MÂİDE HALA

Efendi Hazretlerinin kızıdır. Yukarıdan amcazadelerden Hamîd Paşa’nın oğlu seyyid İbrahim Arvâsî beyefendi ile evli idi. Mekkî ve Enver efendilerden küçük, Münîr efendiden yaş bakımından büyük idi.

Alçak gönüllü, sevimli, konuşkan, canlı, hayat dolu bir hanımdı. Duası ve (Allah korusun) bed duâsı kabul olunanlardan idi.

Bir gün Bağlum’dan dönerken;

“Canım çekti. Şimdi Akhisar’dan birisi zeytin getirse” dedi. Eve geldiklerinde, hiç haber ve hesabta yokken, kapıda Akhisar’dan ahbabları gördüler. Bir teneke de zeytin getirmişlerdi. Böyle halleri vardı.  

2003 senesinde vefat etti. Bağlum’dadır.

(Rahmetullahi teâlâ aleyhâ”


Garbı ağabey damadı idi, kızı Gülsüm ile evli idi. Ekseriya onlarda kalırdı.

Bir gün yüz kadar sual hazırlayıp evlerine gittim. Garbî ağabey, hala ve bu fakîr oturduk. Suallerimi sordum. Efendinin ev ve aile hayatı gibi husûsî taraflarına aid suallerdi.”

(Son Halkalar I, sf 355)


Bu sualleri ve cevabları merak edenlerin,  Son Halkalar I. C, 355-361. sahifeleri okumalarını tavsiye ederiz.

Fas'tan doğan güneş

Hazret-i Hasan’ın soyundan yâni şerîflerden olan Ahmed bin İdrîs hazretleri, çok kerâmeti görülen bir velî idi. Onun en büyük kerâmeti uyanık hâlde iken de Resûlullah efendimizi görmesi ve O’ndan şifâhen salevât-ı şerîfeleri öğrenmesiydi. Kendisi şöyle anlatır: HAZRETİ HIZIR’DAN ÖĞRENDİ

Bir defâsında Resûlullah efendimizi gördüm. Yanında Hızır aleyhisselâm da vardı. Peygamber efendimiz Hızır aleyhisselâma, bana Şâziliyye yolunun dersini (edebini) öğretmesini emrettiler. O da bana Resûlullah’ın huzûrunda nasıl olunacağını öğrettiler. Daha sonra Peygamber efendimiz, Hızır aleyhisselâma sevâbı daha çok olan zikir, salevât ve istigfârları öğretmesini buyurdu. O zaman Hızır aleyhisselâm; “Onlar hangileridir yâ Resûlallah?” diye suâl etti. Peygamber efendimiz; “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah fî külli lemhatin ve nefesin adede mâ vese’ahü ilmüllah...” diye üç defâ, sonra da; “Külillâhümme innî es’elüke bi nûr-i vechillah-il-azîm.” Sonra da; “Estagfirullah el-azîm el-kerîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm. Gaffâr-üz-zünûb. Yâ zel-celâli vel-ikrâm” diye buyurdular. Sonra da Peygamber efendimiz bana; “Ey Ahmed! Yer ve göğün hazînelerini sana verdim. O da bu zikir, salevât ve istiğfârdır” buyurdular. Çok iltifât ve teveccühlere mazhar oldum.


AZRAİL ALEYHİSSELAMDAN MÜJDE

Ahmed bin İdrîs’in talebelerinden biri, Mekke-i mükerremede vefât etti. Onu Muallâ Kabristanına defnettiler. Defin esnâsında orada bulunan keşf sâhibi bir talebe, Azrâil aleyhisselâmın Cennet’ten bir yaygı ve büyük kandiller getirdiğini ve kabri göz alabildiğine genişlettiğini gördü. Bu hâle gıpta edip; “Keşke, öldüğümde benim için de Rabbim böyle bir ikrâmda bulunsa” dedi. O zaman Azrâil aleyhisselâm; “Sizden her biriniz, Allahü teâlânın sevgili kulu olan hocanız Ahmed bin İdrîs’in devamlı okumuş olduğu salevât-ı şerîfeler bereketiyle böyle ikrâm ve ihsânlara kavuşacaksınız. Bu talebe, vefat ederken hocanızın okuduğu şu salevât-ı şerîfeyi okudu” buyurdu. O büyük salevât da şöyledir: “Allahümme innî es’elüke bi nûri vechillahil azîm. Ellezî melee erkân’el azîm bi kadri azameti zâtillahil azîm fî külli lemhatin ve nefesin adede mâfî ilmillahil azîm salâten dâimeten bi devâmillahil azîm. Ta’zîmen li hakkıke yâ Mevlânâ yâ Muhammed yâ zel hulukil azîm ve sellim aleyhi ve alâ âlihî mislü zâlike vecma’ beynî ve beynehû kemâ. Cema’te beyner’rûh-ı ven-nefsi zâhiren ve bâtınen yakazaten ve menâmen. Vec’alhü yâ Rabbi rûhan lezzâtî min cemî’il vücûhi fid-dünyâ kablel âhira yâ Azîm.”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ hepimize *Hüsn-ü hâtime* nasîb eylesin. Birbirimize *Duâ* edeceğiz kardeşim. 


*İmâm-ı Rabbânî* hazretleri, talebeleriyle bir *Han* da konaklamışlar. Akşam yatmadan önce, talebelerine demiş ki: 


Bu gece, bu handa yangın çıkacak. Herkes, *Bismillâhillezî lâ yedurrü ma’asmihî şeyün fil erdı velâ fissemâi ve hüvessemî’ül alîm!* duâsını okusun. 


Hepsi de bu *Duâ* yı okumuşlar. Sabahleyin, handaki herkesin eşyâları *Yandığı* hâlde, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinin *Eşyâ* ları kurtulmuş. 


Yalnız bir *Talebe* nin eşyâsı yanmış. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, o talebeyi çağırmış ve *Sen bu duâyı okumadın mı?* diye sormuşlar. 


O da; *Efendim ben duymadım!* demiş. Meğer İmâm-ı Rabbânî hazretleri bunu söylerken, o dışarıdaymış. Duâyı okuyamadığı için, onun da eşyâları yanmış. 

● ● ● 

Efendi hazretleri, bir gün bana; *Sen öğretmen olunca talebeye bol not ver. Talebeyi sıkma, güler yüzle davran!* buyurmuşdu. Aradan yıllar geçdi. 


Bursa Askerî Lisesinde öğretmen iken, okul kumandanı birgün beni çağırdı ve *Yarın imtihânınız var. Bu imtihâna, iyi bir ahbâbımın oğlu da girecek, ona bol not ver!* dedi. 


O bahsettiği talebe, Halk partili Kars milletvekîlinin oğlu idi. *Peki efendim!* dedim. Ama, Kumandanın emrini dinlemek için değil, Efendi hazretlerinin nasîhatine uymak için *Peki* dedim. 


Bir başka üsteğmeni çağırdı. Ona da aynı şeyi söyledi. Ama o, kumandana cevâben; *Çocuk ne kadar bilirse, o kadar not veririm, hakkından fazlasını vermem!* dedi. 


Çocuk imtihana girdi. Ama pek birşey bilemedi. Herkes çocuğa *Bir-İki* verdi, ben *Yedi-Sekiz* verdim. Efendi hazretlerinin nasîhatini dinleyip *Râhat* etdim kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Sabâh erkenden *Eyüp* deki dergâha giderdim. Kapı kapalı olurdu. *Mevlânâ Hâlid* dîvânından, yüksek sesle okumaya başlardım. Efendi hazretleri işitirmiş. Şâkir Efendi’ye; *Bizim bülbül geldi, koş kapıyı aç!* buyururmuş. 


O zamanlar, ben Ankara’da vazîfeli idim. Efendi hazretleri İstanbul’da idi. Ben Ankara’dan her fırsatda gelir, Efendi’nin *Sohbet* leriyle şereflenirdim. 


Bâzan *Tren* le gelirdim. Hattâ bir keresinde tren çok kalabalıkdı. Öyle ki, kompartımanlar tamâmen *Dolu* idi. Hattâ koridorlarda bile yer *Yok* du. 

● ● ● 

Arkadaşlardan ricâm, *Kitap* okumalarıdır. Ben de arkadaşlarımı kitap yoluyla görmeği tercîh etdim. Siz, benim *Gözüm*, *Kulağım* ve *Elim* siniz. 


*Siz* olmasanız, ben bir *İşe* yaramam. Onun için kitapların dağıtılmasında yardımcı olan kardeşlerimi çok *Seviyorum* ve onlara *Duâ* ediyorum. 


Yolunu şaşırmış bir kimseyi Doğru yola çevirmek, on kâfiri *Îmâna* getirmekden daha çok *Sevap* dır. Arkadaşlarımızın, ilmihâl ve diğer kitaplarımızdan her gün bir veyâ iki *Sahîfe* okumalarını istiyorum. 


Okursanız, *Feyz* alırsınız, feyz demek, *Nûr* demekdir. Nûr, kalbe yağar ve kalbi temizler. Okudukca kalbiniz *Nûrlanır*, okuduğunuzu anlamağa başlarsınız. 


Ehl-i sünnet *Âlimleri* nin kitaplarını okuyanlar, Allahü teâlânın *Rızâsı* na ve *Sevgisi* ne mazhar olurlar. Şimdi o yolu bilen kalmadı. Ama yalancılar ve dolandırıcılar çok var her tarafda. 


Bunların sözlerine aldanmıyalım. Tesavvufu *Anlamıyan* ve büyükleri *Tanımıyan* bâzı câhillerin, din adamı şekline girdiklerini işitiyor, *Yaldızlı* kitaplarını da görüyoruz. 


Sakın onlara aldanmayınız! Onlardan, *Zehirli Yılan* dan kaçar gibi kaçınız. Elinizdeki doğru kitaplara sarılırsanız, bu *Kitaplar*, sizi maksada ulaşdıracakdır.


Cenâb-ı Hakka hamd ve senâlar olsun ki, *Küfr* ve *İrtidâd* ın istilâ etdiği bir zamanda, böyle muhabbet ve zevk, Cenâb-ı Hakkın en büyük *Lütfu* ve *İhsânı* dır. 


Hakîkati görmek, *Nûr* ile *Zulmeti* anlamak ve *Kâr* ile *Ziyânı* tefrîk edebilmek, ne büyük bir sermâye ve seâdetdir. Ehl-i sünnet üzere *Îmân* etmek, her zaman kıymetlidir. 


Fakat böyle doğru inananların azaldığı bir zamanda, *Kıymeti* daha da *Fazla* dır. Gece gündüz Cenâb-ı Hakka şükrediniz. Ve en birinci vazîfe olarak *İslâm Harfleri* ni öğreniniz kardeşim.

Hatim bir kişinin okumasıdır

Sual: (Okunan Kur’an lamba gibidir. Bir lamba için biri gazyağı, diğeri fitil, bir başkası kibrit getirse lamba yandığında, herkes tam bir lambaya sahip olur ve lambadan istifade eder. Bunun gibi, değişik cüzleri okuyup Kur’an-ı kerimi hatmeden kimseler de böyle manevi bir lamba yakmışlardır. Böylece Kur’an hatmedilmiş olur) deniyor. Herkes başka bir cüzü okursa, hatim sevabı hâsıl olur mu?

CEVAP

Hayır, hatim sevabı hâsıl olmaz. Böyle, nakli esas almayan aklî kıyaslar, dinde geçerli olmaz. Fıkıh kitaplarımızda deniyor ki:

Kur’an-ı kerimi Fâtiha’dan başlayıp İhlâs sûresine kadar okuyup, sonra olan birkaç sûreyi başkasına emredip okutsa, o da birinciye vekil olarak kalan sûreleri okursa, hatim okumuş olmaz. Dinleyenler de, hatim sevabına kavuşamaz. (Behcet-ül-fetava)


Farklı cüzleri okumuş olanlar, sevabını, ölülerin ruhlarına ayrı ayrı hediye etseler veya biri, hepsi için hediye etse, yani hatim duası yapsa, okuyanlar da âmin deseler, âyetlerin sevablarının toplamı, ölülere de verilir, fakat hatim için vaat olunan sevaba kavuşamazlar. Bir hatmi, yalnız bir kişinin okuması ve sevabını, bunun bağışlaması gerekir. Duasını yaptırmak üzere başkasına hediye etmesi de caizdir.


Ölü için, çeşitli kimselerin sessiz olarak çeşitli cüzler okuyup, Kur’an-ı kerimi hatmetmeleri ve her birinin okuduğunun sevabını ölünün ruhuna göndermeleri veya birinin, hepsi için hediye etmesi yani hatim duasını yapması, okuyanların da âmin demeleri caiz olur ve çok faydalı olur, ama bu suretle hatim sevabı hâsıl olmaz. Hatmi bir kişinin okuması veya bir kişinin, daha önce okumuş olduğu hatmin sevabını hediye etmesi lazımdır. Secde âyetini okumak da böyledir. Çeşitli kimselerin okudukları kelimeler toplanarak, bir kişi bütün âyeti okumuş gibi yapılamaz, çünkü Kur’an okumak için, kimse başkası yerine vekil yapılamaz. (S. Ebediyye)


Paylaşarak okumak

Sual: Farklı kişiler, farklı cüzleri okuyunca hatim olmazsa, sevab da olmaz mı?

CEVAP

Çok sevab olur. Salih Müslümanlar, aralarında paylaşıp, bir evde toplanarak veya herkes kendi evinde, ücretsiz olarak hatim ve hatm-i tehlil okumaları ve sevabını ölen kimsenin ruhuna göndermeleri çok faydalıdır. (S. Ebediyye)

Yadigâr mektublar 14.Mektub

 29 Cemâzi'l-Âhire 1372 [15.3.1953]

Selamün aleyküm kıymetli kardeşim Saim bey 

Bugün pazar olup, şu mektubumu yazıyorum. Mübarek Recep ayı geliyor. Önümüzdeki bu mübarek günlerin ve gecelerin hakkımızda hayırlı olmasını Cenâb-ı Hakdan dua ederim. Hakikaten bu aylar ticaret ve kâr zamanıdır. Peygamberimiz buyurdular ki, "Beş gece vardır ki, bu gecelerde edilen dualar red edilmez. Receb-i şerif'in ilk gecesi,Şa'bân-ı muazzamın onbeşinci Berat gecesi, Iyd-ı Fıtr ve İyd-ı Adhâ [Fıtra ve Kurban Bayramı] geceleri ve Cum'a geceleridir." Receb-i şerifde yapılan her ibadete iki kat sevab verilir. Fakat günahların cezası da iki katdır. Şu halde bu günlerde uyanık olmak lazımdır.

Receb-i şerifin ilk Cum'a gecesi,Regâib gecesidir.Regâib, ragibet kelimesinin cem'idir. Rağbet ve arzu edilen şeyler demektir. Bu gece de arzu edilen ni'met ve mağfiret-i ilâhi artdığı için,bu ism verilmiştir. Nas arasında söylenen, Regâib gecesinde peygamber efendimiz, valideleri karnına nüzûl buyurdu, sözü doğru değildir. Aklen ve şer'an aslı olmadığını kitaplar yazıyorlar. Bu mübarek aylarda kaza nemazları kılmalı, kazaya kalmış oruçları tutmalı ve sadaka vermeli, müslimânlara iyilik etmeli ve dua ve istiğfar etmelidir.

Bu dünyada müsâfiriz. Geldik gidiyoruz. Gideceğimiz yerde lazım olan şeyleri burada toplamazsak, orada cezasını görürüz. Hem o ceza ebedidir, sonsuzdur. Aklı olan sonsuz olan azâbdan kurtulmak için her çareye başvurur. Halbuki çaresi ancak dünyada iken kâbildir. Ve çok kolaydır. Cenâb-ı Hak cümlemizi akıl, fikir versin, şeytana ve nefsimize ve şehvete aldatmasın. Gençlik gidiyor, hayat gidiyor, son pişmanlık faide vermez. Fırsat elde iken kazanmalı. Fırsat bir daha ele geçmez. Allahu Teala hepimizi doğru yoldan ayırmasın, yalancı ve sahte güzelliklere ve zehirli tatlılıklara ve yüze gülen yalancılara kandırmasın ve kapdırmasın.

Bizim eve teşrif etmişsiniz; bulunamadığından çok üzüldüm.Afv ediniz, yine buyurunuz.

Kıymetli mektûblarınızı ve dualarınızı beklerim, gözlerinden öperim kardeşim.

Kardeşiniz Hüseyn Hilmi Işık

GÖZYAŞI

Menemen hadisesi yaşanmış, Efendi hazretleri de oraya götürülmüştü. Bu durum eshâbını ne kadar üzmüş ise, dönüşleri de o kadar sevindirmiş idi.

Bundan sonrası Hilmî Bey hocamızın (rahmetullahi teâlâ aleyh) hatırasıdır.

“O gece rüyada Efendi Hazretlerinin ağzıma şeker koyduklarını gördüm. Ertesi gün Bâyezid Câmi-i şerîfinde her zamanki yerime oturdum. Başımı önüme eğdim, gözlerim yarı yumulmuş vazîyette hasretle bekliyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibi idi. Âniden bir aksırma sesi duydum. Efendinin sesiydi. Zira sık sık aksırırdı. Geldi, kulağıma eğilip;

“Hilmî, ben geldim”

buyurdu. Birden sevincimden ağlamağa başladım ve rüyâda ağzıma şeker koymalarını sevindirici bir haber olarak ta’bir eyledim.”

(Son Halkalar I, sf 309)

...

GADAB

Efendimiz aleyhissalâtü vesselam buyurdular:

“Gadab, şeytanın vesvesesinden hâsıl olur. Şeytan ateşten yaradılmıştır. Ateş su ile söndürülür. O halde, kızınca abdest alınız.”

SUYUN AKTIĞI BORU

Hüseyin Hilmî Işık (rahmetullahi teâlâ aleyh) hocamız anlatırlar:
“Bir gün elimde, diyânet işleri reisliği de yapmış olan Şerafettin Yaltkaya’nın Ehl-i sünnet ve İmâm-ı A’zâm hazretleri hakkında yazmış olduğu bir risale  ile Efendi Hazretlerinin huzuru geldim. 
“Elindeki nedir?”
buyurdular. Söyledim.
“Okuyun!”
dediler. Altmış küsûr sahifelik bir kitabcıktı. Sonuna kadar hepsini okuttular. Sonra buyurdular ki;
“İçindekilerin hepsi doğrudur. Fakat müellifi pistir. Onun için sen de bu kitabı bir daha okuma!”
(Son Halkalar I, sf 306)
...
Büyüklerimiz buyurdular:
“Su, aktığı boruya tâbidir,pis borudan şifa gelmez."

MUHABBET

Efendi hazretleri buyurdu:

“Seyyîdim, senedim hazret-i Seyyîd Fehîm (kaddesallahu teâlâ sirreh) buyurdu;

-Eğer, Seyyîd-i Büzürk (Seyyîd Tâhâ) hazretleri ile aramızda ateşten bir dere olsa ve beni yanına çağırsa, tereddüdsüz o dereye girer, emrini yerine getirirdim”

(Son Halkalar I, sf 302)

...

Yadigâr mektublar 13. Mektûb

Bursa'dan talebesi Ziraat memuru Saim Şensöz'e Arabi harflerle yazılmıştır.

28 Muharremü'l Harâm 1371 [29.10.1951]

Selamünaleyküm kıymetli aziz kardeşim Saim bey

15 Teşrîn-i evvel tarihli mektubunuzu aldım. Kırâatiyle memnun olup, teveccüh ve dualarınıza müteşekkir oldum. Cenabı Hak sizleri de dünyada ve ahirette mesrur edip, tarîk-i müstekîmde müdavim eylesin.

Bursa'da fakirhaneyi teşrif edip, görüşemediğimizi Abdülhakim haber vermişti. O gece sizi beklemiştim; fakat o gün nasib yokmuş. Bizde beylerbeyi'nde denize nazır bir ev bulduk.Lehülhamd zahmetsizce, sühûletle muvafık bir mesken zahir oldu. Bugüne kadar, yerleşmekle, noksanları ikmal ile meşgul oldum. Bugün salıdır, şimdi çok şükür yerleşmiş bulunuyoruz. Ev nakli ve yerleşmek bizi fazla meşgul ettiğinden, sakin bir kafa ile size de cevap yazmak teahhur etdi [gecikti].Özr diler, afvımı istirham ederim kardeşim.

Muharremü'l Harâmın 9, 10, ve 11'inci günleri oruç tuttuğunuza çok memnun oldum. Üzerinde kazaya kalmış orucu bulunmayanlar için, bu üç günde nafile oruç tutmak hakkında beşaretler ve müjdeler vardır. Borcu olanların ise evvela kaza oruçlarını tutması lazımdır. Muharrem ayı'nın fazileti ve orucunun sevabı hakkında çok hadisi şerifler vardır.Ve din imamlarımız kitaplarında bunları beyan buyurmuştur.

Lakin Şi'iler fazla olarak bu ayda ve Muharremin onunda matem tutuyorlar ve aşure pişiriyorlar. Bunlar sonradan Râfizîler tarafından ihdas edilmiş bid"atlerdir. Din kitaplarında bunların bid'at olduğu ve günah olduğu yazılıdır. Bazı cahil veya Şi'i ve zındıklar ın yazdıkları kitaplarda aşure pişirmek yazılı ise de, bu kitapların yanlış olduğunu büyük kitaplar ve alimler beyan buyurmuştur.

Mesela, bende mevcut olan müteaddid kitaplardan şimdi elimde bulunan, (İrşâdü'l-A'mâli ilâ mâ yenbegıy fealehu fi yevmi âşûre ve gayrihi mine'l-a'mâl) kitabının 58'nci sahifesinde diyor ki: ( Ve mine'l-bidâ' eydan tabhü'l-hubûbi fi yevmi'l-âşûra alâ enne li-tabhihi meziyyeten lizâlike'l-yevm. Kâle fi Nüzheti'l-Mecâlis, raeytü fi'l-Mevridi'l-Azbi, enne Nuh aleyhisselam lemmâ istekarreti's-sefinetü yevme âşûra kâle limen me'ahu icme'û mâ bakıye me'aküm mine'z-zâdi fecâe hâzâ bikeffin mine'l-baklai ve hâzâ bikeffin min adesin ve hâzâ bikeffin min urzin ve hâzâ bikeffin min şe'irin ve hâzâ bihıntatin fekale itbehûhu cemi'an fekad hünni'tüm bisselâmeti femin zâlike ittehaze'l-müslimûne ta'ame'l-hubûb.) Bid'atleri ta'dâd ederken [sayarken], aşure günü, aşure pişirmek de bid'atdir, diyor ve bu Nuh aleyhisselam'dan kalmıştır, diyor. Ya'ni bizim peygamberimizin sünneti değildir, bid'atdir.

Yemek yemenin adabı birçok kitaplarda yazılıdır. Mesela: herkesin okuduğu mızraklı ilmihalin 82'nci sahifesinde ta'âmı yemenin farzı altıdır: 1-ölmeyecek kadar yemek.2-Ta'âmın lezzetini Allahu teâlâ'dan bilmek.3-Ta'âma doymağı ve suya kanmağı Allahu teâlâ'dan bilmek.4-Helalden yimek.5-Ta'âmın kuvveti geçinceye kadar ibadet etmek.6- Kanaat etmek.

Ta'âmın sünnetleri 18'dir:

1-Pabucı çıkarıp yimek. 2-Diz çökerek yimek. 3- Sofra bezini aşağı kurmak. 4- Sirkede yimek. 5-Ta'âm sonunda hamd etmek. 6- Başlarken besmele çekmek.7- Ta'âm evvelinde tuz yimek. 8- Arpa ekmeği yimek. 9-Ekmeği eli ile parçalamak. 10- Üç parmağı ile yimek. 11- Önünden yimek. 12- Kabın kenarından yimek. 13- Ekmek ufaklarını toplamak. 14- Kabı parmakla sıyırmak. 15- Üç parmağı sonunda yalamak. 16- Dişlerini temizlemek.17- Lokmayı küçük almak. 18-Lokmayı çok çiğnemek.

Ta'âm yimenin mekruhları 4'dür:
1- Sol el ile yimek. 2- Ta'âmı koklamak. 3- Pişmiş eti bıçak ile kesmek.4- Besmeleyi terk etmek.

Ta'âm evvelinde el yıkamanın 10, ta'âm sonunda el yıkamanın 6 faidesi vardır.

Ta'âm yimenin harâmı 9'dur:

1- Karnı doyduktan sonra yimeğe devam etmek. Fakat misafir ev sahibi yemedikçe yemez ise veya sahur ta'âmında oruca kuvvet ziyade olsun diye fazla yirse, doyduktan sonra yimek caizdir. 2- İsraf etmek. 3-Harâm liaynihinin [domuz, leş gibi aslı haram olan şeyin] evvelinde besmele demek. Ulema küfrün de ihtilaf ettiler. 4- Da'vetsiz yere gitmek. 5- İzinsiz başkasının ta'âmını yimek. 6- Bedenine maraz olacak şeyi bilerek yimek.7- Altın ve gümüş tabaktan yimek. 8- Riyâ ile hazırlanmış ta'âmı yimek. 9- Nezr etdiği ta'âmı yimek.

Buraya kadar mızraklı ilmihal' den yazdım. Bunlar hep doğrudur. Mu'teber kitaplardan alıp yazmıştır. Bu haramlardan kaçmak lazımdır. Bilhassa haram bulunan bir ta'âma oturmamalıdır. Mesela: Kadın bulunan, resim asılı bulunan, çalgı ve şarkı bulunan ta'âmlar haramdır. Zorunlu olmadıkça böyle ta'âmlara ve içki bulunan ta'âmlara oturmak haramdır. Ta'âmın sünnetlerini okursanız, masada oturmamak, bıçak, çatal kullanmamak sünnet iktizasıdır. Fakat asıl mühim nokta, bunlar ta'âmın sünnetidir; ibadet sünnet değildir. Ya'ni iki türlü sünnet vardır. Biri ibadet olan sünnet; ikincisi adet olan sünnet. Ta'âmın sünneti adet olan sünnetlerdir. Bunları inkar etmeyip, yalnız terk etmek veya aksini yapmak günah değildir. Fakat terketmeyip bu sünnetlere de riayet etmek çok sevaptır. Lakin bir haramı irtikab eden kimse, sünnetleri yaparsa hiç faidesi olmaz. Haramdan kaçmağa çok dikkat etmek lazımdır. Haramdan kaçtıktan sonra, adetteki sünnetleri terk ile müslimânlar meyânında adet olan şeyleri yapmak zararsızdır. Lakin müslimanlar arasında adet olmayan şeyleri yapmamalıdır. Şu halden masada yimek, kaşık çatal kullanmak zararsızdır. Fakat ibadetteki sünnetleri terk etmek böyle değildir. [Bu sünnete mahsus] şefaatten mahrum kalır.

Şerîatde zekât, Arabî ve hicri sene iledir. Temmuz, Mayıs ayları ile değildir. Şevval'de 500 lirası olan [o zaman ki râyiçle], gelecek Şevval'de 500 liradan az ise, zekat vermez. Zâtî tabanca ve at, ihtiyacı olanlar için nisaba dahil olmaz. 500 liradan fazla parası olan kimse, zaten tabanca ve atın zekâtını vermez. Zira yalnız ticaret niyeti ile alınan malın zekatı verilir. Kullanılan malın zekatı olmaz. Yalnız ihtiyaçtan fazla mal, nisâbı  hesap edilirken nazar-ı itibara alınır.

Gayri muntazam yazılarımda sizi rahatsız ettim. Bilmem arzunuzu ifâ edebildim mi? Hüsn-i hâtime ve selâmet-i îmân [son nefeste iman ile göz yummak] duası eder ve dualarınızı beklerim kardeşim.

Kardeşiniz
Hüseyn Hilmi Işık