Prof. Dr. Mim Kemal Öke, namaza nasıl başladığını Konya'da yerel bir gazetede yazdı. Yazının özeti:
İmanı ibâdetle tamamlamak gençlik yıllarıma nasip oldu. Bu eşiği geçişim, gurbetteki eğitimim sırasında, kendimle yüzleşme ile başladı
Ailem daha küçükken bazı sure ve ayetleri ezberletmişti. Şehirli uygarlık içinde büyüttükleri evlâtlarını, âdeta “protestanlandırılmış bir din telâkkisi” içinde, “modern” Müslüman olarak görmeyi arzuladıklarından olsa gerek, “kabahat de ibâdet de gizlidir” zihniyetiyle, belletmişlerdi bana.
(İngiltere’de) Her biri bir Hıristiyan azizin ismini taşıyan bu kolejlerden birinde kalıyordum. Üniversite açıldıktan sonra, bir arkadaşım, kolej bahçesinde beni görünce;
“Hey, papaz seni çağırıyor.” dedi. Okulun papazı beni güler yüzle karşıladı.
“Siz Müslümansınız. Bu ülkede sizin de ibâdet etmeye hakkınız var. O nedenle ben üniversite yetkilileriyle görüştüm. Müslüman öğrencilerin de, ibâdetlerini aksatmamaları için, bir oda tahsis etmeye karar verdik. Gelin o odayı gezelim. Uygun olup olmadığını söyleyin bize. Uygunsa o zaman tefrişi için ne gerekiyorsa temin ederiz. Tabii, üniversite bütçesinden.”
Şaşırmıştım. O günden itibaren bir oda mescide çevrildi. Bu küçük üniversitede, namaz bile kılmak alışkanlığı olmayan benim üzerime kalmıştı imamlık... İlmihale dalıp, neredeyse bütün derslerimi bıraktım. Üstelik İbrani, İsevî başlangıcıyla... Hepsini taradıktan sonra; “İyi ki Müslüman’ım” dediğimi hatırlıyorum.
Toparladığım bilgiler ile hem kendi namazlarımı kılıyor, hem de Müslüman asıllı öğrencileri, duvarlara yapıştırdığım ilânlarla mescide çağırabiliyordum.
Noel tatilinde. Türkiye’deydim. Aileme kavuşmak çok güzeldi. İlk gün namazımı aksatmamak için odama çekildim. Namazım sırasında annem bir şey söylemek için odama girdi. Durakladı, çıktı. Sonra babamla fısır fısır konuştuklarını duydum. Birkaç namaz daha geçti. Annem devamlı kılıp, kılmayacağımı sordu. Başımı salladım.
Ertesi gün sanki benimle ciddi bir şey konuşmak ister gibi karşıma dikildiler. Bu defa babam sordu:
“Evlâdım, sakın ola ki, İngiltere’de bir aşırı İslâmcı gruplara falan takılmış olmayasın? Bu değişiklik niye?”
Güldüm. Anlatmaya çalıştım onlara. Dinlediler. Bir gün sabah namazına kalkmıştım. Gürültülerden anladım ki, onlar da ayaklanmış, odama girmiş, arkamda duruyorlar. Seyrediyorlar beni... Selâmlarımı verdim. Seccadeyi katlıyordum ki, babam “Dur” dedi. Meraklı gözlerimi onlara çevirince, annemin başındaki başörtüsünü fark ettim. Bir anlık sessizlik; “Bize de namaz kılmayı öğretsene!..” Annem de; “Hem de hemen.” dercesine başını sallıyordu. İşte o günden sonra namazlarını hep kıldılar.
... Oğlumun ne zaman namaza başladığını hatırlamıyorum. O da babası gibi üniversiteyi yurt dışında okumaya başladı. Ramazan'a yakın seccade istedi bizden. Kargo ile hemen gönderdik. Beş vakit namaz kılmaya başladığını söylüyordu.
Oğlumdan on yaş küçük kızıma gelince. Kızımız bize bereket getirmişti. Yürüdü, büyüdü. Ana okuluna başladı. İşlerim açıldı. Yeni bir sitede ev almak istedik. Yeni evin içinde dolaşıyor, hanımla hesap yapıyorduk. Bir ara kızımızın yokluğunu fark ettik. Acaba kapıyı açıp, dışarı mı çıkmıştı? Aman kaybolmasın diye kapıya doğru hamle yaptım. Salona girdiğimde rükûdaydı. Namaz kılıyordu.
O günlerde beş yaşındaydı. Durdum, onu seyrettim. Arkadan emlâk danışmanı ve hanım da aynı sahneyi hayretle izlediler. Şaşkınlık sükûnetini ben bozdum. “Burayı alıyorum!...” demiştim.
Şimdi ben, her gün beş vakit kızımın o namaz kıldığı yerde, ibâdetimi yapıyorum.
Geriye doğru bakınca sadece ilk namaz hadisesi; “Şahdamarından yakınım.” esrarını, bir hardal tanesi kadar bile olsa anlamaya başladığımı hissettim...
Prof. Dr. Mim Kemal Öke
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder