Kul hakkı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kul hakkı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Biz her şeyi Ondan öğrendik

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


AbdülhakimArvasi Efendi hazretleri; *Otuz sene, bu insanlara islâmiyeti anlatdım, îmânı anlatdım, anlıyan çok az, üç beş kişi ancak çıkar*, buyurdu. Tabii buna şaşırmamak mümkün değil. 


Çünkü efendim, böyle bir mübârek zât, bu kadar mümtaz bir insan, mümtâz bir cemâate *Îmânı* anlatıyor. Anlıyan üçü beşi geçmiyor. 


Hâlbuki bizim *Îmân ve İslâm* kitâbını birisi okusa, bir saatde biter, yarım saatde biter. Ne hikmeti var acabâ? Cevâbı şöyledir ki: 


Bir kimse kul hakkına inanmış olsa, kul hakkı, yalnız *para* değil ki. Bir sert bakış, bir yan bakış, bir kalb kırmak, bir mü’mini incitmek, bunların hepsi *Kul hakkı*’na girer. 


*Gıybet* ve *Sû-i zan* da kul hakkıdır. Ve kul hakkını Allahü teâlâ affetmiyor. İllâ ki, özür dileyip helâllık alacaksın. İşte bunu bilen bir kimse, ayağını uzatıp da yatabilir mi? 


İşte Abdülhakim Efendi hazretlerinin bahsetdiği *Îmân*, bu îmân efendim. *Kul hakkı* nın ehemmiyetini bilen bir insan, öyle rahat rahat yatıp uyuyamaz. İşte *Îmân* budur. 


Ben, bizim hastânede yatarken, *Enver âbi* geldi bir gün, *Efendim*, dedi. Şu karyolanın üzerine, gökden kim bilir ne kadar çok *Sevap* yağıyor, târifi mümkün değil, dedi. 


Ben de ona; *Nereden biliyorsun?* dedim. Efendim, bu kadar insanlar kitaplarımızı okuyor, istifâde ediyorlar. Yalnız burada değil, bütün dünyâya gidiyor.


Her ülkeye kitaplarımız dağılıyor. Bu kadar insan bu kitaplardan öğrenip doğru *Îmân* ediyorlar, *Namaz* kılıyorlar. Bu sevâbların bir misli de size geliyor, dedi. 


Ben de ona; *Evet, doğru* dedim. *Doğru diyorsun, kitapları ben yazdım. Ama arkadaşlar dağıtdılar. Siz dağıtıyorsunuz*, dedim. 


*Bana ne sevap geliyorsa, size de, arkadaşlara da aynısı yazılıyor, hepimiz kazanıyoruz*, dedim. 


Bütün bu *sevâblar*, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerine âitdir. Çünkü biz herşeyi Ondan öğrendik kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Her müslümâna, Sırat köprüsünde, yedi yerde, yedi suâl sorulacak. *Îmân* dan, *Namaz* dan, *Oruç* dan, *Hac* dan, *Zekât* dan, *Gusül abdesti* nden ve *Kul hakkı* ndan. 


*Kul hakkı* o kadar mühim ki, bir *Dank* kul hakkı için, âhiretde yetmiş yıllık, cemâatle kılınmış, kabûl olmuş namâzın *Sevâbı*, karşı tarafa verilecek. 


Yetmezse, onun *Günâhları* buna yükletilip Cehenneme atılacakdır. Bunu bilen bir müslümân, *Münâkaşa* edemez, *Kavga* edemez, *Kalb* kıramaz. 


Çünkü korkar kul hakkından. Hattâ bir mü'minin kalbini kırmak, *Kâbe* yi, yetmiş defâ *Yıkmak* dan daha büyük günâhdır. 


*Hubbu fillah* ve *Buğdü fillah* yâni Allah için seveceksin, Allah için düşmanlık edeceksin. Kimdir o Allah için düşmanlık edeceğimiz kimseler? *Allah* ın düşmanları. Şimdi zamânımızda çok var. 


Ne demek islâmiyet? Allahü teâlânın *Emrleri* ve *Yasakları*. Allahü teâlânın emretdiği şeyleri yapacağız. Yasak etdiği şeylerden de kaçınacağız. 


İşte budur hubbu fillah, buğd-ü fillah. *Îmân* ın alâmeti budur. Zamânımızda Allahın düşmanları çok var. İslâmiyetle *Alay* ediyorlar. Allahın düşmanları sevilmez efendim. 


Namaz kılmak *Farz* dır. Namaza mâni olanlar, Allahın düşmanıdır. Oruç tutmak *Farz* dır. Oruca mâni olan da Allahın düşmanıdır. 


Bunlar sevilmez. Sevmek ve sevmemek *Kalb* ile olur. Muhabbetin yeri *Kalb* dir. 


Kitaplarda; *Evliyâlar, Allahü teâlânın sıfatları ile sıfatlanmışlardır* diye yazıyor. Yâni dünyâda, Allahü teâlânın sıfatları ile hareket ederler. 


Onlar da, bu dünyâda dost ile düşmanı ayırmazlar. *Evliyâlar* da, dostlara yapdıkları iyi muâmeleyi, düşmanlara da yaparlar. 


*Ve men yüridillâhe bihî hayren yüfekkıh hü*. Ne demek bu? *Ve men*; bir kimse ki, *Yüridillâhe*; Allahü teâlâ irâde ediyorsa, diliyorsa. 


*Bihî*; o kimse için. *Hayren*; Hayr murâd ediyorsa, yâni Allahü teâlâ, bir kulunu seviyorsa. *Yüfekkıh hü*; onu fıkh âlimi yapar.

Kul hakkı

*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*

Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri; *Otuz sene, bu insanlara islâmiyeti anlatdım, îmânı anlatdım, anlıyan çok az, üç beş kişi ancak çıkar*, buyurdu. Tabii buna şaşırmamak mümkün değil. 


Çünkü efendim, böyle bir mübârek zât, bu kadar mümtaz bir insan, mümtâz bir cemâate *Îmânı* anlatıyor. Anlıyan üçü beşi geçmiyor. 


Hâlbuki bizim *Îmân ve İslâm* kitâbını birisi okusa, bir saatde biter, yarım saatde biter. Ne hikmeti var acabâ? Cevâbı şöyledir ki: 


Bir kimse kul hakkına inanmış olsa, kul hakkı, yalnız *para* değil ki. Bir sert bakış, bir yan bakış, bir kalb kırmak, bir mü’mini incitmek, bunların hepsi *Kul hakkı*’na girer. 


*Gıybet* ve *Sû-i zan* da kul hakkıdır. Ve kul hakkını Allahü teâlâ affetmiyor. İllâ ki, özür dileyip helâllık alacaksın. İşte bunu bilen bir kimse, ayağını uzatıp da yatabilir mi? 


İşte Efendi hazretlerinin bahsetdiği *Îmân*, bu îmân efendim. *Kul hakkı* nın ehemmiyetini bilen bir insan, öyle rahat rahat yatıp uyuyamaz. İşte *Îmân* budur. 


Ben, bizim hastânede yatarken, *Enver âbi* geldi bir gün, *Efendim*, dedi. Şu karyolanın üzerine, gökden kim bilir ne kadar çok *Sevap* yağıyor, târifi mümkün değil, dedi. 


Ben de ona; *Nereden biliyorsun?* dedim. Efendim, bu kadar insanlar kitaplarımızı okuyor, istifâde ediyorlar. Yalnız burada değil, bütün dünyâya gidiyor.


Her ülkeye kitaplarımız dağılıyor. Bu kadar insan bu kitaplardan öğrenip doğru *Îmân* ediyorlar, *Namaz* kılıyorlar. Bu sevâbların bir misli de size geliyor, dedi. 


Ben de ona; *Evet, doğru* dedim. *Doğru diyorsun, kitapları ben yazdım. Ama arkadaşlar dağıtdılar. Siz dağıtıyorsunuz*, dedim. 


*Bana ne sevap geliyorsa, size de, arkadaşlara da aynısı yazılıyor, hepimiz kazanıyoruz*, dedim. 


Bütün bu *sevâblar*, Efendi hazretlerine âitdir. Çünkü biz herşeyi Ondan öğrendik kardeşim.

Nemâzın ta’dîl-i erkân, Kul hakkı , 2.Cild 87.ci mektûb

İKİNCİ CİLD, 87. ci MEKTÛB

Bu mektûb, Efganistânlı Feth hâna yazılmış olup, ta’dîl-i erkânı, ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmağı ve bid’atden kaçınmağı bildirmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği, sevdiği iyi insanlara selâmetler, râhatlıklar olsun! Bu fakîre “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” karşı kıymetli sevginizi ve hâlis bağlılığınızı bildiren mektûb-ı şerîfiniz geldi. Allahü teâlâ, büyüklerin sevgisini kalblerimize yerleşdirsin! Mes’ûd ve muhterem ahbâblara birinci nasîhat, Muhammed Mustafânın “aleyhissalâtü vesselâm” sünnet-i seniyyesine yapışmakdır. Ya’nî, her müslimânın birinci vazîfesi, islâmiyyete uymakdır ve islâmiyyetin beğenmediği şeylerden, bid’atlerden kaçmakdır.

Bir kimse, terk edilmiş, unutulmuş bir sünneti meydâna çıkarırsa, yüz şehîd sevâbı kazanır. Yâ bir farzı veyâ vâcibi meydâna çıkarmanın sevâbı ne kadar çok olur! O hâlde, nemâzda, ta’dîl-i erkâna dikkat etmelidir. Ya’nî, rükü’da ve secdelerde ve kavmede ve celsede tumânînet buldukdan, ya’nî her a’zâ hareketsiz oldukdan sonra biraz durmalıdır ki, Hanefî âlimlerinin çoğu, buna vâcib demişdir. İmâm-ı Ebû Yûsüf ve imâm-ı Şâfi’î [ve Mâlik] ise, farz demişdir. Ba’zı Hanefî âlimleri de sünnet demişlerdir. Müslimânların çoğu, bunu yapmıyor. Bu bir ameli meydâna çıkarana, Allah yolunda harb edip cânını veren yüz şehîd sevâbından çok sevâb verilir. Ahkâm-ı şer’ıyyeden hepsi de böyledir. Ya’nî halâl, harâm, mekrûh, farz, vâcib ve sünnetlerden birini öğretip, gereğini yapdıran, böyle sevâb kazanır.

Bir kimseden sebebsiz, zor ile haksız olarak alınan bir kuruşu, sâhibine geri vermek, yüzlerle lira sadaka vermekden, katkat dahâ sevâbdır. Bir kimse, Peygamberlerin “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vesselâm” yapdığı ibâdetleri yapsa, fekat, üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete giremiyeceği bildirilmişdir. Boşadığı kadına mehr parasını ödemek de kul hakkıdır. [İbnî Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, beşinci cild, ikiyüzyetmişaltıncı sahîfede buyuruyor ki, (Başkasının çocuğunu, babasının emri ile de olsa, döğmek câiz değildir. Hoca, talebesini çalışdırmak için, üç kerre eli ile döğebilir. Sopa ile vurması câiz değildir).]

Hülâsa, zâhiri, ya’nî bütün a’zâları ahkâm-ı şer’ıyyeyi yapmakla bezedikden sonra bâtına teveccüh etmeli, böylece, yapılan ameli gafletden uzak tutmalıdır. Kalbin imdâdı olmadan a’zânın ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmakla bezenmesi çok güçdür. Âlimler, böyle olur, şöyle olmaz diye fetvâ verirler. Bunları yapmak ise, Allah adamlarının işidir. Kalbin temizlenmesine, nûrlanmasına çalışmak, her a’zânın, ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmasına sebeb olur. Yalnız kalb ile uğraşıp, ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmıyan mülhiddir. Doğru yoldan sapıkdır. Böyle kimselerin kalblerinde ve rûhlarında birşeyler hâsıl olması, istidrâcdır. Ya’nî, onları derece derece, yavaş yavaş Cehennemin derinliklerine indirirler. Kalbde ve rûhda hâsıl olan şeylerin doğru ve iyi olmasına alâmet, bütün a’zânın ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmakla süslenmesidir. Doğru yol, kurtuluş yolu, işte budur! Allahü teâlâ, hepimizi bu doğru yoldan ayırmasın! Âmîn.

[(Mecelle)nin otuzikinci maddesinde, (Zarûret içinde olmak, başkasının hakkını gidermez) diyor. Açlıkdan ölecek olan kimse, başkasının malını, ölümden kurtaracak kadar yiyebilir ise de, bunun değerini veyâ mislini ödemesi lâzım olur. Başkasının malını yimek, şerâb içmekden dahâ büyük günâhdır].

Ne iyi O gözler ki, güzele bakmakdadır.
Ne tâli’li o kalb ki, Onun için yanmakdadır!