Hüseyin Hilmi Işık sohbet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Hilmi Işık sohbet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir arkadaşın evine gitmişdim. Otururken kütüphâneye bakdım. Bir sürü *Kitaplar* vardı. *Bizim* kitaplarımız var, *Berekât* yayınevinin de var, *Bedir* yayınevinin kitapları da var. 


Bir sürü yayınevlerinin kitaplarını sıralamış. Üzüldüm tabii. Hâlbuki *Bizim kitaplarımız*, bir kütüphâneye yeter efendim. Hattâ yalnız *Tam İlmihâl* bile yeter. 


Çünkü onun içinde herşey var. Onu okuyan, içindekileri öğrenen, *Âlim* olur. Hele öğrendiği şeyleri yaparsa, *Evliyâ* olur. Sonra bu kitaplar bizim değil ki, ehl-i sünnet âlimlerinin.


*Bizim Kitaplar*, bu yolu bilen, bu yolu tanıyan, seçilmiş büyük *Âlim* ve *Velîler* in kitaplarından seçilmiş, alınmışdır. Başka kitâba lüzum yok ki.


Kardeşim, bu dünyâda ibâdet etmekden maksad, kalpden *Küfr’ü* çıkarıp, *Dünyâ* sevgisini çıkarıp, *Mal* hırsını çıkarıp, onun yerine *Âhiret Sevgisi* ni yerleşdirmekdir.


*Allah* sevgisini, *Evliyâ* sevgisini yerleşdirmekdir. Bunun da bir tek ilâcı var. Bunun ilâcı, ne *Namaz* dır, ne *Oruç* dur, ne *Zekât* dır, ne de *İbâdet* dir. Peki nedir?  


Onun bir tek İlâcı var, o da, bu Allah adamlarını *Tanımak*, *Sevmek* ve *İtâat* etmekdir. Üçü de çok mühim. O büyükleri seven, onların kalplerinden *Feyz* alır, kalbi temizlenir. 


Ancak, sâdece *Tanımak* ve *Sevmek* yetmez, *İtâat* da şart. Çünkü seven, sevdiğine itâat eder. Etmiyorsa, *Sevmiyor* demekdir. 


*Silsile-i aliyye* de bulunanlardan bir tânesi, hangisi olursa olsun, *İmâm-ı Rabbânî* hazretleri, *Mevlânâ Hâlid* hazretleri, Seyyid *Abdülhakîm-i Arvâsî* hazretleri gibi. 


Bunlardan birine *Âşık* olmalıdır. Onları sevmek için de, hayât hikâyelerini okumak lâzım. Onların hayât hikâyelerini okuyunca, onların *Sevgisi* insanın kalbine yerleşir. 


Onların sevgisi kalbe yerleşince de, *Dünyâ* sevgisi kalpden çıkar. Dünyâ sevgisi çıkdı mı, *Allah* sevgisi yâni muhabbetullah o *Kalbe* yerleşir. 


Velhâsıl, dünyâ muhabbetinin kalpden çıkması için, bir *Mürşid-i kâmili* sevmek lâzım. *Silsile-i aliyye* büyüklerine muhabbet lâzım. *Silsile-i aliyyeyi* okuyan, muhakkak *Feyz* alır onlardan.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Büyüklerden biri; *Herkes âhirinden, sonundan korkuyor, îmânlı mı gideceğim, îmânsız mı? diye. Ben ise Ezel'den korkuyorum*, buyurmuş. Yâni kazâ ve kaderden korkuyorum demek istemiş. 


O kadar ni’met içindeyiz ki kardeşim, elhamdülillah. Hele bu büyüklere olan *Muhabbet*, en büyük *Ni’met* dir. Evvelâ onları tanımak, sonra sevmek ve tâbi olmak. 


*Efendi hazretleri* ile görüşmeğe, *Bir gün* için, hattâ *Bir sâat* için Ankara’dan gelirdim. Bir sâat sonra geri giderdim, trenle. Mevsim *Kış*. En çok Eskişehir *Soğuk* olurdu. 


Bir keresinde yine Ankaradan gelirken, trende hiç *Yer* bulamadım. Kompartımanlarda yer yok. Kompartımanların önünde *Koridor* var, daracık bir yer. Orada da köylüler yatakları istiflemiş, yığmışlar, yatıyorlar. 


Aralarından atlıya atlıya geçiliyor. Orda da yer yok. Yâni oturacak, çömelecek kadar bir *Yer* bulamadım. Hattâ ayakda duracak bir yer bile *Yok* du. 


Mecbûren iki vagonu birbirine bağlıyan o körüklü yerde *Ayakda* geldim. Bir ayağımı bir vagona basdım, ikinci ayağımı öbür vagona basdım. Öylece geldim. 


*Dondum, dondum!* Ama tren Eskişehire varıp da, oradan *İstanbula* doğru hareket etdi mi, bana ferahlık gelirdi. *Oohh, Efendiye yaklaşıyoruz*, diye sevinirdim. 


Tren İstanbula doğru ilerlerken *Neş’e* içinde olurdum, *Sevinç* ten bayılırdım, *Efendi* ye yaklaşıyoruz, diye. Trenden inerdim, doooğru *Vapura*, oradan *Köprü* ye, köprüden de *Eyüb*’e. 


Vapurdan iner, Eyüp’deki o yokuşu *Zevk* le çıkardım. Yorulurdum tabii. Huzûruna girince, beni yanına oturturdu Mübârek. *Ne var ne yok, nerden geliyorsun?* derdi. Ben de anlatırdım, o soğukları filân.

********

İmâm-ı Rabbânî hazretleri; *Bin sene uğraşsam, dünyâyı kalbime getiremem*, buyuruyor. Bu, hiçbir iş yapmıyacak demek değildir. Zîra *Kalp* başkadır, *Akıl* başkadır. 


Dünyâ işleri *Akıl* ile olur. İster matematik öğretmeni olsun, hesap yapsın, ister diş tabîbi olsun. *Kalp* ise, Allah sevgisi ile doludur, dünyâ ona zarar vermez. 


Efendi hazretlerine ilk gittiğimde, oda hayli kalabalıkdı efendim. İçeriye girmeye utandım, kapının dışında edeble oturdum. *Efendi* hazretleri beni görmüş.


Oturduğu yerden, *Küçük Efendi, içeri gel, benim yanımda otur!* diye seslendi. Beni, dizinin dibine oturttu efendim. O büyüklerin dizinin dibine oturmak çok *Kıymetli* dir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*

Ben subayken, askeriyede yirmi sayfalık bir *Kitap* dağıtdılar. Kitâbın ismi, *Benim Dînim*. Okudum, *Âmentü* nün açıklaması, manzum tarzında yazılmış. 

Hoşuma gitdi, Efendi hazretlerine getirip gösterdim. *Oku bakalım!* buyurdular. Bir sayfa okudum, biraz durdum. Acabâ sıkılır, yeter der mi, devâm etdirir mi diye. 

Yine *Oku!* buyurdular, bir sayfa daha okuyup durdum. Yine *Oku!* buyurdular. Böylece kitâbın hepsini okutup dinlediler. Merak ettim, ne buyuracak diye. 

Mübârek hepsini dinleyince; *Hepsi doğru, tek kelime yanlış yok. Ama bunu okuyan zehirlenir!* buyurdular. Ben anlıyamadım tabii. Anlamadığımı görünce, îzah ettiler ve tekrar buyurdular ki:

*Çünkü yazarı habîsdir. Satırları arasından habîs rûhunun zulmeti yayılıyor, her satırından zehir akıyor. Bu zehir, kalbi öldürür. Onun için her kitâbı okuma!* buyurdu 

********

*Müslümân* ın yüzü insana ferahlık veriyor. İnsan bir müslümânı gördü mü, rahatlıyor, ferahlıyor. Niçin? Çünkü kalbinde *Îmân* var. Îmânın *Nûru* rahatlatıyor insanı. 

Efendi hazretlerini ilk gördüğüm zaman onsekiz yaşındaydım. Câmiden çıkarken ne dedi bana biliyor musunuz? Daha ilk görüşte. İlk görüyorum. O da beni ilk görüyor.

Yanıma geldi ve *Küçük efendi, ben seni sevdim*, dedi. Hâlbuki evliyânın sevgisine kavuşmak için 20 sene, 30 sene, 40 sene hizmet etmek lâzım. *Sevsin* diye, 40 sene hizmet edecek. 

Beni ise, daha ilk görüşte, *Küçük efendi, ben seni sevdim*, dedi. Neden? Çünkü kalpleri okur onlar. *Bizim evimiz yukarda mezarlık içinde, arada bir gel de görüşelim*, dedi. 

Ben de; *Baş üstüne*, dedim. İşte o günden beri Efendi hazretlerinden *Feyz* aldık, çok şükür. Daha sonra bana yazdığı bir mektûbunda; *Bir gün gelecek, din bilgileri Hilmi’den sorulacak!* buyurdu. 

Mübâreğin el yazısı. Onu evde saklıyorum. Ondört senedir, yedi sene *İstanbul*’da, yedi sene de *Ankara*’dan gelir ve sohbetiyle şereflenirdim. 

Velhâsıl evliyâ zâtlar, insanların kalbini *Görür* ve içini *Okurlar* efendim. Hattâ *Cevâsîs-ül-kulûb* dur onlar, yâni kalplerin câsuslarıdır, insanın ne düşündüğünü anlarlar.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün, kâfir bir *Cin*, bir putun içine girip, oradan Peygamber aleyhisselâma karşı *Çirkin* sözler söyledi. Eshâb-ı kirâm üzüldüler. 


Hemen bir *Melek* gelip, o Cinni öldürdü. Sonra Peygamber aleyhisselâmın huzûruna gelip; 


*Yâ Resûlallah! Ben yedinci kat gökde bir meleğim. Rabbimin emriyle gelip o kâfir Cinni öldürdüm. Şimdi ne emrin varsa, yerine getireyim*, dedi. 


Cinler her şekle girerler, ama bunları çoğu kişiler tanıyamaz. Bir zaman *İki kişi*, mezarlıkların yanından geçerken duvarın üstünde bir *Keçi* görmüşler. 


Biri, o keçiye bakıp; *Hem de erkekmiş*, demiş. Keçi onlara dönüp; *Erkeğim tabii ya!* demiş. Meğer o keçi, *Cin* miş. 


Yine bir gence, bir *Cin* kızı gelmiş. Hiç yanından ayrılmazmış. O nereye gitse, peşinden gidermiş. Bir gün o genç bakkala girmiş. O *Cin* kızı da gene gencin arkasından gelmiş.


Ve bakkalın bisküvilerini yemeğe başlamış. Gencin canı sıkılmış. O Cin kızına; *Sen müslümân değil misin, niye bunları yiyorsun?* diye sormuş. 


O Cin kızı da cevâbında; *Ben müslümânım, ama bunlar buraya Besmelesiz kondu. Besmelesiz konulan şeyler bize helâldir*, demiş. 

********

Ne mutlu size kardeşim. Melekler imreniyorlar, size *Gıbta* ediyorlar. Kanatlarını sizin ayaklarınızın altına geriyorlar. 


Peki niçin? Bu *Mücâhid* kul, bizim kanadımıza bassın da, biz de şereflenelim diye. Bunun için kanatlarını geriyorlar. 


Allahın dînine *Hizmet*, böyle kıymetlidir kardeşim. Ne mutlu bu hizmete iştirak edenlere. *Allahın Lütfu* dur bu. Herkese nasîb olmaz. 


Allah, dilediğine nasîb eder bu hizmetleri. Sizin *Elinizi* değil, *Ayağınızı* öpseler azdır. Elhamdülillah, sizi gördüm, kalbim ferahladı kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Tâbiîn-i kirâmın tasavvufda en yüksek olanı, *Veysel Karânî* hazretleridir. Kendisi, Tâbiînin reîsidir. 


Fakat ilmde ve fıkhda en yüksek olan, *İmâm-ı a’zâm Ebû Hanîfe* hazretleridir. İmâm-ı a’zâm beyân buyurmuş, talebeleri de Onun bu beyânlarını kitaplara yazmışlar. 


*Kur’ân-ı kerîm* in mânâsını anlamak istiyen, mezheb imâmlarının kitaplarını okumalıdır. Mezheb imâmları, yazdıklarını, doğrudan *Eshâb-ı kirâm* dan aldılar. 


Veyâhut da hocaları vâsıtasıyla, yine eshâb-ı kirâmdan işitmiş ve yazmışlardır. Bütün bu yazılanlar, hep *Resûlullah efendimiz* den bildirilenlerdir. 


Onun için, *Kur’ân-ı kerîm* in mânâsı, mezheb imâmlarının sözlerinden ve kitaplarından anlaşılmakdadır. *Eshâb-ı kirâmdan* bir zât diyor ki: 


Resûlullah Efendimiz, bir bayram günü *Hutbe* ye çıkıyordu. Minber üç basamakdı. Birinci basamağa çıkdı. Bir şeyler söyledi, ben de işitdim. Buyurdu ki: 


*Yâ Rabbî! Sen, bir kuluna anasını, babasını ihsân etdiğin hâlde, anasını babasını gördüğü hâlde, onların hizmetinde kusûr eden, kalplerini inciten, onların rızâsını, duâsını almıyanı Cehenneme sok yâ Rabbî!* 


O sahâbî diyor ki: Ben de içimden; *Âmîn yâ Resûlallah!* dedim. 


O hâlde birbirimizi seveceğiz, ama anamızın, babamızın da kıymetini bileceğiz. Onların *Gönülleri* ni alacağız, *Duâları* nı alacağız, *Rızâları* nı alacağız. 


*Cennet, annelerin ayakları altındadır*. Büyükler böyle buyuruyor. Ananın, babanın evlâdına duâsı, Peygamberin ümmetıne duâsı gibidir. 

********

Îmânın şartı altıdır derler. Hâlbuki inanılacak şeyler altıdır. Îmânın şartı ise ikidir. *Hubbu fillah* ve *Buğdu fillah*. Ne demek bunlar?


Yâni mü’minleri, ehl-i sünnet yolunda olanları, Allahın dînine hizmet edenleri, yardım edenleri *Sevmek* dir ki, buna *Hubbu fillah* denir. 


*Buğz-ı fillah* ise Allahü teâlânın düşmanlarını *Sevmemek* dir. Kâfirleri, yetmişiki fırkada olanları, Allahü teâlâ sevmez. Cehenneme sokacak onları. Allahü teâlâ, sevdiğini Cehenneme sokmaz. 


Demek ki onları sevmiyor. Öyleyse biz de onları sevmiyeceğiz. Kâfirleri sevmiyeceğiz. Bid’at ehlini de, yâni 72 fırkada olanları da sevmiyeceğiz. 


Ama sevmek ve sevmemek, *Kalp* ile olur. Yoksa sevmemek demek, dövüşmek, kavga çıkarmak demek değildir kardeşim.