Hoparlör bahsi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hoparlör bahsi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hoparlör bahsi

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Şimdi efendim, namaz kılanlar, helâle harâma riâyet edenler, dikkat edenler, büyüklerden gelen *Feyz’leri* alırlar. Feyz almak için, evvelâ o feyzin gelmesi lâzım. 


Feyzin gelmesi de *Sevgi* ile, *Muhabbet* ile olur. O gelen feyzi de kalbe almak için *istîdâd* lâzım, o da, *İbâdet* ile oluyor. İstîdâdın da azı var, çoğu var. İbâdetlerin mikdarına göre o istîdâd değişir. 


Fakat feyz almak için asıl mühim olan şey, mürşid-i kâmilin *Sohbeti*’dir, yâni *Teveccühü*’dür. Onların sohbeti, teveccühü olmazsa, o zaman ibâdetlerle feyz alınır. 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerini tanıdığımda, *onsekiz* yaşında bir gençdim. Elhamdülillah daha ilk görüşde bana *teveccüh* etdi. Teveccüh demek, *Sevmek* demekdir. 


Allahü teâlâ, kullarında bir *Dost*, bir de *Düşman* yaratmışdır. Dost, *Rûh*’dur, düşman ise, *Nefs*’dir. Nefse karşı da, büyük bir silâh yaratmışdır. Ancak o silâh, nefsi durdurabilir. 


O da, *Namaz*’dır işte. Onun için, bir kimse namaz kılmıyorsa, binlerle kerâmet gibi hâlleri olsa da, gene *Sıfır*’dır, gene *Hiç*’dir. Bid’at sâhibinden kaçmak, aslandan kaçmakdan daha mühimdir. 


Pâkistân’da Kutb-ül Abdurrahmân diye iyi bir *Âlim* vardı. Orada bir medresedeki hocaların başı idi. Daha yeni vefât etdi. Bu âlim 1981 senesinde hacca gitmiş. 


Mescid-i harâmda hoparlörle namaz kıldırdıkları için, oradaki imâma uymamış. Namâzını ayrı kılmış. Bunun imâma uymadığını gören vehhâbîler, Onu hemen tutuklamışlar. 


Ellerini kelepçeleyip hapse atmışlar ve kendisine; *Sen eğer bizim milletimizden olsaydın, senin cezân îdâmdı. Başka milletden olduğun için hapsetdik*, demişler. 


Sonra da, *Hac* gününden bir gün önce, alel acele memleketine geri göndermişler. 


Velhâsıl *Hoparlör* meselesini bütün dünyâ biliyor artık. Niye imâma uymadığını sordukları zaman, hoparlörün arkasında namaz kılınamıyacağını anlatmış. 


Kutb-ül Abdurrahmân, bunları kitâbında yazmış. Bu yazıları biz de, *Fitnet-i Vehhâbiyye* kitâbımızın arkasına ilâve etdik.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Şimdi efendim, namaz kılanlar, helâle harâma riâyet edenler, dikkat edenler, büyüklerden gelen *Feyz’leri* alırlar. Feyz almak için, evvelâ o feyzin gelmesi lâzım. 


Feyzin gelmesi de *Sevgi* ile, *Muhabbet* ile olur. O gelen feyzi de kalbe almak için *istîdâd* lâzım, o da, *İbâdet* ile oluyor. İstîdâdın da azı var, çoğu var. İbâdetlerin mikdarına göre o istîdâd değişir. 


Fakat feyz almak için asıl mühim olan şey, mürşid-i kâmilin *Sohbeti*’dir, yâni *Teveccühü*’dür. Onların sohbeti, teveccühü olmazsa, o zaman ibâdetlerle feyz alınır. 


Efendi hazretlerini tanıdığımda, *onsekiz* yaşında bir gençdim. Elhamdülillah daha ilk görüşde bana *teveccüh* etdi. Teveccüh demek, *Sevmek* demekdir. 


Allahü teâlâ, kullarında bir *Dost*, bir de *Düşman* yaratmışdır. Dost, *Rûh*’dur, düşman ise, *Nefs*’dir. Nefse karşı da, büyük bir silâh yaratmışdır. Ancak o silâh, nefsi durdurabilir. 


O da, *Namaz*’dır işte. Onun için, bir kimse namaz kılmıyorsa, binlerle kerâmet gibi hâlleri olsa da, gene *Sıfır*’dır, gene *Hiç*’dir. Bid’at sâhibinden kaçmak, aslandan kaçmakdan daha mühimdir. 


Pâkistân’da Kutb-ül Abdurrahmân diye iyi bir *Âlim* vardı. Orada bir medresedeki hocaların başı idi. Daha yeni vefât etdi. Bu âlim 1981 senesinde hacca gitmiş. 


Mescid-i harâmda hoparlörle namaz kıldırdıkları için, oradaki imâma uymamış. Namâzını ayrı kılmış. Bunun imâma uymadığını gören vehhâbîler, Onu hemen tutuklamışlar. 


Ellerini kelepçeleyip hapse atmışlar ve kendisine; *Sen eğer bizim milletimizden olsaydın, senin cezân îdâmdı. Başka milletden olduğun için hapsetdik*, demişler. 


Sonra da, *Hac* gününden bir gün önce, alel acele memleketine geri göndermişler. 


Velhâsıl *Hoparlör* meselesini bütün dünyâ biliyor artık. Niye imâma uymadığını sordukları zaman, hoparlörün arkasında namaz kılınamıyacağını anlatmış. 


Kutb-ül Abdurrahmân, bunları kitâbında yazmış. Bu yazıları biz de, *Fitnet-i Vehhâbiyye* kitâbımızın arkasına ilâve etdik.