*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Allahü teâlânın ilmi sonsuz, kudreti de sonsuz. Böyle yüce bir Allah; *Filân kulumun rızkı bu kadardır*, diye takdîr etmiş.
Hattâ o rızıkların üzerine, o kulun *İsmini* yazmış. Kazandığımız para ayrı. Ben, *Rızık*’dan bahsediyorum. Para, rızık değildir. Rızık ayrıdır, para ayrı.
İnsan, parayı bir gâye için kazanır. O gâye de iki tânedir. Ya dünyâ *Saltanatı*, ya da âhiret *Seâdeti*.
Eğer hiç âhireti düşünmeden, sâdece *dünyâ* için para kazanırsa, birşeye yaramaz. Ama *âhiret* niyetiyle, gecesini gündüzüne katıp çalışırsa, bu çalışmaların hepsi *İbâdet* olur.
Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri bana buyurdular ki: *Sen doktor olma, eczâcı ol*. Eczâcı mektebi, imtihânsızdı. Tıbbiye ise imtihânlı ve zordu.
Dedim ki: (Kabul etmezler efendim.) Efendi hazretleri; *Sen dilekçeni ver!* buyurdu. Gitdim, dilekçeyi verdim efendim. Bir hafta sonra cevap geldi, *Olmaz* diye.
Götürdüm, Efendi hazretlerine verdim dilekçenin cevâbını. Dedim ki: *Efendim cevap geldi, olmaz diyorlar*.
Efendi hazretleri güldü. *Şimdi git, bir daha dilekçe ver!* buyurdu. Çünkü önceki dilekçeyi verirken, nasılsa (olmaz) diyerek vermişdim.
O zaman aklım başıma geldi. *Eyvâh, ben ne yapdım?* dedim, bu defâ Efendi hazretlerinin (rızâsını) düşünerek dilekçeyi verdim. İki günde; *Tamam, uygundur!* diye cevap geldi.
Bâzıları Efendi hazretlerine gelirlerdi, birşeyler sorarlardı. Efendi de onlara; *Tabii*, *uygun*, *hayhay*, derlerdi. Bâzen de; *Mübârek olsun*, derdi.
Bir gün dedim ki: Efendim, herkese *uygun* diyorsunuz, *hayhay* diyorsunuz, *tamam* diyorsunuz. Hikmeti ne acabâ?
Buyurdu ki: *O, zâten kararını vermiş, zâten yapacak o işi. Ben ne diyeyim ona? O kararını vermiş. Hayrlı olsun diyorum*.
Nitekim Mektûbât’da İmâm-ı Rabbânî hazretleri; *Arzu etdiğiniz cevâbı almak için suâl sormayın. Orası tasdîk makâmı değildir*, buyuruyor.