Hiçbir Peygamberin anası babası kâfir değildi!

 Hiçbir Peygamberin anası babası kâfir değildi!..


"Her asırda, her zamanda yaşayan insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyâya getirildim."


Ebû Muhammed el-Buhârî hazretleri Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 398 (m. 1007) senesinde Bağdâd’da vefât etti. Fıkıh ilminde zamanının en meşhûr âlimi idi. Fıkıh ilmini Ebû Ali bin Ebî Hüreyre ve Ebû İshâk el-Mervezî’den öğrendi. Kendisinden ise Kâdı Ebû Tayyib Mâverdî ve pek çok kimse fıkıh ilmini öğrendi. Bir dersinde buyurdu ki:


Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve bütün Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” babalarının ve analarının hiçbiri kâfir değil, aşağı kimseler değildi. Bunu ispat eden âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:

 

(Buhârî-yi şerîf)deki bir hadîs-i şerîfte, Peygamberimiz buyurdu ki: (Her asırda, her zamanda yaşayan insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyâya getirildim.) İmâm-ı Müslim’in “rahmetullahi teâlâ aleyh” kitâbındaki hadîs-i şerîfte, (Allahü teâlâ, İsmail “aleyhisselâm” evlâdından, Kinâne ismindeki kimseyi ve onun sülâlesinden, Kureyş ismindeki zâtı beğendi, seçti. Kureyş evlâdından da, Hâşimoğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti) buyurdu.

 

Tirmizî’nin bildirdiği hadîs-i şerîfte, (Allahü teâlâ, insanları yarattı. Beni insanların en iyi kısmından vücûda getirdi. Sonra, bu kısımlarından en iyisini Arabistân’da yetiştirdi. Beni bunlardan vücûda getirdi. Sonra evlerden, âilelerden en iyilerini seçip, beni bunlardan meydâna getirdi. O hâlde, benim rûhum ve cesedim, mahlûkların en iyisidir. Benim silsilem, ecdâdım en iyi insanlardır) buyurulmuştur.

 

Taberânî’nin kitâbındaki bir hadîs-i şerîfte, (Allahü teâlâ, her şeyi yoktan var etti. Her şey içinden insanları sevdi, kıymetlendirdi. İnsanlar içinden de seçtiklerini Arabistân’da yerleştirdi. Arabistân’daki seçilmişler arasından da, beni seçti. Beni, her zamandaki insanların seçilmişlerinde, en iyilerinde bulundurdu. O hâlde, Arabistân’da bana bağlı olanları sevenler, benim için severler. Onlara düşmanlık edenler, bana düşmanlık etmiş olurlar) buyurulmuştur.

 

Abdullah bin Abbâs’ın “radıyallahü anhümâ” bildirdiği hadîs-i şerîfte, (Benim dedelerimin hiçbiri zinâ yapmadı. Allahü teâlâ, beni, tayyib, iyi babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların en hayırlısında, en iyisinde bulunurdum) buyuruldu. İslâmiyyetten önce Arabistân’da zinâ çok olurdu. Bir kadın, bir kimse ile nice zaman metres olarak yaşar, sonra evlenirdi.

İslam'da ben yoktur

 Sevgili Peygamberimiz “aleyhisselam”; “Komşusu aç iken tok yatan, bizden değildir” buyuruyor.Kardeşlerim, İslam’da, Ben yoktur.Önce Sen vardır.Sonra yine Sen vardır.Yani kendimizi değil, hep karşımızdakini düşüneceğiz.

(İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri rahmetullahi aleyh)

Dine muhalif bir adım bile atma

 Dine muhalif bir adım bile atma.Gençlere sevgi göster, fasıklardan uzaklaş. İyilerle görüş, salihlerle düş kalk.Kimseden bir menfaat, bir dünyalık bekleme. Evine gelenlere, dini meselelerden bir mevzu aç ve anlat doğru bildiklerini.Ama umumi şeylerden bahset. İnce meselelere temas etme.Herkesle iyi geçin, kendini sevdir. Zira sevgi, muhabbet, ilimde devam sağlar.

(İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri “rahmetullahi aleyh)

Her gönül bir tek sevgiliye dönüktür aslında

  “Her gönül bir tek sevgiliye dönüktür aslında. Lakin kıblesi yanlıştır. Bulduğunu sandığı şey gerçekte aradığı değildir… Kimisi gül yüzlü bir güzele meftun, kimisi bir ceylan bakışlıya mecnundur. Bazısı dünyaya kanmış, bazısı mala mülke aldanmıştır. Oysa her biri aslında bir sevgili tarafından sınanmıştır.”

(Mevlana)

Hangisi kârlı?

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir mü’min, *Nuh* aleyhisselâmın ömrü kadar yaşasa, yâni 950 sene hep ibâdet etse, elbette ki çok *Sevap* kazanır. 


Fakat bir mü’mine, dînimizden bir *Sünneti* öğretse, bir *Vâcibi* öğretse, bundan daha çok sevap kazanır. İllâ kendisi öğretmesi şart değil, öğretilmesine sebep olmak da yeter. 


Çünkü âhiretde insanlara, tarafını soracaklar. Az verdin çok verdin, az yapdın çok yapdın demiyecekler. *Hangi tarafdaydın?* diyecekler. 


*Hallâc-ı Mansûr*, eğer Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin talebelerinden birine rastlasaydı, başına o sıkıntılar gelmezdi efendim. 


Bakın, *Kendisine* demiyorum. O zâtın bir *Talebesine* rastlasaydı, bu sıkıntıları çekmezdi. İşte bizim arkadaşlarımızın herbiri de öyledir efendim. 


Çünkü onlar da hakkı bâtıldan ayırabiliyorlar. Bu zamanda, bizim arkadaşlardan biriyle berâber olan, o âbiyi seven, muhabbetle görüşen, konuşan kimse de, *Îmân’ını* kurtarır. 


Bu zamanda *Küfr*, sel gibi akıyor kardeşim. Müslümân ise, o sele kapılmış bir *Saman çöpü* gibi. Nasıl kurtulacak? Bir yere sığınması lâzım. 


Bir kaya kovuğuna, bir ağaç oyuğuna girerse, yâhut bir kütüğe yapışırsa, kurtulabilir. İşte bu kaya kovuğu, bu ağaç oyuğu, bu kütük, bizim *Âbiler*’dir. Yâhut bizim *Kitaplar*’dır. 


Yâni o saman çöpü, bizim âbilerden birine rastlarsa veyâ bizim kitaplardan birini okursa, kurtulur efendim. Yoksa mümkün değil, *Sel* alır götürür. 


Bir kız, *Ben okuyayım, bir meslek sâhibi olayım, ayaklarımın üstünde durayım*, derse, rızkını buradan alır. Ama bu günkü şartlarda ömrü günahla geçer. Çekeceği sıkıntılar da cabası olur. 


Ama o kız; *Hayır, ben Rabbimin emretdiği gibi yaşıyacağım, erkeklerin arasında çalışmıyacağım*, derse, Rabbimiz ona ehl-i sünnet bir genç ile evlenmeyi nasîb eder. 


Allahü teâlâ, onun rızkını erkeğine verir, o da onun ayağına getirir. Ne oldu şimdi? 


Biri, ömrü boyunca *Haram* işledi, ömrü sıkıntılarla geçdi. Öbürüyse, hiç sıkıntı çekmedi, günâha da girmedi. *Rızkı* da ayağına geldi. Hangisi kârlı?

Teravih namazı kılmak sünnettir

“Erkeklerin ve kadınların, yirmi rekat teravih namazı kılması, sünnet-i müekkededir."


Sual: Teravih namazını, kadın, erkek her Müslümanın kılması gerekir mi, cemaatle kılınması ve camiye gidilmesi şart mıdır?


Cevap: Teravih namazı ile alakalı olarak Nûr-ül-îzâh şerhinde ve hâşiyesinde buyuruluyor ki:


“Erkeklerin ve kadınların, yirmi rekat teravih namazı kılması, sünnet-i müekkededir. İnanmayan sapıktır ve şahitliği kabul olmaz. Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) birkaç gece, teravihi cemaatle sekiz rekat olarak kıldı. Evlerine gidince, yirmi rekate tamamladılar. Yalnız olarak yirmi rekat kıldığı da bildirilmiştir. Dört mezhebde de yirmi rekattir. Sünnet olduğu buradan anlaşıldı. Üç halife ve zamanlarındaki Eshab-ı kiramın hepsi, cemaatle yirmi rekat kıldılar. Bu halifelere ve Eshab-ı kiramın icmaına uymamız, hadis-i şerif ile emrolunmuştur.”


Teravih namazı, yatsının son sünnetinden sonra ve vitirden önce kılınır. Bir kimse, yatsıyı kılmadan önce teravihi kılamaz. Vitirden sonra ve sabah namazına kadar kılınabilir. Fecir doğunca kılınamaz, kaza da edilmez. Çünkü teravih kuvvetli sünnet ise de, akşam ve yatsının son sünnetleri kadar kuvvetli değildir. Bu sünnetler ise, kaza edilmez. Yalnız farz namazlar ile vitrin kazası lazımdır. Teravih namazı, Şâfiide kazâ edilir.


Teravihi cemaat ile kılmak, sünnet-i kifayedir. Camide cemaatle kılınınca, başkaları evde yalnız kılabilir, günah olmaz. Fakat, camideki cemaat sevabından mahrum kalır. Evde, bir veya birkaç kişi, cemaatle kılarsa, yalnız kılmaktan yirmiyedi kat fazla sevap kazanılır.


Her iki rekatte bir selam verilip, hemen sonraki rekate kalkılır. Yahut dört rekatte bir selam verilir. Her dört rekat arasında, dört rekat kılacak kadar oturup, salevat veya tesbih okunur veya sessizce oturulur. İki rekatte bir selam vermek ve her iftitah tekbirinde niyet etmek daha iyidir.


Yatsıyı cemaatle kılmayanlar, toplanıp da, teravihi cemaatle kılamazlar. Çünkü teravihin cemaati, farzın cemaati olması lazımdır. Yatsıyı cemaatle kılmayan bir kimse, farzı yalnız kılıp, sonra teravihi kılan cemaate katılabilir.

Arkadaşlarınızla mümkün olduğu kadar dünya kelâmı konuşmayın

 Hüseyin Bin said hazretleri Buyurdular ki:

Arkadaşlarınızla mümkün olduğu kadar dünya kelâmı konuşmayın. İşi alış verişe dökünce enerji tüketirsiniz. Birbirinizi tenkide başlarsınız. Siz onları tenkid ederseniz onlar da sizi tenkid ederler. Bu pınarın başındasınız, pınarı kirletmeyin. Etrafınıza kabiliyetli insanlar değil, ihlâslı insanlar toplamaya bakın. İhlâssız işliyenleri ayıklamaya bakın. Muhabbete bağlı bir otorite kurmalısınız. Peygamerimiz aleyhisselam için yıldönümü tahsis etmek bid'attir. Namaz vakitlerini değiştirmek kıyâmet alâmetidir.

Allah için yapılmayan iş, iş değildir

 Para pul, mevki makam, insanı Cehennem azabından kurtaramaz.Salih amel yapın da, yanmayın Cehennemde.En büyük günah, cenâb-ı Hakkı unutmaktır.Yani Allahü teâlâyı unutarak, gafletle iş yapmaktır ki, böyle işlerin hiç kıymeti yoktur dinimizde.Mesela oruç tutmak büyük ibadettir,ama zayıflamak için tutulursa, on para etmez. Allah için yapılmayan iş, iş değildir.

(Ata bin Meysere hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

İman nimetine şükretmek günah işlememekle olur

 En büyük nimet doğru imandır.Nimetin artması için,Şükretmemiz lazım.İman artmaz. Ama sağlamlaşır, kuvvetlenir. Yani imanın nuru artar, parlaklığı çoğalır.İman nimetine şükretmek, günah işlememekle olur.

(Ali bin Vehb-i Sincari hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Dört büyük mezheb imâmına uymak

 Dört büyük mezheb imâmına uymak, Kur'ân-ı kerîme ve sünnete (Peygamber efendimiz aleyhisselamın emirlerine) uymanın tâ kendisidir.

 (Abdurrahmân Silhetî hazretleri “rahmetullahi aleyh'')

Tecvid ile okumasını bilen imâm olur

İmâmın namaza dururken ve rüknden rükne geçerken ve selâm verirken, cemâat işitecek kadar sesini yükseltmesi sünnettir. Daha fazla yükseltmesi mekruhtur. Kırâeti güzel olan yâni Kur'an-ı kerîmin harflerini tanıyan, tecvid ile okumasını bilen imâm olur. Sesi güzel ve tegannî ile okuyan değil.

(İbn-i Âbidîn hazretleri “rahmetullahi aleyh'')

Namaz ve îmâ

 Namazda rükû ve secdeleri yapamayan îmâ ile kılar. (Halebî)*Alnında yara olan, yalnız burnu ile, burnunda yara olan da yalnız alnı ile secde eder.Alnında ve burnunda birlikte yara olup, başını yere veya böyle sert bir şey üzerine koyamıyan,ayakta durabilse bile, yere oturarak îmâ ile kılar. (İbn-i Âbidîn)*Yatarak başı ile îmâ edemeyecek kadar ağır hastalığı 24 saatten çok devâm eden kimseden, aklı başında olsa bile, namaz sâkıt olur (düşer, kılması lâzım gelmez). (Halebî)*Îmâ ile dahî kılması mümkün iken kılmadan ölüm hâline gelen kimsenin, namazlarının keffâreti için vasiyet etmesi lâzımdır.

 (İbn-i Âbidîn hazretleri, İmâm-ı Birgivî hazretleri) (Rahmetüllahi aleyhimâ)

Biz herşeyi Ondan öğrendik kardeşim

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Abdulhakim Arvasi Efendi hazretleri; *Otuz sene, bu insanlara islâmiyeti anlatdım, îmânı anlatdım, anlıyan çok az, üç beş kişi ancak çıkar*, buyurdu. Tabii buna şaşırmamak mümkün değil. 


Çünkü efendim, böyle bir mübârek zât, bu kadar mümtaz bir insan, mümtâz bir cemâate *Îmânı* anlatıyor. Anlıyan üçü beşi geçmiyor. 


Hâlbuki bizim *Îmân ve İslâm* kitâbını birisi okusa, bir saatde biter, yarım saatde biter. Ne hikmeti var acabâ? Cevâbı şöyledir ki: 


Bir kimse kul hakkına inanmış olsa, kul hakkı, yalnız *para* değil ki. Bir sert bakış, bir yan bakış, bir kalb kırmak, bir mü’mini incitmek, bunların hepsi *Kul hakkı*’na girer. 


*Gıybet* ve *Sû-i zan* da kul hakkıdır. Ve kul hakkını Allahü teâlâ affetmiyor. İllâ ki, özür dileyip helâllık alacaksın. İşte bunu bilen bir kimse, ayağını uzatıp da yatabilir mi? 


İşte Abdulhakim Arvasi Efendi hazretlerinin bahsetdiği *Îmân*, bu îmân efendim. *Kul hakkı* nın ehemmiyetini bilen bir insan, öyle rahat rahat yatıp uyuyamaz. İşte *Îmân* budur. 


Ben, bizim hastânede yatarken, *Enver âbi* geldi bir gün, *Efendim*, dedi. Şu karyolanın üzerine, gökden kim bilir ne kadar çok *Sevap* yağıyor, târifi mümkün değil, dedi. 


Ben de ona; *Nereden biliyorsun?* dedim. Efendim, bu kadar insanlar kitaplarımızı okuyor, istifâde ediyorlar. Yalnız burada değil, bütün dünyâya gidiyor.


Her ülkeye kitaplarımız dağılıyor. Bu kadar insan bu kitaplardan öğrenip doğru *Îmân* ediyorlar, *Namaz* kılıyorlar. Bu sevâbların bir misli de size geliyor, dedi. 


Ben de ona; *Evet, doğru* dedim. *Doğru diyorsun, kitapları ben yazdım. Ama arkadaşlar dağıtdılar. Siz dağıtıyorsunuz*, dedim. 


*Bana ne sevap geliyorsa, size de, arkadaşlara da aynısı yazılıyor, hepimiz kazanıyoruz*, dedim. 


Bütün bu *sevâblar*, Abdulhakim Arvasi Efendi hazretlerine âitdir. Çünkü biz herşeyi Ondan öğrendik kardeşim.

Seyyid Ahmet Arvâsî Belgeseli

Seyyid Ahmet Arvâsî Belgeseli