Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Leyle-i Regâib* kandiliniz mübârek olsun. Regâib demek, *ihsân* demekdir. Allahü teâlânın merhameti ve ihsânı, bu gece her zamandan daha fazladır. 


Bu gecede, bu günde yapılan duâları Allahü teâlâ red etmez. *Regâib*, Allahü teâlânın merhamet deryâsının saçıldığı bir gündür. *Deryâ*, o gün saçılıyor. 


Bu gün, bu gece, duâ edip Rabbine yalvaranların bütün günâhları afvolur. Elimizden geldiği kadar bu gün okuyacağız. Hiçbir şey bilmiyorsak, *Kulhüvallahü* ile *Elhamı* okuyacağız. 


Sevâbını mevtâlarımıza göndereceğiz. Ve duâ edeceğiz. Yalnız kendimize duâ etmiyeceğiz. Bütün mü’minlere de duâ edeceğiz, mevtâlarımıza, babalarımıza, dedelerimize de duâ edeceğiz ki, onları affetsin Allahü teâlâ. 


Mübârek günler, geceler hürmetine, Allahü teâlâ mevtâlarımızı affeder inşallah. Kabir azâbı çok şiddetli. Bizim bir *Fâtiha* okumamız, dünyâyı vermekden daha makbûl olur onlara. 


Rabbimize çok şükür. Bizi Müslümân evlâdı yaratmış. Analarımız, babalarımız *Nûr* içinde yatsınlar ki, bizi *Îmân* ile terbiye etmişler. *Besmele* öğretmişler, Allahımızı öğretmişler. 


Derd-ü belâ bir ni’metdir. *Dünyâ ni’metleri tatlıdır, ama derd-ü belâ daha tatlıdır*, diyor Mektûbât’da. Neden böyledir? 


Çünkü dünyâ ni’metlerinde nefsin de lezzeti vardır. Nefs de lezzet alır. Ama derd-ü belâdan nefs lezzet almaz, bil’akis inler. *Nefsin inlemesi çok tatlıdır*, diyor Mektûbâtta. 


Allahın düşmanı olan o *Nefs* inledi mi, evliyâlar büyük *lezzet* duyar. Bu dünyâ muvakkat, misâfirhâne. Ne mutlu bu dünyâyı Rabbinin rızâsıyla geçirenlere. 


Bir gün, Ankara’da iken *Fârûk Işık* beyin oğlu *Nevzât* bize geldi ve *Efendi Baba sizi çağırıyor*, dedi. Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerini, Fârûk Bey’in evine getirmişlerdi. 


Vefât edene kadar 15 gün, o evde Efendi hazretlerine hizmet etdim efendim. Gece-gündüz, devâmlı aynı odada, berâber bulunduk. Ziyâretçiler geldiğinde herkes karşıya, sandalyelere otururdu. 


Beni ise, kendi yanına, yatağına oturturdu. Bütün hizmetini ben yapardım. Bir gün, beline elimi sokdurdu. Ve *Ne buluyorsun?* buyurdu. 


Çok zayıflamışdı. *Efendim bir deri, bir kemik kalmış, hiç et kalmamış*, dedim. Bana dönüp;


*Elhamdülillâh, dünyâdan bir şey götürmüyoruz*, buyurdu. Onbeş günlük izni bitip, askerler geri almaya geldikleri zaman, o gün *vefât* etdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder