Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Amân kardeşim, *Gıybet kanser gibidir!* demişdik ya, hattâ çerçeveletip duvarlara asmıştık. Eğer biri size, bir arkadaşı *Kötüler* se, ona hemen *Sus!* deyin, susturun. Yüz şehit *Sevâbı* kazanırsınız. 


İnsan öldüğü zaman bir *Hiç* dir kardeşim. *Elbise* si bile kendisine verilmiyor. Bütün nesi varsa, *Vâris* leri paylaşıyor, yâhut *Fakîr fukarâ* ya dağıtılıyor. Yâni hiç birşeyini mezara götüremiyor. 


İşte hepimiz görüyoruz, bir *Kefen* le gömülüyor mezarına. Zâten *Câiz* değil efendim. Kabire, *Kefen* den başka şey koymak *Câiz* değil. Dînimiz öyle emrediyor. 


*Mü’min*, kabirde uyanınca, kendini *Cennet bahçesinde* bulacak. Bunu, Peygamberimiz bize müjdeliyor. *Mü’minin kabri, Cennetden bir bahçedir!* buyuruyor. 


Mü’mine, bundan büyük *Müjde* olur mu? Sonra kabir hayâtı, kâfirlere *Asır* larca sürerken, mü’minler için birkaç *Dakîka* olacak. 


İki namaz arasında işlenen küçük *Günâh* ları, Allahü teâlâ *Affediyor* efendim. Namâzın *Kıymet* ini buradan da anlıyabiliriz. Beş vakit namâzını kılan bir *Mü’min* için, ne büyük *Müjde* bu. 


Bir hadîs-i şerîfde, Peygamber Efendimiz aleyhisselâm, Eshâbına; *Birinin evi önünde bir nehir olsa, günde beş kere o nehirde yıkansa, üzerinde kir kalır mı?* diye sormuş. 


Eshâb-ı kirâm da; *Hayır yâ resûlallah, kalmaz!* demişler. Efendimiz de;


*İşte abdest aldığınız zaman, namaz kıldığınız zaman da, o vakte kadar işlediğiniz günâhlar böyle yıkanır, temizlenir!* buyurmuşlar. 

● ● ● 

Allahü teâlâ, kendi *Zâtına* yapılan hakâreti affediyor, ama *Habîbi* ne yapılanı, *Sevgili* sine yapılanı affetmiyor. Hazret-i Peygambere yapılanı *Affetmiyor*. Onun için O, her şeyin üstündedir.


Ve Ona zerre kadar benzerlik, *Mutâbaat*, bütün dünyâ ni’metlerinden *Üstün* dür. Bütün âhiret *Zevkleri* nden, hattâ Cennetlerden daha *Kıymetli* dir, çok daha *Makbûl* dür. 


Allah indinde *Kıymetli* dir. Ne kıymetlidir? Ona biraz benzemek. Meselâ Ona benzemek için, öğleyin bir miktar uyumak, buna *Kaylûle* deniyor.


Abdest alırken *Misvak* kullanmak, bunun gibi, Ona benzemek için yapılan herşey, böyle çok *Kıymetli* dir kardeşim. Büyük *Seâdet* dir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu *Îmân ni’meti* nin kıymetini iyi bilelim kardeşim. Bu *Ni’met* in elde kalmasını sağlıyacak en iyi *İlâç*, mü’minlerin, birbirini *Sevmesi* dir. 


Din kardeşine *Buğz* eden, din kardeşini *Kötüliyen*, kalbini kıran, bilsin ki, *Îmânı* bir gün gider elinden, haberi bile olmaz, Allah korusun. 


Bu, *Büyük* lerin sözüdür kardeşim. Ehl-i sünnet âlimleri öyle buyuruyorlar. Öyleyse bu *Îmân* ın devâm etmesi ve *Îmânlı* olarak ölmemiz, birbirimizi *Sevmemize* bağlı. 


Bu da, Kur’ân-ı kerîmde *Kad semi’a* sûresinin son *Âyet* inde yazılı, Allahü teâlâ *Târif* ediyor. Bu îmân ni’metinin devâmı için, bu ni’mete nasıl *Şükr* edileceğini bildiriyor Rabbimiz. 


Bizim kitaplarımızda, hep *Sünneti* ihyâ vardır kardeşim. Hattâ yalnız sünnet değil, unutulmuş *Vâcib* ler, hattâ *Farz* lar var. Ayrıca bid’ate karşı *Cihâd* var.


Bid’ati ortadan kaldırmak da, *Sünneti ihyâ* gibi kıymetli efendim. Çünkü bid’at, *Kurt* gibidir, bulunduğu yeri *Kemirir* ve dînimizi kemiren en tehlikeli olan unsur da *Bid’at* dır, *Küfr* değil. 


Neden? Çünkü *Kâfiri* bilirsin, *Küfr’e* girmişdir, ama *Bid’at* öyle değil. Çünkü bid’at ehli, seninle berâber namaz kılıyor, çok güzel ibâdet yapıyor. Ama bid’ati, *İbâdet* diye yapıyor. 


Ne gibi? Meselâ, *Hoparlör* gibi. Onu, dînin bir emri gibi kullanıyor, *Farz* mış gibi, *Vâcib* miş gibi sarılıyor, hâlbuki *Bid’at* efendim, yâni *Günah*. Bunu biz *İlmihâl* de yazdık.

● ● ● 

Bu *Kitap* ları dağıtan âbilerin, alnından *Öpmek* lâzım. Çok mühim *Hizmet* yapıyorlar. Bir memleketde Allahın dînine hizmet ediliyorsa, oraya *Umûmî Belâ* gelmez efendim. 


*Gadab-ı ilâhî* şuraya kadar gelir, iner, ama Allahü teâlânın dîni *Yayıldığı* için, daha aşağı inmez, yukarı da çıkmaz. Bulunduğu yerde *Kalır*, orada *Bekler*. Niçin? 


İslâma *Hizmet* edildiği için. Ne zaman ki, Allahü teâlânın dîninin yayılması *Durur* veyâ *Durdurulur*, işte o zaman *Felâket* ler arka arkaya gelir. Allah muhâfaza etsin. 


Bu hizmetler olmasa, çok *Tehlikeli günler* gelir kardeşim. Onun için bu hizmetin kıymetini bilelim. Arkadaşlarımızın hepsi birer *Mücâhid* dir efendim. *Cihâd* ediyorlar çünkü.

Yâdigâr mektûblar 27. mektûb

29 Şevvâlü'l-Mükerrem 1375 [9.6.1956]
Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Fahri Bey

Mektûbunuzu aldım.Cenâb-ı Hakkın sevdiği kullarına ihsân etmiş olduğu temiz ve hâlis bir rûhdan çıkan ifâdelerinize çok memnûn oldum.

Kardeşim sizin gibi mübârek ve nurlu gençlere hiç bir müslimân darılır mı? Bilhassa Mekkî Efendi gibi her husûsda kâmil bir şahsiyet... Onlar kerîm insanlardır. Büyük hatâları bile setr edip, günâhkârlara bile ihsân ederler. Onlara mektûb yazınız. Bir duâlarına sebeb olsa büyük bir kazanç olur. Kim bilir hangi sebebler ve mazeretlerle cevâb vermediler. Onların sizi tanıması ve hatırlaması sizin ve bizim için seâdettir. Onları tanıdığımız için ne kadar bahtiyârız.

1- Ben, Buharî-i Şerîf ve tefsîr-i şerîf okumağa korkarım. Bizim [sizin] gibi câhiller bu kitâblara el bile süremeyiz. Bunları anlayabilmek için 30 sene [ilim] okumak lâzımdır.

2- Kazâ ve kader hakkında Ahmed Âsım Efendi'nin Emâlî Şerhi'nde kâfi bir mektûbu olduğu gibi Mektûbât'da da bu husûsda güzel mektûblar var.

3- Evet, iyi muteber tefsîr, Tefsîr-i Mevâkib, sonra Tibyân'dır.

4- İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ı bütün ilimleri hâvîdir. Bunu okuyan her kitâbı okumuş olur. Türkçe tercümesi, iyi terceme edilmemişdir. İyi ifâde edilmemiş ve iyi tab' edilmemişdir. Mektûbât'dan mühim mektûbların tercemesini yapdım. Bir nüsha matbaadan aldım. Ya'nî tab' ettirdim. İsmine Seâdet-i Ebediyye risâlesi dedim. Üzerine ismimi yazmadım. Kitâbcı Muzaffer'in [Özak] ismini yazdım. Ankara'da [Abdülhakîm Efendi hazretlerinin yeğeni ve] Divân-ı Muhasebât dairesi reisi Faruk [Işık] Bey'e iki aded gönderdim. Birini size verecekdir. Evi zirâat fakültesi civârında Telsizler'dedir. Evini Divân-ı Muhasebât'dan veya telefon rehberinden öğreniniz. Kendisine mektûb yazıp sizi ta'rif etdim. Mekkî Efendi'nin amcazâdesidir. Size her mes'elede şâfî bir mürşid olacakdır. Çok istifâde edersiniz.

Miftâhu'l Kulūb isminde bir kitâb tanımıyorum. Herhalde mu'teber değildir.
Hamdi Aksekili âlim değildir. Kitâbları mu'teber değildir,hattâ zararlıdır.

Seâdet-i Ebediyye risâlesini her müslimâna tavsiye ediniz. Çok istifâdelidir. Hacı Bayram Câmii karşısındaki kitâbcıya gelecekdir. Selâmlar ve düâlar ederim aziz kardeşim.

Hilmi


Not: 1

[910/1505'de Herat'ta vefat eden Hüseyn Vâiz Kâşifî'nin Farsça Mevâhib-i Aliyye isimli tefsiri, Mevâkib adıyla Türkçe'ye de tercüme olunmuştur. Tibyân,Ayntâbî Mehmed Efendi tarafından 1110/1699 senesinde yazılmış ve umumiyetle Beydâvî tefsirine istinaden Türkçe bir tefsirdir.]

Not: 2

Hamdi Akseki, Efgânî ve Abduh ekolünden olup; Reşid Rızâ'nın el-Muhâverât adlı kitabını,. Mezheblerin Telfiki ve İslâmın Bir Noktaya Cem'i adıyla tercüme ederek, modernist fikirlerin Türkiye'de yayılmasında âmil olmuştur.

Ne Hind’de kalır, ne Sind’de

 Buyurdular ki: İslam bu memleketten giderse, ne Hind’de kalır, ne Sind’de! (Pakistan’a Sind denir)

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî "kuddise sirruh"

KOKUSUNU DAHİ BIRAKMADILAR

Bir yere esans dökülse, kendisi kalmasa da, kokusu bir müddet daha devam eder. Zındıklar İslam’ı öyle kaldırdılar ki, kokusunu dahi bırakmadılar.

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî "kuddise sirruh"

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Arkadaşlarımızın hepsi birer *Mücâhid* efendim. *Cihâd* ediyorlar çünkü. Cihâd, yalnız kılınçla harbetmek değil ki. *Asıl cihâd*, Allahın dînini, Onun kullarına ulaşdırmak, onları *Sonsuz Ateş* den kurtarmakdır. 


İşte asıl *Cihâd* budur efendim. Onun için, Allahü teâlânın dînine *Hizmet* eden bu âbilere, *Hanım* ları bir bardak *Su* verse, o hanımlar âhiretde hiç *Sıkıntı* çekmiyecekler.


O mahşer sıcağında, *Arş-ı âlâ* altında gölgelenecekler. Onlara hiç *Sıkıntı* yok. Hanımlar böyle, peki ya *Mücâhid* ler? Onlar zâten *Cennet* deler efendim. 

● ● ● 

İnsanın nefsi *Kâfir* dir. Onu en fazla tahrip eden şey, hak söze *Peki* demekdir. Neden? Çünkü nefs, hep *Hayır* demek ister. İyiliğe *Hayır!* der, emr-i mârufa *Hayır!* der. *Ben onu biliyorum!* der. 


Ama bâtıla gelince *Evet!* der, *Peki!* der. Ve hemen sarılmak ister. Cenâb-ı Hak, *Nefsi* böyle yaratmış efendim, kendisine *Düşman* yaratmış. 


Yâni *Nefs-i emmâre*, hem Allaha düşman, hem de bize. İnsanın en büyük düşmanı kimdir? *Kendisi* dir, yâni *Kendi nefsi* dir. 


İnsanlar, düşmanı dışarda ararlar. Hâlbuki düşmanı kendi *Yanında*, hattâ *İçinde*, her an onunla berâber. *Nefs*, insanın düşmanıdır. Neden? Çünkü tek *Gâyesi*, onu Cehenneme *Sokmak* dır. 


Nefs, bunun için yaratılmış. *Nefs* in tek bir gâyesi var, o da, sâhibini *Küfr’e* sokmak, *Kâfir* yapmak ve böylece onun *Sonsuz Ateş* de yanmasını sağlamakdır. 


Alah korusun. Öyleyse *Nefsi* nin isteklerini yapan kimse, *Kendini Cehenneme Atıyor* demekdir kardeşim. 


Vaktini, zamânını *En iyi* değerlendiren kimse, dünyâda da, âhiretde de *Râhat* eder kardeşim. Cenâb-ı Hakkın, kullarına en büyük ni’meti, *Vakit* ve *Sağlık* dır. 


Vakit niçin kıymetlidir? Çünkü o vakitde bir *Kelime-i tevhîd* söyler, îmâna gelir. Bir *İstiğfar* okur, günâhları affolur ve *Ebedî Seâdete* kavuşur. Yârın âhiretde her şey âşikâr olacak. 


Allahü teâlâ; *Ey kulum, işte dünyâdan getirdiklerin, bak, kendin beğeniyorsan, ben de kabûl edeyim, ama senin bile beğenmediğini ben nasıl kabûl edeyim?* buyuracak.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamberimiz aleyhisselâm; *İ’mel vestağfir!* buyuruyor. Yâni ne yaparsanız, velev ki *İbâdet* de yapsanız, arkasından *Tövbe* edin, *İstiğfar* edin buyuruyor


Öldükden sonra, âhirette, *Büyük* lerden naklen konuşulanların, birer *Hakîkat* olduğu meydana çıkacak efendim. Eğer buna kıymet verilmemişse; 


*Eyvaah! Bunu ben Seâdet-i Ebediyye kitâbında okumuşdum, orada yazıyordu*. Yâhut da; *Falan âbiden duymuşdum!* diyeceğiz. 


Ama ne fayda. Dünyâya *Geri* dönsen dönemezsin, *Tövbe* etsen edemezsin, *Namaz* kılsan kılamazsın. *İmtihân* bitdi çünkü, yapacak bir şey yok. 


Kendimizi *Ölmüş* bileceğiz kardeşim. *Kabre* konmuş, *Suâl melekleri* gelmiş gibi yaşamalı bu dünyâda. *Ölmeden evvel ölün!* hadîs-i şerîfinin mânâsı, işte bu. 


Her güne, *Ölmüş* de, tekrar dünyâya gelmesine *İzin* verilmiş insan gibi başlamalı. *Bu gün sana izin verildi, yarın gene hesâba çekileceksin!* denilmiş gibi. 


Her gün *Böyle* düşünülmezse, bu günlerin arkası kesilmez ve *Ömür* biter efendim. Öldükden sonra başımıza geleceklerin, *Mutlak* olduğuna inanmak lâzım.


Peygamber aleyhisselâm buyuruyorlar ki: *Ey eshâbım!* Sizler, Allahü teâlânın emir ve yasaklarından, onda *Dokuzu* nu yapsanız, *Birini* yapmaz iseniz *Helâk* olursunuz. 


Yâni, *Yüksek* dereceden bir *Aşağı* dereceye düşersiniz. Ama âhir zamanda gelecek olan ümmetim, emirlerden *Bir tâne* sini yapsalar, *Kurtulur* lar. Efendimiz böyle buyuruyor.


Peki, emirlerin *Onda biri* nedir? Efendi hazretlerine sordum. Âhir zamanda gelecek ümmetin kurtulmasına sebep olan o *Bir emir* nedir? dedim. 


Efendi hazretleri, *Îmân* dır buyurdu. Yâni *Doğru Îmân*. Âhir zamanda gelecek olan ümmetin en büyük derdi, *Îmânını korumak* olacak. Neden? Çünkü îmân çok *Hassas* dır. 


Bir kelimeyle *Gelir*, bir kelimeyle *Gider*. İslâmiyetin bir emrini hafife almak ve küfre sebep olan bir kelimeyi söylemek, *Îmânı* götürür. Ama bir *Tövbe* etmekle de *Geri* gelir.

Hüseyin Hilmi Işık efendi ve talebeleri

Hüseyin Hilmi Işık Efendi, damadı Enver Ören ve talebeleri...

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*İyilik yapma* nın çok çeşitleri vardır. Allahü teâlâ, en çok *Sevâbı*, iyilik edenlere verir. Ama *İyiliğin* de azı var, çoğu var. Eshâb-ı kirâm efendilerimiz, Peygamber Efendimize sordular:


Yâ Resûlallah, en çok sevap kime verilir? dediler. Peygamber aleyhisselâm; *Farzlardan sonra en çok sevap, din kardeşine iyilik edene verilir!* buyurdu. 


*İyilikler* in en büyüğü, en üstünü, insanları *Ateş* de *Yanmak* dan kurtarmakdır. İşte biz, bunu yapıyoruz kardeşim. Bu zamanda *Dînini bilen* çok az, *Tatbîk eden*, daha az. 


Bu zamanda *Küfr*, âdetâ *Sel gibi* akıyor kardeşim. Eskiden insanlar, *Günâha girmemek* için gayret sarfederdi. 


Sabah evden çıkarken; *Yâ Rabbî, bu gün akşama kadar, hiç günâh işlemeden yaşamayı bana nasîb et!* diye duâ ederlerdi. 


Şimdiyse *Küfr tehlikesi* var efendim. İnsan, sabah *Îmânlı* olarak evinden çıkıyor, akşam eve, *Kâfir* olarak dönüyor, Allah korusun. 

● ● ● 

Ben, Efendi hazretlerinden *Bir şey* öğrendim. O da bana yetdi. Nedir o? *Hak* nedir, *Bâtıl* nedir. Bu *Doğru*, bu *Yanlış*. Bu *Dost*, bu *Düşman*. Bunları öğrendim efendim. 


İnsanın, hayâtda en büyük dostu, *Allah* dır celle celâlüh. En büyük düşmanı da kendi *Nefsi* dir. Hattâ nefs, *Allaha* bile *Düşman* dır kardeşim. 


Cenâb-ı Hak, onu *Öyle* yaratmış. *Kendine Düşman* yaratmış. Her isteği, islâmiyetin beğenmediği şeylerdir. Allahü teâlânın emirleri hâricinde ne yapıyorsak o, *Nefs’e* âitdir. 


Âhiret de, ameller, ibâdetler ikiye ayrılacak. *Allah için* yapılanlar, *Nefs için* yapılanlar. 


Kendi *Nefsi için* yapılanlar, terâzînin *Sol* tarafına, *Allah için* yapdıkları da *Sağ* kefeye konulacak. Tartılınca, netîce buna göre olacak. 


Yâni sağ taraf ağır gelirse, *Cennete*, sol taraf ağır gelirse *Cehenneme*. Her şey açık, herşey meydanda. 


Herkes, her işini, hür *İrâdesi* ile yapar, netîcesine de katlanır. Mektûbât’ta; *İnsan, evlâdını bile kendi nefsi için sever!* buyuruyor.

Büyüden kurtulmak için!

Sual: Kendisine büyü yapılmış olan bir kimse, bu yapılan büyüden kurtulmak için neler okuyabilir veya neler yapabilir?

Cevap: Bu konu hakkında Fevâid-i Osmâniyye kitabında buyuruluyor ki:

“Sihir ve cadı, yani büyü afetlerinden kurtulmak için, üç kerre Salevât-ı şerife okumalı, sonra yedi Fâtiha, yedi Âyet-el-kürsî, yedi Kâfirûn suresi, yedi İhlâs-ı şerif, yedi Felak ve yedi Nâs sureleri okuyup kendi üzerine veya hasta üzerine üflemelidir. Bunları tekrar okuyup, büyülenmiş olanın odasına, yatağına, evin her yerine, bahçesine üflemelidir. İnşaallahü teâlâ, büyüden halas olur, kurtulur. Buna karşılık ücret almamalıdır. Bütün hastalıklar için de iyidir.”

Büyü yapılmış olan kimse, Mevâhib-i ledünniyyede bildirilen âyet-i kerimeleri, duaları ve  Teshîl-ül-menâfi kitabı sonundaki Âyât-i hırzı sabah namazı ve ikindi namazlarından sonra, yedi gün birer kerre okur ve boynuna asarsa, şifa bulur.

Bir miktar suya, Âyet-el-kürsî, İhlâs ve Mu'avvizeteyn okumalı. Büyülenmiş kimse bundan üç yudum içmeli, kalan ile gusül abdesti almalıdır, şifa bulur. İbni Âbidînde ve Mevâhib-i ledünniyyede deniyor ki:

“Sidr ağacının yeşil yaprağından yedi adedi iki taş arasında ezilip su ile karıştırılır. Üzerine Âyet-el-kürsi, ihlâs ve Kul-e'ûzüler okunur. Üç yudum içip, gusül edilir.” Sidr, Lotus denilen yabani kiraz, kâzib abanoz ağacıdır. Mekâtîb-i şerîfede deniyor ki:

“Hacetlere kavuşmak için, iki rekat namaz kılıp, sevabını Silsile-i aliyyenin ruhlarına hediye etmeli, bunların hürmeti için diyerek dua etmelidir.”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün, bir yerde oturuyorduk. Bir ara dışarıdan *Köpek havlama* sesi işitdik. Sanki bir şeyler söylüyordu. Kim bilir *Ne diyordu* hayvancağız? 


İnsan ve Cin’den başka her *Canlı*, mânevî şeyleri *Görür* ve *Duyar* kardeşim. Ama insanlar duymazlar. İnsanlar, değil mânevîsini, *Maddî* sini bile duyamıyor, göremiyor. 


Biz hepimiz çok *Şanslı* yız kardeşim. Çok bahtiyârız. Niçin? Çünkü *Sâhip* siz değiliz. Bir sâhibimiz var. Yâni en büyük *Şeref*, en büyük *Ni’met*, bir yere bağlı olmakdır. 


Çünkü *Bağlı olmak* demek, sana biri *Sâhip* çıkıyor, seni kurtaracak demekdir. Ama *Bağsız* ve *Bağım* sız oldun mu, kimin eline düşeceğin belli olmaz. 


Ya *Şeytân* ın, ya *Nefs* in, ya da bir *Kötü arkadaş* ın eline düşersin. İşte bizim en büyük *Şansımız*, bu *Büyük* lere, *Allah dostları* na bağlı olmamızdır efendim. 

● ● ● 

Allahü teâlâ, *Hastalığı*, ancak sevdiklerine verir efendim. Sevmediklerine vermez. *İmâm-ı Gazâlî* hazretlerinin bir *Bedduâ* sı var. Kimyâ-i seâdetde var bu. 


İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyurmuş ki: Eğer birine *Bedduâ* etmek istiyorsanız, onun hakkında üç şey isteyin.  Çok *Para*, çok *Sıhhat*, çok *Ömür*. 


Hâlbuki bunların *Üçü* de istenecek şeyler. Nitekim herkes dünyâda bu üçü için yaşıyor. Çok *Para* kazanayım, çok *Yaşıyayım* ve hep *Sıhhat* li olayım! Herkes bunlar için yaşıyor. 


Bunun hikmetini soruyorlar *İmâm-ı Gazâlî* hazretlerine. O da buyuruyor ki: *Bu üçüne sâhip olan kimse, Allah diyemez!* Niçin? Çünkü herşeyi tamam. İhtiyacı yok ki. 


*Parası* var. Bir yeri ağrımıyor. Niye *Allah* desin ki? Bir *Sıkıntı* sı yok. Duâ etmek hâtırına bile gelmez. İnsan, bir sıkıntıya düşünce *Allah* der, *Duâ* eder. Onun hiçbir sıkıntısı yok ki, niye Allah desin, duâ etsin?