Yaratmak Allahü tealaya mahsustur

 Mühim tenbih...

"Hâlık [yaratıcı] ve mûcid [îcad eden] yalnız Hak teâlâdır..."

Yaratmak Allahü tealaya mahsustur. Mecaz olarak da, meydana getirmek veya keşf etmek manasında da olsa, insanlar için yaratıcı demek yanlıştır. (Elektrik ampulünü Edison yarattı) diyenler oluyor. Fonograf, megafon, elektrik ampulü gibi aletleri ilk defa bulan Edison; bunları yaratmamış, sadece keşf etmiş yani yaratılmasına, icad edilmesine sebep olmuştur. Bunları yaratan, icad eden Allahü teâlâdır. Hadis-i şerifte, (Allah, her sanatkârın ve sanatının yaratıcısıdır) buyuruldu.(Buhari) 

Demek ki, Edison'u da, elektrik ampulünü de yaratan Allahü teâlâdır. Edison'un bunları yaratması şöyle dursun, mevcut maddeleri bir araya toplayıp, yeni aletlerin yaratılmasına sebep olurken, elinin, ayağının, gözünün, diğer duygularının, çeşitli hücrelerinin, kalbinin, ciğer, böbrek ve diğer organlarının işlemesinden ve kullandığı maddelerin, aletlerin yapısından, içlerindeki atom, proton kuvvetlerinden haberi yoktu. Böyle birine yaratıcı denilir mi? Yaratıcı; bunların en ufağını, en incesini, hepsini bilen, hepsini yapandır ki, bu da ancak Allahü teâlâdır.

Tam ilmihal Seadeti Ebediyye

O'nun ashabına ta'n (kötüleme) ederek zehrini kusar

 

Evliyânın büyüklerinden Muhammed Pârisâ (kaddesallahu teala sirreh) hazretleri buyurdular ki;

“Resûlullah'a (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) açıktan bir şey diyemeyen O'nun ashabına ta'n (kötüleme) ederek zehrini kusar, ortalığı karıştırır." 

(Faslu’l-Hitab fi’l-Muhâdarât)

Giritli hanımlar

TAHA ÜÇIŞIK AMCADAN NAKİL...

Not: Taha Üçışık amcanın yazısı aynen kopyalanarak buraya aktarılmıştır.

"Selamünaleyküm aziz dostlar.

Giritli hanımlar olarak çok zengin ve mağrur bir kadınlar varmış. 1930 lu yıllarda hususi otomobilleri de varmış. bu hanımlar açıkmış kolsuz elbise giyer,  çorapsız, baş açık gezerlermiş. zaman zaman her biri defterlerine suallerini yazarlar o kıyafetleri ile tekkeye gelirler ve kimse ile konuşmadan selamlıkta efendi babamın  yanına girip suallerini sorarlar, cevaplarını defterlerine yazarlarmış. (şimdi selamlık yıkıldı) efendi babam kıyafetleri ile alakalı hiç birine söz söylemezmiş. bunlar böyle gelip gittikçe yavaş yavaş elbiselerinin kollarını uzatmışlar. daha sonra çorap giymeye başlamışlar. bir müddet sonrada başlarını örtmüşler."

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Dünyâ* yı, gözünüzde ne kadar küçültürseniz, *Âhiretiniz* o kadar büyür, o kadar *Îtibârlı* olursunuz. 


Dünyâyı ne kadar gözünüzde *Büyültür* seniz, âhiretiniz o kadar küçülür. Siz de o kadar *Küçülür* sünüz. 


Çünkü Allah, kıymeti ve îtibârı, *Dîn’e* vermiş, aşağılığı, zilleti ise *Dünyâ* ya vermişdir. Bu zamânın mürşid-i kâmili, bizim *Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye* kitâbımızdır. 


Neden? Çünkü bu *Kitap* da, yüzlerce, hattâ binlerce *Evliyâ* nın, *Âlim* in mübârek sözleri var. Sorulan suâllere verdikleri *Cevap* lar var. 


Miknatıs, *Saman Çöpü* nü çekmez. Bizi de, *Moloz* lar sevmez. Eğer seviyorsa, onda bir *Cevher* vardır ve o miknatısa yakalanmışdır. Artık kurtulması mümkün değildir, kopamaz, ayrılamaz. 


Elhamdülillah, Rabbimiz bize *İhsân* etdi, *Sevdikleri* ni tanıtdı, onun için çok bahtiyârız kardeşim. 


Bugün *Silâh* savaşı değil, *Kültür* savaşı var kardeşim. O da, doğru îmânı, doğru îtikâdı yaymak, *İslâm* ın ahkâmını anlatmakdır. 


İşte bu, *Peygamber* lik vazîfesidir ve çok kıymetlidir. Elhamdülillah ki, Allahü teâlâ bunu bize *Nasîb* etmiş. 


Bu, bir *Bulut* dur, kıymeti bilinmezse, cenâb-ı Hak buradan alır, başka yere götürür. Öyleyse kavuşduğumuz bu *Ni’met* in kıymetini bileceğiz kardeşim. 


Nasıl bileceğiz? Birbirimizi *Seveceğiz* ve Allahın kullarına *İyilik* yapmakda yarışacağız. Mü’min, ancak *Musallâ* taşında dinlenir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir arkadaşın evine gitmişdim. Otururken kütüphâneye bakdım. Bir sürü *Kitaplar* vardı. *Bizim* kitaplarımız var, *Berekât* yayınevinin de var, *Bedir* yayınevinin kitapları da var. 


Bir sürü yayınevlerinin kitaplarını sıralamış. Üzüldüm tabii. Hâlbuki *Bizim kitaplarımız*, bir kütüphâneye yeter efendim. Hattâ yalnız *Tam İlmihâl* bile yeter. 


Çünkü onun içinde herşey var. Onu okuyan, içindekileri öğrenen, *Âlim* olur. Hele öğrendiği şeyleri yaparsa, *Evliyâ* olur. Sonra bu kitaplar bizim değil ki, ehl-i sünnet âlimlerinin.


*Bizim Kitaplar*, bu yolu bilen, bu yolu tanıyan, seçilmiş büyük *Âlim* ve *Velîler* in kitaplarından seçilmiş, alınmışdır. Başka kitâba lüzum yok ki.


Kardeşim, bu dünyâda ibâdet etmekden maksad, kalpden *Küfr’ü* çıkarıp, *Dünyâ* sevgisini çıkarıp, *Mal* hırsını çıkarıp, onun yerine *Âhiret Sevgisi* ni yerleşdirmekdir.


*Allah* sevgisini, *Evliyâ* sevgisini yerleşdirmekdir. Bunun da bir tek ilâcı var. Bunun ilâcı, ne *Namaz* dır, ne *Oruç* dur, ne *Zekât* dır, ne de *İbâdet* dir. Peki nedir?  


Onun bir tek İlâcı var, o da, bu Allah adamlarını *Tanımak*, *Sevmek* ve *İtâat* etmekdir. Üçü de çok mühim. O büyükleri seven, onların kalplerinden *Feyz* alır, kalbi temizlenir. 


Ancak, sâdece *Tanımak* ve *Sevmek* yetmez, *İtâat* da şart. Çünkü seven, sevdiğine itâat eder. Etmiyorsa, *Sevmiyor* demekdir. 


*Silsile-i aliyye* de bulunanlardan bir tânesi, hangisi olursa olsun, *İmâm-ı Rabbânî* hazretleri, *Mevlânâ Hâlid* hazretleri, Seyyid *Abdülhakîm-i Arvâsî* hazretleri gibi. 


Bunlardan birine *Âşık* olmalıdır. Onları sevmek için de, hayât hikâyelerini okumak lâzım. Onların hayât hikâyelerini okuyunca, onların *Sevgisi* insanın kalbine yerleşir. 


Onların sevgisi kalbe yerleşince de, *Dünyâ* sevgisi kalpden çıkar. Dünyâ sevgisi çıkdı mı, *Allah* sevgisi yâni muhabbetullah o *Kalbe* yerleşir. 


Velhâsıl, dünyâ muhabbetinin kalpden çıkması için, bir *Mürşid-i kâmili* sevmek lâzım. *Silsile-i aliyye* büyüklerine muhabbet lâzım. *Silsile-i aliyyeyi* okuyan, muhakkak *Feyz* alır onlardan.

Elmalılı tefsiri

 Ankara’da “Elmalılı tefsîri”ni bana hediyye etdiler. Efendi hazretlerine (Seyyid Abdülhakim Arvasi kuddise sirruh) sordum, Cevâben; “Okuyanın îmânı gider” buyurdular, hemen yakdım. Bir sene sonra Mamak’da ticâret müdürü ile yüzbaşı konuşuyorlardı. Biri ötekine dedi ki: “Önceden ölülere Yasîn okurdum, şimdi okumuyorum. Çünki Yasîn sûresi biraz fen’den, biraz coğrafyadan, biraz târih’den bahs ediyor, bunun ölülere ne fâidesi olur”.

 

Böyle dedi. Köpek havlayınca cevâb verilir mi?

Ama orada dayanamadım. “Nereden biliyorsun öyle olduğunu?” dedim. “Tefsîrden okudum” dedi. “Kimin tefsîrini?” deyince, “Elmalılı’nın” derken, içim sızladı. Bir sene önceki Efendi hazretlerinin sözünü hâtırladım ve okuyanın îmânının nasıl gitdiğini bizzat gördüm.

(Hüseyin Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)


NOT;

Meşhur ateist ve komunist Aziz Nesin, dindar bir ailenin hafız olarak yetiştirdiği çocuğudur. Özgeçmişinde; 35 yaşına kadar hafızdım. O zaman Elmalı tefsirini okuduğunu ve ateist olduğunu yazıyor. Kaldıki zamanın hükümet emri ile yazdırılmasına rağmen mevcutların en muteberi olarak bilinir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamber aleyhisselâma sormuşlar, *İnsanların en kıymetlisi kimdir?* diye. İki kelimeyle cevap vermiş Peygamber aleyhisselâm. Buyurmuş ki: 


*Men teallemel ilme ve allemehû*. Yâni, ilim öğrenen ve öğrendiğini de öğretendir, buyurmuş. Yalnız öğrenmekle olmuyor. Öğrendiğini de öğretecek. Asıl lâzım olan bu. 


Elhamdülillah, biz öğretiyoruz. Birine bir *Kitap* vermek demek, *Öğretmek* demekdir işte. Peygamber Efendimizin müjdesi bu. 


Öğrenecek, öğretecek ve yayacak. Nasıl yayacak bu zamanda? *Kitap* vermekle. Ne mutlu ilim öğrenene ve Allahın kullarına yayana. 


Allaha yaklaşmak demek, Allahın *Sevgisi* ne, *Rızâsı* na kavuşmak demekdir, bunu öğrenin kardeşim. Çoğu âlimler bile bunu anlıyamamış.


Allahı, bir mekânda oturuyor zannedip, yanına gitmek sanmışlar. *İbni Teymiyye* de o kadar büyük âlimken, bunu anlıyamamış. 


Büyükler buyuruyorlar ki: *Lisân-ı hâl, lisân-ı kâlden entakdır*. Yâni hâli ile, tavrı ile, yaşayışı ile anlatılan, ağız ile, söz ile anlatılandan daha *Te’sîrli* dir. *Lisân-ı hâl* derler ona. 

********

Cenâb-ı Hakkın lütfu, *Efendi* hazretlerinin himmetleri ile, bu *Sarıyer*’deki şu evde oturmak bize nasîb oldu elhamdülillah. Kırk sene önce, *Efendi* hazretleriyle şu karşıdaki deniz kenarında berâber otururduk.


O zaman, yâni *Kırk sene* önce, görmüşlerdir, bizim şimdi, şu anda burada oturacağımızı. Ruhlar için zaman yok çünkü. *Zaman*, bu dünyâda var. *Rûh* âlemi nde zaman yokdur. 


Peygamber Efendimiz, *Mîrac* gecesinde *Hazret-i Osmân* ın radıyallahü anh koşa koşa Cennete girdiğini gördü. Hâlbuki hazret-i Osmân, kaç bin sene sonra *Cennete* gidecek. 


Ama Peygamber Efendimiz, *Mîrac* da gördü Onu. Onlar için zaman yok. Onun için efendim, Onlar tâ o zaman, kırk sene önce, görmüşlerdir bizim şimdi burada, bu *Balkon* da oturduğumuzu. 

********

İşin esâsı, *Sevgi* dir, *Muhabbet* dir kardeşim. Peygamber Efendimiz; *Kişi kimi severse, onunla berâber haşrolunur*, buyuruyor. 


*Abdülhakîm Efendi* hazretlerinin yanında dünyâyı unuturdum, yanından ayrılamazdım. Sohbetinden çıkınca, dışarıda dünyâyı yeniden görüyor gibi olurdum. 


*Ne tatlı günlerdi yâ Rabbî!* Allah, onların sevgisinden ayırmasın bizleri. Zâten onlar, bir insanı severse, o da o zâtı severmiş. *Büyükler* öyle buyuruyor.

Namaz mü’minin mi’râcıdır

 “Bütün ibâdetler yeryüzünde farz kılındığı halde, namaz Mi’râc’ta emr olunmuştur. Bunun için de namaza (mü’minin mi’râcıdır) denilmiştir.”

(Şumûsu’l-meâric, takrîz)

AKIL


“Akıl başka, zekâ başkadır. Her akıllı zekî, her zekî de akıllı olmayabilir. 

...

Akıl, iyiyi ve kötüyü, fâideliyi ve zararlıyı anlar, ayırır. Aklı az olanın zekâsı çok olabilir. Zekâsı çok olan kâfirleri, din düşmanlarını akıllı sanmak doğru değildir.”


(Esseyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

“Kaddesallahu teâlâ sirreh”

Aşere-i Mübeşşere

Aşere-i Mübeşşere

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Çalışmak bir *Ni’met* dir kardeşim. Babam öldüğünde, ben 18 yaşında ve *Lise son* sınıfdaydım. Üç kız kardeşim vardı. Bir de annem vardı. *Sedat* küçüktü o zaman. 


Bir gün Efendi hazretleri bana sordular: *Senin annen, kardeşlerin ne yapıyor?* dediler. 


Ben de; Efendim, kız kardeşlerim ücretle *Nakış* işliyorlar. Her gün, sabahdan akşama kadar göz nûru döküyorlar. Çok zahmet çekiyorlar, zorlanıyorlar, dedim. 


Efendi hazretleri, beni dinleyince; *Hiç zor gelmesin. Meşgûliyet ni’metdir. Meşgûliyet olmazsa şeytân musallat olur. Onların dinleri için, dünyâları için, bu iş çok iyi*, buyurdu. 

********

İstanbuldan Ankaraya, bana mektup yazardı *Efendi* hazretleri. Bir mektûbunda; *Bir gün gelecek, din bilgileri Hilmi’den sorulacak*, diye yazmış. 


Ben bunu okuyunca, içimden; *Allah Allah! Efendi hazretleri benimle şaka mı yapıyor acabâ? Din bilgisi nerdeee, ben nerde?* dedim. 


Ama dediği çıkdı. Şimdi hakîkaten soruyorlar. Hem de bütün dünyâ soruyor. Efendi nin kerâmeti bunlar işte. 


Bana, *Arabî* öğretdi, *Fârisî* öğretdi. Gençler gelirlerdi Efendi hazretlerine, elini öpüp bahçeye çıkarlar, bahçede birbirleriyle oyun oynarlardı, latîfe yaparlardı. Öyle geçerdi zamanları. 


Ama ben gitdim mi, *Efendi* nin yanından hiç ayrılmazdım. Bâzen *Sabah* namâzında giderdim, *Yatsı* ya kadar hiç yanından ayrılmazdım efendim. 

********

Bizim *Herkese Lâzım Olan Îmân* kitâbımız var ya, orada Efendimiz aleyhisselâmın fazîletleri diye bir başlık var. Orada şöyle yazıyor: 


*Namazlardan sonra, 11 ihlâs-ı şerîf okuyan, Cennete istediği kapıdan girsin*, diyor Peygamber Efendimiz. Ama, mü’min olanlar tabii, mü’min olmak şart. 


Kul hakkı olmamak da şart. Bunu, *Eshâb-ı kirâm* için söylüyor Peygamber Efendimiz, bizim için değil ki. *Îmânı* olacak, *Kul hakkı* olmıyacak, namazları *Kazâya* kalmıyacak. 


Onlar için bu, yâni *Eshâb-ı kirâm* için. Eğer biz de onlar gibi olursak, onlara benzersek, biz de dâhil oluruz o zümreye. *Zümre-i fâizîn*; yâni âhirette Cehennemden kurtulan zümre. Kurtulan cemâate inşallah biz de dâhil oluruz kardeşim.