Önemli bir HADİSE

İmam-ı Rabbani (kuddisesiruh) şöyle bir hadiseyi naklediyor;

“Bizim bir komşumuz vardı, Müslüman olmasına rağmen bazı yanlışları vardı. Vefat etmek üzereydi, komşuluk hakkı üzere beni çağırdılar. Gittim ve gördüm ki baygın halde. Kendini kaybetmiş olarak onu gördüğümdendir ki teveccühte bulundum, mânevî bir yönelişle kendisine yanaştım. Kalbine nazar ettim (baktım), zifiri karanlık bulutlar çökmüş, iman nuru sönecek bir mum gibi kalmış olarak gördüm. Komşuluk hakkını mülâhaza ederek ne yapabileceğimi düşündüm. Karanlıkları dağıtmak amacıyla teveccüh ettim, dua ettim lakin zerre kadar karanlık açılmadı, dağılmadı. Bunu bir iki kere denedim ama fayda yok. Üçüncüde de olmayınca 

‘Yâ Rabbi! Acaba bende mi bir kusur var bugün’ diye düşündüm. ‘Bu kadar Sana müracaat ettim ama hiçbir faydası olmadı’ diye niyâz ederken tam o esnada kalbime bir nida: ‘Ey İmam! Eğer sen bu teveccühlerini dağlara yapmış olsaydın, senin hürmetine ve teveccühün bereketine dağları yerinden sökerdim. Ama bu adamdan sen bir karanlık açamazsın, *çünkü bunun karanlığı bazı amel noksanlıklarından değil, bazı günahları işlediğinden değil, dinsizlerin ve müşriklerin Hindu’ların şirk merâsimlerine katılmasındandır.* Burada şirk vardır ve bu nedenle senin teveccühüne iltica edilmiyor’ diye bir ilham geldi. O zaman Hindistan’da şirk bayramlarında boyalı, renkli pilav pişirip birbirlerine bunu hediye ediyorlarmış. *_Bu Müslüman adam da onlardan etkilenmiş aynı günde aynı şekilde pilav pişirip yiyor, dağıtıyor ve de kutluyormuş.*_  (Mektubat-ı İ. Rabbani 1/266.) Müceddid-i elf-i sani 


 *Kıssadan hisse* 


 /İmam-ı Rabbani hazretlerinin bu izahlarıyla, başka dine mensup olanların bayramlarını bayramımız kabul edip kutlamanın bize vereceği zararlar zahirdir.


Hadis-i şerifte: “Herkim  kendini başka bir kavme, millete benzetse O kişi onlardandır”, buyurulmuş.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Beş vakit *Namâz*’ını, özenerek, şartlarına uygun olarak *Güzel* kılanlar, aslâ *Zelîl* olmazlar ve *Zillet* içinde ölmezler. Zillet içinde ölenler, *Namaz* kılmadıkları içindir. Namaz kılsa da, *Îmân*’ı bozukdur. 


Allahü teâlâ, *Îmân*’ı ve *Namâz*’ı, azîz kılmışdır. Bu iki *Cevher* kimde varsa, Allah onu *Zâyi* etmez. Namâzını düzgün kılan, *Azîz* olur. Çünkü bu, *İzzet*’dir. Allahü teâlâ cevheri *Çöplüğe* koymaz kardeşim. 


Biz *Efendi* hazretlerinden *Ben* kelimesini duymadık, hep *Biz* derlerdi. Ama bir defâsında *Ben* dedi, biz de duyduk, o zaman işin *Dehşet*’ini, ve *Vehâmet*’ini anladık. 


Nitekim, Efendi bir gün; *Bu memleket neydiii, ne oldu, onu ancak (Ben) bilirim!* buyurdu. İbrâhîm aleyhisselâm, nasıl ki *Ateş*’in içinde *Râhat* etdiyse, biz de *İbrâhîm* aleyhisselâm gibi, ateşin içinde çok râhat ediyoruz kardeşim. 


Onun için bu *Büyük*’lerden ayrılan, bu *Ehl-i sünnet*’den ayrılan, *Ateş*’e gider, Allah korusun. Ne kadar *Bahtiyâr*’ız kardeşim, bütün gün ona *Hamd*’ediyoruz. 


Bu *Büyük*’leri görmeseydik, hâlimiz ne olurdu? Allahü teâlâ bizleri *Seçdi*, yoksa biz aramadık. Aramadan önümüze *Çıkdı*. Sahâbe-i kirâmın ömürleri, hep *Savaş*’larda geçdi. Neden? İnsanlar *Îmân* etsin diye. 


Ama îmân etmek *Zor*’dur. O günlerden sonra 1500 *Sene* geçdi. Biz, bu ni’mete *Bedava* kavuşduk. Bu gün, *Ehl-i sünnet* îtikâdında olmak, Peygamber aleyhisselâmın zamânında olmak gibi *Kıymet*’lidir. 


Her müslümân *Vefât* ederken Sevgili Peygamberimizi *Görecek* efendim. Allahü teâlâ gösterecek. Onu görünce, Onun o akıl almaz *Güzelliği* karşı-sında *Rûh*’unu nasıl teslîm etdiğinin farkına varmıyacak. 


Yâni *Öldü* mü, *Ölmedi* mi? Anlamıyacak. *Yûsuf* aleyhisselâmı gören kadınların,*Turunç* yerine parmaklarını doğradıkları gibi. O güzellik karşısında hiç *Acı* hissetmiyecekler.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Din* ilmi ve *Ehl-i sünnet* bilgileri, *Mürşid-i kâmil*’den öğrenilir kardeşim, *Kitap*’dan öğrenilmez. Niye kitapdan öğrenilmez? 


Çünkü kitaplarda, *Hak* ve *Bâtıl* karışıkdır, çeşitli *Rivâyet*’ler vardır. Hangisi doğru? Herkes bunu anlıyamaz. Bunu ancak *Mürşid-i kâmil*’ler anlar. Yâni *Din*, mürşid-i kâmilden öğrenilir.


Kendisi yoksa, *Kitap*’larından öğrenilir. *Rastgele* kimselerden din öğrenilmez. Çünkü hadîs-i şerîf var. Meâlen; *İslâmiyeti, büyük âlimlerin ağızlarından alınız!* buyuruluyor. 


Yâni onların *Sohbet*’lerinden veyâ *Kitap*’larından öğreniniz. 


*Küfr* çok çabuk yayılır kardeşim. Hele bu zamanda küfr, *Sel* gibi akıyor. *Câhil* müslümân ise, o sele kapılmış bir saman *Çöpü* gibi. Nasıl kurtulacak? Bir yere sığınması lâzım. 


Bir *Kaya* kovuğuna, bir *Ağaç* oyuğuna girerse, yâhut da bir *Kütüğe* yapışırsa, kurtulabilir. İşte bu kaya kovuğu, bu ağaç oyuğu, bu kütük, bizim *Arkadaş*’lardır. Yâhut da bizim *Kitap*’lardır. 


Yâni o saman *Çöpü*, bizim *Âbiler*’den birine rastlarsa veyâ bizim *Kitap*’lardan birini okursa, kurtulur efendim. Yoksa mümkün değil, *Sel* alır götürür. 


*Efendi* hazretlerinin bir *Cep* saati vardı. Namaz vakti yaklaşınca o *Saat*’i çıkarırdı. Bir de *Ziyâ* beyin verdiği namaz vakitlerini bildiren küçücük bir *Bloknot* vardı. 


Her bir *Yaprak*, bir günün namaz *Vakit*’lerini bildiriyor, *İslâm* harfleriyle yazılmış. *Efendi* hazretlerinin bir elinde o *Bloknot*, diğer elinde cep *Saati*. 


Arada bir bakıyorlar, namâza *Beş* dakîka var, biraz sonra *İki* dakîka kaldı, sonra *Bir* dakîka kaldı, en sonunda, *Tamaam, vakit oldu*, der ve namâza kalkardı Mübârek.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bizim *Hanım* bana ne diyor, biliyor musunuz? Kırk senedir durmadan *Yazdın*. Hâlâ da *Yazıyorsun*. 


Uykudan kalkıyorum, bakıyorum ki *Yoksun*. Bir de görüyorum ki, yine *Kitap* yazıyorsun. Velhâsıl *Gece* yazdın, *Gündüz* yazdın. Böyle diyor bizim hanım.


Elhamdülillah. İşte o *Aşkı*, o hizmet *Aşkı*’nı Efendi bize verdi kardeşim. Bir kasîde yazdım, bizim kitapda var. *Habîbin yanında olsun, bu aşkı bizlere sunan*, diye. 


*Aşk*’la oluyor bu işler. O büyüklerin *Himmeti*, teveccühü, üzerimizden eksik olmasın inşallah. İşte o *İlim*, o *Himmet* ve o *Teveccüh*, insanları bağlıyor birbirine. Başka bir şey değil. 


Sizin gibi *Hâlis* müslümânların yanında çok *Mutlu* oluyorum. Sizin gibi hâlis *Allah* adamlarının arasında öyle *Neş’e* leniyorum ki, şu anda *Ölsem*, gam yemem. 


Bütün bu *Hizmet*’ler, bütün bu *Kitap*’lar, hep Abdülhakîm Efendi hazretlerinin *Sadaka*’sıdır kardeşim. *Mektûbât*’da buyuruluyor ki: 


*İnsanlar, yalnız şu sonsuzluğu düşünseler, yemekden içmekden kesilirler*. Ne demek sonsuz? Yâni sonu yok.


*Bin* değil, *Milyon* değil, *Milyar* değil, *Katrilyon* değil, velhâsıl sonu yok. Ehl-i sünnet vel cemâat îtikâdında olan, mutlak *Cennete* girecek kardeşim. 


İşte bu doğru *Îtikad*, bu doğru *Îmân*, Cennete giden *Yol*’dur. Ehl-i sünnet yolu demek, Cennete giden *Yol* demektir. 


Cenâb-ı Hak *Bize*, Cennete gitmeyi *İhsân* etmek istemeseydi, hiçbirimize bu *Îmânı* vermezdi. Bu ni’met, Rabbimizin bize *İhsânı* kardeşim, hem de karşılıksız. 


İki mü’min *Muhabbet*’le bir araya gelse, hiçbirşey konuşmasalar bile, sâdece birbirlerinin yüzüne *Sevgi*’yle baksalar, mutlaka birbirlerinden *İstifâde* ederler. 


Hiç *Şüphe* yok. Hiç konuşmasalar da *İstifâde* ederler. Çünkü kalpden kalbe *Yol* vardır, aynen *Bileşik kaplar usûlü*.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Namaz kılmıyan, mürted olmaz, *Günâhkâr* olur. *Şeytân*, secde etmediği için değil, *Secde* emrine *Karşı* geldiği için, bu emri beğenmediği için *Tard* edildi, onun için *Kovuldu*. 


Secde etmedi, secde etmediği gibi, *Secde emrine* karşı geldi, beğenmedi. *Bu emir yanlış!* dedi. 


Ben, *Buna mı* secde edeceğim? Ben bu kadar *Kıymetli* iken, toprakdan yaratılmış bir *Adam*’a mı secde edeceğim, dedi ve *Kovuldu*.


*İyilik* ve *Kötülük* nedir efendim? İyilik, öldükden sonra karşımıza çıkacak olan *Ni’met*’lerdir. *Kötülük* de, öldükden sonra başımıza gelecek olan *Sıkıntı*’lardır. 


O hâlde *Dünyâ* yok efendim. Dünyâ, bir *Hayâl* dir, Hayâlden ibâretdir. *Asıl* değil, *Hakîkat* değil, *Hayat* değil. Nedir peki? *Hayâl*’dir. Asıl hayât, öldükden sonra başlıyacak. 


Bir kimse *Dînini öğrenmek* için yola çıksa, Peygamber aleyhisselâm buyuruyor ki: 


Gökdeki *Kuş*’lar, karadaki *Hayvan*’lar, denizdeki *Balık*’lar, yâni bütün mahlûkat, bu kul için *İstiğfâr* ederler. 


*Yâ Rabbî, affet bu kulunu. Bu, senin dînini öğrenmek için gidiyor*, derler ve *Bu, ne şerefli bir insan*, diye duâ ederler. 


Bunu *Kim* buyuruyor? Peygamber Efendimiz buyuruyor. Bu, dînini *Öğrenmek* için giden kişiye verilen *Sevap*’dır. Ya *Öğretmek* için giderse? 


Yâni birine bir *Kitap* verirse, yâhut da bir kitap verilmesine *Sebep* olursa? *Vesîle* olursa? Buna verilen sevap, öğrenmek için gidenden çok daha *Fazla*’dır kardeşim. 


Çünkü bu, *Emr-i mâruf*’dur, bu hizmetle şereflenenler, Resûlulluh Efendimizin *Vâris*’i olurlar, bu kadar *Kıymetli*.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Kıyâmet günü, harplerde şehîd olanların *Kanı* ile, kitap dağıtarak İslâmı yayanların *Mürekkebi* tartılsa, mürekkep daha *Ağır* basarmış. Hadîs-i şerîf böyle bildiriyor. 


Bundan maksad, İslâmiyeti, *Kitap* ile, emr-i mâruf yaparak yayanların *Sevâbı*, cihâd ile, savaşarak, dövüşerek *Şehîd* olanların sevâbından daha *Çok* demektir. 


*Ehl-i sünnet* demek, Peygamber aleyhisselâmın *Yolu* demekdir. *Vel-cemâat* demek, eshâb-ı kirâmın *Yolu* demek. 


O hâlde ehl-i sünnet vel-cemâat demek, Peygamber aleyhisselâmın *Yolu* ve Onun eshâbının *Yolu*, demekdir. 


İşte bunlar, *Cennete* gidecekler. Geri kalan yetmiş iki fırka, yoldan sapıtmışlar. İslâm âlimi geçiniyorlar. *Bunlar, İslâm âlimi değildir*, diyor Peygamber Efendimiz. 


Böyle din adamlarına, *Din hırsızı* denir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: *Hayr-ün-nâs hıyâr-ül ulemâ*. Yâni âlimlerin iyileri, insanların en *İyileri*’dir. 


*Şirâr-ün-nâs şirâr-ül-ulemâ*. İnsanların en kötüleri, âlimlerin en kötüleridir. Âlimlerin *Kötüleri* kimlerdir? 


Kendi kafalarına göre *Fetvâ* verenler, kendi bozuk düşüncelerine göre *Fikir* yürütenler. İşte yetmişiki *Fırka*, bunlardır. Elhamdülillah. Ne büyük *Ni’met* kardeşim. 


Ne büyük *Seâdet*. Bir ehl-i sünnet *Âlim*'ini, bir *Evliyâ* zâtı, bir *Allah adamı*’nı tanımak, onu sevmek, dünyâ ve âhiret ni’metlerinin en *Büyüğü*’dür.


Çok büyük *Seâdet*’dir. Elhamdülillah, hepimiz *Seviyoruz* onları. Görmek şart değil ki. Onlar dünyânın bir *Ucunda* da olsalar, yine haberdâr olurlar. Onları sevdiğimizi bilirler. 


Bu kitapları okumak kolay mı? Hele yazmak! Çok zor. Ancak *Himmet*’le ve *Aşk*’la yazılabiliyor.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Efendi hazretleri*’ne ilk gitdiğim sıralarda, henüz odada *Kimse* yokken, beni alırdı yanına. Kendisi *Sandalye*’ye oturur, beni de yanındaki *Sandalye*’ye oturturdu. 


Sonra elini bana uzatıp, *Tut elimi*, derdi. Tutardım. Sonra *Sık* derdi. Elini sıkardım, sıkardım, *Daha sık, daha sık* derdi. Artık yorulurdum efendim. 


Bakardım ki gözlerini kapamış, *Uyudu* zanneder, elimi *Gevşetir*’dim, çünkü yorulurdum. Tam elimi gevşetirken gözlerini açar ve *Sık* derdi. 


Bu şekilde, bir *Sene* müddetle hep elini *Sıkdırdı* bana. Kim bilir? Onların bütün hücreleri *Zikr* edermiş efendim. Evliyânın bütün *Zerre*’leri *Zikr* edermiş. Mektûbât’da var bu. 


*Bütün zerreleri zikr eder*, diye yazılı. Biz bunu sonradan öğrendik ve *Seâdet-i Ebediyye*’ye de yazdık bunu. Mübârek, elini bana sıkdırıyor ki, o *Zikr* benim *Hücre*’lerime ve *Kalb*’ime de sirâyet etsin. 


*Cihâd* demek, tek başımıza *Harb*’etmek demek değildir. Harb etmeyi *Devlet* yapar, *Hükümet* yapar. Bugün cihâd yapılamıyor. Hükümet, devlet bize emir verirse, onun emrine uyarak *Cihâd* yapılır. 


Yoksa kendi kendimize *Cihâd* yapamayız. Kendi kendimize cihâd, *Emr-i mâruf*’dur, yâni Allahın dînini Onun kullarına bildirmek, yaymak, *Cihad*’dır. İşte biz bunu yapıyoruz. 


O hâlde Allahın dînini *Yayacağız*. Allahın dînini yayanlar, silâh ile, beden ile cihâd edenlerden daha *Kıymetli’* dir kardeşim. 


Bir hadîs-i şerîfde de buyuruluyor ki: *Fitne fesâd zamânında, benim sünnetime sarılan kimseye, yüz şehîd sevâbı verilir*. 


Resûlullah Efendimizin sünneti demek, *Ehl-i sünnet vel cemâat* mezhebi demekdir. Ehl-i sünnet vel cemâat, bizim yolumuzdur işte, elhamdülillah. 


Buna sarılana, yüz *Şehîd* sevâbı var. Ya neşredene? Yâni herkese *Yayana?* Artık hesâbı belli değil. O kadar çok *Sevap* var.

Ledünni ilim 72 derecedir

 Ledünni ilim 72 derecedir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün biri, *Şâh-ı Nakşibend* hazretlerinin sohbetine gitmiş. O da, haftanın belirli günlerinde *Sohbet* yaparmış. O gün, bu adam *Köyü*’nden kalkmış sohbete gelip oturmuş. 


Aradan yarım *Saat* geçmiş, bir *Saat* geçmiş, Şâh-ı Nakşibend hazretleri tek *Kelime* etmemiş. Sâdece *Sükût* edip, önüne bakmış. Bu adam dayanamamış ve *Efendim, bir şey söyliyebilir miyim?* demiş. 


Mübârek zât; *Söyle!* buyurunca; Ben, tâ uzakdan *Geldim*. Bir saatdır oturuyorum, hiçbir *Nasîhat* vermediniz, hiçbir *Şey* söylemediniz. 


Ben şimdi köyüme gideceğim. Bana; *Ne öğrendin, anlat bize!* diyecekler. Ben ne diyeceğim efendim? demiş. Bunu söylemek, *Cesâret* işi. Söylenir mi büyük bir zâta? 


Ama o söylemiş. Mübârek buyurmuş ki: *Eğer bizim sükûtumuzdan bir şey anlamıyorsan, konuşmamızdan da bir şey anlıyamazsın*. 


Neden susdu Şâh-ı Nakşibend hazretleri? Orada ne *Fâide*’ler teşekkül etdi, belki de, ordakilerin kalplerine *Feyz* akıtıyordu, kim bilir.


Nitekim *Güneş*, herkese *Işık* veriyor, *Enerji* veriyor ve bu *Hayât* devâm ediyor. 


Evliyânın *Kalbi* de, Peygamber aleyhisselâmın mübârek *Kalbi*’nden çıkan ve müteselsilen kendi kalplerine kadar gelen *Mânevî* bir *Güneş* gibidir. Sevenlerinin kalbine *Feyz* verirler. 

● ● ●  

Kardeşim, birine bir *Kitap* vermenin *Sevâbı* ne kadardır biliyor musunuz? Meselâ *Osmânlı* ordusundaki bir *Asker*’i düşünün. İstanbuldan kalkıp, *At sırtı*’nda Viyâna kapılarına kadar gidiyor. 


Altı ay süren bu yorucu yolculukdan sonra *Düşman*’la göğüs göğüse *Harb*’ediyor, bir çok yerinden yaralanıyor ve sonunda *Kan*’lar içinde atından düşüp *Şehîd* oluyor. 


İşte birine, bir tek *Kitap* vermenin *Sevâb*’ı, bu *Şehîd* olan erin kazandığı sevapdan *Az* değildir. 


Hem sonra, bir müslümânın *Hidâyet*’ine sebep olmak, on kâfiri *Müslümân* yapmakdan dahâ *Sevap*’dır. Onun için çok büyük *Hizmet* yapıyorsunuz. 


Sizin bu yapdığınız, büyük *Cihâd*’dır. Allahü teâlânın dînini yayıyorsunuz. *Melekler*, sizin bu hizmetinize imreniyor, *Gıbta* ediyor kardeşim.

Yâdigâr mektûblar 49.mektûb

 Kıymetli M. Ali Bey kardeşim

Mektûbunuzu okudum. Sıhhat ve âfiyette olduğunuza ve Seâdet-i Ebediyye okumakla ve cihâd yapmakla şereflendiğinize çok memnûn ve mesrûr oldum.

Kardeşim, birinci sualinizin cevâbı şöyledir ki:

Tevrat, İncil ve Zebûr'un mu'cize olmadıkları, sahîfenin sonunda açıklanmışdır. Ya'nî bunların lafızları, okunuşları mu'cize değildir. Bunun için tam ve devâmlı mu'cize yalnız Kur'ân-ı kerîmdir. Bu husûsda geniş bilgi almak isteyenlere Zerkânî'nin (Mevâhib-i Ledüniyye) şerhini ve Yûsüf Nebhânî'nin (Hüccetullahi ale'l-Âlemîn) kitâblarını okumalarını tavsiye ederim. Her iki kitâbda uzun yazılıdır. İkisi de Arabîdir.

İkinci sualinize gelince:

İmâm-ı Gazâlî ve Kâdı İyaz'ın yazılarından, peygamberlerin zelle ve hatâ üzere devâm etmedikleri anlaşılmakdadır. Peygamberlerden birkaç zelle ve hatâ zâhir olduğu Kur'ân-ı kerîmde bildiriliyor. Buna hiçbir âlim karşı gelemez.

Bütün âlimler peygamberlerin zelle ve hatâda devâm ve sebât etmeyeceklerini bildiriyor. Câiz değildir diyenler, devâm ve sebât etmeleri câiz değildir demişlerdir. Câizdir diyenler de, ictihâdda hatâ veya zellenin câiz olduğunu, fakat sonradan Allahü teâlâ tarafından tashîh edildiğini bildirmişlerdir. Meselâ, Beydâvî tefsîri ve Zerkânî şerhi böyle yazmakdadırlar.  O halde bütün âlimlerin sözleri aynı olmakdadır.

Zelle demek, küçük günâh demek değildir. Günâh olmayan şeyi, en iyi şekilde yapmamak demekdir. Hiçbir peygamber bütün ömründe hiç bir günâh işlememişdir.

Seâdet-i Ebediyye ikinci kısım 21. maddede de bu husûsda bilgi vardır.

Din ve dünyâ seâdetinize duâ eder, duâlarınızı beklerim efendim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir vakitler *Şeker*, vesîka ile satılırdı. Hattâ herşey, *Ekmek* bile öyle satılırdı, *Vesîka* ile. 


İkinci Cihân harbi sırasında, bir aileye, *Vesîka* ile ayda yarım kilo *Toz şeker* verilirdi. Yalnız subaylara, *Bir kilo* verirlerdi. Ben Ankara’da o bir kilo *Toz şekeri* alırdım. 

 

İstanbul Kasımpaşa’da bir *Bakkal* vardı o zamanlar. Onunla anlaşdık. *Toz şekeri* ona verirdim, üstüne de ne kadar isterse *Para* verirdim. O da bana bir kilo *Kesme şeker* verirdi. 


*Toz* şekeri, *Kesme* şeker’e çevirirdik. Bir kilo kesme şeker aldım mı, dünyâlar bana verilmiş gibi *Sevinir*’dim. Gider, Efendi hazretlerinin elini öper, *Kesme şekeri* takdîm ederdim. Efendi, buna *Sevinir*’di. 


Çünkü *Çay*’ı, kesme *Şeker*’le içerdi Mübârek. Misâfirlerine de *İkrâm* ederdi. Şimdi birileri; Efendiye çay içirmek için şeker götürmüşsün, bunları niye anlatıyorsun? Ne lüzûmu var? derse, onlara derim ki: 


*İnde zikris sâlihîn, tenzîl-ür rahme*. Yâni sâlihlerden, Evliyâlardan bahs edilen yere *Rahmet* yağar. Efendi hazretlerinden onun için *Bahs*’ediyorum ki, buraya, bu odaya *Rahmet* yağsın. 


Efendim, biz şimdi dînimize *Hizmet* ediyoruz, elhamdülillâh. Ama hizmet ediyoruz diye *Mağrûr* olmıyalım, *Gurûr*’lanmıyalım. Allah bize *Yardım* ediyor. Allah yardım etmezse yapamayız ki. 


Nerede o *Para*, nerede o *İş*. Elhamdülillâh, *Kâfirler* de bizim emrimizde çalışıyor efendim. Nasıl mı? *Gemi*’leri, *Tayyâre*’leri, *Vapur*’ları, *Tren*’leri, hep bizim kitapları taşıyor. 


Elhamdülillâh, ne büyük *Ni’met* bu. Bütün dünyâ bizim *Emr*’imizde şimdi. Bütün dünyâ bizim *Kitap*'ları yaymakda çalışıyorlar. Kim yapıyor bunları? *Allah* yapıyor bunu kardeşim. 


Allahü teâlâ, bizi *Şirin* gösteriyor onlara, *Tatlı* gösteriyor. O, *Dost*’larını şirin gösterir, tatlı gösterir *Düşman*’lara. Allah hepimizi, onların *Şer*’lerinden muhâfaza eylesin. 


Duâ ediyoruz ya namazlardan sonra. Allaha *Sığınıyor*’uz. Allahü teâlâ hepimize *İyilik*’ler versin. Allahü teâlâ hepimizi, yevm-i Cumânın *Şefâat*’ine nâil eylesi, *Bereket*’ine kavuşdursun.