Mirâca inanmayanlar çeşit çeşittir

Muhammed Rebhâmî hazretleri Rıyâd-un-nâsıhînde buyuruyor ki:


*Mirâca inanmayanlar çeşit çeşittir:*


*Cebriyye* fırkasının 2. kısmı olan *Cehmiyye* ile mutezile fırkasının 12. kısmı olan *Kâbiyye*, *"mirâc yoktur"* dedi. 


*Mutezile* fırkası, *"mirâc rüyâdır"* dedi.

Zamânımızda, mutezile fırkasını taklîd edenler çoğalmaktadır. 


*(Bâhilî)* fırkası ise, *mirâc, Kudüse kadar olmuştur, göklere çıkmamıştır,* dedi.


*Allahü teâlâya cisim diyenlerden (Haşeviyye) ve (Müşebbihe)* fırkaları ise, *mirâc bir gece sürdü. Bu gece, 300 sene uzundu. Bütün insanlar, bu kadar zemân uykuda kaldı* dedi. 


*(İbâhâtî), yanî İsmâilî* fırkasında olanlar, *mirâc, rûha oldu. Beden yerinden ayrılmadı* dedi.


*Ehl-i sünnet âlimleri* buyurdu ki, *mirâc, rûh ve cesed birlikte olarak, Mekke-i mükerremeden Kudüse ve oradan, yedi kat göke ve sonra Sidre denilen yere ve Sidreden (Ka’be kavseyn) makâmına, uyanık olarak, gece, bir ânda götürülmüş ve getirilmiştir. Bunu yapan, Allahü teâlâdır ve ancak O yapabilir, dedi ve çeşitli şekilde ispât etti.*


*Muhammed aleyhisselamın yalnız rûh ile olan başka mi’râcları da vardır.*


Tam İlmihal Saadet-i Ebediyye -420.sahife

Zekeriyya Aleyhisselam

 İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. İsmi Zekeriyya bin Âzan bin Müslim bin Sadun olup, soyu Süleyman aleyhisselama ulaşır. Yahya aleyhisselamın babasıdır. Musa aleyhisselamın getirdiği dînin emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etti. Marangozluk yapar elinin emeğiyle geçinirdi. Kavmi tarafından şehit edildi..


Zekeriyya aleyhisselam zamânında Şam vilâyeti Batlamyüsilerin elindeydi. Onlar Kudüs’te bulunan Beyt-ül-Makdis’e hürmet ederlerdi. Beyt-ül-Makdis mâmur olup gece ve gündüz orada ibâdet edilirdi. Mescidde Harun aleyhisselam neslinden din büyükleri vardı. O zamanlarda İsrailoğulları arasında peygamber yoktu. Bunlar bir peygamber göndermesi için gece gündüz Allahü teâlâya dua ettiler. Allahü teâlâ, Beyt-i Makdis’te Tevrat yazmayı ve kurban kesmeyi idâre eden Zekeriyya aleyhisselamı peygamber olarak vazîfelendirdi. Zekeriyya aleyhisselam insanlara nasîhat ederek doğru yola çağırdı. İsrailoğullarından onun bildirdiklerine inananlar olduğu gibi, inanmayıp karşı çıkanlar daha çok oldu.


Zekeriyya aleyhisselam, İmrân bin Mâsân isminde bir dostunun kızı olan Elîsa ile evlendi. Elîsa ile hazret-i Meryem kardeş olup babaları İmran idi. İmrân önce Elîsa’nın annesi ile sonra bunun başka erkekten olan kızı Hunne ile evlenmişti. Hazret-i Meryem’in annesi olan Hunne; “Cenâb-ı Hak bana bir oğul ihsân ederse Beyt-ül-Makdis’e hizmetçi yapacağım.” diye adakta bulundu. Kızı oldu. Adını Meryem koydu. Hazret-i Meryem doğmadan önce babası İmrân vefat etti. Hunne kızı Meryem’i teslim etmek üzere Beyt-ül-Makdis’e götürdü. Orada bulunan âlimlere niyetini anlatıp nezrinin kabûlünü ricâ etti. Meryem, Beyt-i Makdis’e kabul edildi. Fakat Meryem’in kimin himâyesinde kalacağı husûsunda Beyt-i Makdis hizmetçileri olan âlimler arasında anlaşmazlık oldu. Zekeriyya aleyhisselam; “Çocuğu himâyeme ben alacağım. Akrabâlık yönünden çocuğa en yakın benim.” dedi.


Diğer âlimler de çocuğu himâyelerine almak istediler. Çekilen kur’a netîcesinde hazret-i Meryem’in Zekeriyya aleyhisselamın himâyesinde kalması kararlaştırıldı.


Zekeriyya aleyhisselam hazret-i Meryem’i evine götürdü. Onu hanımı Elîsa büyüttü. Sonra da hazret-i Meryem için Beyt-i Makdis’te yüksek bir oda yaptırdı. Hazret-i Meryem bu odada hem Allahü teâlâya ibâdet etti, hem de Zekeriyya aleyhisselamdan Tevrat okudu. Zekeriyya aleyhisselam ona hergün yiyecek getirir, ibâdetten bir şey öğretirdi. Bir kış günü odasına girdiğinde önünde dünyâ yiyeceklerine benzemeyen türlü türlü nîmetler gördü. Nereden geldiğini sorduğunda; “Allahü teâlâ tarafından geliyor.” diye cevap verdi. Bu yiyecekler Allahü teâlânın kudretinden hazret-i Meryem’e verdiği bir kerâmetti. 


Zekeriyya aleyhisselam 99 veya 120 yaşına geldiği halde neslini devâm ettirecek bir evlâdı yoktu. Hanımı da zâten çocuk doğurmuyordu ve 98 yaşındaydı. Gerek Zekeriyya aleyhisselamın, gerekse hanımının çocuk sâhibi olma yaşları geçmişti. Fakat içine bir evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih bir evlâd ihsân etmesi için Allahü teâlâya dua etti. Allahü teâlâ ona Yahya isminde bir oğlan çocuğu ihsân edeceğini Cebrâil aleyhisselam vâsıtasıyla bildirdi. Birgün Zekeriyya aleyhisselam odasında namaz kılarken beyaz elbiseler içersinde Cebrâil aleyhisselam gelerek Allahü teâlânın kendisine Yahya isminde bir oğul ihsân edeceğini müjdeledi. Ayrıca onun hazret-i Îsâyı tasdik edeceğini, zamânın büyüklerinden ve bütün kötülüklerden uzak, nübüvvetle (peygamberlikle) muttasıf, sâlihler zümresinden bir zât olacağını haber verdi.


Zekeriyya aleyhisselam bu müjdeye sevinip arzusunun çabukluğunu arz ederek: “Yâ Rabbî! Bana vâd ettiğin çocuğun meydana geleceğine delil ve alâmet olmak üzere, bu gönlüme yerleşmesi ve kalbimin bana vâdettiğin şeyde mutmain olması için bir nişan ver. O alâmetle bu nîmeti şükürle karşılayayım.” diye münâcaatta bulundu. Allahü teâlâ Zekeriyya aleyhisselamın duasını kabul ederek; “Senin için alâmet, birbiri ardınca üç gece (ve gündüz) insanlarla konuşmamandır.” Bir hastalık ve sebeb olmaksızın, sen sıhhatli olduğun halde üç gece (ve gündüz) dilini konuşmadan alıkoymandır” buyurdu. Yahya aleyhisselam ana rahmine düşünce Zekeriyya aleyhisselam konuşamaz oldu. Meramını ancak işâretle anlatabiliyordu. O, bu üç gün içinde devamlı ibâdet ve zikirle meşgul oldu. Cenâb-ı Hakka karşı hamd ve şükür vazîfesini yerine getirdi.


Müddet tamam olunca Zekeriyya aleyhisselamın oğlu Yahya aleyhisselam dünyâya geldi. Yahya aleyhisselamın doğumu ile, Zekeriyya aleyhisselam ve âilesi sevince gark oldular. Yahya aleyhisselamdan altı ay sonra İsa aleyhisselam dünyâya geldi. İsrailoğulları İsa aleyhisselam beşikteyken Allahü teâlânın kudretiyle konuşmasına rağmen, onun babasız dünyâya gelmesiyle ilgili olarak Zekeriyya aleyhisselama iftirâ ettiler. Zekeriyya aleyhisselamı şehit etmek üzere aramaya başladılar. Yahudilerin iftirâlarını ve kendisini öldürmek istediklerini haber alan Zekeriyya aleyhisselam “Takat getirilemeyen şeyden uzaklaşmak, peygamberlerin sünnetidir.” kâidesince Yahudilerin bulundukları yerden uzaklaştı. Yahudiler, onu yakalamak için peşine düştüler. Zekeriyya aleyhisselam Beyt-ül-Makdîs yakınlarında ağaçlı bir bahçeye girdi. Bir ağacın yanından geçerken ağaç: “Ey Allah’ın peygamberi! Bana gel” diye seslendi. Ağaç yarıldı ve Zekeriyya aleyhisselam içine girdi. Sonra kapandı ve onu gizledi. İsrailoğulları Zekeriyya aleyhisselamın izini tâkip edip nereye gittiğini anlayamadılar. O sırada mel’ûn İblis (şeytan) gelerek onlara; “Bu ağacı bıçkı ile kesin, burada ise meydana çıkar. Yoksa ne kayb edersiniz.” dedi. Kâfirler o ağacı biçerek Zekeriyya aleyhisselamı şehit ettiler. Zekeriyya aleyhisselamın türbesi Halep’tedir.


Mucizeleri:

1. Kalemleri, kendi kendine Tevrat’ı yazardı. Zekeriyya aleyhisselam Beyt-i Makdis’te maiyyetinde yetmiş kişi olduğu halde Tevrat yazarlardı. Yahudilerin biri gelip; “Hak peygamber olsaydın, elinde Tevrat yazmağa muhtaç olmazdın; sen de elinle yazıyorsun, emrindekilerle aranızda hiçbir fark görmüyorum.” diye konuştu. Hazret-i Zekeriyya bu söze çok üzüldü ve meraklandı. Cebrâil aleyhisselam gelip: “Ey Zekeriyya, buradan kalkınız! Kaleminize emr ediniz, kendi kendine yazsın!” dedi. Zekeriyya kalkıp, emr edince, kalem istenen şeyi yazmaya başladı. O saatte kalem on iki sûre yazdı. Bu mucize ile birçok kimse îmân etti.


2. Zekeriyya aleyhisselam hazret-i Meryem’i terbiyesi altına aldığı vakti, yazılması lâzım gelen kefâletnâmeyi, kalemsiz, hokkasız yazmışlardır.


3. Kur’ân-ı kerîmde bildirildiği gibi, Zekeriyya aleyhisselam ve Beyt-i Mukaddes hademe ve kayyimlerinden yirmi dokuz kişi arasında hazret-i Meryem’in kefâleti hakkında meydana çıkan ihtilaf üzerine herkes kendi kalemini Ürdün suyuna atmışlarken, yalnız Zekeriyya aleyhisselamın kalemi suyun üzerinde dikilmiş kalmıştır.


4. Ağaçlar, Zekeriyya aleyhisselamla konuşurlardı. Yahudilerden bir tâife kendisini şehit etmek üzere araştırırlarken, kendileri de onlardan kaçtığı vakit, bir ağaç; “Ey Allah’ın peygamberi, gel bende gizlen seni ben muhâfaza ederim” diye dile gelmişti.


5. Zekeriyya aleyhisselam su üzerinde yürür ve mübârek ayakları ıslanmazdı. Kendisi için suda yürümekle, karada yürümek arasında fark yoktu.


6. Zekeriyya aleyhisselamdan mucize istendiği vakitte, yakınlarındaki ağaçlara mübârek eliyle işâret etmiş, hemen ağaçlar, köklerinden kopup, önlerine gelip kalmışlardır.


Kur’ân-ı kerîmin Âl-i İmrân, Meryem, Enbiyâ ve En’am sûrelerinde Zekeriyya aleyhisselamla ilgili haberler verilmektedir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Seyyidler kıymetlidir kardeşim. Onlara ufacık bir *Hizmet*, kabir azâbından kurtarır insanı. Hattâ *Kâfir* olsa bile. Onun için seyyidleri seveceğiz.


Onlara hürmet edeceğiz, hizmet edeceğiz. *Ama efendim namaz kılmıyor*, derseniz, olsun. Onlara cenâb-ı Hak dünyâda iken mutlaka *Rüşd-i hidâyet* ihsân eder. 


Eğer hidâyet nasîb etmemişse, günâh işliyorsa, son nefesde *Tövbe* nasîb eder. Son nefesde *Hidâyet* verir. Çünkü onlar çok kıymetli ve bahtiyârdırlar. 


Çünkü onların vücûdunda Resûlullah Efendimizin *Zerre* si var. Onun için onları *Sevelim*, ellerini *Öpelim* kardeşim.

● ● ● 

Cum’a günü içinde, *Sâat-i icâbet* vardır ki, o zamanda yapılan *Duâ*, muhakkak kabûl olur, *Red* olmaz. Peygamber Efendimiz, hadîs-i şerîfde bildiriyor bunu. 


Bu sâat, her Cum’a günü değişir. Ne zaman olduğu belli değil. Ekserî âlimler, *İkindiden sonradır* diyorlar. İşte o âlimlerden biri, diğerlerine; 


*Eğer duâların kabûl olunduğu bu vakit mâlum olsa, bilinse, Allahü teâlâdan ne istersiniz?* diye soruyor. 


Âlimlerden beş altı kişi böyle oturmuşlar. *Ubeydullah-ı Ahrâr* hazretleri de oradaymış. Her âlim bir şey söylüyor. Sıra Ona gelince; 


Ben Rabbimden *Sohbet-i sâlihîn* isterim. Yâni Allahü teâlânın sevdiği kullarıyla konuşmak, onlarla *Sohbet* etmek isterim, demiş. 


Allahü teâlânın sevdikleri kimlerdir? Onlar, Peygamber aleyhisselâmın *Vekîl* leridir, *Vâris* leridir. 


Nitekim *El ulemâü vereset-ül enbiyâ* buyurulmuş. Ne demek bu? Yâni âlimler, Peygamberlerin vârisleridir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Birbirimizi seveceğiz. Birbirimizin kalbini *Kırmak* dan titreyeceğiz. Zâten mü’minin kalbini kırmak, mü’mini incitmek *Harâm* dır. 


Hele, böyle mübârek kardeşlerimizi *İncitmek*, onları *Üzmek*, hele hele darılmak ve münâkaşa etmek, çok tehlikeli kardeşim. Allah muhâfaza etsin. 


Bâzen işitiyorum; falanca kardeşimizle filanca kardeşimiz birbirleriyle münâkaşa etmiş, kalpleri kırılmış. *Eyvaah!* diyorum, *Ye’se* düşüyorum, ümitsizliğe kapılıyorum. 


Çok üzülüyorum, *El hazer! El hazer! El hazer!* Sakınalım, birbirimizi incitmekden pek sakınalım! Evet, Peygamberlerden başka, hepimizin *Kusûru* var.


Hepimizin *Günâhı* var. Bir toplulukda günâhı *Az* olan da var, *Çok* olan da var. Bana sorarsanız, günâhı en çok olan hangimiz biliyor musunuz? *Benim, Beeen!* 

● ● ● 

*Seyyid* lerden biri, bir köye gitmiş. Bir zâtın evini arıyormuş. Kime sorayım derken, karşıdan biri gelmiş, ona sormuş: *Falancanın evi nerdedir?* demiş. 


Meğerse o sorduğu kişi de *Yahûdî* imiş. Yahûdî, eliyle işâret etmiş. *İşte şu karşıdaki ev!* demiş, eliyle göstermiş. Böylece seyyidin işi hâllolmuş.


Hem de hiç yorulmadan. *Cenâb-ı Hak* dan meleklere bir *Nidâ* geliyor, buyuruyor ki: 


Ey meleklerim! Bunun sağ koluna *Azap* yapmayın. Çünkü bu kolu, benim sevgili Peygamberimin evlâdlarından birine *Hizmet* etdi, ona bilmediği *Evi* gösterdi. 


Bir *Seyyide* o kadarcık hizmet etdiği için, kıyâmete kadar yahûdînin sağ koluna *Azap* yok. Seyyidler öyle *Kıymetli* dir. Onlara ufacık bir hizmet, kabir azâbından kurtarır insanı. 


Efendi hazretleri Ankara’ya, bize mektup yazardı. Bir mektûbunda; *Pek sevgili Hilmi! Bir gün gelecek, islâm bilgileri Hilmi’den sorulacak!* diyor. 


Ben bunları okuyunca, Efendi hazretleri öylesine yazıyor zannederdim. Meğer *Hakîkat* miş Efendi’nin bu yazıları. Onun yanından hiç ayrılmazdım efendim.

Münâkaşa etme !

 Esseyyîd Abdülhakîm Arvâsî (kaddesallahu teâlâ sirreh) hazretleri buyurdular ki;

“Münâkaşa bâtın nûrunu söndürür. Sofiyye tâifesi asla ve kat’a münâkaşa etmezler.”

Seyyid Ahmed Mekki Üçışık Efendi'nin Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinden aldığı icazetname

Seyyid Ahmed Mekki Ücışık Efendi'nin babası Seyyid Abdülhakim Arvasi (Kuddise sirruh) hazretlerinden aldığı icazetnamenin ilk ve son sayfası.

Ahmed Mekki efendi hazretlerinin icazetnamesinin son sayfasındaki Hicri tarihin altında  Latin harfleri ile yazanlar şöyledir:


Üstadı muhterem Abdülhakim efendi hazretleri tarihi mezkurda[=belitilen tarihte] mahdumu alileri fadılı Mekki Efendiye tarihi mezkurda icazet varlığını tasdik ederiz.


2 Muharrem 347,  

9 temmuz 928


Fatih muciz dersiamlarından Hafız  Mustafa Saffet


Fatih dersiamlarından Muhammet Recep


Aslına uygun olduğu tasdik olunur.

Haddini aşma

"Haddini aşan şey zıddına döner..!"
(Seyyid Abdülhakim Arvasi)kuddise sirruh

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Bid’at* fırkalarına *Kâfir* demiyeceğiz. Fakat bid’at ehli kimselerin islâma zararı, kâfirlerden daha çokdur. 


Kitaplı *Kâfir* lerle konuşmak, arkadaşlık etmek ve kızlarını almak *Câiz* olduğu hâlde, *Bid’at* sâhipleriyle bunlar *Câiz* değildir. 


Çünkü onlarla konuşmağa sebep olur. Bid’at fırkalarına kâfir diyen âlimler oldu. Fakat hiçbir *Müctehid* kâfir demedi. Biri deseydi, ona uyulurdu. 


Şimdi herkes, sarığı, sakalı, cübbesi olanı *Âlim* zannediyor. İşte böyle *Zâhire* aldananlara, biz hiç karışmayız, ne yazarlarsa yazsınlar, ne derlerse desinler. 


Rabbimize şükürler olsun ki, bizlere doğru yolu gösterdi. *Elhamdülillâhi alâ dîn-il İslâm*. Peygamber aleyhisselâmın duâsı bu. 


*Elhamdülillâhi*; Rabbimize şükürler olsun ki: *Alâ dîn-il İslâm*; Bize İslâm dînini nasîb etdi. Bu, ne büyük ni’met. 


*Ve alâ tevfîk-ıl îmân*. Allahü teâlâ bize doğru olan îmânı nasîb etdi. *Ve alâ hidâyetirrahmân*; bize hidâyet nasîb etdi. 


Yoksa, biz de başkaları gibi, öyle kelleye kulağa baksaydık, kim bilir *Kimler* in peşine takılacak, *Felâkete* sürüklenecekdik. Amân yâ Rabbî, dünyâ karmakarışık. 


*Norveç*’den gelen bir mektûbun içinde, matbaada basılmış yazılar var. Bir mecmûada *İbn-i Teymiyye* yi, birinde de *Seyyid Kutbu* methediyor, hem de sahîfelerle. 


*Habeşistân* dan bir *Âlim* de bunlara cevap veriyor, *Ehl-i sünneti* müdâfaa ediyor. Şimdi Norveçdeki mi haklı, yoksa Habeşistândaki mi haklı? 


*Habeşistânda* ki haklı tabii. Yâni *Ehl-i sünnet* haklı. Şimdi biz Norveçe birkaç tâne *Kitap* gönderdik. Bütün kitaplarımız her tarafa yayılıyor elhamdülillah. 


İşte dünyâ böyle kardeşim. *Hak* ile *Bâtıl* dâima mücâdele ediyor. Fakat Kur’ân-ı kerîmde cenâb-ı Hak; *Hak kazanır, gâlib gelir, bâtıl kaçar!* buyuruyor

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Birgün *Hayri Paşa* nın kabrini ziyârete gitdim. Selâm verip, *Fâtiha* okudum. Başındaki kitâbedeki yazı da *Benim yazım* dır. Hayri Paşa, emekli tümgeneral idi. 


Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Personel Dâire Başkanı idi. Bütün personel *Ta’yîn* leri, bunun elindeydi. Ben kendisini görmemiştim, tanımıyordum.


Birgün Efendi hazretleri bana; *Hilmi, Ankara’ya gitmeden önce bana uğra!* buyurdu. Gideceğim gün Efendi hazretlerine uğradım. Bana, ağzı açık bir *Zarf* verdiler. 


Zarfın ağzının *Açık* olmasından anladım ki, okumama izin veriyorlar ve verilen vazîfe *Benim* le alâkalı. Zarfı açdım. Mektûbda; *Hayri, Hilmi ne derse yap!* yazıyordu. 


Kara Kuvvetlerine gitdim. Kapıda nöbetçi subayı bir üsteğmen vardı. *Ben Hayri Paşayı görmeye geldim*, dedim. Üsteğmen, Paşanın yâveri olan binbaşıya arzetdi. 


Binbaşı bana; *Hayrola, bir arzûnuz mu var?* diye sordu. Ben de; *Paşama bir zarf getirdim*, dedim. Zarfı alıp içeri girdi. 


Binbaşı içeri girdikden biraz sonra, *Kapılar* heyecanlı heyecanlı açıldı. *Paşa* önde, *Maiyyeti* arkasında, dışarıya çıkdılar. 


Beni görünce; *Hilmi sen misin?* dedi. Evet dememe fırsat kalmadan, elimden tutup, beni makâmına götürdü. 


Oradakiler hep şaşırdılar. İçeride bir *Yarbay* vardı. O da ayağa kalkdı. Bana, *Hürmet* li bir şekilde bakdı. Ne diyeceğini merak ediyordum. 


Nihâyet saygı ile; *Siz öyle bir yerden yazı getirdiniz ki, arzû ve isteklerinizin yerine gelmemesi mümkün değil*, dedi. 


Bu sözünden anladım ki, o *Yarbay* da Efendi hazretlerini tanıyor ve seviyor. *Hayri Paşa*, Efendi hazretlerini işte böyle çok severdi. *İlmihâl* de, onun münâcâtını yazdık.

İnsanoğlunun iki zaafı vardır

İnsanoğlunun iki önemli zaafı vardır.

Sevdiğinde kusur, sevmediğinde meziyet görmez!

İmam-ı Gazalî (rahmetullahi aleyh)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bizim kitaplarla yapılan bu hizmetlerden hâsıl olan *Sevâba* bütün arkadaşlar *Ortak* dır. Rabbimiz çok merhametli kardeşim. 


Afvı, merhameti *Sonsuz*. Sonu yok. *Dert* de Allahdan, *Şifâ* da Allahdan gelir. Terâvih namâzında okuyoruz ya dört rekât arasında; 


*Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed. Bi adedi külli dâin ve devâin*, okuyoruz. 


*Bi adedi külli dâin*, yâni bütün hastalıklar adedince. *Ve devâin* ve bütün devâlar, şifâlar adedince selâm olsun. 


Hem hastalıklar, hem de şifâlar adedince Peygamber Efendimize *Selâm* olsun, diyoruz.


*İstiğfâr* okuyunca da, *Şifâ* hâsıl olur. Dertlerin, elemlerin gitmesine sebep olur. Sağlam insanları da dertlerden, elemlerden *Muhâfaza* eder. 


Hepimiz istiğfâr okuyacağız kardeşim. İstiğfâr, *Kötülük* lerden, *İftirâ* dan, *Fitne* den, *Fesat* dan ve her türlü *Şer* den Allahın izniyle korur.


Muhâfaza eder ve bunlara mübtelâ olanları da halâs eder. Okuduğumuz istiğfârın içinde ne var? *Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez zâlimîn!* 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir mektupda buyuruyor ki: Yeryüzündeki sözlerin, lâfların en kıymetlisi budur. En fazîletli zikr, *Lâ ilâhe illâllah* demekdir. İşte istiğfârın içinde bu var. 


*Efdâl-i zikr* budur. Ne demek *Efdâl?* Allahü teâlânın çok sevdiği demek. Sevâbı çok olan şeye *Efdâl* denir. Çok kolay, ama bilmek lâzım. Okumak, öğrenmek lâzım. 


Peygamber Efendimiz ne buyuruyor: *İnnellâhe lâ yenzuru ilâ süveriküm ve siyâbiküm velâkin yenzuru ilâ kulûbiküm ve niyyâtiküm*.  


Ne demek bu? *İnnellâhe lâ yenzuru ilâ süveriküm ve siyâbiküm* Yâni Allahü teâlâ, sizin şeklinize, elbisenize, sakalınıza, sarığınıza, cübbenize bakmaz. 


*Ve lâkin*, ve lâkin neye bakar? *Yenzuru ilâ kulûbiküm ve niyyâtiküm*. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar. Efendimiz aleyhisselâm böyle buyuruyor.