Yâdigâr mektûblar 74.mektûb

 Mamak Kimyahânesi'nde âmirleri olan kimyager Dr. Nuri Refet Korur'a Arabî harflerle yazılmıştır.

Muhterem ve çok kıymetli ağabeyim

Bugün Salı. Sabah eczahâneye geldiğim zaman iki defa teşrif ettiğinizi söylediklerinde, bulunamadığım için o kadar müteessir oldum ki, tarif edemem. Dün Fatih'de evin dam oluklarını tamir ettirdim. Ustanın başında idim. Sizi eczahânemde karşılayamadığım, hizmet edemediğim için çok üzüldüm. Muhasib ve tezgâhtarım İbrahim Bey'e evvelce teşrifinizi söylemişdim. Bu kadar acele avdet edeceğinizi tahmin etmemişdim.

Eczahânem sizindir. Sizin emrinizdedir. Her emrinizi beklerim. Teşrif etmeniz, emin olduğum teveccüh ve muhabbetlerinizi tekrar göstermiş olduğundan iftihar duydum. Af buyurmanızı istirham eder; âciz, sevgi ve saygılarımı sunarım efendim. 17/-7/1962

Size hayran olan kardeşiniz Hilmi

H. Hilmi Işık, Merkez Eczanesi, Yeşilköy, Tel: 738813 

Dostlara nasihat

 Dostlarımıza olan nasihatimiz şudur: İtikadı ehli sünnet vel cemaat alimlerinin kitaplarında bildirdiğine uygun olarak düzeltmelidir. Bundan sonra farz, vacip, sünnet, mendub, helal, haram, mekruh olan fıkıh hükümlerini öğrenmeli, her işi bunlara uygun yapmalıdır.

(İmam-ı Rabbani "kuddise sirruh")

Hangisi kârlı?

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki

Bir kız, *Ben okuyayım, bir meslek sâhibi olayım, ayaklarımın üstünde durayım*, derse, rızkını buradan alır. Ama bu günkü şartlarda ömrü günahla geçer. Çekeceği sıkıntılar da cabası olur. 

Ama o kız; *Hayır, ben Rabbimin emretdiği gibi yaşıyacağım, erkeklerin arasında çalışmıyacağım*, derse, Rabbimiz ona ehl-i sünnet bir genç ile evlenmeyi nasîb eder. 

Allahü teâlâ, onun rızkını erkeğine verir, o da onun ayağına getirir. Ne oldu şimdi? 

Biri, ömrü boyunca *Haram* işledi, ömrü sıkıntılarla geçdi. Öbürüyse, hiç sıkıntı çekmedi, günâha da girmedi. *Rızkı* da ayağına geldi. Hangisi kârlı?

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir mü’min, *Nuh* aleyhisselâmın ömrü kadar yaşasa, yâni 950 sene hep ibâdet etse, elbette ki çok *Sevap* kazanır. 


Fakat bir mü’mine, dînimizden bir *Sünneti* öğretse, bir *Vâcibi* öğretse, bundan daha çok sevap kazanır. İllâ kendisi öğretmesi şart değil, öğretilmesine sebep olmak da yeter. 


Çünkü âhiretde insanlara, tarafını soracaklar. Az verdin çok verdin, az yapdın çok yapdın demiyecekler. *Hangi tarafdaydın?* diyecekler. 


*Hallâc-ı Mansûr*, eğer Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin talebelerinden birine rastlasaydı, başına o sıkıntılar gelmezdi efendim. 


Bakın, *Kendisine* demiyorum. O zâtın bir *Talebesine* rastlasaydı, bu sıkıntıları çekmezdi. İşte bizim arkadaş-larımızın herbiri de öyledir efendim. 


Çünkü onlar da hakkı bâtıldan ayırabiliyorlar. Bu zamanda, bizim arkadaşlardan biriyle berâber olan, o âbiyi seven, muhabbetle görüşen, konuşan kimse de, *Îmân’ını* kurtarır. 


Bu zamanda *Küfr*, sel gibi akıyor kardeşim. Müslümân ise, o sele kapılmış bir *Saman çöpü* gibi. Nasıl kurtulacak? Bir yere sığınması lâzım. 


Bir kaya kovuğuna, bir ağaç oyuğuna girerse, yâhut bir kütüğe yapışırsa, kurtulabilir. İşte bu kaya kovuğu, bu ağaç oyuğu, bu kütük, bizim *Âbiler*’dir. Yâhut bizim *Kitaplar*’dır. 


Yâni o saman çöpü, bizim âbilerden birine rastlarsa veyâ bizim kitaplardan birini okursa, kurtulur efendim. Yoksa mümkün değil, *Sel* alır götürür. 


Bir kız, *Ben okuyayım, bir meslek sâhibi olayım, ayaklarımın üstünde durayım*, derse, rızkını buradan alır. Ama bu günkü şartlarda ömrü günahla geçer. Çekeceği sıkıntılar da cabası olur. 


Ama o kız; *Hayır, ben Rabbimin emretdiği gibi yaşıyacağım, erkeklerin arasında çalışmıyacağım*, derse, Rabbimiz ona ehl-i sünnet bir genç ile evlenmeyi nasîb eder. 


Allahü teâlâ, onun rızkını erkeğine verir, o da onun ayağına getirir. Ne oldu şimdi? 


Biri, ömrü boyunca *Haram* işledi, ömrü sıkıntılarla geçdi. Öbürüyse, hiç sıkıntı çekmedi, günâha da girmedi. *Rızkı* da ayağına geldi. Hangisi kârlı?

Hakîkî kemâl yalnız Allahü teâlânındır

 Denilir ki, kul hakiki kemâlin yalnız Allahü Teâlâ da olduğunu, kendisinde veya başkasında gördüğü her kemâlin Allahü Teâlâ sayesinde olduğunu bilince ne Allahü Teâlâdan başkasını sevebilir ne de Allahü Teâlâya dayanmayan bir sevgiye gönlünde yer verebilir.


( İmâm-ı Gazali "rahmetullahi aleyh")

Arvâsizâde Ahmed Mekki Üçışık Efendi "rahmetullahi aleyh"

Bugün (6 Eylül) Arvâsizâde Ahmed Mekki Üçışık rahmetullahi aleyh'in, ahırete irtihâl edişinin 55'inci sene-i devriyesidir.


Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Üçışık kuddise sirruh'un mahdum-u mükerremi Arvâsîzâde Seyyid Ahmed Neyyir-i Mekki Üçışık Efendi âlim, fâdıl, edib, kâmil bir zât-ı muhterem idi. Annesi, babasının mürşîdi olan Hazret-i Şeyh Seyyîd Fehîm Efendi kuddise sirruh’un torunu Aişe Hanım'dır. Babasından, amcasından ve başka âlimlerden okudu ve bütün aklî ve naklî ilimlerde yüksek babasından icâzet aldı. Uzun yıllar İstanbul’da, Kadıköy ve Üsküdar müftülüklerinde bulundu ve bu vazifede iken hicrî 1387 ve Milâdi 6 Eylül 1967 tarihinde vefât ile Edirnekapı kabristanına defnedildi. 


Çevre yolu istimlâkleri dolayısıyla Ankara’ya, Bağlum’a babasının yanına, vefatından kırk ay sonra nakledildi. Kabir açıldığında kefeninde ve bedeninde hiç bir değişme ve bozulma olmadığı görüldü. Bu da onun mertebesinin yüksekliğine işarettir. Aleyhirrahme vel-Gufran. Uzun yıllar İstanbul camilerinde Beydâvi tefsirini vaaz olarak verdi ve babasından sonra bu tefsiri bitirmek kendisine nasip oldu. Kendisinden çok sayıda kimse istifâde etti. İlimle ameli ve ihlâsı, pek kuvvetli idi. Kerâmetinin çoğu firâset halinde izhâr olurdu.


Ahmed Mekki Efendi'nin muhterem peder-i âlileri Manzûru Nazârı Pirânı Kiram Seyyid Abdülhakim Arvasi Efendi Hazretleri, Silsile-i Aliyye-i Nakşibendiyye'nin kendi kolunda 33'üncü ve son ferdidir.


Seyyid Ahmed Mekki Efendi İstanbul’da Nuruosmaniye Medresesi’ni bitirip Darülfünun’un (Üniversite) hukuk fakültesine girmiş, dördüncü sınıfa geçtiklerinde babaları Istanbul’a teşrif edip, okulu bırakmalarını emretmişdir. 1949 yılında Üsküdar’a Müfti Yardımcısı (Müsevvid) olmuş, altı ay sonra da müfti efendinin vefatı ile boşalan müftiliğe seçilmiştir. O tarihte müftiler seçimle oluyordu. 1953 yılında da Kadıköy Müftiliği’ne tayin edilmiş ve 1960 ihtilalinden sonra ihtilal idaresinin tasarrufu ile mütehassıs müftiliğe getirilerek ömür boyu müftilikte kalma hakkı verilmiş ve bu vazifede iken vefat etmiştir.


Seyyid Ahmed Mekki Efendi, vefat tarihi olan 6 Eylül 1967’den 16 Ocak 1971’e kadar Edirnekapı Kabristanı’nda evlâdları, Seyyid Mehmed Süheyl (Behik) Efendi, Seyyid Behaeddin (Baha) Efendiler ve torunu Seyyid Ahmed Alaeddin Efendi ile birlikte Müfti-üs Sakaleyn İbni Kemal Hazretleri ile, halaları ve ayni zamanda kayın valideleri Seyyide olan Muteber Hanım’a da yakın bir yerde medfundular. 16 Ocak 1971 tarihinde Ankara'ya babasının yanına nakloldular. Kabirleri açıldığında daha yeni vefat etmiş gibi taptaze, hiç bozulmamışlardı. Tabutları da sanki yeni yapılmış idi.

Yâdigâr mektûblar 73.mektûb

 1962 senesinde Bursa'dan yazan Şükrü Ferik'e cevaben yazılmıştır.

Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim

Göndermiş olduğunuz kıymetli mektubunuzu aldım. Çok memnun oldum. Cenâb-ı Hak seâdet-i dâreyn nasîb eylesin. Âmin.

Bu kitap [Seâdet-i Ebediyye], büyük İslâm âlimlerinin sözlerini bizlere aksettiren bir aynadır. Bu aynaya bakan kendi ruhunun mayasını görür. Elhamdülillah siz iyi görmüşsünüz.

Suallerinize mektubla cevab vermeğe imkân bulamıyorum. Teknik ziraat müdürlüğünde Sâim Şensöz kardeşim var. Ona gidin. Selâmımı söyleyin. O size gerekli cevabları verir.

Günahkâr kardeşiniz Hilmi Işık 

Yâdigâr mektûblar 72.mektûb

 Kuleli'den talebeleri Kemal Çoban'a yazılmıştır.

Ve aleyküm selâm kıymetli Kemal

O mübârek yazıların ile tezyin edilmiş olan kıymetli mektûbunuzu bugün Mehmed Gündoğan'ın mektûbu ile aldım, okudum. Din ve dünyâ selâmetinize maddî ve manevî büyük ni'metlere mazhariyyetinize çok memnûn oldum. Cenâb-ı Hakdan bu ni'metlerin artması için âcizâne duâ eyledim.

Aziz kardeşim, Cenâb-ı Hakka ne kadar şükr etsek ve yalvarsak, kavuşduğumuz ni'metlerin hakkını îfâ edemiyeceğiz. Bizi müslimân evlâdı olarak yaratmış, İslam terbiyesi ile büyütmüş, sonra çok sevdiği büyüklerin ismini, kitâblarını zevklerini bize duyurmuş, hidâyet, seâdet yolunu göstermiş, kendine râhatça ibâdet etmek serbestliğini, kolaylığını da ihsân eylemiş. Bu çok büyük olan ve bilhassa bu zemânda pek az kimselere nasîb olan muazzam ni'metlerin karşısında İblîs-i la'în ne kadar çatlasa yeri vardır.

Lise hayâtınız dahi hayâl oldu. Mâzi nasıl geçti, hâl nasıl geçiyor. İşte bu dünyâ istikballeri de böyle gelip geçecek, hayâl olacak. Hayâle kapılanlar, yalnız ona bağlananlar ne kadar zevallıdır. Evet, dünyâ çok kıymetlidir, fakat sonsuz seâdete vesîle, sebeb olduğu için kıymetlidir. Tarih okuduk, zemânımızı da görüyoruz. İnsanlar ne kadar âciz. Kudret-i ilâhî karşısında ne kadar zaîf, hiçdir. Hiç idik, hiç olacağız. Âcizin, zevallının, Kâdir ve Gâlib karşısında yapacağı her kabahat ve taşkınlık, elbette kendine zarar verir. Aczimizi düşünüp kâinâtın, herşeyin sâhibi Kâdir-i mutlak karşısında teslim olmakdan başka çâremiz yok. Bir insan ne kadar zengin, ne kadar hâkim olursa olsun, yiyeceği, içeceği, kullanacağı şeyler yine mahdud ve azdır ve kısa zemân içindir. Sonra büyük mâlî kudreti, hâkimliği yok olacak, kendisi toprak olup çiğnenecekdir. Cenâb-ı Hak bizlere ebedî hayat, sonsuz seâdet ni'metleri vermiş ve çok az kimselere vermiş. Bugün Amerikalılar, Avrupalılar da peygamberlere, meleklere, kıyâmet gününe, Cennet ve Cehennem'e inanıyor ve ibâdet ediyorlar. Fakat seâdetten mahrumdurlar. O halde biz ne kadar çok bahtiyârız.

Vesveseler, îmânsızlık zan olunan düşünceler ve kuruntular hep îmânın çok olduğuna alâmetdir. Bu kuruntulara hiç ehemmiyet verme. Îmânsız olanlara böyle vesvese gelmez. Hiç üzülme. Cenâb-ı Hak seni yakında kurtarır.

Yâdigâr mektûblar 71.mektûb

 Selâmün aleyküm kıymetli kardeşim Lütfi Uyanık 

Geçen mektubunuzdaki yazınız hoşuma gitdi. Ve kalbimi size bağladı. Bunun için bu mektubumu size yazıyorum.

Dün bir kardeşimin de mübarek mektubunu aldım. Hiç vaktim olmadığı halde ona cevab yazıyorum, fakat mübarek, ne adresini, ne de ismini yazmış. Karışık zihnim ile o cevheri teşhis edemedim. Matematik kısmında olan bu kardeşimin mektubunun yarısını size gönderiyorum. Kendisini bulup lûtfen vermenizi dilerim.

Biraderiniz Latif'i namazda görüyor; memnun oluyorum. Sizin, fakültedeki ve harbiyedeki kardeşlerimin cümlenizin bayramınızı tebrik eder; din ve dünya seâdetine duâ ederim. Bana tebrik yazmayınız, duâ ediniz kardeşim. [Ocak -Nisan 1960]

Hüseyn Hilmi Işık 

BÜYÜKLERİN YOLU

Hâce Ubeydullah (kaddesallahu teâlâ sirreh) hazretleri buyurdular ki;

Ruhsatla (fetvâ ile) amel, zaiflerin işidir. Hâcegân hazretlerinin (Nakşî büyükleri) yolu azîmettir, takvâdır.”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Elhamdülillâh, Rabbimiz bizleri huzûruna kabûl ediyor kardeşim, ne mutlu bize. *Hazret-i Ömer* radıyallahü anh, ilk *Îmâna* gelince ne buyurmuş? 


*İnnâ künnâ ezelle kavmin e’azzenallahü bil İslâm!* buyurmuş. Ne demek bu? 


Yâni, *İnnâ*, biz. *Künnâ*, idik. *Ezelle kavmin*, insanların en aşağısı, en kötüsü, en zelîli idik. 


*E’azzenallahü bil islâm!* Allahü teâlâ bizi, islâm ile, îmâna kavuşdurmakla şereflendirdi. *Zelîl* iken *Azîz* olduk, demekdir. 


Yâ kardeşim, *Zelîl iken azîz olduk*, buyurmuş hazret-i Ömer radıyallahü anh. Ne mutlu o îmân izzetine kavuşanlara. *Namaz* kılmak nasîb olan, alnını *Secde’ye* koymak nasîb olan insanlara ne mutlu. 


Geçen gün *Mehmed Ma’sûm* hazretlerinin fârisî *Mektûbâtını* okuyordum da, Mektûbât’ın baş tarafında *Önsöz* var. 


Mehmed Ma’sûm hazretlerinin hayâtından bahsediyor. Vefâtlarına bir ay kala, yanındakilere dönüyor Mübârek.


*Bir aydır, secdemi Arş-ı âlâ’nın üzerine yapıyorum*, diyor vefâtına yakın. İşte onu okuyunca, *Abdülhakim Arvasi Efendi* hazretlerinin o *Sözü* aklıma geldi. 


Vefâtlarına yakın, ben yanındaydım; *Arş-ı âlâ’yı gördüm, ne güzel, ne güzel*, buyurmuşdu. Mehmed Ma’sûm hazretleri de öyle buyuruyor. 


Yatarken, *Kul e’ûzü*’leri okuyalım kardeşim. Efendi hazretlerinin sünnetidir. Bu bizim büyüklerimiz, Peygamberlerin *Vârisleri’dir*, yâni *Vekîlleri’dir*. 


Ne *Mutlu* onları tanıyanlara. *Sevmek* şöyle dursun, *Tanımak* ne büyük ni’met. Ne büyük seâdet.


Hele tanıdıkdan sonra bir de *Sevdi mi*, seâdete kavuşdu demekdir. *Feyz* yolu açılır o zaman. *Feyz* gelmeğe baş-lar, *Kalb*’den *Kalb*’e akar. 


*İzâ rüû zükirallahü*. Hadîs-i şerîf bu. *İzâ rüû*, onlar görüldüğü zaman. Onlar kim? *Allah dostları*, *Allah adamları*, evliyâullah. Bu büyükler görüldüğü zaman. 


*Zükirallahü*, Allah hâtıra gelir. O büyük zâtların kitaplarını okumak da, kendilerinden bahsetmek de, hep *Zikr’dir*, yâni Allahı anmakdır.