OSMANLI TOPRAKLARINDA İLK KADİRİ ŞEYHİ

Eşrefiyye, 15. yüzyılda Anadolu'da Eşrefoğlu Hazretleri tarafından kurulan bir Kadiriyye koludur. Kadiriyye, Abdülkadir Geylani Hazretlerine (ö. 561/1165-66) nispet edilen İslam dünyasının ilk ve en yaygın tarikatıdır. Eşrefoğlu Hazretleri, Bayramiyye tarikatının kurucusu Hacı Bayram-ı Veli'nin (ö. 833/1429-30) damadıdır. Seyru sülukünü Hacı Bayram-ı Veli'nin rehberliğinde tamamlayıp icazetini aldıktan sonra, yine onun yönlendirmesiyle Hama'da bulunan Abdülkadir Geylâni hazretlerinin beşinci kuşaktan torunu Hüseyin el-Hamevi'ye intisap etmiş, Kadiriyye tarikatından da icazet alarak İznik'e dönmüş ve Osmanlı topraklarındaki ilk Kadiri dergahını kurmuştur. Kadiri tarikatının "pir-i sani"si olarak kabul edilmiştir.  

Yâdigâr haberler bunlar

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsan, dünyâda *Kimi* severse, âhiretde *Onun* yanında olacak. Biz de, o *Büyük* leri seviyoruz elhamdülillah. Bu *Sevgi* yi de bize veren, gene onlar. 


*Sevgi*, yukarıdan aşağıya gelir çünkü. Onlar kendilerini *Sevdir* di. Biz *Sevme* yi bilemezdik ki. Zâten ilk gördüğümde *Talebe* idim. 


Abdülhakîm Efendi hazretlerini *Tanımak*, Allahü teâlânın bana en büyük *Lütfu* olmuşdur. 


O'nun yanında *Dünyâ* yı unuturduk. Ömrümün en *Zevkli* dakîkaları, Onunla berâber olduğum zamanlardır. Bana çok *Müjde* ler verdi. 


Meselâ evleneceğim zaman, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerine; *Ben evlenmek istiyorum*, dedim. Efendi hazretleri de; *Kiminle evleneceksin?* buyurdu. 


Ben de, *Siz kimi emrederseniz, onunla*, dedim. Efendi hazretleri sevindi. *Öyleyse sen Ziyâ Beyin kızıyla evlen!* buyurdu. Bu, benim için bir *Müjde* oldu. 


Efendi hazretlerinin Ziyâ beye, husûsî *Sevgisi* vardı. Hattâ bir gün ellerini kaldırdı ve; 


Yâ Rabbî, *Ziyâ* kulunun bana yapdıklarına, bir *Karşılık* da bulunamıyorum. Onun *Mükâfât* ını, sen sonsuz *Rahmet* hazînelerinden ver. Onu, *Sana* havâle etdim! diye duâ etdi. 


Biz evlendikden sonra, Efendi hazretlerini ziyârete gittik. Efendi hazretleri bizim hanıma; *Hilmi’den memnûn musun?* diye sordu. 


Bizim hanım da; *Evet memnunum*, deyince Efendi hazretleri; *Sen benim hem kızımsın, hem de gelinimsin!* buyurdu. 


Bu da, benim için çok büyük bir *Müjde* oldu. *Sen benim gelinimsin* ne demek? Yâni, *Hilmi, benim oğlumdur!* demek. Ben bu müjdeyi aldım, elhamdülillah. 


Bunlar yâdigâr *Haber* ler kardeşim. Bunları kitaplar yazmaz, kimseler bilmez. Elhamdülillah, çok büyük *Müjde* ler aldım Efendi’den.

Kadın da, erkek de, para kazanmak için harâm işlememelidir

 Kadın da, erkek de, para kazanmak için harâm işlememelidir ve hiçbir nemâzı kaçırmamalıdır. Ezelde ayrılmış olan rızk değişmez. Aynı rızk, halâlden istiyene halâl yoldan gelir. Harâm işliyerek istiyene de, harâm yoldan gelir. Câhillerin, (Bu zemânda kızım okumazsa aç kalır. Oğlum fâiz almazsa, işi bozulur) demeleri doğru değildir. Harâm işliyerek kazanmamalı demek, boş oturmalı, çalışmamalı demek değildir. Halâl yoldan çalışıp kazanmalı demekdir. Harâm yoldan kazanan, hem büyük günâhları işlemiş olur, hem de kazandıklarının hayrını görmez. Kazandıkları, hekîme, hâkime ve düşmanlarına gider ve günâh işlemekde kullanılır, insanı felâkete sürükler. Kazançları şübheli olan, hediyyeleşmeli ve ödünc almalı, aldıklarını kullanmalıdır. Hediyye ve ödünc gelen şeyler halâldir. 

(Se’âdet-i Ebediyye)

Mevdûdî bir din adamı değildir

“Mevdûdî, islâmın bütün ana prensiblerini kendi mantığı ile çözmeye kalkışmış, islâm âlimlerinden ve islâm bilgilerinden hep ayrılmıştır. Kitâbları incelenirse, kendi mantığını, kendi düşüncelerini, islamiyet olarak yaymak çabasında olduğu kolayca sezilir. İslâmiyeti, modern hükûmet şekillerine uydurmak için çeşitli kılıklara sokmaktadır. İslâmın hilâfet müessesesine de, kendi hayâline göre şekil vermekte, halîfelerin hemen hepsine hücûm etmektedir. İngilizler ve onların uşakları tarafından, islâm âlimlerinin ve dolayısıyla, islâm bilgilerinin yok edilmesi, bunun sapık fikirlerinin yayılmasını kolaylaştırdı. Mevdûdî, müslümânların bu fetret hâlinden faydalanmasını becerdi. Dîni siyâsete âlet ederek, siyâsî kimselere yanaştı. İslâm âlimlerinin kitâblarını okuyup anlayacak seviyede olmayan câhiller, onu bir âlim ve mücâhid sanıverdi. Onun siyâsî düşüncelerine geniş islâmî bilgi denildi. Mevdûdî bir din adamı değildir. Bir siyâset adamıdır.”


[Fâideli Bilgiler]

Borc ödemek farzdır

 Borc ödemek farzdır. Ödeyemeden vefât edenin, ödemek niyyeti varsa, günâhlı olmaz. Öğünmek için, kibrlenmek için, ihtiyâcdan fazla kazanmak harâmdır.

 (Hadîka)

Îmân iki parçadır

 Safiyyüddîn Erdebilî buyururdu ki:

“Haramı terk etmek vâcibdir. Şüphelileri terk etmek sünnettir. Buna takvâ denir. Zühd, helâlin azıyla kanâat etmektir. Verâ, mubahları ihtiyaç miktârı kullanmaktır. Bu zâhire âit zühddür. Bir de mânevî zühd vardır. O ise dünyâ sevgisini terk etmek, gönlü dünyâ sevgisinden temizlemek ve âhiret ile meşgûl olmaktır.”

“Her şeyi yiyen, her şeyi konuşur. Her şeyi konuşan her şeyi yapar. Her şeyi yapan Cehennem’e gider.”

“Bir kimsenin başına musîbet gelirse, şükretmesi gerekir. Sabır ile şükür, insanın kemâlinin alâmetidir. Îmân iki parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür.”

EŞREFOĞLU ABDULLAH RUMİ HAZRETLERİ (1377-1470)

Eşrefoğlu Rumi'nin adı Abdullah; babasının adı ise Ahmed Eşref'tir. Mısır'dan Suriye'nin Hama şehrine, oradan Anadolu'ya göç ederek önce Manisa'ya, ardından da İznik'e yerleşen, aslen Mekkeli ve Hz. Peygamber (sav) neslinden geldiği rivayet edilen bir ailenin çocuğudur. Hicri 779 yılında (Miladi 1377) İznik'te dünyaya gelen Eşrefoğlu'nun çocukluk yılları burada geçmiştir. İlköğrenimini tamamladıktan sonra zahiri ilimleri, Bursa Sultan Mehmed Medresesi'nde tahsil etmiştir. Gördüğü bir rüya üzerine, gönlünde tasavvufa karşı bir meyil olur ve bu nedenle medreseden ayrılır. Abdal Mehmed adlı bir meczuba gönlünden geçen düşünceyi anlatınca, o da kendisine Emir Sultan'a (ö. 833/1429) gitmesini tavsiye eder. 


Bu tavsiye üzerine Eşrefoğlu Hz, kendisini irşat etmesi için Emir Sultan'a müracaat eder, ancak o, yaşlılığını ileri sürerek Eşrefoğlu'nu Hacı Bayram-ı Veli'ye gönderir. Eşrefoğlu Ankara'ya gider ve Hacı Bayram-ı Veli Dergahı'nda on bir yıl kadar hizmetlerde bulunur. Hacı Bayram-ı Veli, bu kabiliyetli dervişinin belli bir merhaleyi aşmış olduğuna kanaat getirdikten sonra, Eşrefoğlu'nu dergaha imam olarak görevlendirir ve kızı Hayrunnisa ile evlendirerek kendisine damat yapar. Ardından icazet verip, şeyh olduğunu sembolize eden alem ve seccade ile doğum yeri İznik'e halife olarak gönderir. 


Daha sonra, Hacı Bayram-ı Veli Hz, “Hama'da şeref-mekin olan, Abdülkadir Geylani'nin neslinden Şeyh Hüseyin'den feyzin mukadderdir" diyerek kendisine Hama'ya gitmesini tavsiye eder. Hama'ya gider ve Hüseyin el-Hamevi'ye intisap ederek onun müridi olur. Hüseyin el-Hamevi, kırk günlük çilesini tamamlattıktan sonra halvetten çıkarıp Kadiriyye icazeti verir. "Bir memlekette iki padişah olmaz; git, seni vatanına halife tayin ettim!" diyerek, irşad hizmetinde bulunması için memleketine dönmesini söyler. 


Eşrefoğlu Hazretleri, İznik’e döndükten sonra kurduğu dergâhında irşada başladı, tarikatı kısa zamanda yayıldı. Bu dergah, Kadiri tarikatının Osmanlı topraklarındaki ilk tekkesidir. Talebelerine ders vermeye, Kâdirî yolunu yaymaya, insanları gurur, kibir, kendini beğenme gibi kalb hastalıklarından kurtarmaya büyük gayret gösterdi. Bu şekilde gayretli çalışmaları çevreden işitilmeye başladı. Bursa’dan, İstanbul’dan ve diğer vilâyetlerden akın akın gelip talebesi olmakla şereflenmek istiyenler çoğaldı. İrşad hizmetleri vefatına kadar devam etti. H. 874 yılında (M. 1469-70) İznik’te vefat etti. Daha sonraları camiye çevrilen dergâhın haziresine defnedildi. Kabri ziyâret mahallidir. Allah şefaatine nail eylesin, amin. 


“MÜZEKKİ’n-NÜFUS” 

En önemli eseridir. 1448 yılında yazılan eser, Anadolu’da Türkçe olarak kaleme alınan dinî, tasavvufî ve ahlâkî nitelikteki eserlerin ilk örneklerindendir. Eşrefoğlu Hazretleri, Müzekki’n-nüfûs’u halkı doğru yola sevketmek amacıyla ve halk tarafından anlaşılması için bilhassa Türkçe olarak kaleme aldığını belirtir. Eseri, “Bütün hayırların başı Allah’tan korkmak ve bütün şerlerin başı korkusuz olmaktır” şeklinde özetlediği prensipten hareketle kaleme alan Eşrefoğlu Hazretleri, genel anlamda insan meselesi ve eşref-i mahlûkāt olarak yaratılan insanın eğitimi üzerinde durur. Yaratılış itibariyle her türlü kötülüğü yapmaya müsait olan insanın çalışıp çabaladığı, gayret gösterdiği takdirde nefsini kötülüklerden arındırabileceğini ve aklı sayesinde hayvanlık derekesinden insanlık derecesine yükselebileceğini söyler.

EŞREFOĞLU RUMİ HAZRETLERİ'NİN TASAVVUF YOLCULUĞU

Eşrefoğlu Abdullah Hazretleri tasavvuf yolu arayışında önce Bursa'da Emir Sultan Hazretlerine bağlanmak ister. Fakat Emir Sultan, ihtiyarladığından bahsederek onu Ankara'ya, Hacı Bayram Veli Hazretlerine gönderir. Bunun üzerine Ankara’ya gelen Eşrefoğlu, Hacı Bayram Veli’ye intisap eder. Onun yanında on bir yıl kalır ve Hacı bayram Veli’nin kızı Hayrünisa Hanım ile evlenerek Hacı bayram Veli’ye damat olur. On bir yıl Hacı Bayram Veli'nin dergâhında kaldıktan sonra, Hacı bayram Veli onu Bayramiye Tarikatını temsil etmek üzere İznik’e yollar. Fakat orada fazla kalamayıp tekrar Hacı Bayram’a başvurur ve: “Seyrü sulukumuzun tamamı bu kadar mıdır? Yoksa dahası var mıdır?” diye sorar. Bunun üzerine Hacı Bayram Veli Hazretleri kendisini Hama'ya Abdülkadir Geylâni hazretlerinin beşinci kuşaktan torunu Seyyid Hüseyin Hamavî Hazretleri'nin yanına ailesiyle birlikte gönderir. Hüseyin Hamavî Hazretleri bu yeni talebesinin önce nefsini terbiye etmek üzere kırk gün halvet için bir hücreye koydu. Sıkı bir riyazet ve mücâhedeye tâbi tutuldu. Kırk gün içinde Hüseyin Hamevî, Abdullah'a ziyade teveccühlerde bulundu. Bu kırk günlük imtihanı başarıyla veren Abdullah, tasavvufta pek yüce mertebelere çıkmış olarak icâzetnâme aldı. Hüseyin Hamevî'nin halîfesi olarak Anadolu'da ve İznik’te Kâdirî yolunu yaymak üzere vazifelendirilir. 

Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” hazretlerinin fetihleri

Eshab-ı kiramdan *Hazret-i Mu’âviye*,  “radıyallahü anh”,


▪︎662’de *Sicistan’ı,*


▪︎663’de *Sudan’ı, /*


▪︎664'te *Afganistan’ı, Kâbil şehrini ve Hindistan’ın kuzey kısmını,*


▪︎665’te *Tunus’u* (Afrikiyye’yi) aldı. 


▪︎668’de gemilerle gittiği *Kıbrıs’ı* ve iki sene sonra da *İran’daki büyük Kuhistan eyaletini* fethetti. 


▪︎Yine aynı sene Bizans İmparatoru Dördüncü Kostantin zamanında, oğlu Yezid’i büyük bir ordu ile *İstanbul’un fethi için* gönderdi ve şehir kuşatıldı. *Kostantin, her sene büyük miktarda vergi vermek şartıyla barış yapmak zorunda kaldı*.


▪︎673’de Ubeydullah bin Ziyad’ı Horasan’daki orduya kumandan yapıp, Ceyhun Nehrini develerle geçerek *Buhara’yı* aldı. 


▪︎Hazret-i Ömer tarafından fethedilen *Kudüs* hristiyanlara geçince, Hazret-i Muaviye şehri tekrar ele geçirdi. 


▪︎ *Yemen, Mısır, Kayrevan, Irak, Azerbaycan, Anadolu, Horasan ve Maveraünnehir'e* hakim oldu.

Elhamdülillah

 İmam-ı Azâm Ebu Hanife Hazretleri (rahmetullahi aleyh), ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul zengin bir zât idi...

Gündüz öğlene kadar mescidde talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticaret ile uğraşırdı.

Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısına gelip;

"Ya İmam! Gemin batmış" dedi.

Büyük imam bir an için durduktan sonra; "Elhamdülillah" deyip dersine devam etti...

Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip; "Ya İmam! Bir yanlışlık olmuş, batan gemi sizin değilmiş." dedi.

İmam-ı Azâm Hazretleri yine;

"Elhamdülillah" buyurdular.

Haberi getiren adam hayretle;

"Ya İmam! Gemin battı dedik elhamdülillah dediniz, batan geminin sizinki olmadığını söyleyince de elhamdülillah dediniz hikmeti ne ola ki?"

Büyük İmam buyurdu ki;

"Sen gemin battı deyince kalbimi yokladım. Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu. Bu nedenle hamdettim. Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde yine kalbimi yokladım.Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde sevinç yoktu. Bunun için de Allahü teâlâya şükrettim."

Hüzün ve keder

 “Kulun günâhları çoğalıp bunlara keffâret olacak ameli de bulunmadığı zaman, Allâhü Teâlâ günâhlarına keffâret olması için ona hüzün ve keder verir.” 

(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)