Ona istiğfar etmesini ilhâm eden kimdir?

 Hasan Basri (rahimehullah):


- Rabbimizin istiğfar eden bir kula azab edeceğini sanmıyorum. 


Neden diye sorulduğunda? 


- "Ona istiğfar etmesini ilhâm eden kimdir?" dedi. 


Allahtır, denilince.. 


 - "Nasıl olurda istiğfar edinmeyi ilhâm ettiği kimseye azap etmeyi murad eder" demiştir. 


"Sen içlerinde oldukça Allah onlara azap etmez, tövbe edip dururken de Allah onlara yine azap etmeyecektir."

 (Enfal/33)

Müsâfeha nedir?

 Müsâfeha; iki kişinin, sağ elin avuç içleri birbirine yapıştırıp, iki baş parmağın yanlarını birbirine değdirmesidir. Şimdi moda olan, parmakları tutarak, avucuna koyarak yapılan tokalaşma, müsâfeha değildir. Sünnet olan ise, karşılaşınca, selâm söyleşirken, sağ el dört parmak içlerini, çıplak olarak (eldivensiz, örtüsüz, karşısındakinin sağ eli dışına baş parmağı tarafına) yapıştırmaktır. Baş parmakda bulunan damardan muhabbet yayılır. Müsâfeha ederken, birbirine muhabbet geçer.(Seyyid Ahmed Tahtâvî hazretleri ”rahmetullahi aleyh“ )

Sonra anlarsın

 Peygamber Efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, ömreye gitmek için izin almaya gelen Hazret-i Ömer’e “radıyallahü teâlâ anh”, *“Yâ kardeşim Ömer! Bana da duâ et”* buyurmuş. Hazret-i Ömer buyuruyorlar ki, *“Ömrümde bundan dahâ tatlı bir söz, bundan dahâ tatlı bir cümle duymadım.”* Efendimiz böyle duâ isteyince, Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” içinden; *“Yâ Resûlallah! Sizin de duâya ihtiyâcınız var mı?”* der gibi Efendimize bakmış. Resûlullah Efendimiz de “sallallahü aleyhi ve sellem”, *“Yâ Ömer! Sen duâ et! Fâidesi edene mi, yoksa edilene mi olur, sonra anlarsın”* buyurmuşlar.

Bu büyükleri tanımak ve sevmek kerâmetdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm; *Men hademe hudime*, buyuruyor. Peygamber aleyhisselâm bir şey buyurdu mu, kıyâmete kadar *Geçerlidir* o. Âyet-i kerîme de öyle değil mi? 


Kıyâmete kadar geçerlidir. İşte, bir din kardeşine *Hizmet* eden, bir bardak *Su* veren, mutlaka karşılığını görür efendim. Nasıl görür? Allahü teâlâ ona, birini *Hizmet* etdirir. 


Yapdığı boşa gitmez, daha *Dünyâda* görür. Allahü teâlâ bize, Onun kullarına *Hizmet* etmeyi nasîb etdi elhamdülillah. Böyle mühim bir *Vazîfe* verdi, ne büyük *Şeref* kardeşim! 


Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin, bedduâsı var talebelerine. *Kim, birinden bir şey isteyip de alırsa, ona şefâat etmiyeceğim*, buyurmuş. 


Çünkü ben, talebelerimi, *Veren* kişilerden seçdim, *Alan* kimselerden değil. *Kim isteyip de alırsa, ona şefâat etmiyeceğim*, buyuruyor. 


Herhangi bir işe, *Bismillâhirrahmânirrâhîm* diyerek başlıyan kimse, mutlaka *Muvaffak* olur, *Kârlı* çıkar. İyi ama, Besmele çekip de muvaffak olamıyanlar var, zarar edenler var.


Hattâ ölenler var. Şimdi biri kalkıp: *Ben Besmele çekdim, ama başıma neler neler geldi*, derse, böyle söylemek câhillikdir efendim. İslâmiyeti bilmemekdendir. 


Bizim *Kitapları* okuyan, böyle söylemez. Çünkü o başına gelenler, onu, daha *Beter* şerlerden kurtardı, haberi yok. Çünkü onun başına bu *Sıkıntılar* gelmeseydi, âhiretde bunun *On* mislini, *Bin* mislini çekecekdi. 


Biz Rabbimizden, şu olsun, bu olsun, bana şunu ver, bunu ver, diye talepde bulunmuyoruz. *Yâ Rabbî, benim hakkımda hayrlısı neyse, öyle olsun*, diyoruz. 


Eğer dileğimiz olmazsa, üzülmüyoruz, *Bizim için hayrlısı buymuş*, diyoruz. Bu Büyükleri tanımak ve sevmek *Kerâmetdir* kardeşim. Onların yolunda yürümek ayrı bir kerâmet.

HUBB-İ FİLLAH, BUĞDU FİLLAH

“Hadis-i şerifte, (Amellerin, ibadetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah ve buğd-ı fillahtır) buyuruldu. Hubb-i fillah, Allahü teâlâ için sevmek demektir. Buğd-ı fillah, Allahü teâlâ için sevmemek, dargın olmak demektir. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselâma sordu: Benim için ne yaptın? dedi. Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, ismini çok zikir eyledim, deyince, Allahü teâlâ, namaz, sana burhandır. Kötü iş yapmaktan korur. Oruç, kalkandır. Cehennem ateşinden korur. Zekât da, mahşer yerinde gölge verir, sana râhatlık verir. Zikir, mahşerde karanlıktan kurtarır, ışık verir. Benim için ne yaptın? buyurdu. Yâ Rabbî! Senin için olan işin ne olduğunu bana bildir, diye yalvarınca, Yâ Musa! Dostlarımı sevdin mi? Düşmanlarımdan kesildin mi? buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlânın en çok sevdiği ibâdetin, hubb-i fillah ve buğd-ı fillah olduğunu anladı.”


[İslâm Ahlâkı]

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm; *Ümmetim fesâda uğradığı zaman sünnetimi ihyâ edene, yüz şehîd sevâbı verilir*, buyurdu. Hadîs-i şerîf bu. 


İşte bizim kitapları *Okuyan* da, *Dağıtan* da, yüz *Şehîd sevâbı* alır kardeşim. Üstelik, kazâya kalan namazları varsa, bunları vaktinde kılamamanın *Cezâsından* da kurtulur. 


Arefe günü, Arafat meydanında *Duran* ve haccı *Kabûl* olan kimsenin de bu günâhı affolur. Bu *Büyükleri* tanımasaydık, onları görmeseydik, hâlimiz *Nice* olurdu kardeşim? 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri, bâzen lâmbayı söndürürdü ve bize dönüp; *Benden sonra, işte böyle olursunuz!* buyururdu. 


İnsan, kendi başına kitap okuyabilir. Buna, *Kitap okumak* derler. İyidir, fâidelidir. Ama biri okur, diğerleri dinlerse, buna *Sohbet* denir. 


Sohbetde bütün *Kemâlât* mündemicdir. Her türlü *Feyz* ve *Bereket*, sohbetdedir, birlik ve berâberlikdedir. 


Allahü teâlânın ihsân etdiği bu doğru *Îmân* çok kıymetlidir efendim, çok *Mübârek* dir. Ama *Düşmanı* da çokdur.


Bir şey ne kadar *Kıymetli* ise, *Düşmanı* da o kadar çok olur. Peki, onu nasıl koruyacağız? *Kıymetini* bilmekle ve *Şükr* etmekle. 


Onun şükrü de, birbirimizi sevmekle olur. Birbirimizi çok *Seveceğiz*. Çünkü *Îmân* ni’metinin korunması, birbirimizi *Sevmeye* bağlı. 


Diğer yollarda, *Üstâdın* yanına gitmek, görüşmek, el sıkmak, el öpmek gibi *Merâsim* ler vardır. Fakat bizim büyüklerimizin yolunda böyle şeyler *Yokdur* efendim. 


Sâdece o zâtın *Büyük* olduğuna inanmak, onu *Sevmek* ve bir de sohbetinde bulunmak yeterlidir. *Yakın* olmak, *Uzak* olmak, kadın erkek, küçük büyük, hiç farketmez. En iyi tarafı da budur:

Eshâb-ı kirâmı anlamak ve anlatmak mümkün değildir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân, *Bir* veyâ *İki Dakîka* Peygamber aleyhisselâmın huzûrunda bulunsalardı, o huzûrdan çıkdıklarında *Hikmet* konuşurlardı. Ne demek hikmet? 


Yâni hangi *İlim* dalında konuşsa, onun anlatdıklarını, o *İlmin* mütehassısları ve profesörleri anlıyamazlardı. Akılları ermezdi. *Hikmet*, kalpden kalbe akan bir *İlim* dir. 


Yoksa, *Ağız* dan çıkan, *Beyin* den çıkan şeyleri anlatmak değildir. O ilim, bir paket hâlindedir. Bir *Kalp* den bir *Kalbe* akar. Ve o paketin içinde bütün *İlimler* vardır. 

Hattâ *Müctehid* olurlardı efendim. O bir iki dakîka içinde, *İctihâd* makâmına yükselirlerdi. Çünkü o, *Ledün ilmi* dir, kalpden kalbe *İntikal* eder, yâni akar.


O bakımdan Eshâb-ı kirâmı anlamak ve anlatmak  mümkün değildir. Bu, şuna benzer. Bir *At*, bir *İnsanı* ne kadar anlıyabilir? Aynen bunun gibi. 


Yine *Mektûbâtı* okumıyan, *İmâm-ı Rabbânî* hazretlerini tanımıyan, *Eshâb-ı kirâmın* büyüklüğünü anlıyamaz kardeşim. *Eshâb-ı kirâmı* en iyi anlatan, İmâm-ı Rabbânî hazretleri olmuşdur. 


En iyi *Târif*, onun târifidir. Onun için *Mektûbâtı* çok okumalıyız kardeşim. *Eshâb-ı kirâmı* tanımıyan, Peygamber Efendimizi tanıyamaz. Çünkü Onun talebeleridir. 


Çok insanlar, burada *Felâkete* gidiyor. Eshâb-ı kirâmdan herhangi biri, en büyük *Günâhı* işlese bile, Eshâb-ı kirâm olmakdan *Çıkmaz*, yâni o dereceden *Aşağı* düşmez. 

● ● ●

Ebû Ubeyde bin Cerrâh radıyallahü anh, bir *Gazâ* dan geliyordu. Bol *Ganîmet* ile, çok *Para* ile dönüyordu. Eshâb-ı kirâm bunu işitip, karşılamaya çıkdılar. 


Efendimiz aleyhisselâm onları böyle görünce; *Hayrdır, Ebû Ubeydeyi mi bekliyorsunuz?* diye sordular. Eshâb; Evet yâ Resûlallah, dediler. 


O zaman Efendimiz aleyhisselâm buyurdular ki: Siz bundan sonra *Fakîr* olmazsınız. Ben sizin, fakîr olacağınızdan korkmuyorum. 


Bilâkis elinize çok *Para* ve çok *İmkân* geçip de, bundan önceki ümmetlerde olduğu gibi, birbirinizi *Kıskanır* hâle geleceğinizden korkuyorum, buyurdular.

İman nimeti

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Rabbimize ne kadar *Şükr* etsek azdır kardeşim. Allahü teâlânın bir kuluna en büyük *İn’âmı*, *İhsânı*, en büyük *İkrâmı*, en büyük *Ni’meti*, ona, *Îmân* nasîb etmesidir. 


Eğer bir *Mü’min*, Allahü teâlânın verdiği bu büyük *Ni’metin* kıymetini bilmezse, yâni *Şükr* etmezse, Allahü teâlâ o *Ni’meti* ondan alır. Kur’ân-ı kerîmde var bu. 


Allahü teâlâ; *O ni’meti alırım ve ona acı azap yaparım!* buyuruyor. Peki, nasıl şükredeceğiz? Allahü teâlânın ihsân etdiği bu *Îmân* ni’metinin şükrü, ancak mü’minlerin birbirlerini *Sevmesi* ile yapılabilir. 


Öyleyse birbirimizi *Seveceğiz* kardeşim, birbirimizin *Kusûrunu* görmiyeceğiz. 


Efendimiz aleyhisselâm; *Dîn-ül mer’i, dîn-ül halîlihî*, buyuruyor. Yâni insanın dîni, dostunun dîni gibidir. 


Yâhut da, *Dîn-ül mer’i, dîn-ül ahîhi*. Yâni insanın dîni, arkadaşının dîni gibi olur. Hani derler ya; Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyliyeyim. 


Bizim bu *Kitaplar*, ehl-i sünnet âlimlerinin kelâmlarıdır kardeşim. Biz kendimizden bir şey katarsak, *Pırlanta* ların arasına, *Cam* parçalarını, *Çakıl* taşlarını koymuş oluruz. 


Köşeli parantezlerimiz var. Onlar da, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinden işitdiklerimizdir, yâhut da bu büyüklerden birinin *Sözüdür*. Bize âit tek *Kelime* yokdur efendim.


Benim ömrüm, Abdülhakim Efendi hazretlerinden duyduklarımın, ondan öğrendiklerimin *Vesîkası* nı, *Kaynağı* nı, *Senedi* ni aramakla geçdi. 


Biliyorum, ama yazamıyorum. Çünkü, *Delîlin nedir, vesîkan nedir?* diyecekler. 


Onun için, *Bin* den fazla kıymetli *Kitap* karışdırdık, aradık, *Bunu kim buyurmuş?* diye. Onun için binlerce islâm âliminin ismi geçiyor bizim *Tam ilmihâl* kitâbında.

Ehl-i sünnet kelimesi unutulmuşdu

 Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:


(Estağfirullah min külli mâ kerihallah) . Bu kelime, beni ferahlatıyor kardeşim, bunu söyleyince ferahlıyorum. Benim ferahlama ilâcım, bu duâdır. Siz de okuyun. Mânâsını biliyorsunuz.


Yâ Rabbî, ben, senin kerîh gördüğün, iğrenç, çirkin gör-düğün işleri çok yapıyorum. Ama pişmânım, beni affet yâ Rabbî. Bu günah işleri bir daha yapmıyacağım yâ Rabbî. Estağfirullah min külli mâ kerihallah. Senin kerîh gördüğün şeylerden sana sığınırım yâ Rabbî, affet beni.


Çok bahtiyârız kardeşim. Bu memleketde (Ehl-i sünnet) kelimesi unutulmuşdu. İsmi cismi kalmamışdı. Ama cenâb-ı Hak ihsân etdi, şimdi ehl-i sünnet, bütün dünyâya yayılıyor. Efendi hazretlerinin bereketi. Yoksa ehl-i sünnet bitmişdi.


Enver âbi söyledi. Almanya’da bir kadın, bizim kitapları okuyup müslümân olmuş. Kendisi alman. Türkçe de bi-liyormuş. Namaz kılacak, namaz vakitleri için bizden takvim istiyormuş. Çok sevindim kardeşim. Bunlar hep (Efendi hazretleri) nin bereketi işte.

Seferi olan kişi namazını kısaltması gerektiği halde tam kılacak olsa günahkar olur mu ?

 SUAL: Seferi olan kişi namazını kısaltması gerektiği halde tam kılacak olsa günahkar olur mu ?


CEVAP: Hanefi mezhebine göre; Namazını tam kılan yolcu günahkar olacağı gibi peygamber aleyhisselamın sünnetine de muhalefet etmiş olur. Seferi olan kişi, namazını tam kılacak olsa bakılır; ikinci rekatta teşehhüt miktarı oturmuşsa namazı sahihtir. Son iki rekat onun için nafile olur. Ancak selamı tehir ettiğinden ve nafile namazı farz olarak başlanmış bir namaz üzerine bina ettiğinden dolayı da günahkar olur. 


Şayet bu kişi ikinci rekatta teşehhüt miktarı oturmamışsa farzı batıl olur. Zira ikinci rekatın sonundaki oturuş yolcu için son oturuş olacağından farzı terk etmiş olacaktır. 


KAYNAK: İbrahim Halebi, Halebi Kebir sayfa:539

Ravda-i mutahhara da dört kabir vardır

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Ravda-i mutahhara*’da dört *Kabir* var. Dördüncüsü *Boş*’dur. Kıyâmete yakın, *Îsâ* aleyhisselâm gökden *Şam*’a inecek, vefât edince, oraya *Defn* olacakdır.


Cenâb-ı Hakkın *Ni’met*’leri içinde yüzüyoruz kardeşim. Ama diyeceksiniz ki; Çeşitli hastalıklarımız var. Olsun, onlar da *Ni’met*’dir efendim. *Hastalık* da ni’metdir. 


Dünyânın en *Bahtiyâr* insanlarıyız kardeşim. Neden çok bahtiyârız? Çünkü Rabbimiz bizi *İnsan* olarak yaratmış. Sonra *Müslümân* yaratmış. 


Sonra Sevgili Habîbine *Ümmet* yaratmış. Ne büyük *Seâdet*’dir bunlar. En mühimi de, sevdiklerinin *Yolu*’nu göstermiş.


O *Büyük*’leri tanıtmış ve sevdirmiş. Bu, en büyük *Ni’met*’dir. Onun için çok bahtiyârız. 

● ● ● 

*Üç kızı* olan Cennete kolay girer. *İki kızı* olan da Cennete kolay girer. *Bir kızı* olan da. 


*Kız* babalarının *Rızk*’ı geniş olur. Çünkü kız çocuklarının rızkı, babalarının *Eli* ile gelir. 


Büyükler buyuruyor ki: *Ya hayr söyle, ya da sus!* Bu odada büyüklerin isimleri var. 


*İmâm-ı Rabbânî* hazretlerinin ismi var. Onun için şimdi buraya *Feyz* ve *Bereket* iniyor. 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri bir gün; *Allahü teâlâ her an hâzırdır ve nâzırdır*, buyurdu. Yâni her şeyi, her an, *Görür* ve *Bilir*. 


*Evliyâ* ise ancak çağırıldığı zaman orada *Hâzır* olur. Çağırılmadan, hâtırlamadan *Gelmez*.