*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Ben *Yedi-sekiz* yaşlarımdayken, mektep dağılacağı zaman, muallimler talebeye toplu olarak bir *Şey* söyletirlerdi. Bu, *Âdet*’di o zamanlar. Şunları söylerdik.
*Ve dahî kabirde suâl meleklerine cevâbım;*
*Rabbim Allah, dînim islâm, kitâbım Kur’ân-ı azîmüşşân*.
*Peygamberim hazret-i Muhammed Mustafâ aleyhisselâm*.
*Îtikâdda mezhebim ehl-i sünnet vel cemâat. Amelde mezhebim İmâm-ı A’zâm Ebû Hanîfe*.
Bunu üç kerre söyler, sonra dağılırdık. Şimdikiler, *Şarkı türkü* söyletiyorlar çocuklara. O zamanki hocalarımız bize bunları söyletirdi.
*Ne güzel*. Bize bunu öğreten hocamız *Tâhir Efendi* diye biriydi. Yetmiş seneden fazla oldu, hâlâ unutmuyorum.
Kendisini *Görsem* belki tanımam, ama öğretdikleri hâlâ hâtırımda. Her hafta okunan *Hatim*’leri, Tâhir Efendinin *Rûh*’una da gönderiyorum.
● ● ●
*Evliyâ*’nın büyüklerinden *Ebül Hasan-i Harkânî* hazretleri, bir gün yolculuğa çıkacak olan talebelerine;
*Yolda eşkıyâ ile karşılaşırsanız (Yâ Ebel Hasen!) diyerek beni çağırın!* diye tembîhte bulundu. Talebeler yola çıkıp, az sonra *Eşkıyâ* ile karşılaşdılar.
Fakat hocalarının tembîhini unutup, Hemence; *Yâ Rabbî bizi kurtar!* diye yalvarmağa başladılar. Ama hepsi de *Soyuldu*’lar.
Sabahleyin bir de bakdılar ki, içlerinden *Biri* soyulmamış. O soyulmıyan arkadaşlarına; *Sen ne yapdın da, eşkıyâlar seni görmedi?* diye sormuşlar.
O da demiş ki, eşkıyâlar beni gördüler. Yalnız hocamız bize; *Yolda eşkıyâ ile karşılaşırsanız (Yâ Ebel Hasen!) diye beni çağırın!* demişdi ya, ben de öyle dedim. Onun için bana dokunmadılar.
Soyulan arkadaşları şaşırmışlar. Geri dönüp *Hocaları*’na sormuşlar. Hocaları onlara buyurmuş ki:
Siz, *Allah*’dan yardım istediniz, ama *Hangi ağız*’la istediniz? *Harâm* giren ve *Harâm* çıkan ağızla yapılan *Duâ*’yı Allahü teâlâ kabûl etmez.
Arkadaşınız, benden *Yardım* isteyince, ben onu *Duydum* ve arkadaşınız için *Duâ* etdim. Allahü teâlâ da benim duâmı *Kabûl* etdi ve o arkadaşınız öyle kurtuldu, buyurmuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder