MUHABBET
Aşk kılıcı
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Bizim *Sedat*, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinin elini çok öpmüşdür. Efendi hazretlerinin elini öpenlerin elinde, *Bin* sene gitmiyen bir *Feyz* vardır.
Hattâ o büyükler, ellerini bir *Taş’a* böyle koysalar, bin sene, o taşdan *Feyz* gitmez. Meselâ ben, *Ay’a* bakarım. Ama niye bakarım?
Resûlullah Efendimiz aleyhisselâm bakdı diye bakarım. Ay, o mübârek *Nazar’a* kavuşdu, o *Feyz’i* aldı, bin sene geçse de, ondan o feyz gitmez.
İşte *Ay*’a, bu niyetle bakan da *Feyz* alır. Bin sene geçse de feyz alır. Çünkü, Ona zerre kadar benzerlik, bütün dünyâ ni’metlerinden, bütün âhiret zevklerinden daha büyükdür.
Efendi hazretleri, şaka için lâf söylemezdi. Bir gün Efendi hazretlerine sordular. *Efendim, tekkeler kapandı, artık evliyâ yetişmez mi?* dediler.
Efendi hazretleri, böyle soranlara; Bu gün, Ehl-i sünnet îtikâdında olan, haramlardan sakınan, farzları yapan bir mü’min, bu asrın *Evliyâsı*’dır. Allahın *Dostu*’dur ve kıyâmete kadar da böyledir, buyurdular.
Efendi hazretleri, bir gün bana buyurdular ki: *Hilmi, ben çok hastalandığım zaman, Mektûbâtı göğsüme koyuyorum, öyle yatıyorum ve şifâ buluyorum*.
Bir gün de; *İmâm-ı Rabbânî hazretleri gibi bir zât, ne gelmişdir, ne de bundan sonra gelir. Ben Onun âşıkıyım*, buyurdular.
Dünyâdaki derd-ü belâlar hep *Ni’met*’dir kardeşim. Öyle yazıyor Mektûbât’da. Kıyâmetde, karşılığında sevap verilecek. Ama derd-ü belâya sevap verilmez, derd-ü belâya *Sabredince* sevap verilir.
Sabredene verilir. *Yâ Rabbî! Senden geldi bu bana, şükürler olsun*, diyene, kıyâmetde mükâfât var.
Derd-ü belâ ne kadar çok olursa, kıyâmetdeki sevap da o kadar çok oluyor.
Onun için, dünyâda derd-ü belâ gelmiyenler, o derd-ü belâ gelenlere imrenecekler. *Keşke dünyâda iken bana da derd-ü belâ gelseydi de, ben de bu dereceye kavuşsaydım*, diyecekler.
Peygamber Efendimiz haber veriyor bunları efendim, *Hadîs-i şerîf* bunlar. Kim bilir bunları? Bizim Seâdet-i Ebediyye’miz ve sekiz tâne kitâbımız, Allahü teâlânın sevdiği kullarının yazılarıdır.
Yâdigâr mektûblar 12. mektûb
Erzincan’dan zevcelerine yazdıkları mektûb:
Sîret hanım sultan
Atölyenin kıymet takdir kâğıdını burada bulamadım. Zâten buraya getirmediğimi biliyordum. Fakat bir kerre aradım. O kâğıt, yazdığımız istidâ müsveddesi ile birlikte çocukların yattığı odada; yazıhâne üstündeki sümen içinde veya pencere tarafında sağdaki üst veya ikinci çekmecededir. Eğer burada yoksa Enver Bey ile Altay Bey’e gönderdiğimi zannediyorum. Senin gardrobunda yok mu?
Vergi yedi yüz lira idi. Bin dört yüz lira da cezâsı vardı. Cezâsını afvetmişler mi acaba? Cezâsını afvettiler ise, 12.000 liranın vergisi dört yüz yirmi lira ediyor zannediyorum. Eğer bu kadar ise itirâza lüzûm yok. Bunu veririz. Bunu Hikmet Bey’den anlayarak ona göre hareket edilsin.
Hilmi
Yâdigâr mektûblar 3.mektûb
Selâmün aleyküm aziz Enver
Kıymetli mektûbunuzu alalı çok zemân oldu. Cevâbı te’hir etdiğimden özür dilerim. Muhtelif yerlerden mektûb geliyor. Hemen her gün cevâb yazmakla meşgul oluyorum. Nazım geçen zâtların cevâbını sonraya bırakıyorum. Diğer tarafdan size mektûb yazmağa yüzüm de yok. Sizi orada fazla yoruyoruz. Derslerinize mâni olduk diye müteessir oluyorum. Cenâb-ı Hak yardımcınız olsun. Din ve dünyâ ni’metlerini size artdırsın.
Oradan ayrılırken Seâdet-i Ebediyye’nin üçüncü kısmını matbaaya vermişdim. Ve birinci formanın birinci tashihini yurtdaki arkadaşlarla yapmışdık. Müteâkib tashihleri yapınız diye Şâdi [Güngör], Hüseyn Atila [Şener], Hüseyn Boğ ve Salâhaddin’e [Aydın] istirhâm etmişdim. İki forma basılınca hemen posta ile bana gönderiniz; hem görür, okur; hem de kitâb sonundaki hatâ cedvelini ve fihristini hazırlarım demişdim. Bugüne kadar hiç forma göndermediler. Ve bir mektûblarını da almadığım için, hem kitâbm basılması inkıta’a mı uğradı diye üzülüyorum, hem de o kardeşlerimize bir musibet mi ârız oldu diye üzülüyorum, merak ediyorum.
Kitâb basılır ise, basılan formalardan hemen birer aded lütfen gönderirsiniz. Ve müteâkib basılacaklardan da basıldıkça ikişer forma gönderirsiniz. Zâten ikişer ikişer basdırmaktadır. Kitâbın tashihleri onlara eziyet veriyorsa, derslerine mâni’ oluyorsa, bildirsinler de tedbîr alalım. Kitâb basılmıyor ise, sebebini yazsınlar da onun da çâresini arayalım. Onlardan şimdiye kadar hiç haber almamak beni fazla üzdü. İnşâ[allah] endişe edecek bir hâl yokdur. Dinsiz veya geçimsiz arkadaşlar ile münâkaşa etmesinler. Fitne, fesâd uyandırmamak için çok sabırlı ve mülâyim olsunlar.
Bâyezid Câmi-i Şerifinin avlusunda tramvay caddesine çıkan kapıdan çıkarken sağ tarafta bir tesbihci var. Oğlunu Kuleli’ye yazdırmışdım. Onda on lira kitâb param var. O para ile Seâdet-i Ebediyye alıp satsın, kendisine ricâ ediyorum. Arada sırada kontrol ediniz bakalım satıyor mu? Sizi yine yoracağım için afvınızı dilerim.
[Abdülhakîm Efendi’nin ehibbâsmdan] Sâlim [Saruhan] Bey’e ve Mehmet [İnce] Bey’e selâm ederim, din ve dünyâ seâdetinize âcizane duâ eder, duâlarınızı istirhâm eylerim. Arkadaşların cümlesine selâm ederim efendim.
Hilmi
Yâdigâr mektûblar 2.mektûb
Bu onbir mektûb, Erzincan’a giderken bazı işlerini tedvir ve tesviye için vekil bıraktıkları sevgili talebeleri ve bilahare dâmâdları Enver Ören Bey’e Arabi harflerle yazılmıştır (1959-1960).
Pazartesi
Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Enver Bey
Mektûbunuzu okudum. Harfler, kelimeler, cümleler ve ma’nâlar hepsi hoşuma gitti. Cenâb-ı Hak size her husûsda terakki nasîb eylesin. Vâlide hanımın âfiyetle avdet etdiğine, iyi olduğunuza memnûn oldum. Cenâb-ı Hak iyiliklerinizi artdırsın.
Altay Bey’den mektûb aldım. Onun vergileri azaltdığına memnûn oldum. Fakat mahsûs sert yazdım. Öyle îcâb ediyor. Vergileri siz yatırsanız iyi olur. Henüz bir atölyeninki gelmiş. Diğer ikisi de gelir. Bayram Usta ile beraber mağazaya gidip kâtibden para istersiniz. Kâtibden alıp yatırırsınız. Ayrıca Eminönü mâliye şubesine de ikiyüz lira yatırılacak. Defterde sahîfesini kolay bulmaları için Altay Bey’den geçen seneki makbûzu istersiniz. Makbûzu gösterince sahîfesini kolay bulurlar. Ankara’dan Süleymân [Kuku] ve İstanbul’dan Salâhaddin [Aydın] buraya geldiler. Akif [Güler] Efendi’nin evinde misâfir kalıyorlar. Geldiklerine râzı değilim. Fakat bir şey diyemiyorum.
Salâhaddin’in söylediğine nazaran Hüseyn Şener memleketine gitmiş. Fakat bu hafta gelecekmiş. Eğer geldi ise ona, gelmedi ise [Tam İlmihâl’i basan kitâbevinin sâhibi] Bozkurt Aziz Bey’e lütfen söyleyiniz. Buraya gelen üçüncü kısım cildsiz kitâblarda bir forma noksan çıkıyormuş. Kitâbcı söyledi. Meselâ iki aded yirmiyedinci forma var. Yirmi sekizinci forma yok. Aziz Bey de kitâbları kontrol etsin. Böyle hatâlı cildler yüzde yirmi kadar imiş. Cildci hepsini bitirmedi ise hemen söylesinler dikkat etsin. Ve cildciye cezâ lâzım.
Seâdet-i Ebediyye kitâbının ikinci kısmı ikinci tab’ı müsveddelerini tamamladım. Hepsi otuz altı forma olacak. Ercan matbaası bir formayı seksen liraya dizmişdi. Bu fiyata râzıyım. Çünki Ercan Bey demişti ki; başka kitâbları ucuz yapıyoruz. Sizin kitâb ağır, yabancı kelimeleri aynen harfi harfine dizmek [için] vakit gayb ediyoruz. Dediği haklıdır. Aziz Bey’e benden selâm ediniz. Ricâ ediyorum. Eğer başka matbaa bulmadı ise yine aynı fiyata Ercan matbaasına otuz altı forma, aynı kâğıda basmağa başlasınlar. Müsveddeler Hüseyn’dedir. Hüseyn [Şener] yok ise, Şâdi’den [Güngör] alırsınız. Aziz Bey ne cevap verirse lütfen bana bildiriniz.
Matbaa ile geçen sefer olduğu gibi mukâvele yazılırken hepsi iki ayda tamam olacak diye yazdırılsın. Çünki iki aydan sonra tashih yapacak kimse kalmayacak dersiniz. Ricâ minnet ile bastırabilirsen çok iyi olur. Cenâb-ı Hakkın lütfü ile inşâ[allah] basılır . Sizi eziyete sokduğum için üzülüyorum. Derslerinize çalışınız. Cenâb-ı Hak din ve dünyâ seâdetine kavuşdursun. Amin.
Hepinize selâm ve duâ ederim efendim.
Yâdigâr mektûblar 1.mektûb
Bu mektûb İstanbul’daki kayınpederleri Yusuf Ziyâ Akışık Bey’e Ankara’dan Arabi harflerle yazılmıştır.
6 Zilhicce 1365 Perşembe [31.10.1946]
Aleyküm selâm sevgili beybabacığım
Bugün Perşembe olub kimyâhânede şu mektûbu yazıyorum. Birkaç gündür hep evde idim. Yarın da evde olacağım. Şehzâdeye [mahdumları Abdülhakîm Bey’e] bakacağım. [Zevcem] Sîret sultan, komşu kadın ile çarşıya çıkacaklar. Lehülhamd her üçümüz de iyiyiz. Şehzâdenin öksürüğü kalmadı. İlâca yine devâm ediyoruz. Sultan da iyidir. Evin temizliğini temâmladı. İşleri yoluna koydu. Şimdi rahat rahat günlük işlerle meşgul oluyor. Bendeniz de kâh evde, kâh kimyâhânede enfâs-ı ma’dûdeyi ikmâl etmekde [sayılı nefesleri tamamlamaya] devâm üzre olub, hâlimize şükrler ve sizlere duâlar ederiz. Yeni hatm-i şeriflere başladık. Her gece müyesser olduğu kadar okuyoruz.
Bu sene mübârek Kurban bayramını ilk olarak sizlerden ayrı geçireceğiz. Her sene sizin ve mübârek hanımannemin [kayınvâlidemin] muhterem ellerinizi öperek muâyede [bayramlaşma] nasîb oluyordu. Bu sene uzakdan selâmlarımızı ve tebriklerimizi takdim ediyoruz. Sîret sultan da çok müteessirdir. Lâkin Cenâb- ı Hak cümlemize ömürler ve sıhhat ve âfiyet ihsân etsin de, sayılı günler çabuk geçer. Konya, Erzurum gibi İstanbul’dan çok uzak yerlerde olmak, mektûb ve havâdis dahi günlerce sürmek düşünülürse hâlimize şükr ederek, beterlerini düşünmek Cenâb-ı Hakkın lütfü ve hikmetlerini rızâ ile karşılamak, üzülmemek lâzım geliyor. Din ve sıhhat yolunda oldukça hiçbir şeye üzülmemek lâzımdır, diyorum. Fakat hepimiz insanlık ve za’f-ı beşerî sâikasıyla [İnsanî zayıflık sebebiyle] hakikatini bildiğimiz halde bu ufak ve muvakkat hasretlere üzülmemek elden gelmiyor. Rabbimiz kerîm olduğundan bizim bu teessürlerimizi kendisine itirâz kabûl etmeyib acz-i beşerîmize haml ederek [İnsanî âcizliğimize yükleyerek] afv buyursun.
İnşâ[allah] iki bayramları elemsiz, kedersiz olarak bir arada geçirmek nasîb olur. Sîret ile beraber bu mübârek bayram-ı şerifi tebrik ederek siz sevgili pederimin ve muhterem hanımannemin hakkında mübârek olmasını âcizâne duâlar eder ve bu mübârek günlerde bizlere bilhassa hayırlı duâlar etmenizi istirham ederiz. Şehzâde, yeni türkü ve çağrımlarla bizi eğlendirmekdedir. Sizlerde, bizim bu âciz yazılarımızı okuyarak, sıhhat ve selâmet haberlerimizi görerek neş’eli ve sürûrlu günler geçiriniz. Her üçümüz tekrar tekrar mübârek ellerinizden öperek hayırlı duâlarınızı istirhâm ederiz, çok sevgili beybabacığımız.
Oğlunuz Hüseyn Hilmi Işık
Âmine-i Remliyye hazretleri
Âmine-i Remliyye hazretleri meşhur hanım evliyâlardandır. Sekizinci asrın sonlarında, Kudüs civârında Remle şehrinde yaşamıştır. 815 (H.200) yılında vefât etti. Zamânın büyük velîlerinden olan Bişr-i Hafî hazretleri, devamlı ondan duâ isterdi... Günlerden bir gün Bişr-i Hafî hazretleri hastalandı. Yaşlı ve ihtiyar olduğu rivâyet edilen, o büyük hanım evliyâ, Remle'den kalkıp, Bişr-i Hafî'nin ziyâretine geldi. Bu sırada Hanbelî mezhebinin kurucusu İmâm Ahmed bin Hanbel de Bişr-i Hafî'nin ziyâretine gelmişti. Yanında bulunan ihtiyar ve yaşlı hanımın kim olduğunu sorduğu zaman; Âmine-i Remliyye diye cevap verdi. İmâm Ahmed bin Hanbel hemen kendisinin duâsına ihtiyâcı olduğunu belirtti ve duâ istedi. Bunun üzerine; Âmine-i Remliyye'nin şu şekilde duâ ettiği rivâyet edilmektedir:
“Ey Allah'ım! Bişr-i Hafî ve Ahmed bin Hanbel, Cehennem azâbından kurtulmak istiyorlarsa, onları kurtar ve bağışla. Ey merhameti ve bağışı bol Allah'ım! Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin..."
Buyurdu ki: Nefsin İslâmiyetin dışına taşmasını önlemek için, onunla iki cihâd vardır: Birincisi, ona uymamak, onun arzularını yapmamaktır. Buna, (Riyâzet) çekmek denir. Riyâzet, verâ ve takvâ ile olur. (Takvâ), haramlardan sakınmaktır. (Verâ) haramlardan ve mubâhları ihtiyaçtan fazla kullanmaktan da sakınmaktır. Cihâdın ikincisi, onun istemediği şeyleri yapmaktır. Buna (Mücâhede) denir. Bütün ibâdetler mücâhededir. Bu iki cihâd, nefsi terbiye eder. İnsanı olgunlaştırır. Ruhları kuvvetlendirir. Sıddîkların, şehitlerin ve sâlihlerin yoluna kavuşturur. Allahü teâlâ kullarının tâatlarına, ibâdetlerine muhtaç değildir. Kullarının günah işlemesi Ona hiç zarâr vermez. Kullarının nefslerini terbiye etmek, nefisle cihâd etmek için bunları emretmiştir.
İnsanlarda nefis olmasaydı, insanlık kalmaz, meleklik hâsıl olurdu. Hâlbuki, beden birçok şeylere muhtaçtır. Yemek, içmek, uyumak, istirâhat etmek lâzımdır. Süvâriye hayvan lâzım olduğu gibi, insana da beden lâzımdır. Hayvâna bakmak lâzım olduğu gibi, bedene hizmet etmek de lâzımdır. İbâdetler beden ile yapılmaktadır. Birisinin geceleri uyumayıp, hep namaz kıldığı söylendiğinde, (İbâdetlerin kıymetlisi, az olsa da devamlı yapılanlardır) buyuruldu. İbâdetin devamlı yapılmasında, kulluğa alışmak vardır.
Amr bin Dînâr el-Cumahî hazretleri
Amr bin Dînâr el-Cumahî hazretleri evliyânın meşhurlarından olup Tâbiîndendir. 666 (H.46) senesi İran beldelerinden birinde doğdu. Arap kabîlelerinden Cumah'ın himâyesine girdi. Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiînin büyüklerinden ders aldı. Abdullah bin Abbâs, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Zübeyr, Abdullah bin Amr bin Âs “radıyallahü anhüm” gibi Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden hadîs ilmini öğrendi. Onlardan hadîs-i şerîf rivâyet etti. Mekke-i mükerreme müftisi oldu. 743 (H.126) senesinde Mekke-i mükerremede vefât etti.
Amr bin Dînâr anlatır: Medîne'de birisinin kız kardeşi vefât etti. O kimse şöyle anlattı: "Kız kardeşimi defnettiler. Kabri başından ayrıldık. Benim değerli bir yüzüğüm vardı. Kayboldu. Onun kabrine düştü zannıyla kabrine gittim. Kabrin lahdi üzerindeki tahtayı kaldırdım. Alevler yüzüme vurdu. Baktım, mezarın içi ateşle dolu. Tahtayı yerine koydum. Mezarın üstünü sıkıca kapatıp ağlayarak eve döndüm. Annemden, kız kardeşimin huyunun nasıl olduğunu sordum. Bana;
-İki kötü huyu vardı. Biri namazına gevşekti. İkincisi koğuculuk yapardı, cevâbını verdi... Bundan da anlaşılmış oldu ki, bu iki kötü huy, kabir azâbına sebeptir."
Kelime-i tevhîdin fazîletine dâir şu hadîs-i şerîfi bildirmiştir: Resûlullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdular ki: "Bir kimse inanarak (La ilâhe illallah) derse, muhakkak Cennet'e girer."
Eshâb-ı kirâmı çok sever, onların büyüklüğünü İslâmiyete yaptıkları hizmetleri devamlı talebelerine anlatırdı. Şu hadîs-i şerîfi sık sık tekrarlardı: "Eshâbıma sövmeyiniz. Kim Eshâbıma söverse, Allahü teâlânın lâneti onun üzerine olsun."
Oruçla ilgili olarak da şu hadîs-i şerîfi rivâyet ettiler: "Hilâli görünce oruca başlayınız. Hilâli görünce bayram yapınız. Eğer hava bulutlu olur da hilâli göremezseniz, otuza tamamlayınız."
Naklettiği diğer hadis-i şeriflerden bazıları da şunlardır:
“Müslümanın, Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevap vermek, hastasını yoklamak, cenâzesinde bulunmak, davetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah diyene, yerhamükellah demek.”
"Cennet, anaların ayakları altındadır.”
“Üç dua vardır ki, muhakkak kabul olunur. Bunlar; mazlumun duası, misafirin duası, babanın evladına duasıdır.”
"Teyze; iyilik, ikram, ziyaret ve ihsanda anne mertebesindedir.”
“Bir kötülük işlediğinde peşinden hemen bir iyilik yap ki, o kötülüğü silsin.”
“Kişiyi arkadaşından tanıyın!..”
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Tasavvufdaki *Nübüvvet* yolunun aslı, insanlara fâideli olmak, onlara bir şeyler öğretmekdir. *Vilâyet* yolunun aslı ise, kendisini kurtarmakdır.
Onun için büyükler, bu hususda; *Vilâyet yolunun, Nübüvvet yolu yanındaki büyüklüğü, okyânusa nazaran bir damla bile değildir*, buyuruyorlar.
Bir mü’minin sîmâsına, yüzüne, sevgiyle bakanlar, âhirette *Arş’ın* altında gölgelenecek. Onlara hiç *Azâb* yok kardeşim.
Allahü teâlâ bu *Göz*’leri yaratmış. Ama insan kendini görmüyor. Hep başkasını görüyor. Bir de dönüp kendine baksa, kendini görse, o zaman kurtulacak.
İyi de, kendini nasıl görsün? *Ayna*'ya baksın. Peki ayna nedir? Ayna, *Mürşid-i kâmil* olan zâtlardır. Kendileri yoksa, o büyüklerin *Kitapları*’dır.
O büyükler, *Ayna* gibidir. *Kitapları* da öyledir. Onlara bakarsan, yâhut kitaplarını okursan, kendini görürsün ve ne kadar *Bozuk* olduğunu anlarsın.
Şâh-ı Nakşibend hazretlerine soruyorlar. *Efendim, insanı Allahın rızâsına ulaşdıran yüz derece olsa, siz hangisine tâlip olurdunuz?* diyorlar.
Şâh-ı Nakşibend hazretleri de cevâben; *Sevgiye ve muhabbete tâlip olurdum*, buyuruyor. Ve ilâve ediyor.
Bir de; *Genç yaşta, günahlarına tövbe eden bir delikanlının ayağındaki kıl olmayı isterdim*, buyuruyor.
Öyleyse bizim genç arkadaşlarımız çok kıymetli kardeşim. Çünkü hem *Tövbe* ediyorlar, hem *Namaz* kılıyorlar, hem de islâmiyete *Hizmet* ediyorlar.
*Kitaplar*’ımız da çok kıymetli. Bizim kitaplarımızın bulunduğu yerde, büyüklerin rûhâniyeti *Hâzır* olur. Çünkü bu kitaplar, o büyüklerin sözleridir, kelâmlarıdır.
O rûhâniyetlerin bulunduğu yerde olanlar, *Feyz* alırlar, yâni istifâde ederler. *Feyz* ne demek? Feyz, *Nûr* demekdir, *Allah sevgisi* demekdir.
Nasıl ki, *röntgen* ışınları, mikropları öldürürse, onların rûhâniyetleri de kalbdeki günâhları, karartı ve pasları siler, temizler.
Onun için *Işık* kitâbevine, *Hakîkat* kitâbevine gelen, mutlaka bereketlenir ve *Feyz* alır kardeşim.
Allahlık ve Peygamberlik dâvâsında bulunma !
Ahmet Yesevi hazretleri bir gün bir talebesine; Evladım, sakın ola, gittiğin yerde Allahlık ve Peygamberlik dâvâsında bulunmayasın, diye tembih etti. Talebe şaşırdı: - Tövbe hocam, hiç öyle şey olur mu? - Olabilir evladım. - Nasıl olur efendim? - Her istediğinin olmasını istemek, "Allahlık" iddiasında bulunmak, her sözünün dinlenmesini istemek de "Peygamberlik" dâvâ etmektir oğlum. Çünkü biz kuluz. Yalnız Allahü teâlânın istediği olur ve yalnız Peygamberin "aleyhissalâtü vesselâm" sözüne mutlak itaat edilir.