Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Abdülhakim Arvasi Efendi* hazretlerini bir sâat görebilmek için, her hafta sonu *Ankara* dan gelirdim. Bir defâsında yine bir *Kış günü*, Ankara dan gelirken asker sevkiyâtı vardı. 


Trende yer bulamadım. Yine iki vagonun arasında, demirlerin üzerinde *Ayakta* geldim. Hattâ parmaklarım *Donup* körüğe yapışmışdı. *Buzdan* kurtaramadım. 


İnsan, sevdiğinin her *Şeyini* sever. Sevdiği için, her *Şeyine* katlanır


Peygamber Efendimiz, bâzı sahâbîlerle bir evde otururken, birden sıkıntı basmış ve; *Sıkılıyorum yâ Ömer* buyurmuş. 


Hazret-i Ömer hemen; *Emret yâ Resûlallah. Ne isterseniz yapalım!* demiş. 


Efendimiz; *Şimdi bir Allah düşmanı gelecek, onu görmek, onunla konuşmak beni sıkıyor. O gelecek diye sıkılıyorum* buyurmuş. 


Biraz sonra kapı çalınıyor, bir kabîle reîsi geliyor. Peygamber Efendimiz ayağa kalkıyor, onu *Güzelce* karşılıyor, yanında *Yer* açıyor, oturtuyor, *Tatlı tatlı* konuşuyor. 


Biraz sonra, o adam kalkıp gidiyor. Peygamber Efendimiz, onu *Güler yüzle* selâmetliyor. Hazret-i Ömer soruyor: *Yâ Resûlallah, Allahın düşmanı dediğiniz, bu kişi miydi?* 


Efendimiz buyuruyor ki: *Evet, o idi*. Hazret-i Ömer merak ediyor tabii. Ve soruyor hemen:


Yâ Resûlallah, siz ona dost muâmelesi yapdınız, yer verdiniz, tatlı tatlı, neş’eli konuşdunuz ve güler yüzle selâmetlediniz, biz bunun hikmeti anlıyamadık, diyor. 


Peygamber Efendimiz şöyle îzâh ediyorlar: Bu, bir *Kabîle* reîsidir. Eğer ben onunla iyi geçinirsem, *Dost* muâmelesi yaparsam, o da bana dost muâmelesi yapar.


Müslümânlara da *Dost* muâmelesi yapar. Eğer ben ona sert söyleseydim, yer vermeseydim, kapının dibine oturtsaydım, o zaman bana *Düşman* olurdu. Bana bir şey yapamazdı. 


Ama Müslümân lardan *İntikam* alırdı. Kabîle reîsi çünkü, zengin, îtibârlı biri. Müslümânlara *Eziyet* ederdi. Müslümânlara eziyyet etmesin diye onun kalbini okşadım, buyuruyor. 


Buna, *Müdârâ* denir kardeşim. Kâfirlerle müdârâ yapacağız, çok mühim bu. *Gülerek* ve *Tatlı dille* görüşeceğiz.

MUHABBET

“Bir kimse, bir âlimin güzel bir kitâb yazdığını duysa ve fakat o kitâbda yazılanları bilmese, onun ma’rifeti kosa ve kısıtlıdır. Bu yüzden o kitâbın sâhibine muhabbeti de o kadar olur. Ama, ilim ve akıl sahibi bir kimse, o kitâbı dikkatle okuyub, içindeki sağlam ve yüksek bilgilere erişirse, o müellife karşı muhabbeti artar.”


(Nadir Risaleler I; Rûhu’ş-Ârifîn, sf 242)

TEVBE

Peygamber Efendimiz (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) buyurdular;

“Allah bir kulunu severse, ona günah zarar vermez. Çünkü tevbe eden günah işlememiş gibidir.”

Böyle buyurduktan sonra devamında;

“Allah tevbe edenleri sever.”

âyet-i kerîmesini okudular. 

Bu hadîs-i şerîfin ma’nâsı şöyledir:

“Allahu teâlâ bir kulunu severse, o kul ölmeden önce tevbe eder de, geçmişte işlediği günahları ona zarar vermez, isterse günahları çok olsun. Nitekim müslüman olmadan önceki küfrü, müslüman olduktan sonra ona zarar vermez. Demek ki Allahu teâlâ günahların bağışlanmasına muhabbeti şart kıldı ve “Ey Habîbim (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem), de ki; “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi’ olunuz da, Allah sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. (Âl-i İmrân, 31.)”


(Nâdir Risâleler I; Rûhu’l-Ârifîn, sf 251)

...

Âhir zamamandayız kardeşim. Her tarafda günah işleniyor. Öyle ya da böyle günahlara bulaşılıyor. 

Nihayetsiz kerem ve mağfiret sahibi Allahu teâlâ, tevbe kapısını açık tuttu. Bütün günahları affedeceğini müjde buyurdu. 

Ne olur, tevbeyi elden bırakmayalım, geciktirmeyelim. Belki  bir zikir gibi dilimizden düşürmeyelim.

Allahu teâlâ tevbelerimizi kerem ve merhameti ile kabul ve tevbesine sadık yaşayıp îmân ile ölen kullarından eylesin.

Âmin.

DÜNYÂ ve ÎMAN

Efendimiz aleyhissalatü vesselam hazretleri buyurdular:

“Allahu teâlâ dünyayı, sevdiğine de sevmediğine de verir. Ama îmânı yalnız sevdiğine verir.”


(Nâdir Risâleler I; Rûhu’l-Ârifîn, sf 251)

...

Vermesinde ve vermemesinde bilmediğimiz nice hikmetler olan Rabbim!

Bize, bizim için hayırlı olanı ihsan buyur.

Âmin.

ALLAHU TEÂLÂYI SEVMEK

Kulun Allahu teâlâyı sevdiğinin en özel alâmeti, Allahu teâlânın muhabbetine delâlet (işaret, delil) ediyorsa, Allah için sevmektir.”


(Nâdir Risâleler I; Rûhu’l-Ârifîn, sf 254)

...

Allahu teâlânın sevdiklerini sevmek ne büyük ni’met!

MUHABBET

“Muhabbet (Allah sevgisi), tertemiz bir ağaçtır. Aslı yerde, dalları göklerdedir. Meyveleri kalbde, dilde ve diğer uzuvlarda görülür.”


(Nâdir Risâleler I; Rûhu’l-Ârifîn, sf 255)

ÖLÜM

Süfyân-ı Sevrî ve Bişrî Hafî Hazretleri (kaddesallahu teâlâ esrârehumâ) buyurdular:

“Ölümü ancak şübheci sevmez. Çünkü seven, herhalde sevdiğine kavuşmağı ve onu görmeği sevmemezlik edemez. O halde Hak teâlâyı sevmekte sâdıklardan iseniz, ölümü isteyiniz.”


(Nâdir Risâleler I; Rûhu’l-Ârifîn, sf 255)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Her müslümâna, Sırat köprüsünde, yedi yerde, yedi suâl sorulacak. *Îmân* dan, *Namaz* dan, *Oruç* dan, *Hac* dan, *Zekât* dan, *Gusül abdesti* nden ve *Kul hakkı* ndan. 


*Kul hakkı* o kadar mühim ki, bir *Dank* kul hakkı için, âhiretde yetmiş yıllık, cemâatle kılınmış, kabûl olmuş namâzın *Sevâbı*, karşı tarafa verilecek. 


Yetmezse, onun *Günâhları* buna yükletilip Cehenneme atılacakdır. Bunu bilen bir müslümân, *Münâkaşa* edemez, *Kavga* edemez, *Kalb* kıramaz. 


Çünkü korkar kul hakkından. Hattâ bir mü'minin kalbini kırmak, *Kâbe* yi, yetmiş defâ *Yıkmak* dan daha büyük günâhdır. 


*Hubbu fillah* ve *Buğdü fillah* yâni Allah için seveceksin, Allah için düşmanlık edeceksin. Kimdir o Allah için düşmanlık edeceğimiz kimseler? *Allah* ın düşmanları. Şimdi zamânımızda çok var. 


Ne demek islâmiyet? Allahü teâlânın *Emrleri* ve *Yasakları*. Allahü teâlânın emretdiği şeyleri yapacağız. Yasak etdiği şeylerden de kaçınacağız. 


İşte budur hubbu fillah, buğd-ü fillah. *Îmân* ın alâmeti budur. Zamânımızda Allahın düşmanları çok var. İslâmiyetle *Alay* ediyorlar. Allahın düşmanları sevilmez efendim. 


Namaz kılmak *Farz* dır. Namaza mâni olanlar, Allahın düşmanıdır. Oruç tutmak *Farz* dır. Oruca mâni olan da Allahın düşmanıdır. 


Bunlar sevilmez. Sevmek ve sevmemek *Kalb* ile olur. Muhabbetin yeri *Kalb* dir. 


Kitaplarda; *Evliyâlar, Allahü teâlânın sıfatları ile sıfatlanmışlardır* diye yazıyor. Yâni dünyâda, Allahü teâlânın sıfatları ile hareket ederler. 


Onlar da, bu dünyâda dost ile düşmanı ayırmazlar. *Evliyâlar* da, dostlara yapdıkları iyi muâmeleyi, düşmanlara da yaparlar. 


*Ve men yüridillâhe bihî hayren yüfekkıh hü*. Ne demek bu? *Ve men*; bir kimse ki, *Yüridillâhe*; Allahü teâlâ irâde ediyorsa, diliyorsa. 


*Bihî*; o kimse için. *Hayren*; Hayr murâd ediyorsa, yâni Allahü teâlâ, bir kulunu seviyorsa. *Yüfekkıh hü*; onu fıkh âlimi yapar.

Dört mezhebin (Hanefî, Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî) itikâdı birbirinin aynıdır

Süleyman ibn-i Battal Batalyûsî  “rahmetullahi aleyh” hazretleri Mâlikî fıkıh âlimidir, buyurdular ki;


Dört mezhebin (Hanefî, Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî) itikâdı birbirinin aynıdır. Dört mezhebden birinin îmân ve fıkıh bilgilerine uyan bir Müslümâna Ehl-i sünnet veyâ Sünnî denir. Dört mezhebden birinde olmayan kimsenin îmânı bozulur. Yâ, bid’at sâhibi Müslümândır, yâhut mürted olur. Bunun her ikisi de tövbe etmeden ölürse, muhakkak Cehenneme girecektir. Bir iş yaparken, özrü hâsıl olup, bu işin kendi mezhebindeki şartlarından birine uyması güçleşen kimse, bu işi, dört mezhebden herhangi birindeki şartlarına uyarak yapar. Bu ikinci mezhebin, bu iş için olan şartlarının hepsine uyması lâzım olur. Bu şartlardan birine uyması zor olur, fakat kendi mezhebinde kolay olursa, bu işi yapması sahîh olur. Kendi mezhebinde de zor olur ise, kendi mezhebindeki birinci şartı yapmaması câiz olur.

Yeni Müslümân olan kimsenin veyâ âkıl ve bâliğ olan Müslümân evlâdının, evvelâ (Kelime-i şehâdet) söylemesi ve bunun manasını öğrenip, inanması lâzımdır. Sonra, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri itikâd, yani îmân edilmesi lâzım olan bilgileri öğrenip, bunlara inanması lâzımdır. Sonra Ehl-i sünnetin dört mezhebinden birinin kitaplarında yazılı olan fıkıh bilgilerini, yani İslâmın beş şartını ve helâl, harâm olan şeyleri öğrenmesi ve bunlara inanması ve uygun yaşaması lâzımdır. Bunları öğrenmek ve uymak lâzım olduğuna inanmayan, ehemmiyet vermeyen mürted olur. Yani kelime-i şehâdet getirerek Müslümân olduktan sonra, tekrar kâfir olur.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bizim cihâdımız, *Fıkh* üzerine kardeşim. Fıkhı yaymakla meşgûlüz. Allahü teâlâ bir kulunu severse, onun *Fıkh* öğrenmesini nasîb eder. 


Ya öğretmesi? Daha çok *Sevap*. Cenâb-ı Hak bize bu ni’meti vermiş. Gece gündüz *Şükr* etsek azdır. Öyleyse biz de, fiilen şükredeceğiz. 


Bir *Lisân-ı hâl* var, bir de *Lisân-ı kâl* var. Lisân-ı kâl, ağız ile söylemek demek. *Lisân-ı hâl*, hâliyle tavrıyla davranışıyla söylemek demek. 


*Lisân-ı hâl, lisân-ı kâlden entakdır* buyuruluyor. Ne demek bu? Yâni, lisân-ı hâl daha güzel bildirir. Onun için, *Lisân-ı hâl* mûteberdir. Elhamdülillah biz fıkhı yayıyoruz. Cenâb-ı Hak bize nasîb etmiş bu hizmeti. 


Biz de şükrünü îfâ edeceğiz. Şükrünü îfâ etmek için de çalışmak lâzım. *Öğreneceğiz* ve *Öğreteceğiz*. Bâzı ilimler zararlıdır. Meselâ günâh işlemeye sebep olan ilim, zararlı olur. 


*İlm-i nâfi*, yâni fâideli ilim, iki niyetle elde edilen ilimdir. İki niyetden biri varsa, o ilim *Nâfi* dir, yâni fâidelidir. 


O iki niyetden biri, onunla amel etmekdir. Yâni ilim öğreneceğiz, fakat o ilimle, önce kendimiz *Amel* edeceğiz. İbâdetimizi doğru yapacağız. 


Niyetin ikincisi de, öğrendiğini din kardeşlerine, başkalarına öğretmekdir. Öğretmek, ilmin sevâbını artdırıyor, yâni sevap kazanmaya sebep oluyor. 


Öğretmek niyetiyle ilim öğrenmek *Sevap* dır. Öğrenmesi de sevap, öğretmesi de sevap. 


Elhamdülillah, bizim hizmetlerimiz, hep bu *Cihâd* dır. yâni insanlara İlim öğretmek, *Fıkh* bilgisini öğretmekdir. Fıkh bilgisi de ikiye ayrılır. 


Biri, *Usûl-i fıkh*. *Îmân* ve *îtikâd* bilgilerine, usûl-i fıkh denir, fıkh-ı ekber yâni. İkincisi, bildiğimiz ibâdetlerdir. Demek oluyor ki, ikisini de *Öğrenmek* lâzım. 


Bu, kimlere nasîb oluyor? Allahü teâlânın sevdiği kullarına. Allahü teâlâ bir kulunu seviyor mu? Onun alâmetleri var. İşte o alâmetlerden biri de *Fıkh* öğrenmekdir. 


Hem *Îmân* kısmını, hem de *Amel* kısmını. İşte îmân ve amel, bu ikisini bildiren kitaplara, ilmihâl kitâbı denir. İşte bizim *Seâdet-i Ebediyye* kitâbı, işte bizim *Tam ilmihâl*.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Evliyâ-yı kirâm, *Râhat* ve *Huzûr* kaynağıdır kardeşim. Resûlullahın mübârek kalbinden çıkan *Feyz* ve *Nûr* lar Onların kalbleri vâsıtasıyla yayılır. Kimlere yayılır? Onları sevenlere yayılır. 


Peki, sevenler o feyzleri alır mı? Yâni o feyzler gelir, ama sevenler alır mı? Alması için de *İstîdâd* lâzım, yâni *Kâbiliyet* lâzım. O kâbiliyet ve istîdâd nasıl hâsıl olur? 


*İbâdet* ile. Bilhâssa *Namaz* kılmakla. Namaz kılanlar, ibâdet edenler, helâle harâma dikkat edenler, Onlardan *Feyz* alırlar. Onlardan gelen feyz, *Muhabbet* ile gelir. 


********


Rabbimiz, kıyâmetde inşallah hepimize *Kevser Şerâbı* içmek nasîb eder, ihsân eder, inşallah. Hadîs-i şerîfde; *Dîn-ül mer’i dîn-ül ahîhi* buyuruluyor.


Bir de, *Dîn-ül mer’i dîn-ül halîlihî* var. İkiz, yâni iki tâne. Birincide *ahîhi*, ikincisinde *halîlihî*, aynı şey. Yâni bir insanın dîni, arkadaşının dîni gibidir. 


Mü’minin dîni, kiminle *Sohbet* ediyorsa, kimi *Seviyor* sa, onun dîni gibidir. Pekii, seveceğimiz öyle büyük zâtları bulamazsak ne yapacağız? 


Onların kitaplarını okuyacağız. Kitapları vesîlesiyle onları gıyâben seveceğiz. *Rûhen*, onlarla berâber olacağız inşallah. *El mer’ü mea men ehabbe*. Bu da hadîs-i şerîf. 


Yâni insan dünyâda kimi severse, âhiretde onun yanında olacak. Ne büyük *Müjde* efendim. Onun için, biz büyüklerimizi seviyoruz kardeşim, elhamdülillah. 

********

Bu ramezânda kaç gün oruç tutuldu, belli değil. *Ay* hesâbiyle olmak lâzım, *Takvim* hesâbiyle olmaz. Onun için, ya bir gün evvelden başlamış olduk veyâ bir gün sonradan. 


Hakîkî Ramezândan bir gün evvel başladıksa, o bir gün evvelki orucumuz kabûl olmaz. Niçin? Ramezândan evvel olduğu için. 


Yok, bir gün sonra başladıksa, bu sefer de, bizim bayram yapdığımız gün, hakîkî Ramezândır. O günü *Yemiş* olu-yoruz. 


O hâlde başından ve sonundan *İki gün* dedi Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri, böyle buyurdu. Bayramdan sonra, iki gün *Kazâ* etmemiz lâzım kardeşim.