruç ve nikâhdan bahs ediyor, hoşdur.

Birçok kitâblarımızda anâsır-ı erbaadan maksad toprak (sulb cisimler), su (mâyi cisimler), heba (gaz cisimler), ateş (harâret, enerji) ma'nâsınadır. Meselâ suyun toprağa dönmesi, mâyi'in katı şekle (donarak veya hulûl ederek) tahavvül etmesidir [dönüşmesidir]. Kur'ân-ı kerîmde de meniye su, ya'nî mâyi' ma'nâsına su buyurulmuşdur. Güneş ve ay ve yıldızların su içinde yüzmesi demek, bir mâyi', ya'nî seyyal madde, akıcı bir şey içinde yüzmesidir.

Maamâfih bunların çoğu dine değil akıl kitâblarına uyarak söylenilen, her asrın bilgisine göre söylenen sözlerdir. Âyet-i kerîmede ve hadîs-i şerîflerde geçen kelimelere, bir asrın insanlarının kullandığı ma'nâları vermek yanlışdır. Aynı bir kelime âyetde başka, hadîsde başka, kelâmda başka, fıkhda da başka ma'nâya gelmekdedir. Hattâ aynı bir kelime Kur'ân-ı kerîmin muhtelif yerlerinde farklı ma'nâya gelmekdedir.

Güneş ve yıldızlar birinci semâdadır. Kürsî ve Arş, yedi semâdan sonradır ve daha büyükdür. Arş, güneş sisteminde değildir. Marifetnâme zemânında 7 seyyâre vardı. 8.ve 9'ncusunu bilmiyorlardı.

Aile ile kılmak evdeki cemâ'at sevâbını verir. Câmideki sevâb daha fazladır.

Hepinize selâm eder, gözlerinizden öperim kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*

Kumaş, *Boya*’yı nasıl emerse, Peygamber Efendimizi aleyhisselâm bir kere gören *Kimse* de, aynen kumaşın boyayı emdiği gibi, başka bir *İnsan* olur. 


Nasıl ki o *Boya*, artık o *Kumaş*’dan çıkmazsa, Eshâb-ı kirâmın, Eshâb-ı kirâm olma *Özelliği* de artık çıkmaz. 


Dolayısıyla, Eshâb-ı kirâm *Günâh* işlese dahî, bu hâl, onun Eshâb-ı kirâm olma *Özelliği*’ni sarsmaz.


Biz, âyât-ı hırz okuyoruz, âyât-ı hırz’ın sonundaki duâda; *Yâ Rabbî, bana kendi sevgini ve sevdiklerinin sevgisini ver!* diye duâ ediliyor. 


*Nefs*’in, Allahü teâlânın emrlerine *Uygun* olan istekleri yapılır, *Uymıyan* istekleri yapılmaz. Allahü teâlâ nefsi, ahmak-ı mahlûk olarak yaratmışdır. 


Yâni *Nefs*, mahlûkların en *Ahmağı*’dır. Çünkü bütün istekleri kendi *Aleyh*’inedir. 


İnsan doğduğu zaman, *İslâm* fıtratı üzere doğar. Sonradan anaları babaları, bunları *Hıristiyan* veyâ *Yehûdî* ve *Dinsiz* yapar. Burada ana-baba demek, çevre demekdir. 


İnsanı, *Çevre*’si bozar. İnsanın *Yetişme* şekli çok mühimdir. Nasıl yetişirse öyle yaşar. Bâzıları *Fıtrat*’ını tamâmen kaybeder. Bunlar, aslâ müslümân olamaz, *Ebû Cehl* gibi. 


Bir insan *Açlık*’dan ölürse, bu, bir *Ölüm* sebebidir. Fakat bir insan *Îmân*’sız giderse, mâzallah müslümân olmadan giderse, nereye gider? Sonsuz *Ateş*’e gider. 


O hâlde *Mü’min*, mutlaka Allahü teâlânın emir ve yasaklarına *Uygun* yaşamalı ve Onun dînine *Hizmet* etmeli. Onun kullarına *Merhamet* etmeli ve *Acımalı*. 


Her şey, nasiple olur kardeşim. Büyükler; *Nasîbüke yüsîbüke* buyurmuş. Ne demek bu? *Nasîbüke*, sana nasîb olan şey, *Yusîbü*; isâbet eder, yâni gelir, ulaşır. *Ke*; sana. 


Yâni Allahü teâlânın takdîr etdiği şey, sana *Nasîb* olur, Ulaşır. 


Hepiniz çok şanslısınız kardeşim. Çünkü *Hizmet* ediyorsunuz. *Enver âbi* başta tabii. Onu herkesden daha *Çok* seviyorum. 


Çünkü bütün bu *Hizmet*’lerimizde o *Pîşivâ* oluyor. Sizin sâyenizde biz râhat ediyoruz. *Siz* çalışıyorsunuz, *Hepiniz* çalışıyorsunuz, biz de *Râhat* ediyoruz.

Yâdigâr mektûblar 41.mektûb

 Kuleli'den talebeleri Osman Şap'a Arabî harflerle yazılmıştır.

Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Osman Şap 

Mübârek yazılarınız çok hoşuma gitti. Lehülhamd büyük hazîneye mâliksiniz. Cenâb-ı Hak size ihsân buyurduğu ni'metlerini arttırsın.

1-Gerek nemâzda ve gerek nemâz hâricinde vesvese ve hataralara [akla gelen düşüncelere] mâni' olmak için en iyi ilâç, bunlara ehemmiyet vermemekdir. Estağfirullâh, Lâ havle velâ kuvvete illâ billah çok söylemelidir.

2-Nemâzda şübhe ilk olursa veya her zemân olup da secde etmediğini kuvvetle zan ediyorsa,hâtırına geldiği anda hemen derhal bir secde yapar ve hâtırladığı yerde yine nemâzını devâm ederek temâmlar ve sonunda bir secde-i sehv yapar. Zîrâ iki secdeyi birbiri arkasından yapmak vâcibdir. Nemâzını yeniden kılmak lâzım değildir.

3-Uşr verilmediği muhakkak bilinen bir yerden gelen hediyyenin önce onda biri müslimân fakire verilir. Sonra geri kalan yenir. Uşru verilmediği şübheli ise tecessüs etmemeli, yemelidir.

4- Hayvan gübresi kurumuş ise üzerine bez serilip nemâz kılınır.

5- Nemâzda bir şeyi düşünmemek için bu nemâzın ayıblı kusurlu olduğunu, Cenâb-ı Hakka lâyık olmadığını hep düşünmelidir.

6- Bir kadın, efendisine uyarak cemâ'atle nemâz kılabilir. Kadınların birbirlerine imâm olup nemâz kılmaları câiz ise de mekrûhdur.

7-Mürted ve kâfirlerin ağzı temizdir. İçki içmemiş ise, yâ'nî ağzında içki bulaşık değil ise artıkları içilir.

8-Evlenmek lâzımdır. Sâliha bir hanım dünyânın en büyük ni'metidir. Evlenmeden görmek, beğenmek sünnetdir. Sıhhati, ahlâkı tahkik edildikden sonra evlenmelidir. Sonradan muzdarib olmamak için önceden kendi mi'zâcınız ve İslâmiyyete uygun olup olmadığını anlamalıdır.

OSMANLI'DA SEYYİDLER BAŞ TACIYDI

 Yıldırım Bayezid Han bir gün biraz tutuk ve düşünceliydi. Başvezir Çandarlı Ali Paşa zat-ı şahanenin hâline üzülüp "Sultanım sizi üzen bir şey mi var?" diye sordu.

Padişah: Lala, bilirsin devlet işleri karışıktır, can sıkar. Zaman zaman celallendiğimiz oluyor, sesimiz yükseliyor. Bilinir mi emrimiz altında kimler bulunuyor? Düşünüyorum da, ya bunlardan biri Allah'ın sevgili kuluysa?

Çandarlı: Hazine’ye malik viraneler var sultanım; amma bilmek ne mümkün?

Padişah: Peki, hürmetine kâinatın yaratıldığı Sevgili Peygamberimizin torunlarından birini; itibarsız ve kirli işlerde kullanıyorsak? Ya amirleri o mübareği yoruyor, azarlıyorlarsa?

Çandarlı: Bile bile kimse yapmaz Sultanım.

Padişah: Canım, bilirse yapmaz ama ben derim ki, bir müessese kurulsa, başına bir evlad-ı resûl konulsa. Doğanlar, ölenler kayıt altına alınsa, şecereleri tutulsa, basit işlerde çalıştırılmasa.

Çandarlı: Tamam sultanım ama reis olarak kimi seçmeli?

Padişah: Ona ne ben karışırım ne de sen karış. Git, Emir Sultan'a danış.

Çandarlı Ali Paşa, derhal Emir Sultan hazretlerine gider. Büyük veli görevi talebelerinden Seyyid Ali Natta'ya verir ve böylece ‘Nakibu’l-Eşraf’lık müessesesi kurulmuş olur.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Bir mü’minin artığını yiyenin, bütün günâhlarını, Allahü teâlâ afvediyor*. Hadîs-i şerîf bu. Bir mü’min, bir mü’minin *Artığı*’nı yese, bütün günahları *Afv*’olur. 


Efendi hazretlerinin sohbetinde *Çay* içilirdi. Ben *Hizmet* ederdim. Efendi hazretleri bana; *Çay koy!* buyururdu. Ben de *Semâver*’den koyar verirdim. 


Efendi hazretlerinin çayı, *Normal* koyulukda ve bir *Şeker*’di. Normal çay ve bir şeker. Yanında bizim kayınpeder *Ziyâ bey* otururdu. O, *Açık* içerdi, ama üç *Şeker* koyardı. 


Efendi hazretlerinin diğer tarafına *Hâlid bey* otururdu. O, *Koyu* içerdi, simsiyah ve bir *Şeker* koyardı. Onları ben bilirdim, öyle koyardım. 


Ben kendime, iki *Şeker* koyardım. Çünkü Efendi hazretleri; *İbâdetde uymak şartdır, ama âdetde uymak şart değildir!* buyururlardı. 


Sonra Efendi hazretleri üç *Bardak* içerdi. Ama üçüncüsünü *Yarı*’ya kadar içer, kalan yarısını bana uzatır; *Al, bunu da sen iç!* derdi. Önce sebebini bilmezdim. Sonra anladım.


Efendi hazretlerinin o çay *Artığı*, insanın vücûdundan ziyâde, *Kalb*’ine şifâ veriyor. Ne yapıyor? Kalbi *Tasfiye* ediyor? Ne demek tasfiye? Yâni *Boşaltıyor*. 


Kalbi, *Dünyâ* sevgisinden boşaltıyor. Kalp boşalınca, bu defâ *Allah* sevgisi kendiliğinden gelip *Kalb*’e giriyor. Tasavvufda buna, *Tasfiye* ve *Tesviye* deniyor. 


Mü’minin *Nazarı* da şifâdır, *Sîmâsı* da şifâdır kardeşim. 


Zamânımızın en büyük *Cihâd*’ı, ehl-i sünnet kitaplarını *Dağıtmak*’dır kardeşim. Kur’ân-ı kerîm okumak da çok *Sevap*’dır, çook. 


Kelâm-ı ilâhîdir çünkü. Allahü teâlâ; *Benimle konuşmak istiyen, Kur’ân-ı kerîm okusun!* buyuruyor. 


Ne güzel şey yâ Rabbî. Müslümânların her şeyi *Ni’met*’dir kardeşim. Dünyâda da ni’metdir, âhiretde de. Zâhiren *Sıkıntı*, hakîkatde ise *Rahmet*.

Yâdigâr mektûblar 40.mektûb

 Ankara'daki ev sahipleri ve dostları Mehmed Emin Haksever'e Arabî harflerle İstanbul'dan yazılmıştır.

9 Rebîü'l-Evvel 1378 [23.9.1958]-Salı 

Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtühü, muhterem fazîletli elhâc Mehmet Haksever kardeşim

Ziyâret-i Harameyn-i Şerîfeyn'den sıhhat ve âfiyetle kudûm-i şerîfiniz [dönüşünüz] bu fâkiri ziyâdesiyle memnûn eyledi. Cenâb-ı Hak tekrârı ile şereflendirsin. Attâr dükkânından çıkan her şey, latîf râyıha neşr eylediği gibi, zât-i âliniz de her sene Harameyn-i Şerîfeyne mahsûs olan eltâf ve envâr-ı ilâhiye deryasına gark olarak nûr hâlini aldığınız muhakkakdır. Siz bu hâle belki vâkıf olmazsınız. Fakat aşk ile, şevk ile olan maiyyetin [beraberliğin] tesiri inkâr olunamaz. Bizler için ne büyük seâdettir ki, o makamât-ı mukaddesede ve o deryâ-yı rahmet içerisinde, kalbiniz mâsivâdan tecerrüd edip [sıyrılıp], tecelliyât-ı samedâniyye ile memlû [dolu] iken, bu fakîrleri yâd duyurmak şerefini ihsân buyurmuşsunuz.

Birinci mektûbunuzda teşhįr buyurdunuz vecihle Vehhâbîlere âid iki İlmihâl kitabını alıp getirmiş olduğunuz buna bâriz bir şâhiddir. Cenâb-ı Mevlâ-i Müteâl, ecrinizi mezîd ve lütflarınızın mükâfâtını kat kat tezyîd buyursun.

Kâimpederim Ziyâ Bey, Temmuz'un yirmi dördüncü günü vefât eyledi. Ve tam kırk gün sonra kâimvâlidem âhırete intikal eyledi. Bu iki vak'a hepimizi dilhûn eyledi [gönlümüzü yaraladı]. Her ikisi de, kelîme-i tevhîd okuyarak refîk-ı a'lâya, makâmât-ı âliyyeye vâsıl oldular. Fakat bizleri ateş-i forak [ayrılık ateşi] ile dilsûz eylediler. [gönlümüzü yaktılar]. Kazâ-ı ilâhîye sabr ile vezâif-i bendegiyi ifâya sa'y ediyoruz [kulluk vazifelerimizi yapmaya çalışıyoruz]. Duâ ve Fâtiha ihsân buyurmanızı istirham eyleriz.

Dâhilden dâhile [hanımlardan hanımlara] selâm ve hürmet ediyorlar. İkinci mektûbunuzdaki duâ ve teveccühlerinize çok teşekkür ediyoruz. Abdülhakîm ve Dilvîn mübârek ellerinizden öperler.

Seâdet-i Ebediyye kitabımızın, birinci kısmı ikinci tab'ı dörtyüz sahîfe olarak yeniden çıktı. Ali Efendi kardeşimiz Hacı Bayrâmdan alıp okusun. İçinde gençlere fâideli çok şeyler var. İstanbul'a teşrîfiniz ve lezzetli sohbetlerimizi çok bekliyoruz.

Kıymetli duâlarınızın devâmını istirhâm eder, âcizâne duâlarımı takdîm eylerim ve oradaki müslimân kardeşlerime selâm eylerim, efendim. Mevlid-i Nebî kandilinizi ayrıca tebrîk ederim efendim.

Kardeşiniz Hüseyn Hilmi 

İşte bana bu!

 Allame,hazreti şeyh Seyyid Fehim Arvasi hazretleri, çocuk Abdülhakim’e ismini sorar fakat aldığı cevap umulmadıktır:

-Sana ne!!

Yıllar sonra Abdülhakim Arvasi hazretlerinin icazeti yazılırken mürşidi Seyyid Fehim Arvasi hazretleri şöyle der:

-Molla Abdülhakim. İşte bana bu!

Yâdigâr mektûblar 37.mektûb

 16 Rebîü'l-Âhir Pazartesi (1379) [15.10.1959]

Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Fahreddin Bey

Sıhhat ve âfiyetinizi bildiren mübârek mektûbunızu okuyarak Cenâb-ı Hakka şükr eyledim. Her mektûbunuzu okuyunca mesrûr oluyorum. Kavuşduğunuz ni'metlerin artması için âcizane duâ ediyorum. Mektûbunuzda [İslâm harfleri imlânızda] hiç hatâ yok. Bilâkis ihlâs ve bereket dolu. Sizler ve mektûblarınız bu zemânda karanlık gecelerdeki yıldızlar gibisiniz. Sizleri tanıyanlar ancak mesrûr olur. Cevâblarda kusûrum olursa afv ediniz.

Her gün ve gece Seâdet-i Ebediyye üçüncü kısmını hazırlamakla ve temâmlamakla uğraşdım. Maddî ve ma'nevî mes'ûliyyeti büyük olduğundan son gayretimle çalışdım, yoruldum. Ahbâblarıma cevâbda vazîfemi yapamadım. Lehülhamd ve'l-minne, kitâbı matbaaya teslim etdim. Basılmağa başladı. Tashîhlerini yurddaki [İbnülemin yurdu] Hüseyin [Şener], Ahmed [Ünal Yükler], Salâhaddin [Aydın] ve Şâdi [Güngör] yapıyorlar.

Bu hafta Erzincan'a gidiyorum. Askerî lisede bu sene kimya muallimliği yapacağım. Terfî' sıram olduğu için böyle oldu. El-hayrü fî mâ vaka'a [Vâki olanda hayır vardır]. Dünyâ için çalışacağız. Çünki böyle emr olunduk. Fakat dünyâ için hiç üzülmeyeceğiz. Çünki üzülmeğe değmez.

Suallerinizin mufassal cevâbını Seâdet-i Ebediyye'ye koydum. Çıkınca okur ve istifâde ederiz.

Her sıkıntının sonunda muhakkak sühûlet [kolaylık] ve sürûr [sevinç] vardır. Fakat usr [zorluk] ve ızdırablı zemânlar büyük ni'metdir. Zîrâ bu zemânlarda edilen duâ ve rücû' [Rabbine dönüş] çok makbûl olur. Mü'minin kâr zemânı teessürlü [üzüntülü] anlarıdır. Cenâb-ı Hak cümlemizi gafletden îkâz buyursun. Nefs,şeytân ve düşman şerrinden muhâfaza buyursun.

Yeni vazîfeniz mübârek olsun. Cümlemiz lehülhamd sıhhatdeyiz. Mekkî ağabey dün bizde idi. Selâm ve duâ ederek duâlarınızı bekler.

Din ve dünyâ seâdetinize âcizâne duâlar eylerim efendim.

Birader-i dînî [Din kardeşiniz] Hüseyn Hilmi

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Mü’minin birinci vasfı, haddini bilmekdir. *Ben kimim?* diyebilmekdir. *Ben nerden geldim, niçin varım, nereye gidiyorum?* İşte bunu düşündüğü zaman kendine gelir. 


*Tefekkür*, mühimdir bizim dînimizde. Büyüklerimiz; *Biraz tefekkür etmek, bin sene nâfile ibâdetden hayrlıdır!* buyuruyor. 


Allahü teâlânın *Büyüklüğü*’nü düşünmek, Cenneti, Cehennemi düşünmek, *Mahşer* meydanında binlerce sene bekleneceğini düşünmek, insanı *Dünyâ*’dan soğutur, *Âhiret*’e yaklaşdırır.


Bu da, mü’min için *Hayr*’lara vesîle olur efendim. Mü’minin *Memât*’ı, yâni ölümü, dünyâdaki *Hayât*’ından bin kat daha *Güzel*’dir, bin kat daha *Hayr*’lıdır. 


İnsanı, *Çevre*’si bozar kardeşim. İnsanın *Yetişme* şekli çok mühimdir. Nasıl *Yetişir*’se öyle de *Yaşar*. Bâzıları *Fıtrat*’ını tamâmen gayb eder, bunlar müslümân olamaz, *Ebû Cehl* gibi. 


Bâzılarında bu *Fıtrat* yok olmaz, sâdece üzeri *Örtülür*, islâmiyeti görünce *Sever* ve *Kabûl* eder. *Hazret-i Ömer* gibi. 

● ● ● 

*Mübârek geceler* sözünü, Kur’ân-ı kerîmden aldık. Çünkü orada, *Leyle-i mübâreke* buyuruluyor. 


Âhir zamanda insanlar *Tembel* olduğundan, hiç olmazsa böyle birkaç *Gün*, kendilerini *Toplasın*’lar diye, Allahü teâlâ bâzı günlere ve gecelere *Kıymet* vermiş.


Böyle *Gün* ve *Gece*’lerde, duâları kabûl *Edeceği*’ni bildirmiş. Mübârek gece, öğleden sonra başlar, *Fecr*’e kadar devâm eder. 


Bir sâat *İlm* öğrenmek, bütün gece *İbâdet* etmek gibi sevap olur. Bunun da zâten yarım sâati *Yatsı namâzı* tutar. Diğer yarısı da *Yasîn-i şerîf* okunur, *İlmihâl* okunur. 


Efendim, Allahü teâlâ mübârek Ramezân-ı şerîfi bizlerden *Râzı* eylesin. Bizleri şefâatine *Nâil* eylesin. 


Râhat, huzûr, sıhhat, âfiyet içinde ve bu *Hizmet*’lerin içinde *Hayır*’lı Ramezânlar, *Hayır*’lı bayramlar daha idrak etmemizi *Nasîb* eylesin. 


Biz *Duâ* edelim, Allahü teâlâ *Kabûl* eder. Nitekim kendisi; *Benden isteyiniz, veririm!* buyuruyor, ama istemesini bilmek lâzım. 


*Evliyâ-yı kirâm*’dan Ebül Hasan-i Harkânî hazretlerine; Yâ İmâm! Allahü teâlâ; *İsteyiniz vereyim!* buyuruyor, ama istiyoruz vermiyor, demişler. 


Ebül Hasan-i Harkânî hazretleri buyurmuş ki; *Duânızın kabul olmasını istiyorsanız, ağzınıza haram girmesin ve ağzınızdan haram çokmasın!* Böyle buyurmuş efendim.