İLM

“(Hilmî Bey “rahmetullahi teala aleyh”) Hocamız, hem İmâm-ı A’zâm hazretlerinin (rahmetullahi teala aleyh) mezhebini, hem de itikadda Mâturîdî mezhebini iyice öğrenip, bizi de bu şekilde yetiştirdiler. 
Kelâmda Mevâkıf Şerhi, 
İtikadda Akâid-i Nesefî ve şerhleri, 
Fıkh-ı Ekber ve şerhleri,
Kasîde-i Emâlî ve şerhleri,
Osmanlıca kitablardan Birgivî Vasiyyetnâmesi Şerhi,
Âmentü Şerhi, 
Dürr-i Yektâ Şerhi ve benzerleri,
ayrıca İmâm-ı Rabbânî, İmâm-ı Gazâlî, Mevlânâ Hâlid Bağdâdî hazretlerinin (kaddesallahu teala esrârehum), îmân ve akâidle ilgili eserleri ve yazılarını, ezberlercesine okuyup, öğrettiler.”

(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 170)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*

Cum’a namazına, *Eyüp Sultân* câmiine gitdim. Maksadım, o *Hoca Efendi*’yi görmekdi. Onu görebilmek için câminin en ortasına oturdum. Fakat Onu göremedim. 


Biraz daha bekledim, gene göremedim. Sabırsızlanıyordum. Yanımdaki oturan kişiye; *Abdülhakîm Efendi nerdedir?* dedim. 


O da bana; *O, yan tarafdaki bölmede va’z eder. Orada olur. Buraya gelmez*, dedi. Bekliyemedim, hemen ayakkabılarımı alıp, yan bölmeye geçdim. 


Orada da aradım, göz gezdirdim, bulamadım. Yine yanımdakine dönüp; Abdülhakîm Efendi nerdedir? diye sordum. 


Dedi ki: *O zât, yukarıda mezarlıkların arasında bir câminin imâmıdır. Orada Cum’a namâzını kıldırdıkdan sonra, va’z etmek için buraya gelir*, dedi. 


Namâzı bitirince etrâfa bakdım, gene göremedim. *Çıkıp, dışarda bekliyeyim*, diye düşündüm. Namâzın duâsını beklemeye sabredemeyip, hemen dışarı çıkdım. Bakdım ki gelmiş. 


Bir kitâbcı tezgâhının yanında, ayakda, kitapları tedkîk ediyordu. Hemen yanına gitdim, karlı bir havaydı. Çok kar yağmışdı. Kitapçının yanında, oturmak için bir *Bank* vardı. 


Kitapcı, kaba bir şekilde; *Hoca! Niye ayakda duruyorsun, otursana şuraya!* dedi. O da, *Peki*, deyip, tam oturmak üzereydi ki, ben fırladım hemen. 


*Bir dakîka efendim, oturmayın!* dedim. Ve hemen üzerimdeki parkayı çıkardım. Bankdaki karları elimle temizledim. Parkayı katlayıp, bankın üzerine koydum ve *Şimdi oturun efendim*, dedim. 


Ama Efendi, parkanın üzerine oturmayıp; *Al onu oradan!* dedi. Benim parkamın üzerine oturmadı diye üzüldüm. Parkayı alınca, bankın üzerine oturdular ve; *Onu üzerime ört*, buyurdular. 


Oooh! Çok sevindim. Hemen parkamı Efendi hazretlerinin üzerine örttüm. Câmi dağılınca, Efendi hazretleriyle berâber câmiye girdik.


Yan tarafındaki küçük bölmeye geçdik.Ben, en önde, *Efendi* hazretlerinin tam önünde oturdum. Burun buruna oturduk. Dikkatle *Efendi*’nin anlatdıklarını dinliyordum.


Hiç bilmediğim bilgileri, rahle üzerindeki bir *Kitap*’dan anlatıyordu. Hiç işitmemiş olduğum, çok merâk etdiğim bilgileri zevkle dinlerken, sanki *Defîne* bulmuş bir *Fakîr* gibiydim.


Yâhut *Serin Su*’ya kavuşmuş, ciğeri yanık kimse gibi idim. Gözlerimi Seyyid *Abdülhakîm Efendi*’den hiç ayırmıyor, Onun sevimli, nûrlu yüzünü seyretmeye doyamıyordum.


Söylediği, her biri *Pırlanta* gibi kıymetli bilgileri dinlemeye dalmış, kendimden geçmiş, dünyâ işlerini, mektebimi, her şeyi unutmuşdum. Kalbimde, tatlı tatlı bir şeyler dolaşıyordu.


Sanki yıkanarak temizleniyordu. Dahâ ilk sohbeti, ilk sözleri, beni mestetmişdi. Efendi hazretleri, *İmâm-ı Rabbânî* hazretleri dediğinde, ben içimden; *İmâm-ı Rabbânî kim acabâ?* diye düşündüm.


Hiç bu ismi işitmemişdim. Kendi kendime; *Rabbânî* dediğine göre, *Allahü teâlâ* ile ilgili mi acabâ? dedim. Hemen not defterimi çıkardım, araşdırmak için bu *İsmi* yazdım. Efendi hazretleri anlatmaya devâm ediyordu. 


Biraz sonra da; *Mevlânâ Hâlid* hazretleri o kadar yüksek bir zât idi ki, peygamberlik devâm etse idi, hiçbir şey eklemeden, o hâliyle peygamber olurdu, buyurdu. 


Bunu işitince yine şaşırdım. Bu defâ içimden; *Bu zât kim acabâ?* dedim. Bu ismi de hiç duymamışdım. *Mevlânâ* dediğine göre bu da *Allahü teâlâ* ile ilgili olabilir, dedim. 


İkisini de çok merak ediyordum. Kendi kendime; Buradaki türbede yatan zâta, *Hâlid bin Zeyd* diyorlar. Herhâlde bu türbedeki zâtdan bahs ediyor, diye düşündüm. 


Hemen *Mevlânâ Hâlid* ismini de not defterime yazdım. Bu iki ismi araşdırıp kim olduklarını öğrenecekdim. İşte böyle kardeşim.


Efendi hazretlerinin sohbetlerinde devâmlı bulunmakla, her şeyi *Efendi* hazretlerinden öğrendim. En mühimi de, *Kim sevilir, kim sevilmez?* Bunu öğrendim Ondan. 


*Bir sâat* geçmiş, ama bana *bir an* gibi gelmişdi. Ders bitdiğinde, rüyâdan uyanır gibi kendime geldim. Ders esnâsında herşeyi unutmuşdum. Dışarı çıkmak için kapıya geldim. (devamı yarın)

NİSBET

“Bir gün (Hilmî Bey hocamızla “rahmetullahi teala aleyh”) beraberdik.

“Efendi hazretlerinin en büyük âlimler ve velîler zümresinden olduğunda hiç şübhe yoktur”dedikten sonra;

“Efendi hazretlerinin (kaddesallahu teala sirreh) İmâm-ı Gazâlî’den (rahmetullahi teala aleyh) nisbeti vardır” buyurdu.

Bu nisbeti sebebiyledir ki, Efendi hazretlerinin (kaddesallahu teala sirreh) yazılarını okuyanlar, eğer İmâm-ı Gazâlî ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin (kaddesallahu teala sirruhumâ) eserlerini okumuşsa, ifade ve cümlelerden tefrîk edemezler (ayıramazlar).”


(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 163)

İSTİKÂMET

“Nakşî, Müceddîdî ve Hâlidî yollarının ve kollarının esâsı, Sünnet-i seniyyeye ittiba’ ve şeyh-i muktedâya muhabbet ve hep huzûr-ı meallah ile olmak üzere kurulduğundan, bu yolda hâkim unsûr istikâmet oldu. Kerâmet istikâmetten aşağıda kaldı.

Dîni istikâmet, dünyâsı istikâmet, dışı istikâmet, içi istikâmet üzere bulunmak çok zordur. Resûlullah’ın (sallallahu teala aleyhi ve sellem);

“Beni Hûd sûresi ihtiyarlattı” hadîs-i şerîfi, o sûredeki 

“Emr olunduğun gibi, istikâmet üzere ol”

âyet-i kerîmesinin ağırlığı altında buyurulmuştur. Bunun için evliyâ, istikâmet kerâmetten bin kat üstündür, demiştir. Ya’nî gerçek dîn, hakîkî kulluk, ancak istikâmetle ele geçer. Bu da, büyüklerin nasîbi oldu.

Ve bu fakîr, (Hilmî Bey) hocamızı hep buna dikkat eder, istikâmetten ayrılmamağa çalışır, buldum ve gördüm. Bunun için hocamızı kerâmetle hiç değerlendirmedim.”


(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 154)

İSTİMDÂT

“Bu fakîr (Süleyman Kuku “rahmetullahi teala aleyh” Efendi), Mektûbât’ı el yazım ile yazıp, istinsâh ettiğim sıralarda, bazı yerleri veyâ kelimeleri anlayamazdım. Bazan rüyâda Abdülhakîm Efendi (kaddesallahu teala sirreh hazretleri) teşrîf edip, izah buyurur, bazan (Hilmî Bey) hocamı (rahmetullahi teala aleyh) rüyâda görür, bilmediklerimi suâl eder, cevablarını alırdım.”


(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 156)

İRŞÂD

 Hilmî Bey (rahmetullahi teala aleyh) hocamız buyurdular:

“Kardeşim, bu silsile-i aliyyenin her halkası çok büyüktür. Nakşîbendî, Müceddîdî ve Hâlidîlerde irşâd için, velâyet-i hassa-i Muhammediyye’ye erişmek şarttır. Asgarî had (sınır) budur. A’zâmîsi ise, daha yukarılara çıkar.”


(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 155)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Dünyânın her yerinden kitap istiyorlar. Âşık bunlar, âşık. Ne yalvarıyorlar bir bilseniz. *Bize, namâzı öğreten kitap gönderin*, diyorlar tâ Afrika’nın ortasında. Hele bir imâm yazmış: 


*Efendim, şu kadar talebemiz var burada. Fakat hiç kitâbımız yok. Bize Amme cüzü gönderin*, diyor. Âdetâ yalvarıyor. 


Hepsine gönderiyoruz, elhamdülillah. Çok memnûn oluyorlar, çook. Ne duâlar ediyorlar. *Zamânımızın bir tânesi* diyorlar. 


*Allah, sizden ve size yardım edenlerin hepsinden râzı olsun*, diyorlar. 


Bâzıları da; *Bu, bir kişinin yapacağı iş değil. Yardımcılarınıza Allah selâmet versin, Allah râzı olsun*, diyor. 


Böyle duâ ediyorlar hepsi. Her hangi bir mektûbu açın, önce *Duâ* ve *Selâm*’la başlıyor. 


Bizim *Kıymetsiz Yazılar* kitâbı, islâm harfleri ile yazılmış olan, Mektûbâtın hülâsasıdır, özetidir. Ben Ankara’da, Mamak’da iken, aylarla uğraşdım. *Türkçe Mektûbât*’ın hülâsasını çıkardım. 


Hem de *Elif-bâ* sırası ile. Efendi hazretlerine Ankara’dan geldiğimde kendilerine gösterdim. Mübârek; *Başından biraz oku!* buyurdu. Okudum. *Devam et!* dedi. Belki birkaç sâat sürdü. 


Mübârek, sonuna kadar dinledi, çok hoşuna gitdi. *Bu, bir kitap olmuş. Bu kitâbın ismini ne koydun?* dedi. Efendi hazretlerinin yanında söz söylemek kolay mı? Susdum tabii. 


*Bu kitâbın ismi, (Kıymetsiz Yazılar) olsun*, buyurdu. Öyle deyince, içimden; *Evvâh!* dedim. Kıymetsizmiş. Ben de çok kıymetli zannediyordum, diye düşündüm. 


O esnâda Efendi bana bakıp; *Ne düşünüyorsun? Bu yazılara bahâ biçilir mi, buna kıymet bulunur mu?* dedi. O zaman sevindim. 


Yine buyurdu ki: *Kıymetsiz demek, buna kıymet biçilemez demekdir. Yâni o kadar kıymetli ki, dünyâda hiçbir şey onun gibi kıymetli değil*, demekdir.

İmâm-ı Rabbânî'nin âşıkıyım

 - Efendi hazretlerine, Gavs-ı a'zam Abdülkâdir Geylânî mi, yoksa Gavs-ı Sâmedânî İmâm-ı Rabbânî mi (radıyallahü anhümâ) yüksektir, sordular. Bir-iki sâat Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin büyüklüğünü, gavsiyyet makamını yüce hâllerini ve kerâmetlerini anlattılar. Sıra İmâm-ı Rabbânî hazretlerine gelince, : "Bu fakîr, İmâm-ı Rabbânî'nin âşıkıyım" buyurup, sözü kesmişlerdir.

(Gün batarken gördüğüm son ışık, sf: 151)

ALÂKA

 Şâh-ı Nakşibend hazretleri (kaddesallahu teala sirreh) hacdan dönünce;

“Efendim, filân talebeniz sizinle alâkayı kesti” 

dediler. 

“Sorun bakalım, bizi rüyâda görüyor mu?”

buyurdular. Sordular.

“Arada bir görürüm”  dedi (o kimse). 

Hazret-i Hâce’ye (kaddesallahu teala sirreh) arz ettiler.

“Kim demiş bizimle alâkayı kesti? Bizden kesilen, bizi rüyâda da görmez”

buyurdu.

(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 151)

...

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Enver âbi*, yanına her gelene güleryüz gösteriyor, tatlı tatlı konuşup, iyi davranıyor. Onların yanında gülüyor, müdârâ yapıyor. Biz de râhat ediyoruz. 


Dün, bir genç çocukla karşılaşdım eczânede. Bizim eczânede daha önce staj görmüşdü. *Efendim ben müslümânım*, dedi. 


Ben de ona; Ee peki, sen namaz kılıyor musun? dedim. *Yok efendim kılmıyorum*, dedi. 


Şunu yapıyor musun? dedim. *Yok yapmıyorum*, dedi. Bunu yapıyor musun? dedim, *Yok yapmıyorum*, dedi.


En sonunda çocuk; *Müslümânlık kalbde olur efendim. Sen ne yaparsan yap, asıl iş kalbdedir, sen kalbe bak!* dedi. 


Sen bunu nerde okudun? dedim. *Türkçe Kur’ânda okudum*, dedi. Şimdi türkçe Kur’ân satılıyormuş her yerde, bu türkçe Kur’ânda böyle yazıyormuş. 


Müslümânlık kalbde olur, senin kalbin temiz olsun da, ne olursan ol, ne yaparsan yap. Allah affeder, iş kalbdedir. Allah kalbe bakar. Böyle yazıyormuş o Türkçe Kur’ânda. 


Çok üzüldüm kardeşim. O çocuğa dedim ki:


*Sen deli misin yâhu. İslâm’ın şartları var, Allahü teâlânın emirleri var. Onun emirlerinden bir tânesinde şübhe eden, beğenmiyen kâfir olur. Kalbi ne olursa olsun*, dedim.


O Kur’ân tercümesi elimize geçseydi de baksaydık, kim bilir daha neler neler yazıyordur. Hiç öyle şey olur mu kardeşim? İslâmın şartları var. Allahü teâlânın emirleri var, yasakları var. 


İslâmiyyet, yalnız *Îmân* değil ki. Allahü teâlânın bütün emirlerinden bir tânesini beğenmiyen *Kâfir* olur. Allahü teâlâ bize, sevdiklerinin kitaplarını okumak nasîb etmiş elhamdülillah. 


Bu din, bugüne kadar nakledilerek gelmişdir. İnsanların en kötüsü, Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri, kendi anladığına göre anlatandır. Onlar için, Efendimiz ne buyuruyor? 


*Kim, Kur’ân-ı kerîme, yâni Allahü teâlânın dînine, kendi aklına göre, kendi fikrine göre, kendi düşüncesine göre mânâ vermeye kalkarsa, kâfir olur*, buyuruyor.

Müstehcen konuşmak

Sual: Bazı kimseler, müstehcen konuşuyor. Ayıp şeyler söylüyor. İnsanların ayıplayacağı çirkin işler yapıyor. Müslüman olan kimse, böyle şeyler yapar mı?

CEVAP

Hadika’da buyuruluyor ki:

Fuhuş, çirkin söz demektir. Haddi aşan her şeye fahiş denir. Buradaki manası çirkin olan işleri açık kelimelerle anlatmak, müstehcen konuşmak demektir. Cima için ve abdest bozmak için kullanılan kelimeleri söylemek böyledir. Bu kelimeleri söylemek fuhuştur. Çünkü bunları söylemek, mürüvvete ve diyanete uygun değildir, hayayı, utanmayı giderir ve başkalarını gücendirir. Cimayı, abdest bozmayı ve necaseti anlatmak gerektiği zaman, açık olarak söylememeli, kinaye olarak söylemelidir! Kinaye, bir şeyi, açık manaları başka olan kelimelerle anlatmaktır. Edepli olan, salih olan, fuhuş söylemeye mecbur olunca, kinaye olarak söyler. Mesela, Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde, cima için lems [dokunmak] kelimesini söylemiştir.


Dinimizde hayanın, utanmanın yeri çok mühimdir. Hayası olan, Allahü teâlâdan utandığı için günah işlemekten çekinir. İnsanlardan utanmayan Allah’tan da utanmaz. Açıktan günah işleyen kimse, hem insanlardan, hem de Allah’tan çekinmediğini gösterir. (Allah’ın bildiğini kuldan ne saklıyayım) demek doğru değildir. Gizli işlediği bir günahı başkalarına açıklamak doğru değildir, hayasızlıktır.


Hadis-i şerifde buyuruldu ki:

(Haya ve az konuşmak imandan, fahiş söz ve çok söz nifaktandır.) [Tirmizi]


Haya, imanın esasındandır

Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayasızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hayasız kimsenin küfre düşmesi kolay olur. Hadis-i şerifte, (Hayanın azlığı küfürdür) buyuruldu. (Hakim)


Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Haya, iffet, dile hakim olmak ve akıl imandandır. Cimrilik, fuhuş, çirkin sözlü olmak ise hayasızlıktan ve münafıklıktandır.) [Beyheki]


(Fahiş ve çirkin sözlerden şiddetle kaçının! ) [Nesai]


(Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, fahiş söz söylemez) [Tirmizi]


(Cennet, fahiş ve çirkin söz konuşana haramdır.) [İbni Ebiddünya]


(Allahü teâlâ, fahiş ve çirkin söz söyleyeni sevmez.) [İbni Ebiddünya]


Görüldüğü gibi, hayanın iman ile, hayasızlığın da imansızlık ile alakası büyüktür. İnsanlardan utanan kimsenin, Allahü teâlâdan da utandığı anlaşılır. Çünkü hadis-i şerifte, (Allah’tan sakınan, insanlardan da sakınır) buyuruluyor. Hayasız olan mürüvvetsiz olur. İnsanları, böyle kimselerin zararından sakındırmak için onların gıybetini yapmak caizdir. Hadis-i şerifte, (Haya cilbabını [örtüsünü] üzerinden atanları gıybet etmek günah olmaz) buyuruldu. (Harâiti)


Sual: Porno film seyretmek veya fuhuş sözler söylemek günah mıdır?

CEVAP

Elbette günahtır. Bir hadis-i şerif:

(Çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyenden Allahü teâlâ nefret eder.) [Tirmizî]


Güzel ahlaklı olmalı. Çünkü bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Kıyamette müminin terazisinde güzel ahlaktan daha ağır bir şey bulunmaz.) [Tirmizî]


Sual: Küfretmek, yani sövmek günah mıdır?

CEVAP

Sövmek günahtır. Sövmek, fuhuş, yani çirkin sözdür. İki hadis-i şerif meali şöyledir:


(Fuhuş söyleyene Cennet haramdır.) [İbni Ebiddünya, Ebu Nuaym]


(Fuhuş söz [sövmek] nifaktandır.) [Tirmizi]


Küfür, kâfir olmak demektir. Fuhuş sözler için, küfretmek yerine, sövmek tabirini kullanmalıdır.


Sual: (Domuz oğlu domuz, eşek oğlu eşek demek veya bir kimsenin geçmiş sülalesine sövmek, Hazret-i Âdem’e kadar gideceği için, küfür olur) diyorlar. Böyle sövmek küfür müdür?

CEVAP

Hazret-i Âdem’e kadar gitmez, yani böyle söylemek küfür olmaz; fakat böyle çirkin şekilde sövmek, asla caiz değildir.


Fuhuş söyleyen, Cennete giremez

Sual: Bazı kimseler, açık, net olmalı diyerek, insanın edep yerlerinden, çocukların yanlarında bile açık olarak bahsetmekte, konuşmaktadır. Böyle konuşmak, yazmak, dinimizce uygun mudur?

Cevap: Fuhuş söyleyen kimse tazir olunur, cezalandırılır. Çünkü, fuhuş söylemek tahrimen mekruhtur. Hadîkada deniyor ki:

“Fuhuş, çirkin söz demektir. Haddi aşan her şeye fâhiş denir. Burada, çirkin olan işleri başkalarına açık kelimelerle anlatmak demektir. Cima ve abdest bozmak için kullanılan kelimeleri söylemek böyledir. Bu kelimeleri söylemek fuhuştur ve tahrimen mekruhtur. Çünkü bunları söylemek, mürüvvete ve diyanete uygun değildir, hayayı, utanmayı giderir ve başkalarını gücendirir. Mürüvvet, insanlık, erkeklik demektir. Cimayı ve abdest bozmayı anlatmak lazım olduğu zaman, açık olarak söylememeli, kinaye olarak söylemelidir. Kinaye, bir şeyi, açık manaları başka olan kelimelerle anlatmaktır. Edepli, salih olan, fuhuş söylemeye mecbur olunca, kinaye olarak söyler. Mesela, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimde, cima için dokunmak, lems kelimesini söylemiştir. İbni Ebiddünyâ ve Ebû Nu'aym hazretlerinin bildirdikleri hadîs-i şerifte;

(Fuhuş söyleyenlerin Cennete girmeleri haramdır) buyuruldu. Yani, bunun azabını çekmedikçe Cennete girmezler.”


Sual: Bir kimsenin insanlara, hanımına, kocasına, çocuklarına hitap ederken, "lan, adi, mal, şerefsiz, sapık..." gibi kelimeler kullanması, dinen uygun olur mu?

CEVAP

Eshab-ı kiramdan Ebû Sa'îd-i Hudrî hazretleri, Peygamber efendimizin güzel hâllerini anlatırken;

“Resulullah efendimiz heybetli yani saygı ve korku hasıl ederdi. Fakat, kaba değil, nazik idi. Herkese acır, kimseden bir şey beklemezdi. Saadet, huzur isteyen, Onun gibi olmalıdır” buyurmaktadır.

Resulullah efendimizin en büyük düşmanı olan ve mübarek vücuduna ve nazik ruhuna eziyet ve işkenceler yapan Ebu Cehil'e lanet ettikleri, sövdükleri görülmemiştir.

Kadınların kalbleri ince, nazik ve hislerine tabidirler. Hadis-i şerifte; (Bir erkek, zevcesini döverse, kıyamette ben onun davacısı olurum) buyuruldu.

Dünya işlerindeki kusuru için, dövmek şöyle dursun, acı, sert bile söylememelidir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri;

“Hiçbir bî edeb yani edepsiz, Allahü teâlânın rızasına kavuşamamıştır” buyurmaktadır.

Haram işleyeni görünce, gadaba gelmek, din gayretinden ileri gelir. Fakat, kızınca aklın ve İslamiyetin dışına taşmamak lazımdır. Ona, kâfir, münafık, deyyus ve diğer fuhuş, çirkin şeyler söylemek, haram olur. Söyleyenin ta'zir edilmesi, cezalandırılması lazım olur. Haram işleyeni görenin, buna cahil veya ahmak demesine izin verilmiş ise de, yumuşak, tatlı söyleyerek nasihat vermek, iyi olur. Hadis-i şerifte; (Allahü teâlâ, her zaman yumuşak söylemeyi sever) buyuruldu.

Seâdet-i Ebediyye'de Ta’zîr bahsinde buyuruluyor ki:

“Müslümana, ey kâfir, ey habis, ey sapık, ey facir diyen ta'zîr olunur. Ey münafık, Yahudi, Nasrani, kahpenin oğlu diyen ta'zîr olunur. Namussuzun oğlu, facirenin oğlu, kâfirin oğlu, fasıkın oğlu, hırsızların yuvası, zanilerin başı, haramzâde diyen ta'zîr olunur.

Ta'zîrin çoğunda, Allahü teâlânın hakkı ve kul hakkı birlikte vardır. Fakat kul hakkı daha çoktur. Ta'zîr, incitilen kimsenin affetmesi ile sakıt olur. Kul hakkını hâkim affedemez. Bir kimse, birine çeşitli kelimelerle veya birkaç kişiye bir kelime ile sövse, her biri için ayrı ayrı ta'zîr olunur. Çünkü kulların hakları birbirleri yerine geçmez.

Ta'zîr, haram işleyene ve sözü ile, hareketi ile, işareti ile, Müslümana haksız olarak eziyet verene yapılır.”